Herkes 250 yıldır İstanbul’da neden büyük bir deprem olmadığını tartışıyor?
S10 dan10c a4
1. 2012
S10DAN10C
SONDAN ÖNCE
S10DAN10C Geleceğe mesajlar bıraktık.
Önce mağara duvarlarına, sonra taşlara, sonra mimari eserlere,
dağlara, ovalara kazıdık mesajları. Bir gün içinizden bir kişi çıkar
ve anlar diye Sadece anlamanızı bekledik.
Ali Gökcan
21.12.2010
2. S10DAN10C
Önsöz
Uzay denen sonsuz ve soğuk karanlık boşlukta yalnız mıyız? Son zamanlarda pek çok insanın
kendisine yâda benzer düşünceleri paylaştığı insanlara sorduğu sorulardan biridir. Değil mi? İnsan
kendisini bildiği andan itibaren adeta soru cevap dünyasında yaşamaya başlar. O her yeni gün doğru
cevaplar vererek kazanç sağladığı, yanlış cevapların bazen tüm doğruları sildiği bir Dünyada yaşar.
İnsanoğlu denen varlık kendisine acaba neden insanoğlu denildiğini hiç düşünmüş olabilir mi?
Yani bu kelime bize ne demek istiyor diye hiç araştırmış mı? Bu kelimeyi incelersek öncelikle ortada İnsan
denen bir varlık var. Dünya denen gezegen üzerinde yaşayanlara onun çocukları yâda evlatları veya
oğulları deniyor yani İnsanoğlu. O halde bu kelimenin kaynağındaki insan nerede? Kim ve nerede yaşıyor?
Bizler neden sürekli gerçek kimliğimizi uçsuz bucaksız evrende durmadan araştırıyoruz? Yoksa kendimiz
de dâhil pek çok varlığı kandıracak kadar zeki canlılar mıyız? Milyarlarca ışık yılı boyunda ve eninde bir
evrende minicik bir gezegen dışında hiç birinde hayat yok mu? Bu kadar mı özeliz?
Neden durmadan dinlenmeden birbirimizle savaşıyoruz? Neden güçlerimizi birleştirip uzaya
açılmıyor yeni Dünyalar keşfe çıkmıyoruz? Dev transatlantiklere sahip ama uzayda yol alan dev gemilere
sahip değiliz? Yaptığımız şey gerçekte yüzme öğrenmek için denize atlamaya korkup havuzda yüzüyor
gibi yapmak mı? Cevap nerede saklı?
Sadece kendimize ve ürettiğimiz her şeye hayran kalarak egomuzu şişirip, pohpohlayıp o devasa
boşluğa bakmak yerine aynada kendimize baktığımız, ağaca bakmaktan ormanı göremediğimiz için
beklide. Yaptığımız sadece bugünün tadını çıkartmak. Nasıl olsa Dünyanın henüz çivisi çıkmadı. Biraz
daha yaşamak için ortam kötüleşsin, biraz daha kaynakları tüketip doğayı yok edelim. Sonra nasılsa bir yol
buluruz. Belki de işimize gelen şey hep bu adam sendeciliktir.
Biz zayıfı ezip güçlünün yanında yer almayı marifet bilenler topluluğu olarak Dünyamızı
bilmediğimiz uzaydan gelen bir uygarlık teslim almaya çalıştığında gerçekten savaşacak mıyız? Yoksa
kayıtsız ve şartsız teslim mi olacağız? Dibimize kadar gelmeyi göze alabilen bir uygarlık gerçekten bizden
daha mı güçsüz olacak? Sanki biraz kendimizi kandırıyor gibiyiz.
Acaba binlerce yıllık geçmişi olan Dünyada bilinen insanın var olmasından önce ve sonrasında
günümüze kadar geçen sürede pek çok yabancı uygarlık gelmiş olabilir mi? Destanlar yazılalı binlerce yıl
geçti. Yazılanlar bazen tekrar tekrar yazıldı ve değişti. Ama hepsi bir tesadüf mü? Belki de sadece o kadar
eskiyi hatırlamadığımız için bugün görmezden gelip hayata kaldığı yerden devam etmek daha kolaydır.
Bizden başka bu sonsuz evrende eğer uygarlıklar varsa bizden ne kadar farklılar? Geçmiş zamanlarda farklı
amaçlarla dünyada oldular mı? Neden pek çok destanda yeraltı, yerüstü, deniz, doğa, güneş tanrıları var.
Neden farklı kıtaların halklarının geçmişe dayalı destanları, hikâyeleri, anıları bu derece benzer?
Birbirinden binlerce kilometre mesafede iki farklı kıtada aynı zamanlarda aynı anlatıma hatta aynı yazı
karakterlerine sahip destanlar nasıl oluyor da bu derece görmezden gelinip hasıraltı ediliyor? Neden
gerçekte ne olduğu sorulmuyor? Bugün bile nasıl yapıldığı halen bilinmeyen taş anıtlar ve eserler nasıl
oluyor da binlerce yıl geçmesine rağmen karşımızda dimdik durabiliyor.
Bazen genlerimizle, bazen tarihimizle, bazen güvenliğimizle ilgili müdahalelerde bulundular mı?
2012 yaklaşırken basımı yapılan, yayınlanan, anlatılan, incelenen kehanetler varken varoluşa katkıda
bulunan görevli kadro tekrar aramıza dönüyor olabilir mi? Neden böyle bir şey yapıyorlar? Kim gerçek
dost, kim değil? Tarihin içinde gizli kalmış destanlar yeniden hayat buluyor, Hint destanlarında havada
uçuşan Vimanalar, Dogon kabilesinden Dünyaya aktarılan uzaylılar, Nommo’nun gemisi ve daha pek çok
bilinmeyen bir sabah aniden bilinecek. Hazırlıksız, habersiz, Güneş kadar, Ay kadar apaçık bir netlikte
buradayız, varız ve sizin için geldik diyecekler.
Biz buna hazır mıyız? Peki, şimdi ne yapacağız?
2
3. S10DAN10C
SI0DANI0C
Bölüm 1: Acta est Fabula ‘’ Oyun Bitti. ‘’
Bölüm 2: Yıllar hızla geçti…
Bölüm 3: Sapanca Ağustos 2011
Bölüm 4: Omnia in numeris sunt ’’ Her şey sayılarda gizli. ‘’
Bölüm 5: ‘’ Büyük sıçrayışı gerçekleştirmek isteyen, birkaç adım geriye gitmek
zorundadır. ‘’
Bölüm 6: ‘’ Eğer hücumun iyi gidiyorsa pusuya düşmüşsün demektir. ‘’
Bölüm 7: ‘’ Biz bu zamana ve yere misafiriz…
Bölüm 8: Sol lucet omnibus ‘’ Güneş herkes için parlıyor ‘’
Bölüm 9: '' What hath God wrought ''
Bölüm 10: İlk mesaj
Bölüm 11: Ses ve Işık
Bölüm 12: Tehlikede miyiz?
Bölüm 13: Bilginin en büyük düşmanı cahillik değil…
Bölüm 14: Dünyanın ilk uzay elçileri
Bölüm 15: ‘’ Tanrı zar atmaz. ‘'
Bölüm 16: AAlea iacta est ‘’ Ok yaydan çıktı. ‘’
Bölüm 17: Beneficium accipere libertatem est vendere.
Bölüm 18: Ad astra ‘’ Yıldızlara doğru. ‘’
3
4. S10DAN10C
Bölüm 1
Acta est Fabula ‘’ Oyun Bitti. ‘’
Takvimler 08 Ağustos 2011 yılını gösteriyordu. Günlerden Pazartesi ve insanlar haftalık
sendromlarını yaşayıp hafta başı ilizyonlarında kaybolmak üzere koşuşturma içerisindeydi. İşi olanlar
işlerine gitmiş geriye kalanlar yeni bir haftaya başlarken ne yapılıyorsa onu yapıyor, bazıları da geceden
kalmış uyuyordu. Elbette bu gün önceki günlerden farklı değildi. Sadece içinde bulunan çağın adını
4
5. S10DAN10C
değiştirecek, bir çağı kapatıp yeni bir çağı açacak derecede sıradan bir gündü. Gelecek 1000 yılın belki de
en önemli ilk günü olabilecek kadar sıradan.
08 Ağustos 2011 pazartesi sabahı saat 05.42’de gök gürültüsünü andıran seslerle koyu bir bulut
şehrin hemen üzerinden geçti. Açık bırakılan balkon kapılarından ve pencerelerden yatak odalarına dolan
o yoğun ses nedeniyle korku içinde sokağa fırlayanlar oldu. Bu üç dakika sürmeyen olay tüm şehirde,
sabah haberlerinde günün konusu haline geldi. Sadece kısa süre önce gerçekleşen olay değildi
konuşulan, gök gürültüsünden 12 dakika sonra meydana gelen 2,4 şiddetindeki sarsıntı da
konuşuluyordu. Hatta çoğu insan bu gürültülü geçiş ile sarsıntıyı birbirine bağlayıp bir gök taşı olması
ihtimalini üzerine tartışıyordu. Esas garip olan 2,4 şiddetindeki sarsıntı İstanbul’dan ve diğer illerden
hissedilmemişti. Ama haber kaynaklarının sürati insanı şaşırtıyordu. Gürültüden sonra gelen bu
hareketliliğin internette yer alması hiç uzun sürmedi. Sarsıntının merkezi Kandilli rasathanesi verilerine
göre Sapanca gölü merkeziydi. Olay internet haber sitelerinde kısa sürede son dakika haberi olarak yerini
aldı. Gökyüzündeki hareketlilik, ardından yeryüzünde meydana gelen kıpırdama pazartesi sabahının en
önemli gündem konusu olarak başköşeye oturdu.
Sapanca gölü üzerinde aniden yavaşlayan yoğun koyu bulut tabakası tam göl üzerine geldiğinde
havada asılı durdu. Ardından dakikada 5 metre alçalarak gölün yüzeyinin büyük kısmını kapladı, hemen
ardından o sarsıntı meydana geldi. Devasa kütlenin üzerine çökmesi ile göl suları hızla yükseldi.
Güneydeki otoyolun göl seviyesine yakın alçak kısımları, hemen yanından geçen demiryolu, kuzeyde
Kocaeli iline su sağlayan pompa istasyonu ile eskiden Seka kâğıt fabrikasının sosyal kampı olarak işletilen
şimdilerde sosyal bir eğlence merkezine dönüşen alanı ve doğu uçta kalan sazlık alanları tamamen sular
altında bıraktı. Göl kenarındaki 150 – 160 kadar villa ile 1999 depremi sırasında batan Sapanca otel’in
yerine kurulan yeni otel bir anda su baskınına uğrayan bölgedeydi.
Bu sabah ne olmuştu. İnsanlar birbirine bu soruları soruyor; TV ve radyolardan bu sorunun
cevaplarını bekliyorlardı. Sonuçta beklenen cevap saat 07.00 de önce olayın olduğu bölgenin yerel birkaç
kanalında 30 dakika sonra da ulusal kanalların hepsinden art arda yayınlanmaya başladı. Canlı yayında
TV ekranlarında Sapanca gölü kenarında arkasında koyu bir sis görüntüsü olan spikerler konuşuyor ve
gördükleri olayları halka kendi yorumları ile anlatıyordu.
Sapanca gölü daha önceki tarihlerde destansı anlatımlara esin kaynağı olmuş, Coğrafyası gereği
Karadeniz ile Marmara denizi arasında eski bir yeraltı denizi üzerinde olduğu düşünülüyordu. Osmanlı
İmparatorluğu sırasında Karadeniz ile Marmara denizini bağlayan bir kanal projesinin en önemli geçiş
noktası olarak düşünülmüş ancak gerçekleşemeden rafa kalkmıştı. Bir diğer hikâye ise eskiden burada bir
köy olduğu, bu köyü ziyaret eden ulu bir kişinin köy halkınca horlanması sonrasında bölgenin lanetlenerek
çöktüğü şimdiki gölün oluştuğu şeklindeydi. Şimdi yeni bir olaya daha adı karışıyordu Sapanca Gölünün.
Gecenin en karanlık zamanı tan ağarmadan hemen önceki anıdır. İnsanların uykularının en derin
yerinde, gecenin o karanlık anında dev kütle aniden belirmişti. Dış uzayda aniden var olmuş, daha önce
yaklaşması izlenememişti. Türkiye saati ile sabah saat 05.30’da dış uzaya bakan tüm gözlem evlerinin
tarayıcı ekranları ikaz veriyordu. Kısa süre geçmeden İngiltere üzerinden Dünya atmosferine giriş yapan
büyük bir gök cismi hızla belli bir yönde irtifa kaybederek yere yaklaşıyordu. Yapılan ölçüm ve
değerlendirmelere göre ortalama olarak 8. kilometre uzunlukta, 600 metre genişlikte yaklaşık 200 metre
yükseklikte olmalıydı. 960.000.000 m3’lük dev cüsseli bilinmeyen bir gök cismi havada adeta süzülerek
yoluna devam ediyordu. Dünya atmosferine girmesi ile tüm Batı ve Doğu Avrupa üzerinde gittikçe
alçalarak havada düz bir yol izlemiş en son İstanbul ve Kocaeli il sınırlarını aşarak Sapanca gölü üzerinde
havada kısa bir süre hareketsiz kalmıştı. Yerel saatle 05,54’de bu yoğun hareketlilik başladığı gibi bir anda
son buldu.
Bu inanılmaz süratli dev gök cismi nasıl olurda dinozorların sonunu getiren göktaşının yaptığı
etkiyi yapmazdı. Alev topu şeklinde değil etrafı koyu bir sis tabakası kaplı olarak cüssesine ve hızına
oranla yumuşak denecek bir iniş yapmıştı. Evet, bu bir meteor yâda kontrolsüz bir atmosfer olayından çok
kontrollü önceden belirlenmiş bir rotada ilerleme ve inişti. Bu ciddi bir sorundu.
Kontrollü iniş yapan bir şey kontrollü kalkış yapabilirdi. Bu durumda kontrol edilebilen bir şeydi. Bu
şey her neyse kontrol edilebilen bir şey olduğuna göre birileri de bu şeyi kontrol ediyor olmalıydı. İyi
5
6. S10DAN10C
tamam hepsi hoş ama bugüne dek hiç o büyüklükte bir cisim uçurmamıştı insanoğlu. İnsanoğlu mu? O
halde akla gelebilecek tek yanıt bu şey insanoğlu ile alakalı değil. Bilinen tarih boyunca olmayan, olmadığı
iddia edilen, uzay hakkındaki tüm çalışmalarda hesaba dâhil edilmeyen bir uygarlık, hatta insanoğlundan
daha ileri bir uygarlık var demektir. Acaba onları nasıl karşılasak Türk usullerinden misafirperverlikten
anlarmı bu uygarlık? Acaba uygar bir uygarlık mı? Bir kahvenin kırk yıl hatırı var desek kahve mi ikram
etsek? Yoksa yörenin meşhur pişmaniyesini genç öğrencilerin ellerinde çiçekler eşliğinde mi sunsak?
Bütün bu tören saçmalığı bir yana bunlar bizim dostumuz mu yoksa düşmanımız mı? Dünyada yer
kalmadı da neden su kaynağı olan gölün ortasına konmayı uygun buldular. Zaten küresel ısınma
yüzünden yazlar daha kurak ve susuz geçiyor. Misafir dediğin edebi, adabı ile misafir olmalı. Koskoca iki
şehrin su kaynağının ortasına gelip o kocaman şeyi kondurmak ne demek? Elbette halkın kafasında pek
çok düşünceden bazıları bu tip şeylerdi. O halde şu andan sonra yabancıların ya da diğer bir söyleyişle
uzaylıların varlığını yok saymak pek mümkün olamayacaktı. Hele de bu derece bariz orada dururken.
Bu sabah olaydan sonra Türkiye’nin yurt dışı temsilcilikleri ve konsolosluklarının telefonları sürekli
çalıyor insanlar bilgi almaya çalışıyordu. Sapanca gölünü gören tüm tepe ve açık alanlar sabah saat
08.00dan itibaren bölge halkının, yerli, yabancı TV kanallarının kameraları ve sunucuları ile dolmuştu. İşi
olan olmayan bu sabah burada işe başlamış havası vardı bölgede. Büyük kocaman bir büyüteç şimdi
Sapanca gölü çevresinden tüm Dünyaya olanı biteni anında gösteriyor koyu sis ve ardındakilere yönelik
pek çok yorum yayınlanıyordu. Hatta öyle ki Amerika – Irak savaşını naklen yayınlamakla ünlü bazı
kanalların Türkiye’deki çalışanları neredeyse kendi helikopter pistlerini kurma aşamasında olayı abartacak
derecede profesyonel çaba içerisindeydi.
Bugün televizyon Dünyası için çok önemli bir gün olmalıydı. Nerede ise son 2 yıldır Türkiye ve
Türkiye de gelişen olaylar medya için bulunmaz haber kapısı olmuştu. Depremle birlikte her geçen gün
daha da enteresan olaylar meydana gelmeye başlamıştı. Bu sabah ellerindeki haber çok yüksek reyting
değerine sahipti. Karşılarında Amerikanın Irak’ı istilasını gösteren naklen savaş görüntülerinden hatta
Dünya kupası maçlarından bile daha çok izleyiciyi ekrana bağlayacak; tüm gün sürecek nefes nefese
seyredilecek, yorumlar yapılacak bu konuda uzmanların katılacağı tartışma programları hazırlanacak
bulunmaz bir konu vardı. Bol reklâm, bol reyting, bol para kazanmak anlamına geliyordu. Hatta rekabet o
derece büyüktü ki paralı kanallar bile sırf reklâmları halka ulaştırabilmek adına ‘’ tabi onlar bunun adına
sonradan halkın bilgilenme hakkına saygılı ve ilkeli yayıncılık’’ diyeceklerdi kısa bir süre için ücretli
olmaktan çıkıp herkesin seyredebileceği kanallar haline dönüşeceklerdi.
Her yeni günde olduğu gibi bu gün de birilerinin şanslı ve birilerinin kötü günü olmalıydı. Peki,
bugün Dünya için ne tür bir gündü? İyi mi? Kötü mü? Bugün uzaydan misafir bekleyen var mı? Neden
bugün?
- ‘’ Dünya bir dönemecin eşiğine gelmiştir. Şu yaşadığımız günden sonra hiçbir şey eskisi gibi
olmayacak, bu sis dağıldığında ardından çıkacak olan bilinmedik bir uygarlık mı, dost mu, düşman mı?
İnsanlığın hayatı değişecek ve ilerleyecek mi? Teknolojileri, bilgileri, varlıkları, yaşadıkları gezegen,
oradan buraya nasıl geldikleri gibi bir sürü soru işaretinin cevapları önümüzdeki günler ve yıllar boyunca
cevaplanmayı bekliyor.’’ Dedi Aydın Uğur.
Sabah 06.10 da iki kişilik yatağında tek başına uyurken ısrarla çalan cep telefonunun sesi ile
uyandı. Çalıştığı Era TV kanalının nöbetçi ekibi haberi vermek için aradığında Aydın yatağa gireli 3 saat
olmuştu. Derin uyku halinde sımsıkı çekilmiş perdelerin arkasında yatağının o dokunulmaz sevecenliği
içerisinde ne gök gürültüsü, ne de arkasından gelen yer sarsıntısını bilmiyordu. Son 9 aydır düzenli olarak
her hafta Pazar gecesi bir önceki haftanın genel kritiğini uzman konukları ve ünlü kişilerle yaptığı haber
ağırlıklı programlarından birinden çıkmış; Günün tüm yorgunluğunu atmak amacıyla diğer planlarını
erteleyerek vakit geçirmeden evine gelmişti.
Gecenin o geç saatinde İstanbul trafiği Türkiye’nin diğer şehirlerinde gündüz saatlerindeki trafiği
aratmıyordu. Başka zaman olsa çalıştığı televizyonun yakınındaki çorbacıya uğrar bir çorba içer, sonra
gecenin son anlarında sabahın ilk saatlerinde gündüze oranla tenha denecek İstanbul caddelerinin ışıkları
altında evinin yolunu tutardı. Bu koca şehirde birilerinin uyumak için yatağa girdiği saatlerde birileri kalkıp
işe gider, bir diğer grup ise eğlence için gittikleri eğlence yerlerinden çıkıp çorbacıların yolunu tutardı. 7
gün 24 saat yaşan dev bir yaşam alanıydı, destanların yaşandığı, adına şarkıların yazıldığı, Avrupa ile
Asya’yı birleştiren İstanbul şehri. Şimdi sabahın bu saatinde çalıştığı televizyon kanalı evine bir yayın
6
7. S10DAN10C
aracı gönderiyor, derhal Sapanca’da kısa süre önce meydana gelen olayın kaynağına gidip tüm Türkiye’yi
bilgilendirmesini istiyordu. Yolda tüm bilgiler kendisine aktarılacaktı.
Aydın önce bir anlam veremedi. Neden kendi gidiyordu Sapanca’ya. Alt kadrodan pek ala birileri
gidebilirdi; ya da şirkette birkaç yılını doldurmuş diğer spikerlerden biri yerine neden kendisi? Önce bunu
düşündü. Belki detaylar eline ulaştığında bunun nedenini daha rahat anlayacaktı. Görev çağırıyordu,
habercilikte saniyeler bazen çok büyük değer taşırdı. Daha fazla düşünmeden kalktı giyindi. Kendisine
söylendiğine göre gerçekten çok önemli olmalıydı. Detayları seven sıkı bir yorumcuydu. Pek çok alakasız
görünen konuyu havadan toplar haberin kokusunu alır ufak ama önemsiz görünen noktaları yakalar uç
uca bağlayıp bazen dev balıklar tutardı. Özünde pozitif bir insan olmasına rağmen haberci kişiliği ile bir
tezat oluşturuyordu. Bu sabah onca uykusuzluğuna rağmen pozitif yönü onu yataktan kaldırmış ve beklide
hayatının en önemli haberine yollamıştı.
Arada sırada yaptığı haberlerle damarına bastığı yâda canını yaktığı kişilerde olmuyor değildi.
Bazen haddi aşan tehditler de alıyordu. Ama bu onun işi ve o işini severek son derece iyi yapıyordu.
Çalıştığı Era TV kanalının gönderdiği naklen yayın aracının Aydın’ın evine ulaşması çok uzun
sürmedi. Aydın telefonu aldıktan 15 dakika sonra oturduğu bloğun girişinde hazır olarak beklemeye
başlamış 1 – 2 dakika sonrada beklediği araç sitenin girişinde güvenliği geçip Aydının yanına ulaşmıştı.
Araca bindi selam verdi. Araç şoförü Fuat Yıldız, Aydının uzun yıllardır tanıdığı ve pek çok göreve
birlikte gittiği güvendiği bir elemandı. Hem aracı kullanıyor hem de ışık konusunda asistanlık yapıyordu.
Ayrıca araçta 2’de teknik yayın personeli vardı. Fuat, Aydın’a dönerek bir zarf uzattı.
— ‘’ Bu zarfı size vermemi Ata Bey söyledi. Sabahın bu erken saatinde şirketteydi. Önemli
olduğunu söyledi. Diğer 2 ekipte bizden önce yola çıktı. Oraya vardığımızda hazırlıklar tamamlamış olarak
bizi karşılayacaklar ‘’ . Aydın bir an için şaşırdı.
- ‘’ Bizden başka 2 ekip daha mı var? Bizden önce olay yerine gidip hazırlık yapacak ve bizimi
karşılayacaklar. Ayrıca Ata Bey bu saatte şirkette mi? Neler oluyor? Ben uyurken Türkiye de ne oldu?
Araçta bulunan 2 gençten biri ‘’ Nöbetçi ekip uzay gemisi falan diye bir sürü şey zırvaladı ama
onlarda pek bir şey bilmiyorlardı belli ki. ‘’ dedi.
Yol boyunca Fuat bildiği her şeyi Aydın’a anlattı. Bu arada bağlı oldukları televizyonun onlardan
önce yola çıkan iki aracı ile de bir kaç kez gelişmeler hakkında telefonla görüştüler. Yerel televizyonlardan
TV41 ve Kanal54 TV’ye ait Naklen yayın araçları Sapanca gölüne ilk ulaşan naklen yayın araçları olmuş
ve sabah saat 07.00 haberlerinden itibaren tüm yerel kanallarda ve bazı ulusal kanallarda onların çektiği
görüntüler yayınlanıyordu. Arka planda o görüntüler yayınlanırken ön planda da gösterildiği kanalın haber
spikerlerince aynı konu farklı yorumlarla izleyiciye aktarılıyordu. Aydın yanında taşıdığı cep telefonuna
merkezden gönderilen kısa videoları indirerek seyretti. Ayrıca bulundukları araçta yer alan birkaç
ekrandan da diğer birkaç ulusal kanalın yayınlarını takip ediyorlardı. Yolda gidene kadar konu hakkında
kısaca bilgi sahibi olmuştu.
Fuat’ın kullandığı Naklen yayın aracı İstanbul-Ankara otobanı üzerinde meydana gelen kaza
nedeni ile Kocaeli-Adapazarı yönünde İzmit Doğu çıkışından devlet yoluna çıktı. Buradan Sapanca ya
doğru kıvrıla büküle giden yol gölün yükselmesi nedeniyle trafiğe kapanmıştı. Fuat bölgeyi daha önceden
bildiği için geriye dönüp Suadiye köyü ile Balaban köyü üzerinden arka yollardan geçerek Sapanca’da
kararlaştırılan noktaya kadar kumandasındaki aracı getirdi. Burası gölün neredeyse tam orta noktası
Sapanca kasabasının da bulunduğu yerdi. Sapanca gölünün güney batısında turistik kayak merkezi
Kartepe hemen üzerlerinde dimdik duruyordu. Maşukiye kasabası şimdi İzmit tarafında kalmıştı.
Planlanan gözlem yerine vardıklarında saat 08.35’e geliyordu. Öncü ekibin sabahki yolculuğu sırasında
edindiği yol tecrübesi ve GPRS sisteminin marifeti ile fazla zorlanmadan istedikleri yere gelebilmişlerdi.
Pek çok araç yolda birbiri ardına trafiğe takılmış saatlerce de hareket açılacak gibi görünmüyordu. Kuzey
doğuda tüm Sapanca gölü ayaklarının altında göz alabildiğine uzanıyor; Manzara insanı büyülüyordu.
Ancak bu manzaraya ait olmayan sonradan oraya sanki resim düzenleme programları ile acemice
7
8. S10DAN10C
karalanmış gibi kondurulmuş uzun, geniş gri, mavi renklerde bir bulut tabakası vardı. Gölün en geniş
yerine yakın duran bu bulutsu her iki kıyıya da eşit mesafede yerleşmiş gibiydi.
Az önce üzerlerinden geçen 2 helikopter bulutun üzerinde kısa bir tur atmış ve şimdi tekrar
geldikleri yere, hemen kuzeydeki Cengiz Topel askeri hava alanına yönelmişlerdi. Eskiden tank taburunu
barındıran şimdilerde askeriyeye ait atıl bir arazi olarak duran yanık kasabası da hareketlenmiş ufak
birkaç askeri konvoy o bölgede güvenliği sağlamak ve olası olayları engellemek için yerini almıştı.
Gün Bir Pazartesi sabahı için oldukça hareketli başlamıştı. Sonrasında hareketlilik ilerleyen her
dakika artarak devam etti. Pek çok ülke sivil gözlemcilerini bu bölgeye göndermek için girişimde bulundu.
Üniversitelerden araştırmacı ekipler Sapanca gölüne doğru yola çıktı. Çevredeki otel, motel ve pansiyonlar
bir gün içerisinde dolmuş geri kalan pek çok kişi çadırlarını gözlem yapmak için uygun gördükleri yerlere
kurmaya başlamıştı. Arsa sahipleri bu küçük gruplara ufak bir ücret karşılığı çadır kurabilecek yer
ayarlıyordu. Bölgede aniden hızlı bir ticaret başlamıştı.
İnsanlık tarihinde; en azından bilinen yazılı tarihte böyle bir örnek belki destansı anlatımlarla yer
almıştır. Hint destanlarında uçan arabalar, uçan halılar, uçan insan benzeri varlıklar, Yunan destanlarında
gene buna benzer tasvir ve anlatımlar hatta aile yapılarına kadar inen detaylar, Mayalarda, Azteklerde,
Afrika’nın bazı gelişmemiş bölgelerinde yaşayan kabilelerde hep bu tür destansı anlatımlar vardı. Oysa bu
destan oracıkta o an yaşanıyordu. Tam zamanlı olarak orada gözler önünde tanımlanamayan bir cisim
vardı. Bilinen tarih içerisinde modern insan ilk kez böyle bir olay ile karşı karşıya kalıyordu. Daha önceki
tarihlerde pek çok tanımlanamayan uçan cisim rapor edilmiş, anlatılmış, videoya çekilmiş olabilirdi. Hiçbiri
bu derece devasa ve bu kadar kişinin gözü önünde fütursuzca durmamıştı. Uzaydan gelen, bu Dünyaya
ait olmayan cisim şimdi binlerce göz tarafından tanımlanabilir hale gelecekti.
Zaman ilerledikçe Güneş gökyüzünde tepedeki tahtına çıkmaya başladı. Cismi çevreleyen koyu
bulutun rengi iyice açılıyor neredeyse yarı saydamlaşıyordu. Sıcağın ve ışığın etkisi ile altında gizlediği
her ne ise yüzeyinden yansıyan renkler bulutsu yapının üst bölgelerinde renk değişimlerine neden
oluyordu. Bazı yerler daha koyu ve bazı yerler daha aydınlık görünüyor, insanların hayal güçleri ile bir
şekil üretmesine imkân tanıyordu.
Olayın ilk saatlerinden itibaren Amerika, Japonya, Rusya ve Çin konuya büyük önem göstermiş
kendi uzay çalışmalarını yürüten bazı bilim adamlarını, askeri yetkililerini bölgeye gelişmeleri izlemesi için
gönderme girişimlerinde bulunmuşlardı.
Bu durum beklenmedik olduğu kadar Dünyanın gerçekte ne derecede küçüldüğünün bir
göstergesiydi. Binlerce km ötedeki bilim adamı gene kendinden o derece uzak mesafedeki meslektaşları
ile aynı ortamdaymışçasına aynı amaç için çalışmaya dâhil olabiliyordu. Son dönemde İnternet ortamının
uydular aracılığı ile tüm coğrafyada kablosuz olarak ulaşılabilmesi, bilgi paylaşımının, görsel medya
paylaşımının, şifreli, şifresiz pek çok bilginin atmosfer içerisinde havada belli bir düzen içinde dolaşıyor
olmasının meyveleriydi bu sonuç. Son 5 sene içerisinde internet alanında pek çok teknoloji gelişmiş cep
telefonları ve hepsi bir arada cihazlar piyasaya çıkmıştı. TV, gazete, müzik, görüntülü haberleşme, dijital
kitaplar, sesli kitaplar, dijital uydu yer konum belirleme gibi hizmetlerin hepsi tek bir cihazda toplanmıştı.
Bu aletlerden birine sahip olan her hangi biri kaybolamaz, günlük özel ve iş hayatından eğer isterse
uzaklaşamazdı.
Para günlük hayatta para cüzdanlarında taşınan bir değer olmaktan çıkmış kolayca ulaşılabilen
banka hesaplarındaki sayısal değerler haline gelmişti. Para koymak için kullanılan para cüzdanları yerini
zamanla plastik kartları düzenleyen gereçlere bırakmıştı. Paranın yerini ilk başlarda plastik kartlar aldı.
Ardından bu kartlarda yavaşça evrim geçirerek sadece istenen her hangi bir objeye yapıştırılabilen yâda
içerisine gizlenebilen manyetik bantlar haline geldi. İnsanlar son zamanlarda bankalara uğramıyordu.
Uzun süredir hepsi bir arada cihazlar ile kişisel vatandaşlık numaralarını kullanarak istedikleri işlemleri
vakit kaybetmeden her hangi bir yerde internet üzerinden yapabilmekteydiler.
Dünya üzerinde şimdilerde tartışılan başka bir konu sağlık ve kişisel güvenlik numaraları ile ev, iş
ve cep telefonlarının tek numaraya endekslenmesi düşüncesiydi. Dünya üzerindeki her bireyin evrensel
numarasının olması, bu evrensel kayıt numaralarının Dünyanın her noktasında sadece o kişiyi
tanımlaması aynı zamanda sonsuza dek her uygulamada kullanılmasının sosyal hayat ve kişi özgürlüğüne
8
9. S10DAN10C
getireceği denetim ile olumlu ve olumsuz yönleri konuşuluyor her şeye neredeyse dijital olarak çözüm
bulunmaya çalışılıyordu.
Tabi bir de bu sabah gölün ortasında boylu boyunca uzanan bu dev uzay cismi vardı. Şimdi dijital
çağın önünde koskocaman ve sanal ortamdan uzak bir kütle olarak gündemin tam ortasında
oturmaktaydı.
Bu hesapta olmayan, planlanamayan, önceden tasarlanmamış gelişme şimdi pek çok değişikliği
beraberinde getirecekti. Her şeyden önemlisi bu şey her ne ise bir tasarımın ürünü olmalıydı. Bu tasarım
akıllı varlıklarca tasarlanmış ve bugün buraya getirilmişti. Kötü düşünmek için bir neden var mı? Bunu
zaman gösterecek. Ama binlerce yıldır savaşan insan ırkının en iyi bildiği şey ‘’ Düşmanına karşı sürpriz
yapma hakkını sonuna kadar kullanmalısın’’ kuralıydı. Bu kural ‘’ düşman seninle savaşmaya hazır
olmadan düşmanını yok et’’ der. Başka bir deyişle ilk vuran kazanır mantığı. Ama bugün burada
düşmanca bir tavır yok. Belki de bu şey arızalandı ve mecburi iniş yaptı. Belki bu karşılaşma onlar için de
beklenmedik bir olay olmuştur. Kim bilir?
İnsanoğlu binlerce yıldır hep sabırsız ve meraklı olmuştur. Bu sabırsızlığını yenmek için pek çok
özlü söz söylemiş, pek çok yol icat etmiş pek çok felsefe geliştirmiştir. Bütün bunlara rağmen 21.yüzyılın
başında dahi aceleciliğine ve sabırsızlığına dizgin vuramamıştır. Merak insanlığın ilerlemesine yardım
eden en ciddi güdülerden biridir. Ancak bu içgüdüsel hareket ilerlemeyi sağladığı gibi yaşadığı Dünyanın
da doğal dengesini alt üst etmiştir.
Şu an ise tüm Dünya artık milyonlarca yıldır merak ettiği bir konuyu daha gözleri ile görebilecek,
belki duyabilecek ve bir bilinmeyen merak ettiği konudan ‘’ Evrende yalnız mıyız? ’’ sorusunun cevabına
bedel olarak binlerce bilinmeyen merak konusuna hapsedilecek.
Fuat naklen yayın aracına girdi. İçeride her zaman bir kahve makinesi, kahve çeşitleri ve elbette
atıştırmalık bir şeyler bulunurdu. Arada sırada sallama çay ve bitki çayları da bu menüye dâhil olurdu. Eh
tabi mevsim yaz olduğunda minik buzdolabının içerisinde duran içecekleri söylemeye gerek yok.
Araçlarda kullanıma uygun hazırlanmış kahve makinesinin su haznesinde suyu kaynattı. Kahveleri
hazırladı. Henüz sabah olmasına rağmen Güneş kış aylarına oranla oldukça yükselmişti. Buna rağmen
dağın eteklerine doğru inen bol oksijenli serin bir esinti insanı arada ürpertiyordu. Bu kahveler ayılmak için
iyi gelecek diye düşünerek arabadan çıktı, servisi yaptı. Eh böyle bir manzara karşısında böyle önemli bir
günde içilen bir kahvenin de her halde 40 yıl hatırı olurdu.
Kahveler içildi. Saat 09.00 Aydın 15 dakika süren ilk naklen yayını sunmuş konu hakkında yolda
yaptığı görüşmelerden ve Fuat’ın kendisine anlattıklarından yola çıkarak gördüğü manzarayı, havada
uçan helikopterleri ve çevredeki hareketliliği sunumuna malzeme olarak kullanmıştı. Farklı açılardan üç
kameranın yardımıyla yaptığı yayından hemen sonra naklen yayın aracının içine girdi. Cep telefonundan
arayan Ata Bey ile kısa bir görüşme yaptı. Naklen yayın aracının içi ses konusunda iyi izole edilmişti.
Telefon görüşmesini bitirdi. Araçtan dışarı çıktı. Bir an Güneş ışıkları gözlerinin kamaşmasına neden oldu.
Ancak onu daha çok şaşırtan çevredeki insan sayısının artması ve araç trafiğinin yoğunlaşması ile
bulundukları tepeye hücum eden ses yoğunluğu idi. Bulundukları yer neredeyse bir anfitiyatro etkisi
yapıyordu. Aşağılarda oluşan ses tepelere doğru yankılanarak artmıştı. Ancak bunun tek sebebi artan
insan ve trafik değildi. Bulundukları yerin tam karşısında gölün ortasında duran o dev cüsseli cismin
dışından ortamdaki seslerin yansıması ciddi bir etken olmalı diye düşündü. Önceleri göl üzerinde dağılan
ses şimdi bu dev duvara çarpıyor ve tepelere yansıyordu.
Aydın bu düşünceler içerisinde yürüdü. Ekip üyelerinin hızlı bir şekilde kurdukları 4 ayaklı bez
çardağın altına ulaştı. Portatif masanın etrafında bulunan boş sandalyelerden birine kuruldu. Yalçın ekibin
en genç elemanıydı kameraları ekip araçlarından birine bırakmış yiyecek, içecek kutuları ile bardak ve
benzeri eşyaları düzenlemekle oyalanıyordu. Az sonra o da iki plastik bardağı sağ elinin orta parmağı ile
işaret parmağı arasına sıkıştırmış, bir elinde hazır ayran şişesi diğerinde soda şişesi ile Aydın’ın
karşısındaki boş sandalyeye gelip oturdu. Önce ayranın alüminyum korumasını itinayla açtı, ardından
masaya koyduğu bardaklardan birini yarısına kadar ayran doldurdu. Kalan yarım ayranı da diğer bardağa
boca etti. Soda şişesinin kapağını çevirerek açtı. Bardakların kalan kısımlarını taşırmadan dikkatle
9
10. S10DAN10C
doldurdu. Soda ile buluşan ayran önce köpürdü, sonra sakinleşti. Bu Güneşin altında soğuk ve serinletici
daha başka ne olabilirdi.
İki adam ellerinde soğuk içecekleri karşılarında göl manzarası ve gelecek bin yılın tarihinin
yazılmaya başlandığı bir coğrafyada sessizce oturdular. Bu durgunluk biraz sonra başlayacak ve ne
zaman biteceğini bilmedikleri bir maceranın başlangıcıydı. İleriki günlerde karşılaşacakları şeyler her ne
ise bugüne kadar yaşadıklarına pek benzemeyecekti. Sessizlik içerisinde yaklaşık onbeş dakika göz açıp
kapayana kadar geçti. Şehrin gürültüsünden uzakta yaşanan son onbeş dakika. Üzerlerine doğru gelen
askeri helikopterin önce motorunun ardından da havayı kesen bıçaklarının sesi yavaşça yaklaştı.
Tepelerine geldiğinde son limitine ulaşan ses uzaklaşan helikopterin arkasına takılarak peşi sıra göl
üzerine doğru yöneldi. Güneş gökyüzünde yükselmeye devam ediyordu.
10
11. S10DAN10C
Bölüm 2
Yıllar hızla geçti…
Bu sabah Güneş Mayıs ayı için oldukça parlak ve güzeldi. Uzun zamandır yağmur yağmamış son
bir kaç aydır kuzey yarım kürede iklim oldukça sıcak geçmişti. Nisan ayının bitmesi ile hava daha da
ısınmış senenin en sıcak günleri yaşanır olmuştu. Tertemiz bol ılık su ve arındırıcı mor ışıklar altında
alınan duş güne hazır olmak için bildiği en iyi yoldu Aydın’ın. O muhteşem günden bu sabaha Dünya
zamanı ile tam 140 sene geçmişti. Oysa Aydın halen 140 sene önceki görüntüsüne ve vücut dinamizmine
sahipti.
Adeta bir zaman makinesine binmiş ve bu zamanda inmiş gibi hissediyordu kendini. İstanbul 140
sene önceki İstanbul değildi. 300 Katlı piramit şekilli 10.000 daireli dev yapılardan oluşan 14 milyon nüfusa
sahip; sitelerden kurulu dev bir anakent olmuştu. Kentin önemli kademelerinde görevli 3.000.000 insan ve
ailesi bu devasa yapılarda oturuyordu. Her piramit sitesi kendi içinde yönetimlere sahip kolonilerdi.
İçlerinde binlerce m2 yeşil alan, spor merkezleri, taşıt park alanları, hızlı ulaşım yolları, kendi iç politikaları,
Dünya ile etkileşimli haberleşme ağları vardı. Son 25 yılda İstanbul’da bu tür 300 piramit site yapılmıştı.
Özellikle kompozit malzemelerin çeşitliliği, hafifleyen beton karışımları ve her tür atıktan elde edilen
11
12. S10DAN10C
binlerce farklı yapı elemanı, binaların daha kolay üretilmesini sağlıyordu. Yedi tepeli şehrin her biri dev gibi
300 tepesi daha olmuştu.
Kalan diğerleri ise merkeze biraz daha uzak olan ancak yeraltı ve yer üstü tüm sorunları
çözülmüş modern geniş arazilerde oturuyorlardı. Fabrika tipi üretim alanları ve tarımsal üretim sahaları
yeraltına indiği için yer üstü son 40 senedir tamamen yerleşim amaçlı kullanılıyordu. Optik biliminin
gelişmesi ve nano bilimlerin katkısı yeraltında güneş santralleri ve enerji üretim tesislerinin kurulmasını
sağlamış neredeyse bedava denecek maliyetteki elektrik enerjisi sayesinde üretim verimliliği ve uzantısı
olan her konu daha ulaşılabilir olmuştu.
Aydın her sabah olduğu gibi duşunu almış hafif bir kahvaltı yapmış çalışma odasına geçip
halophonu açmış gelen mesajlarına bakıyordu. Bu arada dışarıda trafik yoğunlaşmaya başlamıştı. Aydın
bulunduğu piramidal sitenin 278.katında yaşıyordu. Çalışma odasının provisio’sundan tüm yakın ve uzak
Dünyayı izleyebiliyor, istediği her bilgi ve görüntüye sadece kelimelerle ulaşabiliyordu. 20 yıldır rakamsal
değerlere ve matematiğe renkler eşlik etmeye başlamış notalarla yazılan müzikte bile büyük değişimler
gerçekleşmişti. Müziğin evrenselliğinin pekiştirilmesi, renklere dönüşebilen notalar ve notalara dönüşen
renklerle daha zenginleşmişti. Öyle ki ünlü ressamların kurtarılabilen geçmiş yüzyıllara ait resimlerindeki
ahenk seslerle ve klasik müzik eserlerindeki notaların dansı da renklerle anlatılabilir olmuştu. Sanatta bu
gelişmeler olurken bilimde pek çok hızlı gelişimler yaşanmıştı.
Biyoenerji alanında yoğun bir aşama kaydedilmiş, mikro cerrahiden sonra nano cerrahi devri
başlamış insansız mini robotlarla müthiş ameliyat teknikleri geliştirilmiş, ışık, lazer teknolojileri kullanılarak
buhar devrinden itibaren gelişen ağır, kirli, emek yoğun üretimler daha az emek daha yoğun teknoloji
isteyen sistemlere terk edilmişti.
Manyetik alan bilimi ve buna bağlı gelişen bio-manyetik alan, telekinezi bilimi, ışık bilimi, mikro ve
nano bilimleri, gen teknolojisi ve nano biyoloji bilimi gibi konular çağa damgasını vurmuştu. 2151 yılının
Mayıs ayında İstanbul’da yaşananlar 2011 yılının Ağustos ayında yaşananlara benzemiyordu. Hatta aynı
Dünyaya da benzemiyordu.
Aydın oturduğu masadan kalkmadan sol duvara dönerek ‘’Portakal suyu lütfen ‘’ dedi. Sonra hani
derler ya bıyık altından gülmek deyimi ile eş değer bir gülümseme yüzünü aydınlattı. Yaptığına kendi bile
gülmüştü. Öyle ya eskiden kendisine söylenilen sözlere tepkisiz kalan insanlar için kullanılan bir deyiş
vardı. ‘’ duvara mı söylüyoruz ‘’. Veya kulağı duymayan engelli kişilere için ‘’duvar gibi sağır‘’ denirdi. Hatta
‘’ bu kadar konuşmayı duvar ile yapsam anlardı ‘’ gibi pek çok özdeyiş artık tarih olmuştu. Duvara portakal
suyu ısmarladığınızda sehpanız Mutfağa gidip kendi kendine portakal suyunu alıp dökmeden yanınıza
kadar getirmezdi. Üstelik istediğiniz sıcaklık değerinde. Eh tabi bütün bunlar gelişmenin meyveleriydi. O
sırada saatin 10.00 olduğunu bildiren renk tonu tavanı kapladı. Aydın başını 3 metre yüksekliğindeki
tavana çevirdi. Bir süre geçen zamanı düşündü. Sonra tekrar işine döndü.
Bugün Aydın için önemli bir gündü. 183. yaşının yıldönümüydü? Akşamüzeri merkez ofiste
kendisi için bir kutlama düzenlenmiş, Eski dostları ve yeni dostları hepsi orada olacaktı. Geçmiş günleri
hatırlayıp hoş vakit geçirmeyi Aydının doğum günü bahanesine bağlamışlardı. Bu öğleden sonra Aydın
yeni dostu Odysera’yı de 27 sene aradan sonra tekrar görebilecekti. Odysera Aydın için çok değerli bir
arkadaştı. Aydının 140 yıl önce ilk temas kurduğu Dünya dışı akıllı yaşam formuydu Odysera.
Günler Odysera ile karşılaştığı andan sonra Aydın için çok daha macera dolu geçmişti. Her geçen
gün Farklı ortamlara giriyor, farklı enerjilerle aşılanıyor, hiç bilmediği renkler, sesler, enerjiler ile yıkanıyor,
hücreleri adeta yeniden ve yeniden doğuyordu. Bütün gelişmeler içinde kendini zinde ve güçlü
hissediyordu. Zaman Aydın için 140 yıl önce durmuş, bedeni 140 yıldır bir sene bile yaşlanmamıştı.
Ölümsüzlük iksiri içmiş gibi hissediyordu kendini. Oysa aldığı manyetik enerjiler, iyileştirici ışınlar,
yenileyici ses frekansları ve toksinlerden arındırıcı biyolojik gıdalar gelişmenin insanlara sunduğu
mucizelerdi artık. İçerisinde uyuduğu uyku kabini her şeyi onun için en olması gereken düzeyde ayarlıyor
ve yaşlanmasına izin vermiyordu. Bugün gelinen nokta henüz olabileceklerin yarısı bile değildi.
Gözlerini çalıştığı masadan kaldırdığında saat 15.00 olmak üzereydi. Kalktı hazırlanmak üzere
yatak odasına gitti. Tıslayarak açılan kayar kapılı kıyafet odası içindeki hologram Aydın’a iyi öğleden
12
13. S10DAN10C
sonraları diledi. Ne giymek istediğini sordu. Kısa bir sessizlikten sonra iş ortamı ve arkadaş ortamına
uyacak, aynı zamanda iç enerjisini yansıtacak spor bir pantolon, spor bir ceket, bir gömlek ve bunlara
uyan kemer birleşimi düşündüğünü söyledi. Hologram Aydın’ın 3 boyutlu sanal görüntüsü üzerine
programına daha önceden tanıtılmış giysi alternatiflerini 10 sn aralıklarla giydirerek göstermeye başladı.
Giysi teknolojileri artık bir bilim dalı olarak anılıyordu. Nano fiber yapıdaki sentetik kumaşlar giyildiğinde
ortam sıcaklığına göre renk değiştirebiliyordu. Pigment yapıları sıcaklık farklarına göre renk değiştirecek
şekilde yeniden programlanmış olduğu gibi aynı zamanda artan ve azalan sıcaklık değerlerine göre
sıcaklık geçirgenliğini kontrol edebiliyorlardı. Bu kumaşların bir özelliği de ışık altında kendi kendilerini
temizlemeleriydi. Bu son özelliği nedeni ile çok tercih edilen bir ürün olmuştu. Ataları ilk kez 2000’li yılların
başlarında Japonlar tarafından kullanmaya başlanmış ancak gelişen teknoloji ile bukalemun, böcek,
ahtapot ve tropik balıklar gibi canlıların gen yapıları incelenmesi sonucu kontrol edilebilir alternatifli ürünler
üretilmesine nano ve bio teknolojiler sayesinde imkân sağlanmıştı. Ayakkabılar giyilen kıyafet ile uyumlu
olmak için her seferinde nano algılayıcılarını kullanıp kendi renk tonlarını belirleyebiliyordu. Bazı
modellerde ise kullanıcı kendi tercihini yapabilsin diye opsiyonlar sunulmuştu. Bu teknoloji en çok bayan
kıyafetlerinde ön plana çıkıyordu. Aydın seçimini yaptı. Yaz ayına ve hava değişimine uygun mikro hafif
koyu kahve tonlarında bir ceket, düz beyaz gömlek ve altta koyu bej renkte devetüyü rengine çalan spor
bir pantolon ile bunlara uyumlu kemer ve ayakkabı. Kıyafet onaylandıktan 40 sn sonra Aydın’ın karsısında
askıda hazırdı. Giyindi. Dairenin kapısına doğru ilerledi. Aydın daireden çıktığında içeride çalan yumuşak
müzik, müziğin ritmine göre uyumla dans eden ışıklar ve aydınlatma elemanları, hepsi 30 saniye sonra
sustu. Daire pasif enerji koruma durumuna geçerek Aydın’ın dönüşünü beklemeye başladı.
Aydın koridoru geçti, açık alana ilerledi. Karşısında hızlı asansörler vardı. Şeffaf bölmelerden
birine bindi. Araçların park edildiği kata indi. Park görevlisinin bulunduğu odanın dışında yer alan aynaya
gelişi güzel baktı. Halen genç ve dinamik göründüğünü düşündü. Bu arada aynanın arkasında saklı olan
kızıl ötesi tarayıcı Aydın’ın biometrik ısı haritasını belleğindeki bilgilerle eşleştirdi. Park görevlisinin
odasının önünden geçişini tamamladığı sırada nereden geldiği belli olmayan hoş bir bayan sesi kendisine
iyi günler diledi. Bir dakika yirmi iki saniye sonra aracınız hazır olacak şeklinde bir bilgi mesajı bu dileği
takip etti. Bir dakika otuz saniye sonra Aydın aracının içinde yerini almıştı.
Yüksek olmayan bir sesle önünde direksiyonun hemen arkasında bulunan kontrol paneline
gideceği adresi söyledi. Araç hafifçe kaymaya başladı, park alanından çıkarak kontrollü bir biçimde
manyetik otoyola bağlanan yan yollardan birine girdi. Çok katlı manyetik otoyola bağlantı yan yollardan
sabit hızlarda yapılıyor ve otoyola oranla biraz daha tenha oluyordu. Özel araç kullanımı bu çok katlı ve
büyük binalar yapıldığından beri çok azalmıştı. İnsanlar genelde ya evlerinde çalışıyor yâda oturdukları
devasa yapılardaki işlerine gidiyorlardı. Bu piramit şeklindeki binalar adeta arı kovanları gibi iş görüyordu.
On yedi dakikalık bir yolculuğun sonunda kutlamanın yapılacağı yere ulaştı. Burası İstanbul
Boğazının Avrupa yakasında eskiden Ortaköy denen yerdi. Son kıta hareketinden sonra Anadolu
yarımadası bu noktada 1 km kadar daha Avrupa kıtasından uzaklaşmıştı. Eskiden kahvehanelerin ve ufak
işletmelerin olduğu bölüm coğrafi olarak değişmiş kara parçasının içine doğru uzayan bir plato ortaya
çıkmıştı. Kıyıdan 30 metre içeride başlayan, anfi-tiyatro gibi her basamağı devasa teraslardan oluşan park
sorunu ve alt yapısı çözülmüş yüzlerce m2 yeşil alana sahip piramitlerden biri yapılmıştı. Teraslar 300 kat
boyunca hep denize doğru cephelenmiş ve yemyeşil ağaçlıklı tabiatları içerisinde tıpkı bir zamanlar olduğu
gibi bol iyotlu, oksijenli ferah bir oluşuma imkân vermişti.
6.kattaki şirket özel salonunda Aydın için o güne uygun güzellikte bir kutlama hazırlanmıştı. Şirket
6.katı özellikle seçmişti. Hem denizin güzelliğinden fazla yüksekte kalmamış, 6’lar konseyinin adına yakışır
bir paralellik kurulmuştu. 6’lar konseyi son 108 yıldır aynı üyelerden oluşuyordu. Her bir üyenin 18 yıl
başkanlığını yaptığı 6 dönemden oluşan 108 yıllık süreden sonra yıl bitiminde ilerideki 108 yıl için yeni
seçilen kadroya görevlerini devredecekler, 12’ler meclisinde yerlerini alacaklardı.
Son yüz kırk yılda Dünyada sayılar, renkler, müzik ve ışık çok daha farklı anlamlar kazanmıştı.
Özellikle fotonik bilimi renk ve ışığın bilimi olarak genetik yapılardan, nano biyolojik yapılara kadar nerede
ise hemen her alanda kullanılır olmuştu. Güneşin ışınlarını emerek enerjiye çeviren iletken nano boyalar
bu teknolojinin geliştirdiği bir üründü. Bu sayede binaların enerji ihtiyacı karşılanıyordu. Hatta önceleri
elektrikle yapılan aydınlatmalar artık nonofiber kablolar sayesinde doğal ışığı doğrudan istenen ortama
yönlendiriliyor istenirse binaların iç yada dış duvarları ayarlanabilen bir lamba gibi aydınlatma amaçlı
13
14. S10DAN10C
kullanılabiliyordu. Sağlık alanında ameliyatlarda hastanın içyapısını aydınlatmada soğuk ışık olarak nano
fiber kablolar kullanılmaktaydı. Nano robotlar ise renk ve ses frekansları ile hareket ederek adeta
duyguları olan, hissedebilen yorumlayabilen bio-mekanik yapılara kavuşmuşlardı. Gıda maddeleri
üretiminde, doğal sebze meyve üretilmesi konusunda, tarlalarda yetişen bitkilerin olgunluk döneminde
toplanması, hasar görmeden taşınması konularında çok güzel çalışmalar yapılmıştı. Gelecek bilim
adamların ve sosyologların verdiği kararlar ile ürettikleri politikalar onaylanırsa hayata geçiriliyordu. Hayata
geçirilen bu kararlardan birisi de toprak yoğun tarım yerine su yoğun tarım ve hayvancılığın
geliştirilmesiydi. Yoğun insan emeği gereken konularda artık midibotlar, mikrobotlar, powerbotlar ve son
olarak macrobotlar çalışıyordu. Elbette coğrafi konumlandırma sistemlerinin gelişmesi, kablosuz elektrik
dağıtım ağlarının kurulması yenilenebilir enerjinin yoğun kullanılır olması robotlardan faydalanmayı ucuz,
sorunsuz erişilir hale getirmişti.
Gıda teknolojileri de gelişmeden payını aldı. Çok katlı topraksız üretim alanlarının oluşması, geri
dönüştürülmüş kompozit malzeme teknolojilerinin hızla gelişmesi, enerjinin neredeyse bedava denecek
kadar ucuzlaması, petrol türevi ürünlerin kullanımından vazgeçilmesi yenilenebilir enerjilerin kullanılmaya
başlanması adeta buhar devriminin insanlık gelişiminde yaptığı çağdaşlaşmayı bir kere daha yaşatarak
insanlığın boyut atlamasına neden oldu.
Odysera aydınlık ve uçuk mavi odanın sol köşesinde açık büfenin hemen sağında durmuş Lyra ile
sohbet ediyordu. Lyra da Odysera gibi Dünya dışı akıllı yaşam formlarından biriydi. Lyra dişi görünüşlü ve
gri tonlarında olmasına rağmen aslında çift cinsiyetli bir uzaylıydı. Bu görüntüsü onun içinde bulunduğu
dönemde üretkenliğinin daha fazla olduğu anlamına geliyordu. Odysera ise daha çok iri bir Afro-Amerikan
görünümündeydi. Tek farkı rengi kahve ya da siyah değil koyu turuncu tonlarında olmasıydı. Bu ten rengi
ona bambaşka bir hava katıyor ne giyse enerji dolu bir karakter yansıtıyordu. Alnından şakaklarına doğru
uzanan iki adet kalın damar o konuşurken oynuyor, daha eğlenceli bir kişilik sergiliyordu. Genelde
telekinezi yolu ile konuşmayı daha doğrusu düşüncelerini aktarmayı severdi. Ama insanlar ile bir arada
olduğunda nezaketen o gür ama etkileyici sesini kullanırdı. Her ikisi de Dünyada sıvı gıdalarla beslenmeyi
tercih ediyordu. Dünya gıdaları onların biyolojik yapısına sert gelebiliyordu. Mide yapıları asit benzeri
salgılar üretmediği için İnsanlardan farklı biyolojik evrim geçirmişlerdi.
Aydın içeriye girdiğinde orada bulunan eski ve yeni dostları hep birlikte alkışlamaya başladı.
Sonrasında Aydın tebrikleri kabul etti. Hediyeleri toplantı odasının sol tarafında Odysera ve Lyra ile açık
büfenin arasında bir yığın halinde toplanmıştı. Doğrusu bu kadar çok hediyeyi çok uzun zamandır
almadım diye düşündü Aydın. Burada açmamı istemezsiniz umarım diye söze girdi. Hediyeleri göstererek.
Bu kadar zamandır insanlara hitap eden, haber sunan, haber yapan, bizzat haberin kendisi olan ve
nihayet uzun bir süredir evrensel haberler bölümünün yegâne müdürlüğünü yapan bir kişi olarak şimdi ne
söyleyeceğini bilemiyordu. Bu tamamen kendisi ile ilgiliydi. Bu bir haber, bir başkası hakkında yorum, bir
ülkenin meselesi değildi. Bu tamamen Aydın için düzenlenmiş tamamen ona hitap etmesi için yapılmış bir
organizasyondu. Bir şeyler söylemeliydi. Yutkundu.
Konuşması bittiğinde salonda herkes ayakta Aydını alkışlıyordu. Fuat yanına yaklaştı ve
- ‘’ Bir kahve daha; ne dersin? Eh ne de olsa 140 yıl önce Sapanca gölü kıyısında birlikte içtiğimiz
kahvenin üzerinden fazladan bir 100 yıl geçti. Onun hatırı bitmiştir .’’ dedi.
Birlikte gülümsediler. Bu sırada Odysera ve Lyra Aydın’ın yanına yaklaşıyordu. Aydın gözlerini
Fuat’tan ayırıp Odysera’ya döndüğünde bir patlama ile ürperdi. Ardından birkaç patlama daha oldu. Tüm
salondakiler merakla konuşarak terasa açılan kapıya doğru hareket ettiler. Odysera eski dostunun elini
sıktı sonra 4 parmaklı elini Aydının omzuna koyarak Lyra yanlarında olduğu halde terasa çıktılar.
Saat 19.20 olmuş hava açık bulutsuzdu. Güneş batmadan önceki son 15 derecesine girmiş eski
aydınlığını yitirmeye başlamıştı. Gökyüzü bir biri ardına Aydın için patlatılan havai fişeklerle daha da seyri
güzel bir hal alıyordu. Adeta sonsuz mavilerde açan çiçekler gibi gökyüzünde bir anda beliriyorlar, tıpkı bir
kelebek gibi ama kelebekten daha kısa ömürlü olarak var olup sonrada sonsuza kadar yok oluyorlardı.
Hep birlikte Güneşin batışını terasta garsonların sunduğu içecekleri yudumlayarak seyrettiler.
Hava kararmış gökyüzünü şimdi yıldızlar süslemekteydi. Biraz da serinlemişti. Tam o anda gökyüzünde
14
15. S10DAN10C
kocaman yeşil harflerle Mutlu Yıllar Aydın yazısı belirdi. Bu lazer gösterisini terastaki son dakikalara
saklamışlardı. Sonra hep birlikte salona döndüler.
Aydın keyifli bir akşam geçirmiş, eski dostlarını görmüş, geçmişten, bugünden, gelecekten çok
şey konuşmuş, uzayda her an başka galaksilere yol alan dostları ve arkadaşları hakkında bilgiler almış,
son gelişmeleri öğrenmiş ve tabi bu arada biraz yorulmuştu. Eve döndüğünde saat 00,40 idi. Zaman ne
çabuk geçiyor diye düşündü içinden. Sonra yatak odasına yöneldi. Kıyafetlerini çıkarttı. Yatak kıyafeti
olarak uzun tek parça açık renk doğal pamuktan üretilmiş Arap erkeklerinin yerel kıyafetlerine benzer bir
kıyafet giymişti. Hem rahat hem hareket kabiliyetini engellemiyordu. Bu akşam yürüyüş yapmayacaktı.
Nasıl olsa bu gece için yaşlı bir adama göre yeterince hareket etmişti.
Günler 2012 yılında gerçekleşen bir dizi uzaysal ve gezegensel boyuttaki değişiklikler nedeniyle
22 saate inmişti. 21 Aralık 2012 tarihinde tıpkı mayaların, Sümerlerin ve diğer bazı uygarlıkların destansı
metinlerinde öngördüğü kıyamet kopmuştu. 6 gün boyunca Dünya Güneşe hasret kaldı Dünyanın
manyetik kutupları ani bir hareketle yer değiştirdi. Dünyanın dönüş yönü değişti. Yanardağlar faaliyete
geçerken Pasifik Okyanusunda bazı yerlerde denizin altından yeni volkanlar yüzeye yükseldi. Etrafındaki
sular önce kaynayıp buhar bulutları oluşturdu. Ardından su üzerine irili ufaklı farklı noktalarda yeni volkan
adaları yükseldi. Bu arada volkanik hareketlilik nedeniyle farklı boyutlarda tusunami dalgaları okyanusları
dolaşmaya ve karşılarına çıkan kıta kıyılarını kaplamaya başladı. Alçak kara parçaları tusunami ile gelen
sular altında kaldı. Bazı önemli şehirler büyük hasarlar gördü. Halkın bir kısmı yüksek yerlere kaçarken bir
kısmı da olanları vakurla karşılayıp ölümle tanıştı.
Uzun senelerdir uykudaki volkanlar patlatılmayı bekleyen sivilceler gibi kısa aralıklarla faal hale
geldiğinde çıkan gaz ve kül bulutları pek çok yerde kilometrelerce kare gökyüzünü gri bir örtü gibi kapladı.
Kara parçaları yanardağlardan çıkan küllerin gökyüzünü örtmesi nedeniyle Güneşi göremedi. Sonra
birden yağmur yağmaya başladı. Küller yağmurlarla denizlere, karalara o an bulundukları yerlere iniyordu.
Yağmur sularına karışan küllerin oluşturduğu milyonlarca ton ağırlığındaki kül çamuru nehirleri önüne
gelen her şeyi yutuyor, beraberine katarak daha büyük bir kütlesel harekete ve güce sahip oluyor, gittikçe
güçleniyordu. İnsan yapısı oluşumları, binaları, köprüleri ve yaşam alanlarını örterek kullanılamaz hale
getirmişti. Bu arada meydana gelen tusunamileri ve depremleri hesaba kattığımızda Dünya tam bir
kıyamet yaşamaktaydı. İnsanların sağ kalanları dağlara, büyük açıklık alanlara kaçmaya çalıştı. 3 ay
göçebe hayatı ve yokluk içerisinde yaşamak için savaş verdiler. Milyonlarca insan ve sahip olduğu tarih
suların, lavların, kül sellerinin altında yok oldu. O gün Odysera ve arkadaşlarını ciddiye almayan pek çok
ülke çok derin, silinmez acılar yaşadı. 7.gün gökyüzündeki bulutlar büyük oranda dağılmıştı. Uzaydan
yeryüzündeki kara parçalarının büyük bölümü gri renkte görünüyordu.
22 Aralık 2012 eski Dünyanın sonu, yeni Dünyanın ilk günü oldu. Dünya 297.manyetik taklasını
yaşadı. Aydın o günleri çok iyi hatırlıyor hatırladıkça ürperiyordu. Dünyanın manyetik kutuplarının yer
değiştirdiği o eşsiz ve gizemli anda yanında Odysera vardı. Odysera ile birlikte misafir olarak bulunduğu
uzay gemisinden Dünyayı seyretti. Bir gezegenin kendi kendini yenileme gücünün en büyük boyuttaki
hareketi gözleri önünde yaşanıyordu. Bu konuda elinden hiçbir şey gelmezdi. Yapabileceği tek şey bu anı
ölümsüzleştirmek adına Fuat ile birlikte kayda almak olacaktı. Gelecek nesillere büyük önemli bir ders ve
bilgi dokümanı olacak bu görüntüler beklide onların doğaya daha saygılı olmasını sağlayacaktı.
O kötü günlerde çok acılar çekildi. Temiz suyun olmaması, beraberinde hastalıkları getirdi.
Düzenin bozulması yağmalara neden oldu. Pek çok insan yağmalar sırasında öldü ya da diğerleri
tarafından öldürüldü. Yeryüzünde büyük bir kargaşa hüküm sürüyordu. Doğa en iyi bildiği şeyi yaptı.
Dünya kendi doğal yasasını bir kere daha üzerindeki yaşayanlar için uyguladı. Doğal seçim yöntemini
devreye aldı. Güçlü olan yaşar kuralı en vazgeçilmez kural olduğunu ispatladı. Kas gücü akıl gücünü
bastırmış görünüyordu. Akıl gücü kas gücüne karşı koymak için pek çok yol deniyordu. Tüm teknoloji
çökmüş tüm elektronik ve manyetik yapılanmalar iflas etmişti. Araçlar ve manyetik motorlar çalışmadığı
için hayat ilk çağlara dönmüştü. Yapılabilecek en güzel iş hurda medeniyet artıklarını toplamak, bunları
yenebilir şeylerle takas ederek hayatta kalmaya çalışmaktı. Hayatta kalanlar ilkel yerleşim alanları
oluşturmaya, ilkel barter sistemleri ile alış veriş yapmaya, bir birlerine yakın durarak güvende olmaya
çalışıyordu. Ama geceler güvenli değildi. 6.ayın sonlarına doğru bazı hastalıklı, güçsüz kalmış gruplar
insanlara saldırıp içlerinden kaçırabildiklerini yeme alışkanlığı kazanmaya başladı. Bu avlanma dürtüsü
15
16. S10DAN10C
içindeki gruplara karşı yaşamaya çalışan diğerleri hastalıklı ve saldırgan grupları yok etmeye çalıştı.
Savunma amaçlı yapılar oluşmaya başladı. Su ve yiyecekler en değerli ticari mallar haline geldi.
Artçı depremler neredeyse 11 aydan fazla sürdü. Güneş eskiden batı denilen yerden doğuyor,
doğu denilen yerden batıyordu. İslam’ın kitabı Kuran-ı Kerim’de yazılı olan bilgiler, Maya uygarlığının
kehanetleri ve daha birçok kehanet gerçekleşiyordu. 21 Aralık 2012 tarihinden yaklaşık olarak 300 gün
geçmişti ki Odysera ve arkadaşları yeryüzüne bir kez daha indiler. O günlerde yeryüzünde ciddi bir
genetik temizlik yapıldı. Hastalıklı ve mutasyona uğramaya başlamış varlıklar kökten yok edildi. Yaşam
yerleri imha edildi. Geri dönüşleri ve arlıklarını sürdürme olanakları sonsuza dek yok edildi. Yanmış,
yıkılmış, yok olmuş bir sürü yerleşim alanı tek tek en ince ayrıntısına dek incelendi ve temizlendi.
Ancak uzayda koloni gemilerine ve Dünyanın uydusu Ay içerisindeki yerleşim alanlarına
yerleştirilen 8 milyonu aşkın insan için yaşamak her geçen gün biraz daha sıkıcı ve alışılmış, tekdüze hale
gelmekteydi. Aktivite olmadan yemek yemekten, içmekten, uyumaktan başka şeylerle uğraşmayan bu
kitlelerin amaçları yoktu. Sadece güvenli yaşam ortamının oluşması için zamanın geçmesini beklemek
zorundaydılar. Bu düşünce çok moral bozucuydu. Amaca ulaşmak için çaba sarf etmeden beklemek,
günlük hayatı yaşamak için, ihtiyaçları karşılamak için çalışmak zorunda olmamak başlangıçta keyifli gibi
olsa da geçen sürede hayatın anlamını azaltıcı bir etki yapıyordu. Yoğun fiziksel aktiviteleri yoktu. 40 yaş
altındaki gruplar için eğitim programları vardı. Ancak isteyen kişiler bu eğitimlere dâhil olabiliyordu. Günün
belirlenen saatlerinde evren bilimi, evrendeki fizik yasaları, mevcut evren uygarlıklarının teknolojileri
hakkında bilgiler içeren dersler veriliyordu. Öğrenim dereceleri uyum sağlayan yâda bu dersleri anlama
yeteneğine sahip insanlar derslere kabul edilerek bilgi seviyelerinin yükselmesi sağlanıyordu. Örneğin tıp
konusunda eğitim alan insanlar için düzenlenmiş evrensel tıp ve biyolojik yapılar konulu eğitimler vardı.
Mühendislik konularında öğrenim görmüş insanlara evrensel fizik kuralları, bu kurallara uygun çalışan
sistemler, uzay mekaniği gibi genel konularda bilgi aktarılıyordu. Derslerin Dünya dışındaki evren bilgilerini
kapsaması, aktarılışı sırasında görsel ve tatbiki olması gibi nedenlerle oldukça ilgi çekiciydi. Katılanlar 1
günde 100 yıllık bilgi yüklemesine maruz kalıyor, o ana kadar zor sandıkları şeylerin aslında sadece bakış
açısındaki değişikliklerle nasıl basitleştiğine tanık oluyorlardı.
Sosyoloji ve toplum bilimlerinde eğitim alan gruplar ise yeni Dünya geleceği, sosyolojik yapısı,
yerleşimi hakkında bilgilendiriliyor ve o yönde eğitiliyorlardı. Günler eğitim zamanı ve sonrası olarak iki
bölüme ayrılmıştı. Eğitim sonrası bölümler kültür konularına ayrılmış zamanlardı. Bu zamanlarda daha
hafif dinlenmeye olanak sağlayan, insanların Dünyada yaşarken yapmaya alışık oldukları faaliyetlere
benzer ilgilerini üst düzeyde tutacak, eğlenirken çok şey öğrenmelerini sağlayacak organizasyonları
kapsıyordu.
İnsan gruplarının temsilcilerinin önerileri üzerine keyifli sportif organizasyonlar düzenlenmeye
başlanmıştı. Dünyada farklı spor dallarında yer alan kişilerden oluşan gruplar belirlenen şartlara uyarak
kendi aralarında müsabakalar düzenlenmeye başlamıştı. Tüm çalışmaların esas ve önemli amacı
insanları alıştıkları ortamdan fazla uzaklaştırmadan güvenliği sağlayarak bir arada tutabilmekti. Bu arada
tüm yapılanlarla zaman daha hızlı geçiyor insanlar farkında olmadan gelecek günlere hazırlanıyordu.
Birinci yılın sonunda monoton hale gelmiş olan günlük hayat insanlar için adeta yarı açık
hapishane hayatı yaşamaktan halliceydi. Belirsizlik ortamını aşmak insanlara düzenli bilgilendirme yapmak
amacıyla Aydın ve eski ekibinin görev aldığı arkadaşları Ay’da kurulan yayın merkezinden tüm kolonilere
güncel bilgiler ulaştırmaya yeniden başlamıştı. Tek bir kanaldan yapılan genel yayın teknoloji sayesinde
farklı sunum ve haber yapan konuşmacıların yer almasına rağmen her insanın kendi dilinde anlamasına
olanaklı hale dönüşüyordu.
Haber içeriğinde Dünyadan yakın ve uzak plan görüntüler vardı. Manyetik taklanın ardından
yeryüzündeki değişimleri canlı olarak insanların takip etmesi ve içinde bulundukları güvenli ortamın farkına
varmaları sağlanıyordu. Dünyalı bilim adamlarının açıklamalı anlatımları, eski büyük şehirlerin güncel
görüntüleri, denizlerin, hava şartlarının mevcut durumu ve gelecek projeksiyonları, Dünya üzerinde kalan
insan ve hayvan topluluklarının hayatta kalma savaşı, değişen güç dengeleri, Dünya hayatına ve koloni
hayatına ait buna benzer pek çok haber günün 2.yarısında ilgi ile takip konular arasındaydı.
16
18. S10DAN10C
Bölüm 3
Sapanca Ağustos 2011…
Bu sabah Dünya dışı bir uygarlık çıkagelmiş Dünyanın tam saatlerini ayarladığı merkez üzerinden
giriş yapmıştı. Dünyanın çevresinin neredeyse dörtte birini kat ederek Türkiye sınırları içerisinde Marmara
Bölgesinde bulunan Sapanca gölü ortasına suyun içerisine konuvermişti. Halen etrafında yoğun bir bulut
tabakası olan dev uzay aracı net olarak seçilemiyor sadece arada bulutların içerisinde belli belirsiz ışıklar
fark ediliyordu. Sabahtan beri Ağustos sıcağında yöreye akın eden yerel medya, Dünya medyası ve çevre
halkı şimdi akşamın alaca karanlığında aracın çevresindeki bulutsu katmanın altında daha fazla ışık
oyununu seyredebilmekteydi.
Gece bir kaç yer hareketi ve uzay aracından gelen inleme, fışlama, gıcırtı sesleri dışında sessiz
geçti. Sabahın ilk ışıkları çevre köylerdeki horozların sesleri ile birlikte güne merhaba dedi. Çok uzun
zamandır şehirde yaşayan insanlar horoz sesi duymamıştı. Horoz sesi şehirde yaşayan insan için cep
telefonunda çalan esprili bir zil sesinden ibaretti. Oysa dün bölgeye gelen pek çok şehirli insan bu sabah
horozların sesini ilk kez bu derece yakından canlı duyuyordu. Uzay aracının üzerindeki bulut seyrelmiş
suyun sadece 3 – 4 metre üzerine kadar yoğun bir tabaka kalmıştı. Şimdi devasa uzay aracı tüm görkemi
ile gözler önünde duruyordu. Belli belirsiz uçuk mavi tonlarda bir ışık haresi aracın dışını kaplıyor gibiydi.
Bunu Güneşin ışıklarının ilk belirmeye başladığı sırada aracın 10 metre uzağında mavi ve uçuk yeşil
tonlarda çıplak gözle zor fark edilebilen bir ışıma sonrasında insanlar fark etmişti. Hatta bu ışımanın su
kesiti ile karşılaştığı uzun bir hat boyunca suda dalgalanma ve kıpırdama yoktu. Adeta su donmuş gibi
gemiye yakın 10 metrelik bir alan hareketsiz dümdüzdü. Görüntüler ilk bakışta uzay filmlerinde
seyretmeye alışık olduğumuz o koca uzay gemilerini düşman ateşinden koruyan koruma kalkanlarını
hatırlatıyordu.
18
19. S10DAN10C
Bu Sabah 06.00 haberlerinden itibaren TV kanalları uzay gemisinin görüntülerine yer
vermekteydi. Dünya insanlarının bu eşsiz olayın her anını olay yerindeki insanlarla birlikte yaşamalarını
sağlayan televizyonlar Dünya gündemini de hızla değiştirmişti. Tamda o anda yayın sırasında
beklenmedik bir şey oldu. Geminin güney cephesinde oval 50 metre uzunluğunda ve 30 metre
yüksekliğinde bir duvar ortadan sağlı sollu yana kayarak açıldı. Bir dakika geçmeden içeriden üç adet
UFO önce yavaş hareketlerle sonra hızlanarak ileri fırladı ve göz açıp kapayana kadar yukarılara doğru
sonrada her biri ayrı yönlere uzaklaştılar. Bu görüntü çok güzel bir şov olmakla birlikte bir o kadar da
tedirgin ediciydi. Bunun anlamı uzay aracının aslında sanıldığı yada göründüğü gibi tek araç olmadığı
anlamına geliyordu. Tıpkı Dünya denizlerinde dolaşan uçak gemileri gibi bir yapıya sahip olmalıydı. Bu
düşünce insanın aklına ister istemez silahlı olacakları düşüncesini getirmekteydi.
Tüm gün gibi geçen bir 4 saat sonra saat 12.15 de tüm Dünya uydularında kısa süreli bir kesinti
meydana geldi. Hemen sonra Dünya televizyonlarında aynı anda aynı sahne yayınlanmaya başladı.
Yeryüzünden yaklaşık 35 km yukarıdan Sapanca gölü ve çevresini gösteren bir uydu görüntüsü şimdi
Dünya ekranlarını dolduruyordu.
Ekranda mor ve yeşil dağlar ile bunlar arasına serpiştirilmiş gibi duran belli belirsiz yerleşim
alanları ile ortada koyu lacivert bir göl ve bunun tam ortasında doğu batı istikametinde uzanan kocaman
gri renkli oraya ait olmadığı her halinden belli bir kütle. Görüntü gittikçe ekranlarda büyümeye
başladığında düz bir çizgi şeklinde olmadığı çeşitli girinti ve çıkıntılarının olduğu fark ediliyordu. En
sonunda yeryüzünden 10 km mesafeden alınan görüntülerde dev kütle kabaca görülebilmekteydi.
Gerçekten çevresinde ince uçuk mavi bir çizgi vardı. Bazen bu çizgi dalgalanarak aracın tüm çevresini
nöbet gezer gibi bir kaç saniyede turunu tamamlıyor sonra hareketsiz kalıyordu.
İnsanlar görüntüleri televizyonların görevli haber kanallarının yayınladığını düşünüyordu. Oysa hiç
bir haber kanalı bu denli detaylı bir teknolojiye sahip değildi. Aynı anda tüm kanallara hükmederek tek bir
kanal gibi yayın yapabilmek bu sektörde hayalden öte bir şey olamazdı. Hele de uydulardan tüm Dünyaya
görüntü vermek en az 24 farklı uydunun aynı anda kiralanması ve senkronize olması demekti ki bu hiç de
mantıklı ve karlı bir iş değildi.
Uçuk mavi enerji korumasının biraz ötesinde sinek gibi uçuşan helikopterler belli belirsiz
seçilmekte, hiçbir şekilde mavi banda yaklaşmamaktaydılar. Muhtemelen bu helikopterler aracın
görüntülerini detaylı olarak videoya çekmeye çalışıyorlardı. Ancak birkaç geri dönen helikopterin video
kayıtlarının bozuk olduğu ortaya çıktı. Bir şey manyetik ortama kayıt yapan cihazları bozuyor ve manyetik
disklerinin kayıt almasına izin vermiyordu. Bununla beraber son teknoloji fotoğraf makineleri de görüntü
almayı başaramamıştı. Televizyon kanalları için çalışan görüntüleme cihazları kaydetmeden yayın
yapabiliyordu. Elbette bu görüntülerin uzak mesafelerdeki alıcılar tarafından kaydedilemeyeceği anlamına
gelmezdi. O nedenle bu durumu fark eden kameramanlar haberleşme bantları üzerinden çalıştıkları
merkezlerin kayıt masalarına bilgi aktarmışlar, gelen görüntülerin kaydederek yayınlanmasını istemişlerdi.
Dünya kısa sürede hazırlıksız halde çok farklı bir teknoloji ile karşı karşıya kalmıştı. Aynı anda
haberleşme uydularını tek amaç için yönlendirebilen bir teknoloji benzer askeri uyduları da kendi amaçları
için kullanabilirdi. Dünyayı korumak, kendini korumak, hayatı korumak gibi ulvi ya da değil amaçlar için
uzaya yerleştirilen askeri uydular her an insanlığın hedef olduğu bir amaç için bu aracı kullanan Dünya
dışı varlıklar tarafından yönlendirilebilir demekti. Bu ciddi bir sorundu. Hedefi, amacı, gerekçesi ya da her
neyse oluşumu bilinmeyen Dünya dışı zeki varlıkları barındıran bir uzay aracı vardı ortada. Yıllarca red
edilen UFO’lar, uzay araçları, uzaylılar yoktur söylemleri hepsi artık önemini yitirmişti. Orada idiler ve inkâr
edilemez bir şekilde kendilerini tüm Dünya halklarına Dünyanın anlayacağı en basit dille göstermişlerdi.
Biz büyüğüz, biz varız, biz size göre daha gelişmiş ve güçlüyüz demişlerdi. Üstelik bunu söylemek için
ağızlarını dahi açmamışlar, tek bir söz bile sarf etmemişlerdi. Hatta hangi dilde yayın yapsak da kendimizi
anlatsak diye düşünmemişlerdi. Vardılar ve oradaydılar. Bu en bilinen anlatımla tam bir gövde gösterisiydi.
Olanların tek net açıklaması buydu.
Dün sabah insanların gündeminde farklı şeyler vardı. Petrol fiyatlarının artması, stokların ve
rezervlerin azalması ile ortaya çıkan yeni kriz, yenilenebilen enerji kaynaklarının ne derece etik amaçlar
için kullanıldığı, ozon tabakasının durumu, küresel ısınma, Rusya’nın Amerika ile yeni Dünya devleti
19
20. S10DAN10C
kurma görüşmeleri, Güneşte meydana gelen patlamaların haberleşme ve elektronik sistemleri bozması.
En önemlisi de tabi yüz yıllardır süren ekmek kavgası vardı.
Bu sabah dün konuşulan gündem konularının tamamı bitmişti. Konuşulan tek bir konu vardı.
Uzaydan gelen yabancı uygarlık, kullandığı korkutucu boyutlardaki dev uzay gemisi hatta o’da yetmez gibi
yıllardır bir sır olarak Dünya gündeminde zaman zaman yer alan UFO’lar. Uzay gemisinin büyüklüğü?
— ‘’ Evet, büyüklüğü ‘’ diye söze girdi Albay Doğan.
- ‘’ Bizim hesaplarımıza ve uydu fotoğraflarına göre bu uzay gemisi 8’km uzunluğunda, 1’km
genişliğinde ve 200 metre yüksekliğinde. 120 metresi su üzerinde ve 80 metresi suyun altında. Taşan
suyun kapladığı alan ve gölün bilinen derinliği ile iniş yaparken yerleşmek amacı ile bazı yüksek kesimleri
eriterek ya da ezerek tek seviyeye getirdiğini düşünüyoruz. Ancak karşımızda bu güne kadar bildiğimiz en
büyük uçan cisim durmakta. Elbette tahmin ettiğiniz gibi bu cisim Dünya dışı bir medeniyetin ürünü. Bu
sabah 08.00 den itibaren her saat başı helikopterlerimizin yaptığı gözlemlerde aracın dışının manyetik bir
örtü ile korunduğunu, yaklaşan helikopterlerin motorlarında ve haberleşmelerinde bozulma olduğunu bu
bozulmanın uzaklaşıldığında kendiliğinden düzeldiğini fark ettik. Koruma alanına 30 metreden daha fazla
yaklaşamadığımızı ayrıca bildirmek isterim. Daha fazla yaklaşmaya çalışmak tehlikeli olabilir. Kıyıdan
açılan 2 Zodiac botumuz da uzay gemisine 10 metre kadar yaklaşabildi. Ancak daha ileriye gidemediler.
Uzay gemisine 40.metre kala botun motoru arızalandığı için 30 metre kadar bir mesafeyi elle kürek
çekerek ilerlediler. Ancak görünmeyen bir engelle karşılaşarak ileriye geçemediler. Su altında bu engelin
devam edip etmediğini anlamak için 18 metre derinliğe kadar 2 kurbağa adamımız daldı. Ancak bu engelin
daha aşağılarda devam ettiğini tespit ettikleri için daha derine inmeye lüzum duyulmadı. Dalgıçlarımız
yüzeye çıkarak kayıp vermeksizin botlarla kıyıya geri dönmüştür. Bu arada merak edenler için söylemekte
fayda olabilir. Uzay aracından geri dönüşte 40 metre mesafe uzaklaşıldığında uzay aracına doğru
giderken kendi kendine duran botun motoru gene kendi kendine çalışmıştır. Her hangi bir müdahale bu
arada motorlara yapılmamıştır. Bu kaygı verici bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Teknik olarak
henüz bizlerin bilmediği pasif engelleme sistemi ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyoruz.’’
Albay Doğan Sapanca gölüne 4 km mesafedeki Cengiz Topel askeri hava alanının komutanı
olarak 2 senedir görev yapmaktaydı. Bu askeri hava alanında daha çok Kocaeli Körfezi üzerinde uçuş
yapan helikopterler ve birkaç nakliye uçağı yer alırdı. Genel olarak görevleri bir tehlike anında Gölcük
Donanma komutanlığına havadan destek vermek, Marmara’nın adalar bölgesinden doğuya doğru yer alan
bölgenin karadan ve denizden gelişen olaylarını izlemek, gerektiğinde denizlerdeki gemilerin
pozisyonlarını ve çevre ile olan etkileşimlerini kontrol ederek olağanüstü durumları rapor etmekti. Ancak
bugün gelişen olay tam anlamı ile yan mahallelerinde meydana gelmekteydi. Hatta yan mahalle demek
hata bile olur. Kendi mahallelerinde olmaktaydı. Cengiz Topel hava üssünün doğu batı istikametinde
uzayan 3,5 km. boyundaki pistlerinden daha uzun bir uzay gemisi simdi 5 km ötelerinde Sapanca Gölünün
orta yerinde duruyordu. Gerçeğini söylemek gerekirse o büyüklükteki bir hava aracı için bölgede kimseye
zarar vermeden inilebilecek tek güvenli alan gölün tam ortasıydı. Elbette taşan suyun verdiği zarar
olmasaydı.
Albay Doğan’ın emir eri Fatih adında masmavi gözlü zayıf uzun boylu bir delikanlıydı. Brifing
salonunun kapısında gözü her an Albay Doğan’ın üzerinde, Ondan gelebilecek emirleri yerine getirmek
üzere hazırdı. Brifing sırasında Muhaberattan birkaç haber kendisine teslim edilmiş onları bilgilendirme
sonunda teslim etmek üzere bekliyordu. Albay Doğan kürsüye Yüzbaşı İhsan’ı davet etti. Uçuşlar
sırasındaki gözlemlerini anlatması için mikrofonu İhsana teslim etti. Kürsüden indiği sırada Fatih
komutanının yanına yaklaştı, esas duruşunu gösterdi. Elinde tuttuğu 3 adet A5 büyüklüğündeki not
kâğıtlarını Albay Doğan’a uzattı.
Doğan brifing salonunda protokol içerisindeki yerine oturduğunda saat akşam üzeri 16.00
olmuştu. Gün çok hızlı geçmiş, oldukça fazla hareketlilik yaşanmıştı. Elindeki not kâğıtlarını sırası ile
okumaya başladı. Notlardan birinde yüksek rütbeli birkaç komutanın adı yazıyor ve 18.00’da özel olarak
bilgilendirilmek üzere Alayda olacakları bildiriliyordu. 2.not kâğıdında çevrenin güvenliği ve askeri destek
konularında araması için bir komutanın adı ve haberleşme bilgileri yer alıyordu. 3. kâğıt ise en önemli
komutandan yani eşinden geliyordu. Eşi uygun olduğunda evi aramasını istiyordu. Bütün bu koşturma
içerisinde en önemli ve ciddiye alınması gereken not elbette ki en son okuduğu şifreli not’tu. Tüm
20
21. S10DAN10C
komutanlar bunun ne demek olduğunu iyi bilirdi. Evde huzur, işte huzur demektir. İşte huzur ise Dünyada
huzur anlamına gelirdi. Ev; tüm Türkiye, İş; tüm ordunun her kademesinde ulusal güvenlik demekti. Ulu
Önder Mustafa Kemal’in ‘’ Yurtta Sulh, Cihanda Sulh ‘’ ilkesi Türk Ordusunun en önemli yol haritalarından
biriydi
Doğan 42 yaşında olmasına rağmen halen bekârdı. Bir ara sözlenmiş hatta nikah tarihi bile
belirlemişlerdi. Ama görev ağır basmış doğu görevi, batı görevi, koruma görevi, özel harekâtlar derken
yıllar yıllara eklenmiş ve zaman çabuk geçmişti. Şimdi uçucu pilot olarak görev yaptığı günler geride
kalmış bu hava alanında eğitim ve karakol görevini ifa etmekteydi. Bazen o koca kuşların pilotlar tarafında
kalkışını, inişini izler onlar gibi genç olup o koltuklarda oturmayı şimdi oturduğu koltuğa yeğ tutardı.
Geçirdiği kazadan sonra uzun süre yatağa bağlı kalmış olması sonrada göreve döndüğünde yer
görevlerine atanması artık kendine ait bir helikopterinin olmaması hep bunlar hayatın ona getirdiği
sürprizler olmuştu. Elbette zaman zaman 2.pilot koltuğunda oturup bazı izleme görevlerine gidiyordu.
Ancak bunlar gençlik yıllarının ateşli zamanlarına pek benzemeyen görevlerdi. Doğudaki dağlarda terörist
avladığı zamanlar artık çok gerilerde kalmıştı. Şimdi daha önemli bir görevi vardı. Uzay gemisi. Bu
geminin içerisindeki olanlar her ne idiyse onun bölgesinde gelişiyordu. Gelecek günlerde bu bölge oldukça
hareketli olacağa benzemekteydi.
Aydın Sapanca otoban gişelerinden çıktı. Mahmudiye ile Gül dibi köyünü ayıran vadinin hemen
batısına tepeye tırmanan yolun başından 2.km yukarıya gölün tam ortasına gelen yüksekçe bir yere araba
ile tırmandı. Tabiri caizse manzara şimdi ayakları altındaydı. Çalıştığı TV kanalı aracılığı ile gelişmeleri
Dünyaya aktarıyordu. Bulunduğu yer gölün su sınırına 2650.metre kuş uçuşu ve hemen ilerideki uzay
aracına da ortalama üç kilometre mesafedeydi. Ağustos Güneşi altında gözleri inanılması güç bir
manzarayı seyrediyordu.
İki Zodiac askeri bot üzerlerinde her birinde 4 personel olduğu halde uzay gemisine doğru ilerledi.
Sonra birden botlar durdu. Kısa bir hareketsizlik oldu. Ardından adamlar yanlarındaki küreklere asılıp uzay
gemisine doğru kürek çekmeye başladılar. Gemiye on metre kala botlar ikinci kez durdu. Bu sefer adamlar
kürek çekmelerine rağmen gidemiyordu. Görünmez bir duvar ilerlemelerini engelliyordu. Kısa bir süre
sonra botlardan batı tarafında olanın her iki yanından toplamda dört kişi suya sırt üstü daldı. Birkaç saniye
sonra önce birinin sonra da diğerlerinin kafası suyun üzerinde göründü. Sağ elleri ile baş ve işaret
parmaklarını birleştirerek her şey yolunda işareti yaptılar. Hemen ardından su yüzeyinde kabarcıklar
bırakarak suyun altına daldılar. Bu arada bottaki adamlar suyun üzerine çıkan kabarcıklardan suyun
altındaki arkadaşlarının hareket yönlerini takip etmekteydi. Bütün bu hareketlilik Aydının ekibinde bulunan
ve onlardan daha önce bulundukları yere gelip kameralarını kuran Vural ve Yalçın tarafından an ve an
takip ediliyordu. Bu mesafeden tam da hizalarında meydana gelen bu fiili hareket onların diğer ekiplerin
önüne geçerek daha hareketli bilgiler aktarmalarını sağlıyordu. Eh doğrusu bu oldukça iyi reyting demekti.
Ne de olsa televizyon Dünyası reyting üzerinde dönüyordu. Ulusal kanalda olmak ve çalıştıkları tv
kanalının ekonomik olarak güçlü olması kullandıkları takım ve donanıma da yansımıştı. Bulundukları
mesafeden son derece detaylı ve net görüntü alabilmeleri bu gücün eseriydi. Ellerinde teknoloji harikası
donanımları olmasa bulundukları yerin çok avantajı olmayacaktı. Böylece avantajlı konumlarına ve
reyting’e veda edeceklerdi.
Tunç 16 senedir kurbağa adam olarak donanmada görev yapmaktaydı. Bu sabah O’da diğer
herkes gibi güne gökyüzünden gelen gürültülerle uyandı. İzmit’in güzel kıyı kasabası Değirmendere’de
Donanmanın lojmanlarında oturuyor ve su altı bakım, onarım komutanlığının kadrosunda görev yapıyordu.
Bu seçkin ve onurlu görevi sırasında pek çok su altı bakım, onarım, kurtarma ve araştırma görevine
katılmış hayatının son 16 senesinin nerede ise yarısı suyun altında geçmişti. O nedenle su altında basınçlı
ortamda bol oksijen ile hücreleri beslendiğinden 36 yaşında olmasına rağmen 27–28 yaşında bir delikanlı
gibi görünüyordu. Saat 09,40 da emir geldiğinde O dalış kulesindeydi. Gelecek hafta bir denizaltının tüm
personeline verecekleri eğitim aşamalarının kontrolünü yapıyordu. Bu dalış kulesi ya da çıkış kulesi tabiri
belki daha doğru olurdu; denizaltı personeli eğitiminin bir aşamasıydı. Batan bir denizaltıdan yüzeye çıkış
eğitimi bu kulede yapılıyordu. Kulenin hemen çıkış ağzında subaylar eğitimi izliyor ve personel hakkındaki
değerlendirmeleri yapıyorlardı. Gene aynı katta bir de hiperbarik basınç odası vardı. Olası vurgun
olaylarında tekrar aynı basınç ortamını yaratarak vurgun etkilerini ortadan kaldırmak amacı ile kullanılan
bu basınç odası aynı zamanda yeni gelişen yardımcı tıpta hızla kendisini kanıtlayan hiperbarik tedavi için
de kullanıma uygundu.
21
22. S10DAN10C
Saat 11.00de Cengiz Topel hava alanında brifing salonunda Albay Doğan’ında bulunduğu bir
bilgilendirme toplantısı yapıldı. Tunç ve 3 dalgıç arkadaşı ile zodiacları kullanacak 4 personel ve kıyıdan
takip edecek kadro ile havadan takip edecek 2 helikopterin ekibi bu toplantıda hazır bulundu. Saat 13.00
olduğunda Zodiac ekibi bazı olumsuzluklara rağmen planlandığı gibi uzay gemisine yaklaşmış ve ilk dalışı
gerçekleştirmiş, elde ettikleri bilgileri derlemiş ve kıyıya doğru küreklere asılıp botların burnunu Sapanca
kasabası ile Kırkpınar köyü ortasına denk gelen ve Aydınlarında 10 derece batısına düşen bir sahile
yönlendirmişlerdi. Ansızın zodiaclar’dan önce birinin sonrada diğerinin motoru çalışmaya başladı. Bu olay
motorların uzay gemisine doğru giderken arızalandığı ve sustuğu sınırda gerçekleşmişti. Bu konuda elde
ettikleri bilgilere ek bir bilgi olarak kayda geçtiler.
Kıyıda bekleyen ekip zodiacları Unimogların arkasındaki çekicilere yerleştirirken dalış ekibi biraz
ileride yere inen S70B Seahawk tipi deniz helikopterine doğru ilerlemekteydi. Ordu son 4 yıl içerisinde bu
helikopterlerden 32 adet almış bunlardan 4 adedi halen Köseköy’deki Cengiz Topel Askeri Hava alanında
arama, kurtarma, muhafaza ve araştırma amaçlı kullanılmaktaydı.
Saat 15:00de Hava alanının brifing salonunda medya ve yerel yönetimleri bilgilendirmek amacı ile
bir açıklama toplantısı düzenlenmişti. Bu toplantıda Albay Doğan şimdilik araştırma ve inceleme ile
güvenliğin başındaki kişi olarak, Yüzbaşı İhsan uçucu ekibin komutanı ve olaylara yakından şahit olan kişi
olarak, Astsubay kıdemli başçavuş Tunç yakın araştırma ekibi yetkilisi ve dalış amiri olarak hazır
bulunacaktı. Çevrenin ileri gelen sorumluları olan Vali, Vali yardımcıları, Askeri yetkililer, bölge belediye
başkanları ve medyadan yetkili kişilerin yer aldığı bu ilk bilgilendirme toplantısı oldukça dikkat çekiciydi.
Çünkü ilk kez resmi ağızlardan bir bilgi halka yansıtılacak ve açıklanacaktı.
Yzb. İhsan, Ast. Kd. Bş. Çvş. Tunç’la birlikte toplantı öncesi Albay Doğan’ın makam odasında
Doğan komutan ile birlikteydi. Üçlü Genel Kurmay Karargâhında görevli üst düzey bir komutan ile güvenli
bir hat üzerinden toplantı öncesi görüştü. Az sonra toplantıda konuşulacak konular ve anlatılacak bilgiler
üzerinden geçerek mevcut durum değerlendirmesi yaptı. Açıklamalar sırasında ulusal güvenliği ve dış
politikaları sıkıntıya sokmadan bu hassas durumu uygun bir dil ve akılcı bir yaklaşım ile ortaya koymak
gerekiyordu. Politik ve ülke çıkarlarına ters düşmeyecek şekilde yapılacak açıklamalar daha sonra
yapılacak açıklamalar sırasında diğer yetkilileri de sıkıntıya sokmamalı ve bağlayıcı olmamalıydı.
Toplantı sırasında bazı belediye başkanları güvenlik konusunda tereddütlerini dile getirirken
Sakarya Valisi ve Kocaeli Valisi ortak görüş olarak zabıta ve şehrin kontrol noktalarında yer alan
personelin yönlendirilmesi için ordu ile irtibatı sağlayacak idari personeller belirleyeceklerini ve bölgedeki
asayişin bozularak halk hareketi tarzı boyutlara ulaşmaması için önlemleri arttıracaklarını belirttiler. Bu
tespit gerçekte hiçte yabana atılır bir konu değildi. Bölge halkının nabzı tüm gün boyunca bu bölgeden
gelen haberler ile attı. Akşam saatlerine gelindiğinde 3 UFO gittikleri gibi geri döndüler ve ortalama beş
dakika gibi kısa aralıklarla uzay geminin açık yan duvarından içeri girerek gözden kayboldular. Hemen
ardından elli metrelik iki sürgü derin sessizliğin içinde dağlarda yankılanarak açıldığı gibi kapandı. Gemi
tekrar sessizliğe büründü. Bu akşam çevre tepelerde bir önceki akşama oranla çok daha fazla ışık vardı.
Yeni kurulan kamplar, Haber yayın istasyonları, seyretmek için gelen halkın arabalarının farları, ortalık
panayır yeri gibiydi. Hatta gecenin ilerleyen saatlerinde ufak çaplı bir orman yangını bile yaşandı. Kamp
ateşini yeterli görmeyip üzerine biraz daha kuru çalı çırpı ve yaprak atan ufak bir grup rüzgârın ani esmesi
ile uçuşan kıvılcımlara mani olamamış ve hemen yakınlarındaki bodur maki tipi birkaç çalının tutuşmasına
neden olmuşlardı. Tesadüf eseri bölgede devriye gezen bir jandarma kolu olaya müdahale etmiş ve
yangın yayılmadan söndürülmüştü.
Kocaeli itfaiyesi özellikle ihbarlara hızlı tepki vermesi ile Türkiye genelinde iyi bilinirdi. Pek çok ilk
uygulamaya imza atmış bir teşkilat olarak Belediye başkanı ve Vali de gurur duyar her fırsatta övgüyü
esirgemezdi. 1999 Gölcük depremi sırasında pek çok olayda kahramanlık gösteren itfaiyeciler 2000
yılında dış ülkelerden yapılan araç ve gereç yardımları ile ileri teknoloji donanıma kavuşmuş, bunun
hakkını da fazlası ile vermişlerdi. Rutin yangın önleme ve müdahale uygulamaları haricinde çevre sanayi
kuruluşlarının ve ticari faaliyette bulunacak işletmelerin tüm yangın ihbar ve güvenlik sistemlerini detaylı
olarak kontrol etmekte, kendileri ile ilgili konuda onay makamı olarak hareket etmekteydiler. Özellikle yaz
aylarında bölge deniz ve göllerinde boğulma olaylarına müdahale amaçlı organizasyon kurmuş ve çevre
dalış okullarına destek vererek ortak projeler üretmişlerdi. Elbette tüm bunlar ileriyi görebilen işini evi bilen
22
23. S10DAN10C
bir müdür ve her ne kadar alıngan ve duygusal da olsa kafaya koyduğunu yapan ve yaptırtan önleme ve
müdahale kısım sorumlusu Sinan beyin çabalarının sonuçlarıydı.
Şimdilik bu iki adsız kahraman insan uzay gemisi ile ilgili bir olayda görev almamıştı. Ancak olası
her tür durum için tetikte beklemekte ve hareket planlarını oluşturarak emirlerinde bulunan kadrolara
gerekli hazırlıkları yaptırmaktaydılar. Çevre haritaları inceleyerek en çabuk müdahalelerin nerelerden
yapılabileceğinin kararlarını vermişlerdi. Onlar her ne kadar silahlı değillerse de organize bir birlik olarak
hareket ederek gerektiğinde araç ve gereçleri ile binlerce dekar ekili, dikili ya da orman arazisini savunan
hain ateş ile savaşan şakaya gelmeyen savaşçılardı.
Gece gemiden ve çevresindeki o mavi ışımadan dolayı bütün uçucu haşarat geminin üzerine
doğru uçmuştu. Bu sayede çevrede gözlem yapmak, haber aktarmak, görev gereği ya da sırf meraktan
toplanan insanlar da haşaratın rahatsız etmediği, gökyüzündeki yıldızların rahatlıkla seyredildiği inanılmaz
bir gece geçirmişlerdi. Elbette sessizce ve merakla olabilecek farklı bir şeyleri beklerken kamp ateşlerinin
etrafında nöbetler tutulmuş, pek çok kamp ateşinde nefis sucuklar metal çubuklara ya da çakı ile
düzeltilmiş dal parçalarına geçirilip kızartılmış keyif yapılmıştı. O enfes, dayanılmaz sucuğun kokusu
etrafa saçıldıkça yanında getirmeyenler yâda yakınlardaki bakkal yâda marketlerde bulamayanlar kokusu
ile yetinmek zorunda kadı. Bu koku ölüyü bile mezardan çıkartırdı. Baştan çıkartıcı kokusu, hele taze
beyaz ekmeğin içine domates ile birlikte konuldu mu tadından yenmez lezzetine doyum olmazdı.
- ‘’ Acaba bu uzaylılarda kokuyu almış mıdır? ‘’ diye sordu Fuat. Az önce sucuk bulmak amacı ile
birkaç km aşağıdaki köylerin bakkallarına girip çıkmış ama ondan önce hareket eden pek çok kişinin
sucukların dibine darı ekmiş olduğunu öğrenince hayal kırıklığına uğramıştı. Çaresiz o da birkaç paket
çerez ile biraz içecek alıp geri dönmüştü.
Sabah saat 06.45 olduğunda ekipteki kameraman Hasan Fuat’ı uyandırdı. Uyandırmak için çok
çaba harcaması gerekmedi. Fuat tavşan uykusundan kalktığında önce nerede olduğunu anlamaya çalıştı.
Bir iki saniye sonra hatırlayarak yattığı yerden elinde pet şişe olduğu halde biraz uzaklaştı. Pet şişedeki
sudan az bir miktarını avucuna döküp yüzünü sıvazladı. Dibinde kalan suyu ağzına dayayıp bir güzel
midesine indirdi. Kapağını kapatıp yattığı yere döndü. Bu arada tek kelime etmedi. Sabahları afyonu
patlamadan, ağzına birkaç lokma atmadan konuşmayı, selamlaşmayı, gülümsemeyi pek beceremezdi.
Uyku tulumunu topladı. Biraz daha su içti, birkaç kraker attı ağzına. Sonra Hasana dönüp kocaman bir
- ‘’Günaydın ‘’ dedi.
Hasan bu selama karşılık verdi. Ardından uzay gemisinin bulunduğu yeri gösterdi. Geminin
etrafında su üzerinde gemiye tam 10 metre mesafe boyunca uzayıp giden kahverengi bir çizgi vardı.
Geminin mavi koruma alanı bitiyor ve bu kahverengi çizgi başlıyordu. Kısmen kalın yer yerde neredeyse
fark edilmeyecek derecede ince bir çizgiydi.
Helikopterler gece boyunca görev yapmıştı. Bu sabah içlerinden biri hava alanındaki haberleşme
merkezine rapor gönderirken
-‘’ Dün gece anlaşılan böcek kapanı iyi çalışmış, gölün yüzeyinde milyarlarca ölü böcek var ‘’ diye
bilgi veriyordu.
Gece boyunca uzay aracının dışındaki mavimsi ışığın büyüsüne kapılan bölgede ne kadar uçucu
böcek varsa kilometrelerce mesafeyi bu ışığa doğru kat etmiş, sonrada ya o ışığın gücünden ya da
yoruldukları için veya bilinmedik bir sebeple göl yüzeyine düşüp orada kalmışlardı.
Bu sabah göl çevresi daha kalabalıktı.
— ‘’ Az önce bakkala ekmek almaya indiğimde yoldan pek çok arabanın geçtiğini gördüm.
Bakkalda ekmek saat erken olmasına rağmen kalmamıştı. Mecburen 2 km ötedeki fırına gittim. ‘’ dedi
Fuat.
23