SlideShare una empresa de Scribd logo
1 de 149
2012




   S10DAN10C
   SONDAN ÖNCE
   S10DAN10C Geleceğe mesajlar bıraktık.
   Önce mağara duvarlarına, sonra taşlara, sonra mimari eserlere,
   dağlara, ovalara kazıdık mesajları. Bir gün içinizden bir kişi çıkar
   ve anlar diye Sadece anlamanızı bekledik.




                                           Ali Gökcan
                                                      21.12.2010
S10DAN10C

              Önsöz
               Uzay denen sonsuz ve soğuk karanlık boşlukta yalnız mıyız? Son zamanlarda pek çok insanın
      kendisine yâda benzer düşünceleri paylaştığı insanlara sorduğu sorulardan biridir. Değil mi? İnsan
      kendisini bildiği andan itibaren adeta soru cevap dünyasında yaşamaya başlar. O her yeni gün doğru
      cevaplar vererek kazanç sağladığı, yanlış cevapların bazen tüm doğruları sildiği bir Dünyada yaşar.

               İnsanoğlu denen varlık kendisine acaba neden insanoğlu denildiğini hiç düşünmüş olabilir mi?
      Yani bu kelime bize ne demek istiyor diye hiç araştırmış mı? Bu kelimeyi incelersek öncelikle ortada İnsan
      denen bir varlık var. Dünya denen gezegen üzerinde yaşayanlara onun çocukları yâda evlatları veya
      oğulları deniyor yani İnsanoğlu. O halde bu kelimenin kaynağındaki insan nerede? Kim ve nerede yaşıyor?
      Bizler neden sürekli gerçek kimliğimizi uçsuz bucaksız evrende durmadan araştırıyoruz? Yoksa kendimiz
      de dâhil pek çok varlığı kandıracak kadar zeki canlılar mıyız? Milyarlarca ışık yılı boyunda ve eninde bir
      evrende minicik bir gezegen dışında hiç birinde hayat yok mu? Bu kadar mı özeliz?

              Neden durmadan dinlenmeden birbirimizle savaşıyoruz? Neden güçlerimizi birleştirip uzaya
      açılmıyor yeni Dünyalar keşfe çıkmıyoruz? Dev transatlantiklere sahip ama uzayda yol alan dev gemilere
      sahip değiliz? Yaptığımız şey gerçekte yüzme öğrenmek için denize atlamaya korkup havuzda yüzüyor
      gibi yapmak mı? Cevap nerede saklı?

               Sadece kendimize ve ürettiğimiz her şeye hayran kalarak egomuzu şişirip, pohpohlayıp o devasa
      boşluğa bakmak yerine aynada kendimize baktığımız, ağaca bakmaktan ormanı göremediğimiz için
      beklide. Yaptığımız sadece bugünün tadını çıkartmak. Nasıl olsa Dünyanın henüz çivisi çıkmadı. Biraz
      daha yaşamak için ortam kötüleşsin, biraz daha kaynakları tüketip doğayı yok edelim. Sonra nasılsa bir yol
      buluruz. Belki de işimize gelen şey hep bu adam sendeciliktir.

               Biz zayıfı ezip güçlünün yanında yer almayı marifet bilenler topluluğu olarak Dünyamızı
      bilmediğimiz uzaydan gelen bir uygarlık teslim almaya çalıştığında gerçekten savaşacak mıyız? Yoksa
      kayıtsız ve şartsız teslim mi olacağız? Dibimize kadar gelmeyi göze alabilen bir uygarlık gerçekten bizden
      daha mı güçsüz olacak? Sanki biraz kendimizi kandırıyor gibiyiz.

               Acaba binlerce yıllık geçmişi olan Dünyada bilinen insanın var olmasından önce ve sonrasında
      günümüze kadar geçen sürede pek çok yabancı uygarlık gelmiş olabilir mi? Destanlar yazılalı binlerce yıl
      geçti. Yazılanlar bazen tekrar tekrar yazıldı ve değişti. Ama hepsi bir tesadüf mü? Belki de sadece o kadar
      eskiyi hatırlamadığımız için bugün görmezden gelip hayata kaldığı yerden devam etmek daha kolaydır.
      Bizden başka bu sonsuz evrende eğer uygarlıklar varsa bizden ne kadar farklılar? Geçmiş zamanlarda farklı
      amaçlarla dünyada oldular mı? Neden pek çok destanda yeraltı, yerüstü, deniz, doğa, güneş tanrıları var.
      Neden farklı kıtaların halklarının geçmişe dayalı destanları, hikâyeleri, anıları bu derece benzer?
      Birbirinden binlerce kilometre mesafede iki farklı kıtada aynı zamanlarda aynı anlatıma hatta aynı yazı
      karakterlerine sahip destanlar nasıl oluyor da bu derece görmezden gelinip hasıraltı ediliyor? Neden
      gerçekte ne olduğu sorulmuyor? Bugün bile nasıl yapıldığı halen bilinmeyen taş anıtlar ve eserler nasıl
      oluyor da binlerce yıl geçmesine rağmen karşımızda dimdik durabiliyor.

               Bazen genlerimizle, bazen tarihimizle, bazen güvenliğimizle ilgili müdahalelerde bulundular mı?
      2012 yaklaşırken basımı yapılan, yayınlanan, anlatılan, incelenen kehanetler varken varoluşa katkıda
      bulunan görevli kadro tekrar aramıza dönüyor olabilir mi? Neden böyle bir şey yapıyorlar? Kim gerçek
      dost, kim değil? Tarihin içinde gizli kalmış destanlar yeniden hayat buluyor, Hint destanlarında havada
      uçuşan Vimanalar, Dogon kabilesinden Dünyaya aktarılan uzaylılar, Nommo’nun gemisi ve daha pek çok
      bilinmeyen bir sabah aniden bilinecek. Hazırlıksız, habersiz, Güneş kadar, Ay kadar apaçık bir netlikte
      buradayız, varız ve sizin için geldik diyecekler.

              Biz buna hazır mıyız? Peki, şimdi ne yapacağız?


                                                       2
S10DAN10C




             SI0DANI0C

             Bölüm 1: Acta est Fabula ‘’ Oyun Bitti. ‘’

             Bölüm 2: Yıllar hızla geçti…

             Bölüm 3: Sapanca Ağustos 2011

             Bölüm 4: Omnia in numeris sunt ’’ Her şey sayılarda gizli. ‘’

            Bölüm 5: ‘’ Büyük sıçrayışı gerçekleştirmek isteyen, birkaç adım geriye gitmek
      zorundadır. ‘’

             Bölüm 6: ‘’ Eğer hücumun iyi gidiyorsa pusuya düşmüşsün demektir. ‘’

             Bölüm 7: ‘’ Biz bu zamana ve yere misafiriz…

             Bölüm 8: Sol lucet omnibus ‘’ Güneş herkes için parlıyor ‘’

             Bölüm 9: '' What hath God wrought ''

             Bölüm 10: İlk mesaj

             Bölüm 11: Ses ve Işık

             Bölüm 12: Tehlikede miyiz?

             Bölüm 13: Bilginin en büyük düşmanı cahillik değil…

             Bölüm 14: Dünyanın ilk uzay elçileri

             Bölüm 15: ‘’ Tanrı zar atmaz. ‘'

             Bölüm 16: AAlea iacta est ‘’ Ok yaydan çıktı. ‘’

             Bölüm 17: Beneficium accipere libertatem est vendere.

             Bölüm 18: Ad astra ‘’ Yıldızlara doğru. ‘’




                                                 3
S10DAN10C




      Bölüm 1

      Acta est Fabula ‘’ Oyun Bitti. ‘’




               Takvimler 08 Ağustos 2011 yılını gösteriyordu. Günlerden Pazartesi ve insanlar haftalık
      sendromlarını yaşayıp hafta başı ilizyonlarında kaybolmak üzere koşuşturma içerisindeydi. İşi olanlar
      işlerine gitmiş geriye kalanlar yeni bir haftaya başlarken ne yapılıyorsa onu yapıyor, bazıları da geceden
      kalmış uyuyordu. Elbette bu gün önceki günlerden farklı değildi. Sadece içinde bulunan çağın adını

                                                       4
S10DAN10C

      değiştirecek, bir çağı kapatıp yeni bir çağı açacak derecede sıradan bir gündü. Gelecek 1000 yılın belki de
      en önemli ilk günü olabilecek kadar sıradan.

                08 Ağustos 2011 pazartesi sabahı saat 05.42’de gök gürültüsünü andıran seslerle koyu bir bulut
      şehrin hemen üzerinden geçti. Açık bırakılan balkon kapılarından ve pencerelerden yatak odalarına dolan
      o yoğun ses nedeniyle korku içinde sokağa fırlayanlar oldu. Bu üç dakika sürmeyen olay tüm şehirde,
      sabah haberlerinde günün konusu haline geldi. Sadece kısa süre önce gerçekleşen olay değildi
      konuşulan, gök gürültüsünden 12 dakika sonra meydana gelen 2,4 şiddetindeki sarsıntı da
      konuşuluyordu. Hatta çoğu insan bu gürültülü geçiş ile sarsıntıyı birbirine bağlayıp bir gök taşı olması
      ihtimalini üzerine tartışıyordu. Esas garip olan 2,4 şiddetindeki sarsıntı İstanbul’dan ve diğer illerden
      hissedilmemişti. Ama haber kaynaklarının sürati insanı şaşırtıyordu. Gürültüden sonra gelen bu
      hareketliliğin internette yer alması hiç uzun sürmedi. Sarsıntının merkezi Kandilli rasathanesi verilerine
      göre Sapanca gölü merkeziydi. Olay internet haber sitelerinde kısa sürede son dakika haberi olarak yerini
      aldı. Gökyüzündeki hareketlilik, ardından yeryüzünde meydana gelen kıpırdama pazartesi sabahının en
      önemli gündem konusu olarak başköşeye oturdu.

               Sapanca gölü üzerinde aniden yavaşlayan yoğun koyu bulut tabakası tam göl üzerine geldiğinde
      havada asılı durdu. Ardından dakikada 5 metre alçalarak gölün yüzeyinin büyük kısmını kapladı, hemen
      ardından o sarsıntı meydana geldi. Devasa kütlenin üzerine çökmesi ile göl suları hızla yükseldi.
      Güneydeki otoyolun göl seviyesine yakın alçak kısımları, hemen yanından geçen demiryolu, kuzeyde
      Kocaeli iline su sağlayan pompa istasyonu ile eskiden Seka kâğıt fabrikasının sosyal kampı olarak işletilen
      şimdilerde sosyal bir eğlence merkezine dönüşen alanı ve doğu uçta kalan sazlık alanları tamamen sular
      altında bıraktı. Göl kenarındaki 150 – 160 kadar villa ile 1999 depremi sırasında batan Sapanca otel’in
      yerine kurulan yeni otel bir anda su baskınına uğrayan bölgedeydi.

              Bu sabah ne olmuştu. İnsanlar birbirine bu soruları soruyor; TV ve radyolardan bu sorunun
      cevaplarını bekliyorlardı. Sonuçta beklenen cevap saat 07.00 de önce olayın olduğu bölgenin yerel birkaç
      kanalında 30 dakika sonra da ulusal kanalların hepsinden art arda yayınlanmaya başladı. Canlı yayında
      TV ekranlarında Sapanca gölü kenarında arkasında koyu bir sis görüntüsü olan spikerler konuşuyor ve
      gördükleri olayları halka kendi yorumları ile anlatıyordu.

              Sapanca gölü daha önceki tarihlerde destansı anlatımlara esin kaynağı olmuş, Coğrafyası gereği
      Karadeniz ile Marmara denizi arasında eski bir yeraltı denizi üzerinde olduğu düşünülüyordu. Osmanlı
      İmparatorluğu sırasında Karadeniz ile Marmara denizini bağlayan bir kanal projesinin en önemli geçiş
      noktası olarak düşünülmüş ancak gerçekleşemeden rafa kalkmıştı. Bir diğer hikâye ise eskiden burada bir
      köy olduğu, bu köyü ziyaret eden ulu bir kişinin köy halkınca horlanması sonrasında bölgenin lanetlenerek
      çöktüğü şimdiki gölün oluştuğu şeklindeydi. Şimdi yeni bir olaya daha adı karışıyordu Sapanca Gölünün.

               Gecenin en karanlık zamanı tan ağarmadan hemen önceki anıdır. İnsanların uykularının en derin
      yerinde, gecenin o karanlık anında dev kütle aniden belirmişti. Dış uzayda aniden var olmuş, daha önce
      yaklaşması izlenememişti. Türkiye saati ile sabah saat 05.30’da dış uzaya bakan tüm gözlem evlerinin
      tarayıcı ekranları ikaz veriyordu. Kısa süre geçmeden İngiltere üzerinden Dünya atmosferine giriş yapan
      büyük bir gök cismi hızla belli bir yönde irtifa kaybederek yere yaklaşıyordu. Yapılan ölçüm ve
      değerlendirmelere göre ortalama olarak 8. kilometre uzunlukta, 600 metre genişlikte yaklaşık 200 metre
      yükseklikte olmalıydı. 960.000.000 m3’lük dev cüsseli bilinmeyen bir gök cismi havada adeta süzülerek
      yoluna devam ediyordu. Dünya atmosferine girmesi ile tüm Batı ve Doğu Avrupa üzerinde gittikçe
      alçalarak havada düz bir yol izlemiş en son İstanbul ve Kocaeli il sınırlarını aşarak Sapanca gölü üzerinde
      havada kısa bir süre hareketsiz kalmıştı. Yerel saatle 05,54’de bu yoğun hareketlilik başladığı gibi bir anda
      son buldu.

               Bu inanılmaz süratli dev gök cismi nasıl olurda dinozorların sonunu getiren göktaşının yaptığı
      etkiyi yapmazdı. Alev topu şeklinde değil etrafı koyu bir sis tabakası kaplı olarak cüssesine ve hızına
      oranla yumuşak denecek bir iniş yapmıştı. Evet, bu bir meteor yâda kontrolsüz bir atmosfer olayından çok
      kontrollü önceden belirlenmiş bir rotada ilerleme ve inişti. Bu ciddi bir sorundu.

              Kontrollü iniş yapan bir şey kontrollü kalkış yapabilirdi. Bu durumda kontrol edilebilen bir şeydi. Bu
      şey her neyse kontrol edilebilen bir şey olduğuna göre birileri de bu şeyi kontrol ediyor olmalıydı. İyi
                                                         5
S10DAN10C

      tamam hepsi hoş ama bugüne dek hiç o büyüklükte bir cisim uçurmamıştı insanoğlu. İnsanoğlu mu? O
      halde akla gelebilecek tek yanıt bu şey insanoğlu ile alakalı değil. Bilinen tarih boyunca olmayan, olmadığı
      iddia edilen, uzay hakkındaki tüm çalışmalarda hesaba dâhil edilmeyen bir uygarlık, hatta insanoğlundan
      daha ileri bir uygarlık var demektir. Acaba onları nasıl karşılasak Türk usullerinden misafirperverlikten
      anlarmı bu uygarlık? Acaba uygar bir uygarlık mı? Bir kahvenin kırk yıl hatırı var desek kahve mi ikram
      etsek? Yoksa yörenin meşhur pişmaniyesini genç öğrencilerin ellerinde çiçekler eşliğinde mi sunsak?
      Bütün bu tören saçmalığı bir yana bunlar bizim dostumuz mu yoksa düşmanımız mı? Dünyada yer
      kalmadı da neden su kaynağı olan gölün ortasına konmayı uygun buldular. Zaten küresel ısınma
      yüzünden yazlar daha kurak ve susuz geçiyor. Misafir dediğin edebi, adabı ile misafir olmalı. Koskoca iki
      şehrin su kaynağının ortasına gelip o kocaman şeyi kondurmak ne demek? Elbette halkın kafasında pek
      çok düşünceden bazıları bu tip şeylerdi. O halde şu andan sonra yabancıların ya da diğer bir söyleyişle
      uzaylıların varlığını yok saymak pek mümkün olamayacaktı. Hele de bu derece bariz orada dururken.

               Bu sabah olaydan sonra Türkiye’nin yurt dışı temsilcilikleri ve konsolosluklarının telefonları sürekli
      çalıyor insanlar bilgi almaya çalışıyordu. Sapanca gölünü gören tüm tepe ve açık alanlar sabah saat
      08.00dan itibaren bölge halkının, yerli, yabancı TV kanallarının kameraları ve sunucuları ile dolmuştu. İşi
      olan olmayan bu sabah burada işe başlamış havası vardı bölgede. Büyük kocaman bir büyüteç şimdi
      Sapanca gölü çevresinden tüm Dünyaya olanı biteni anında gösteriyor koyu sis ve ardındakilere yönelik
      pek çok yorum yayınlanıyordu. Hatta öyle ki Amerika – Irak savaşını naklen yayınlamakla ünlü bazı
      kanalların Türkiye’deki çalışanları neredeyse kendi helikopter pistlerini kurma aşamasında olayı abartacak
      derecede profesyonel çaba içerisindeydi.

               Bugün televizyon Dünyası için çok önemli bir gün olmalıydı. Nerede ise son 2 yıldır Türkiye ve
      Türkiye de gelişen olaylar medya için bulunmaz haber kapısı olmuştu. Depremle birlikte her geçen gün
      daha da enteresan olaylar meydana gelmeye başlamıştı. Bu sabah ellerindeki haber çok yüksek reyting
      değerine sahipti. Karşılarında Amerikanın Irak’ı istilasını gösteren naklen savaş görüntülerinden hatta
      Dünya kupası maçlarından bile daha çok izleyiciyi ekrana bağlayacak; tüm gün sürecek nefes nefese
      seyredilecek, yorumlar yapılacak bu konuda uzmanların katılacağı tartışma programları hazırlanacak
      bulunmaz bir konu vardı. Bol reklâm, bol reyting, bol para kazanmak anlamına geliyordu. Hatta rekabet o
      derece büyüktü ki paralı kanallar bile sırf reklâmları halka ulaştırabilmek adına ‘’ tabi onlar bunun adına
      sonradan halkın bilgilenme hakkına saygılı ve ilkeli yayıncılık’’ diyeceklerdi kısa bir süre için ücretli
      olmaktan çıkıp herkesin seyredebileceği kanallar haline dönüşeceklerdi.

               Her yeni günde olduğu gibi bu gün de birilerinin şanslı ve birilerinin kötü günü olmalıydı. Peki,
      bugün Dünya için ne tür bir gündü? İyi mi? Kötü mü? Bugün uzaydan misafir bekleyen var mı? Neden
      bugün?
               - ‘’ Dünya bir dönemecin eşiğine gelmiştir. Şu yaşadığımız günden sonra hiçbir şey eskisi gibi
      olmayacak, bu sis dağıldığında ardından çıkacak olan bilinmedik bir uygarlık mı, dost mu, düşman mı?
      İnsanlığın hayatı değişecek ve ilerleyecek mi? Teknolojileri, bilgileri, varlıkları, yaşadıkları gezegen,
      oradan buraya nasıl geldikleri gibi bir sürü soru işaretinin cevapları önümüzdeki günler ve yıllar boyunca
      cevaplanmayı bekliyor.’’ Dedi Aydın Uğur.

                Sabah 06.10 da iki kişilik yatağında tek başına uyurken ısrarla çalan cep telefonunun sesi ile
      uyandı. Çalıştığı Era TV kanalının nöbetçi ekibi haberi vermek için aradığında Aydın yatağa gireli 3 saat
      olmuştu. Derin uyku halinde sımsıkı çekilmiş perdelerin arkasında yatağının o dokunulmaz sevecenliği
      içerisinde ne gök gürültüsü, ne de arkasından gelen yer sarsıntısını bilmiyordu. Son 9 aydır düzenli olarak
      her hafta Pazar gecesi bir önceki haftanın genel kritiğini uzman konukları ve ünlü kişilerle yaptığı haber
      ağırlıklı programlarından birinden çıkmış; Günün tüm yorgunluğunu atmak amacıyla diğer planlarını
      erteleyerek vakit geçirmeden evine gelmişti.

               Gecenin o geç saatinde İstanbul trafiği Türkiye’nin diğer şehirlerinde gündüz saatlerindeki trafiği
      aratmıyordu. Başka zaman olsa çalıştığı televizyonun yakınındaki çorbacıya uğrar bir çorba içer, sonra
      gecenin son anlarında sabahın ilk saatlerinde gündüze oranla tenha denecek İstanbul caddelerinin ışıkları
      altında evinin yolunu tutardı. Bu koca şehirde birilerinin uyumak için yatağa girdiği saatlerde birileri kalkıp
      işe gider, bir diğer grup ise eğlence için gittikleri eğlence yerlerinden çıkıp çorbacıların yolunu tutardı. 7
      gün 24 saat yaşan dev bir yaşam alanıydı, destanların yaşandığı, adına şarkıların yazıldığı, Avrupa ile
      Asya’yı birleştiren İstanbul şehri. Şimdi sabahın bu saatinde çalıştığı televizyon kanalı evine bir yayın
                                                         6
S10DAN10C

      aracı gönderiyor, derhal Sapanca’da kısa süre önce meydana gelen olayın kaynağına gidip tüm Türkiye’yi
      bilgilendirmesini istiyordu. Yolda tüm bilgiler kendisine aktarılacaktı.

                Aydın önce bir anlam veremedi. Neden kendi gidiyordu Sapanca’ya. Alt kadrodan pek ala birileri
      gidebilirdi; ya da şirkette birkaç yılını doldurmuş diğer spikerlerden biri yerine neden kendisi? Önce bunu
      düşündü. Belki detaylar eline ulaştığında bunun nedenini daha rahat anlayacaktı. Görev çağırıyordu,
      habercilikte saniyeler bazen çok büyük değer taşırdı. Daha fazla düşünmeden kalktı giyindi. Kendisine
      söylendiğine göre gerçekten çok önemli olmalıydı. Detayları seven sıkı bir yorumcuydu. Pek çok alakasız
      görünen konuyu havadan toplar haberin kokusunu alır ufak ama önemsiz görünen noktaları yakalar uç
      uca bağlayıp bazen dev balıklar tutardı. Özünde pozitif bir insan olmasına rağmen haberci kişiliği ile bir
      tezat oluşturuyordu. Bu sabah onca uykusuzluğuna rağmen pozitif yönü onu yataktan kaldırmış ve beklide
      hayatının en önemli haberine yollamıştı.

             Arada sırada yaptığı haberlerle damarına bastığı yâda canını yaktığı kişilerde olmuyor değildi.
      Bazen haddi aşan tehditler de alıyordu. Ama bu onun işi ve o işini severek son derece iyi yapıyordu.

              Çalıştığı Era TV kanalının gönderdiği naklen yayın aracının Aydın’ın evine ulaşması çok uzun
      sürmedi. Aydın telefonu aldıktan 15 dakika sonra oturduğu bloğun girişinde hazır olarak beklemeye
      başlamış 1 – 2 dakika sonrada beklediği araç sitenin girişinde güvenliği geçip Aydının yanına ulaşmıştı.

                Araca bindi selam verdi. Araç şoförü Fuat Yıldız, Aydının uzun yıllardır tanıdığı ve pek çok göreve
      birlikte gittiği güvendiği bir elemandı. Hem aracı kullanıyor hem de ışık konusunda asistanlık yapıyordu.
      Ayrıca araçta 2’de teknik yayın personeli vardı. Fuat, Aydın’a dönerek bir zarf uzattı.

               — ‘’ Bu zarfı size vermemi Ata Bey söyledi. Sabahın bu erken saatinde şirketteydi. Önemli
      olduğunu söyledi. Diğer 2 ekipte bizden önce yola çıktı. Oraya vardığımızda hazırlıklar tamamlamış olarak
      bizi karşılayacaklar ‘’ . Aydın bir an için şaşırdı.

               - ‘’ Bizden başka 2 ekip daha mı var? Bizden önce olay yerine gidip hazırlık yapacak ve bizimi
      karşılayacaklar. Ayrıca Ata Bey bu saatte şirkette mi? Neler oluyor? Ben uyurken Türkiye de ne oldu?

              Araçta bulunan 2 gençten biri ‘’ Nöbetçi ekip uzay gemisi falan diye bir sürü şey zırvaladı ama
      onlarda pek bir şey bilmiyorlardı belli ki. ‘’ dedi.

               Yol boyunca Fuat bildiği her şeyi Aydın’a anlattı. Bu arada bağlı oldukları televizyonun onlardan
      önce yola çıkan iki aracı ile de bir kaç kez gelişmeler hakkında telefonla görüştüler. Yerel televizyonlardan
      TV41 ve Kanal54 TV’ye ait Naklen yayın araçları Sapanca gölüne ilk ulaşan naklen yayın araçları olmuş
      ve sabah saat 07.00 haberlerinden itibaren tüm yerel kanallarda ve bazı ulusal kanallarda onların çektiği
      görüntüler yayınlanıyordu. Arka planda o görüntüler yayınlanırken ön planda da gösterildiği kanalın haber
      spikerlerince aynı konu farklı yorumlarla izleyiciye aktarılıyordu. Aydın yanında taşıdığı cep telefonuna
      merkezden gönderilen kısa videoları indirerek seyretti. Ayrıca bulundukları araçta yer alan birkaç
      ekrandan da diğer birkaç ulusal kanalın yayınlarını takip ediyorlardı. Yolda gidene kadar konu hakkında
      kısaca bilgi sahibi olmuştu.

                Fuat’ın kullandığı Naklen yayın aracı İstanbul-Ankara otobanı üzerinde meydana gelen kaza
      nedeni ile Kocaeli-Adapazarı yönünde İzmit Doğu çıkışından devlet yoluna çıktı. Buradan Sapanca ya
      doğru kıvrıla büküle giden yol gölün yükselmesi nedeniyle trafiğe kapanmıştı. Fuat bölgeyi daha önceden
      bildiği için geriye dönüp Suadiye köyü ile Balaban köyü üzerinden arka yollardan geçerek Sapanca’da
      kararlaştırılan noktaya kadar kumandasındaki aracı getirdi. Burası gölün neredeyse tam orta noktası
      Sapanca kasabasının da bulunduğu yerdi. Sapanca gölünün güney batısında turistik kayak merkezi
      Kartepe hemen üzerlerinde dimdik duruyordu. Maşukiye kasabası şimdi İzmit tarafında kalmıştı.
      Planlanan gözlem yerine vardıklarında saat 08.35’e geliyordu. Öncü ekibin sabahki yolculuğu sırasında
      edindiği yol tecrübesi ve GPRS sisteminin marifeti ile fazla zorlanmadan istedikleri yere gelebilmişlerdi.
      Pek çok araç yolda birbiri ardına trafiğe takılmış saatlerce de hareket açılacak gibi görünmüyordu. Kuzey
      doğuda tüm Sapanca gölü ayaklarının altında göz alabildiğine uzanıyor; Manzara insanı büyülüyordu.
      Ancak bu manzaraya ait olmayan sonradan oraya sanki resim düzenleme programları ile acemice


                                                        7
S10DAN10C

      karalanmış gibi kondurulmuş uzun, geniş gri, mavi renklerde bir bulut tabakası vardı. Gölün en geniş
      yerine yakın duran bu bulutsu her iki kıyıya da eşit mesafede yerleşmiş gibiydi.

               Az önce üzerlerinden geçen 2 helikopter bulutun üzerinde kısa bir tur atmış ve şimdi tekrar
      geldikleri yere, hemen kuzeydeki Cengiz Topel askeri hava alanına yönelmişlerdi. Eskiden tank taburunu
      barındıran şimdilerde askeriyeye ait atıl bir arazi olarak duran yanık kasabası da hareketlenmiş ufak
      birkaç askeri konvoy o bölgede güvenliği sağlamak ve olası olayları engellemek için yerini almıştı.

               Gün Bir Pazartesi sabahı için oldukça hareketli başlamıştı. Sonrasında hareketlilik ilerleyen her
      dakika artarak devam etti. Pek çok ülke sivil gözlemcilerini bu bölgeye göndermek için girişimde bulundu.
      Üniversitelerden araştırmacı ekipler Sapanca gölüne doğru yola çıktı. Çevredeki otel, motel ve pansiyonlar
      bir gün içerisinde dolmuş geri kalan pek çok kişi çadırlarını gözlem yapmak için uygun gördükleri yerlere
      kurmaya başlamıştı. Arsa sahipleri bu küçük gruplara ufak bir ücret karşılığı çadır kurabilecek yer
      ayarlıyordu. Bölgede aniden hızlı bir ticaret başlamıştı.

                İnsanlık tarihinde; en azından bilinen yazılı tarihte böyle bir örnek belki destansı anlatımlarla yer
      almıştır. Hint destanlarında uçan arabalar, uçan halılar, uçan insan benzeri varlıklar, Yunan destanlarında
      gene buna benzer tasvir ve anlatımlar hatta aile yapılarına kadar inen detaylar, Mayalarda, Azteklerde,
      Afrika’nın bazı gelişmemiş bölgelerinde yaşayan kabilelerde hep bu tür destansı anlatımlar vardı. Oysa bu
      destan oracıkta o an yaşanıyordu. Tam zamanlı olarak orada gözler önünde tanımlanamayan bir cisim
      vardı. Bilinen tarih içerisinde modern insan ilk kez böyle bir olay ile karşı karşıya kalıyordu. Daha önceki
      tarihlerde pek çok tanımlanamayan uçan cisim rapor edilmiş, anlatılmış, videoya çekilmiş olabilirdi. Hiçbiri
      bu derece devasa ve bu kadar kişinin gözü önünde fütursuzca durmamıştı. Uzaydan gelen, bu Dünyaya
      ait olmayan cisim şimdi binlerce göz tarafından tanımlanabilir hale gelecekti.
                Zaman ilerledikçe Güneş gökyüzünde tepedeki tahtına çıkmaya başladı. Cismi çevreleyen koyu
      bulutun rengi iyice açılıyor neredeyse yarı saydamlaşıyordu. Sıcağın ve ışığın etkisi ile altında gizlediği
      her ne ise yüzeyinden yansıyan renkler bulutsu yapının üst bölgelerinde renk değişimlerine neden
      oluyordu. Bazı yerler daha koyu ve bazı yerler daha aydınlık görünüyor, insanların hayal güçleri ile bir
      şekil üretmesine imkân tanıyordu.

              Olayın ilk saatlerinden itibaren Amerika, Japonya, Rusya ve Çin konuya büyük önem göstermiş
      kendi uzay çalışmalarını yürüten bazı bilim adamlarını, askeri yetkililerini bölgeye gelişmeleri izlemesi için
      gönderme girişimlerinde bulunmuşlardı.

                Bu durum beklenmedik olduğu kadar Dünyanın gerçekte ne derecede küçüldüğünün bir
      göstergesiydi. Binlerce km ötedeki bilim adamı gene kendinden o derece uzak mesafedeki meslektaşları
      ile aynı ortamdaymışçasına aynı amaç için çalışmaya dâhil olabiliyordu. Son dönemde İnternet ortamının
      uydular aracılığı ile tüm coğrafyada kablosuz olarak ulaşılabilmesi, bilgi paylaşımının, görsel medya
      paylaşımının, şifreli, şifresiz pek çok bilginin atmosfer içerisinde havada belli bir düzen içinde dolaşıyor
      olmasının meyveleriydi bu sonuç. Son 5 sene içerisinde internet alanında pek çok teknoloji gelişmiş cep
      telefonları ve hepsi bir arada cihazlar piyasaya çıkmıştı. TV, gazete, müzik, görüntülü haberleşme, dijital
      kitaplar, sesli kitaplar, dijital uydu yer konum belirleme gibi hizmetlerin hepsi tek bir cihazda toplanmıştı.
      Bu aletlerden birine sahip olan her hangi biri kaybolamaz, günlük özel ve iş hayatından eğer isterse
      uzaklaşamazdı.

               Para günlük hayatta para cüzdanlarında taşınan bir değer olmaktan çıkmış kolayca ulaşılabilen
      banka hesaplarındaki sayısal değerler haline gelmişti. Para koymak için kullanılan para cüzdanları yerini
      zamanla plastik kartları düzenleyen gereçlere bırakmıştı. Paranın yerini ilk başlarda plastik kartlar aldı.
      Ardından bu kartlarda yavaşça evrim geçirerek sadece istenen her hangi bir objeye yapıştırılabilen yâda
      içerisine gizlenebilen manyetik bantlar haline geldi. İnsanlar son zamanlarda bankalara uğramıyordu.
      Uzun süredir hepsi bir arada cihazlar ile kişisel vatandaşlık numaralarını kullanarak istedikleri işlemleri
      vakit kaybetmeden her hangi bir yerde internet üzerinden yapabilmekteydiler.

              Dünya üzerinde şimdilerde tartışılan başka bir konu sağlık ve kişisel güvenlik numaraları ile ev, iş
      ve cep telefonlarının tek numaraya endekslenmesi düşüncesiydi. Dünya üzerindeki her bireyin evrensel
      numarasının olması, bu evrensel kayıt numaralarının Dünyanın her noktasında sadece o kişiyi
      tanımlaması aynı zamanda sonsuza dek her uygulamada kullanılmasının sosyal hayat ve kişi özgürlüğüne
                                                         8
S10DAN10C

      getireceği denetim ile olumlu ve olumsuz yönleri konuşuluyor her şeye neredeyse dijital olarak çözüm
      bulunmaya çalışılıyordu.

              Tabi bir de bu sabah gölün ortasında boylu boyunca uzanan bu dev uzay cismi vardı. Şimdi dijital
      çağın önünde koskocaman ve sanal ortamdan uzak bir kütle olarak gündemin tam ortasında
      oturmaktaydı.

                Bu hesapta olmayan, planlanamayan, önceden tasarlanmamış gelişme şimdi pek çok değişikliği
      beraberinde getirecekti. Her şeyden önemlisi bu şey her ne ise bir tasarımın ürünü olmalıydı. Bu tasarım
      akıllı varlıklarca tasarlanmış ve bugün buraya getirilmişti. Kötü düşünmek için bir neden var mı? Bunu
      zaman gösterecek. Ama binlerce yıldır savaşan insan ırkının en iyi bildiği şey ‘’ Düşmanına karşı sürpriz
      yapma hakkını sonuna kadar kullanmalısın’’ kuralıydı. Bu kural ‘’ düşman seninle savaşmaya hazır
      olmadan düşmanını yok et’’ der. Başka bir deyişle ilk vuran kazanır mantığı. Ama bugün burada
      düşmanca bir tavır yok. Belki de bu şey arızalandı ve mecburi iniş yaptı. Belki bu karşılaşma onlar için de
      beklenmedik bir olay olmuştur. Kim bilir?

              İnsanoğlu binlerce yıldır hep sabırsız ve meraklı olmuştur. Bu sabırsızlığını yenmek için pek çok
      özlü söz söylemiş, pek çok yol icat etmiş pek çok felsefe geliştirmiştir. Bütün bunlara rağmen 21.yüzyılın
      başında dahi aceleciliğine ve sabırsızlığına dizgin vuramamıştır. Merak insanlığın ilerlemesine yardım
      eden en ciddi güdülerden biridir. Ancak bu içgüdüsel hareket ilerlemeyi sağladığı gibi yaşadığı Dünyanın
      da doğal dengesini alt üst etmiştir.

              Şu an ise tüm Dünya artık milyonlarca yıldır merak ettiği bir konuyu daha gözleri ile görebilecek,
      belki duyabilecek ve bir bilinmeyen merak ettiği konudan ‘’ Evrende yalnız mıyız? ’’ sorusunun cevabına
      bedel olarak binlerce bilinmeyen merak konusuna hapsedilecek.

               Fuat naklen yayın aracına girdi. İçeride her zaman bir kahve makinesi, kahve çeşitleri ve elbette
      atıştırmalık bir şeyler bulunurdu. Arada sırada sallama çay ve bitki çayları da bu menüye dâhil olurdu. Eh
      tabi mevsim yaz olduğunda minik buzdolabının içerisinde duran içecekleri söylemeye gerek yok.
      Araçlarda kullanıma uygun hazırlanmış kahve makinesinin su haznesinde suyu kaynattı. Kahveleri
      hazırladı. Henüz sabah olmasına rağmen Güneş kış aylarına oranla oldukça yükselmişti. Buna rağmen
      dağın eteklerine doğru inen bol oksijenli serin bir esinti insanı arada ürpertiyordu. Bu kahveler ayılmak için
      iyi gelecek diye düşünerek arabadan çıktı, servisi yaptı. Eh böyle bir manzara karşısında böyle önemli bir
      günde içilen bir kahvenin de her halde 40 yıl hatırı olurdu.

              Kahveler içildi. Saat 09.00 Aydın 15 dakika süren ilk naklen yayını sunmuş konu hakkında yolda
      yaptığı görüşmelerden ve Fuat’ın kendisine anlattıklarından yola çıkarak gördüğü manzarayı, havada
      uçan helikopterleri ve çevredeki hareketliliği sunumuna malzeme olarak kullanmıştı. Farklı açılardan üç
      kameranın yardımıyla yaptığı yayından hemen sonra naklen yayın aracının içine girdi. Cep telefonundan
      arayan Ata Bey ile kısa bir görüşme yaptı. Naklen yayın aracının içi ses konusunda iyi izole edilmişti.
      Telefon görüşmesini bitirdi. Araçtan dışarı çıktı. Bir an Güneş ışıkları gözlerinin kamaşmasına neden oldu.
      Ancak onu daha çok şaşırtan çevredeki insan sayısının artması ve araç trafiğinin yoğunlaşması ile
      bulundukları tepeye hücum eden ses yoğunluğu idi. Bulundukları yer neredeyse bir anfitiyatro etkisi
      yapıyordu. Aşağılarda oluşan ses tepelere doğru yankılanarak artmıştı. Ancak bunun tek sebebi artan
      insan ve trafik değildi. Bulundukları yerin tam karşısında gölün ortasında duran o dev cüsseli cismin
      dışından ortamdaki seslerin yansıması ciddi bir etken olmalı diye düşündü. Önceleri göl üzerinde dağılan
      ses şimdi bu dev duvara çarpıyor ve tepelere yansıyordu.

              Aydın bu düşünceler içerisinde yürüdü. Ekip üyelerinin hızlı bir şekilde kurdukları 4 ayaklı bez
      çardağın altına ulaştı. Portatif masanın etrafında bulunan boş sandalyelerden birine kuruldu. Yalçın ekibin
      en genç elemanıydı kameraları ekip araçlarından birine bırakmış yiyecek, içecek kutuları ile bardak ve
      benzeri eşyaları düzenlemekle oyalanıyordu. Az sonra o da iki plastik bardağı sağ elinin orta parmağı ile
      işaret parmağı arasına sıkıştırmış, bir elinde hazır ayran şişesi diğerinde soda şişesi ile Aydın’ın
      karşısındaki boş sandalyeye gelip oturdu. Önce ayranın alüminyum korumasını itinayla açtı, ardından
      masaya koyduğu bardaklardan birini yarısına kadar ayran doldurdu. Kalan yarım ayranı da diğer bardağa
      boca etti. Soda şişesinin kapağını çevirerek açtı. Bardakların kalan kısımlarını taşırmadan dikkatle


                                                         9
S10DAN10C

      doldurdu. Soda ile buluşan ayran önce köpürdü, sonra sakinleşti. Bu Güneşin altında soğuk ve serinletici
      daha başka ne olabilirdi.

              İki adam ellerinde soğuk içecekleri karşılarında göl manzarası ve gelecek bin yılın tarihinin
      yazılmaya başlandığı bir coğrafyada sessizce oturdular. Bu durgunluk biraz sonra başlayacak ve ne
      zaman biteceğini bilmedikleri bir maceranın başlangıcıydı. İleriki günlerde karşılaşacakları şeyler her ne
      ise bugüne kadar yaşadıklarına pek benzemeyecekti. Sessizlik içerisinde yaklaşık onbeş dakika göz açıp
      kapayana kadar geçti. Şehrin gürültüsünden uzakta yaşanan son onbeş dakika. Üzerlerine doğru gelen
      askeri helikopterin önce motorunun ardından da havayı kesen bıçaklarının sesi yavaşça yaklaştı.
      Tepelerine geldiğinde son limitine ulaşan ses uzaklaşan helikopterin arkasına takılarak peşi sıra göl
      üzerine doğru yöneldi. Güneş gökyüzünde yükselmeye devam ediyordu.




                                                      10
S10DAN10C




      Bölüm 2

      Yıllar hızla geçti…




               Bu sabah Güneş Mayıs ayı için oldukça parlak ve güzeldi. Uzun zamandır yağmur yağmamış son
      bir kaç aydır kuzey yarım kürede iklim oldukça sıcak geçmişti. Nisan ayının bitmesi ile hava daha da
      ısınmış senenin en sıcak günleri yaşanır olmuştu. Tertemiz bol ılık su ve arındırıcı mor ışıklar altında
      alınan duş güne hazır olmak için bildiği en iyi yoldu Aydın’ın. O muhteşem günden bu sabaha Dünya
      zamanı ile tam 140 sene geçmişti. Oysa Aydın halen 140 sene önceki görüntüsüne ve vücut dinamizmine
      sahipti.

               Adeta bir zaman makinesine binmiş ve bu zamanda inmiş gibi hissediyordu kendini. İstanbul 140
      sene önceki İstanbul değildi. 300 Katlı piramit şekilli 10.000 daireli dev yapılardan oluşan 14 milyon nüfusa
      sahip; sitelerden kurulu dev bir anakent olmuştu. Kentin önemli kademelerinde görevli 3.000.000 insan ve
      ailesi bu devasa yapılarda oturuyordu. Her piramit sitesi kendi içinde yönetimlere sahip kolonilerdi.
      İçlerinde binlerce m2 yeşil alan, spor merkezleri, taşıt park alanları, hızlı ulaşım yolları, kendi iç politikaları,
      Dünya ile etkileşimli haberleşme ağları vardı. Son 25 yılda İstanbul’da bu tür 300 piramit site yapılmıştı.
      Özellikle kompozit malzemelerin çeşitliliği, hafifleyen beton karışımları ve her tür atıktan elde edilen

                                                           11
S10DAN10C

      binlerce farklı yapı elemanı, binaların daha kolay üretilmesini sağlıyordu. Yedi tepeli şehrin her biri dev gibi
      300 tepesi daha olmuştu.

               Kalan diğerleri ise merkeze biraz daha uzak olan ancak yeraltı ve yer üstü tüm sorunları
      çözülmüş modern geniş arazilerde oturuyorlardı. Fabrika tipi üretim alanları ve tarımsal üretim sahaları
      yeraltına indiği için yer üstü son 40 senedir tamamen yerleşim amaçlı kullanılıyordu. Optik biliminin
      gelişmesi ve nano bilimlerin katkısı yeraltında güneş santralleri ve enerji üretim tesislerinin kurulmasını
      sağlamış neredeyse bedava denecek maliyetteki elektrik enerjisi sayesinde üretim verimliliği ve uzantısı
      olan her konu daha ulaşılabilir olmuştu.

               Aydın her sabah olduğu gibi duşunu almış hafif bir kahvaltı yapmış çalışma odasına geçip
      halophonu açmış gelen mesajlarına bakıyordu. Bu arada dışarıda trafik yoğunlaşmaya başlamıştı. Aydın
      bulunduğu piramidal sitenin 278.katında yaşıyordu. Çalışma odasının provisio’sundan tüm yakın ve uzak
      Dünyayı izleyebiliyor, istediği her bilgi ve görüntüye sadece kelimelerle ulaşabiliyordu. 20 yıldır rakamsal
      değerlere ve matematiğe renkler eşlik etmeye başlamış notalarla yazılan müzikte bile büyük değişimler
      gerçekleşmişti. Müziğin evrenselliğinin pekiştirilmesi, renklere dönüşebilen notalar ve notalara dönüşen
      renklerle daha zenginleşmişti. Öyle ki ünlü ressamların kurtarılabilen geçmiş yüzyıllara ait resimlerindeki
      ahenk seslerle ve klasik müzik eserlerindeki notaların dansı da renklerle anlatılabilir olmuştu. Sanatta bu
      gelişmeler olurken bilimde pek çok hızlı gelişimler yaşanmıştı.

               Biyoenerji alanında yoğun bir aşama kaydedilmiş, mikro cerrahiden sonra nano cerrahi devri
      başlamış insansız mini robotlarla müthiş ameliyat teknikleri geliştirilmiş, ışık, lazer teknolojileri kullanılarak
      buhar devrinden itibaren gelişen ağır, kirli, emek yoğun üretimler daha az emek daha yoğun teknoloji
      isteyen sistemlere terk edilmişti.

               Manyetik alan bilimi ve buna bağlı gelişen bio-manyetik alan, telekinezi bilimi, ışık bilimi, mikro ve
      nano bilimleri, gen teknolojisi ve nano biyoloji bilimi gibi konular çağa damgasını vurmuştu. 2151 yılının
      Mayıs ayında İstanbul’da yaşananlar 2011 yılının Ağustos ayında yaşananlara benzemiyordu. Hatta aynı
      Dünyaya da benzemiyordu.

                 Aydın oturduğu masadan kalkmadan sol duvara dönerek ‘’Portakal suyu lütfen ‘’ dedi. Sonra hani
      derler ya bıyık altından gülmek deyimi ile eş değer bir gülümseme yüzünü aydınlattı. Yaptığına kendi bile
      gülmüştü. Öyle ya eskiden kendisine söylenilen sözlere tepkisiz kalan insanlar için kullanılan bir deyiş
      vardı. ‘’ duvara mı söylüyoruz ‘’. Veya kulağı duymayan engelli kişilere için ‘’duvar gibi sağır‘’ denirdi. Hatta
      ‘’ bu kadar konuşmayı duvar ile yapsam anlardı ‘’ gibi pek çok özdeyiş artık tarih olmuştu. Duvara portakal
      suyu ısmarladığınızda sehpanız Mutfağa gidip kendi kendine portakal suyunu alıp dökmeden yanınıza
      kadar getirmezdi. Üstelik istediğiniz sıcaklık değerinde. Eh tabi bütün bunlar gelişmenin meyveleriydi. O
      sırada saatin 10.00 olduğunu bildiren renk tonu tavanı kapladı. Aydın başını 3 metre yüksekliğindeki
      tavana çevirdi. Bir süre geçen zamanı düşündü. Sonra tekrar işine döndü.

                Bugün Aydın için önemli bir gündü. 183. yaşının yıldönümüydü? Akşamüzeri merkez ofiste
      kendisi için bir kutlama düzenlenmiş, Eski dostları ve yeni dostları hepsi orada olacaktı. Geçmiş günleri
      hatırlayıp hoş vakit geçirmeyi Aydının doğum günü bahanesine bağlamışlardı. Bu öğleden sonra Aydın
      yeni dostu Odysera’yı de 27 sene aradan sonra tekrar görebilecekti. Odysera Aydın için çok değerli bir
      arkadaştı. Aydının 140 yıl önce ilk temas kurduğu Dünya dışı akıllı yaşam formuydu Odysera.

               Günler Odysera ile karşılaştığı andan sonra Aydın için çok daha macera dolu geçmişti. Her geçen
      gün Farklı ortamlara giriyor, farklı enerjilerle aşılanıyor, hiç bilmediği renkler, sesler, enerjiler ile yıkanıyor,
      hücreleri adeta yeniden ve yeniden doğuyordu. Bütün gelişmeler içinde kendini zinde ve güçlü
      hissediyordu. Zaman Aydın için 140 yıl önce durmuş, bedeni 140 yıldır bir sene bile yaşlanmamıştı.
      Ölümsüzlük iksiri içmiş gibi hissediyordu kendini. Oysa aldığı manyetik enerjiler, iyileştirici ışınlar,
      yenileyici ses frekansları ve toksinlerden arındırıcı biyolojik gıdalar gelişmenin insanlara sunduğu
      mucizelerdi artık. İçerisinde uyuduğu uyku kabini her şeyi onun için en olması gereken düzeyde ayarlıyor
      ve yaşlanmasına izin vermiyordu. Bugün gelinen nokta henüz olabileceklerin yarısı bile değildi.

              Gözlerini çalıştığı masadan kaldırdığında saat 15.00 olmak üzereydi. Kalktı hazırlanmak üzere
      yatak odasına gitti. Tıslayarak açılan kayar kapılı kıyafet odası içindeki hologram Aydın’a iyi öğleden
                                                           12
S10DAN10C

      sonraları diledi. Ne giymek istediğini sordu. Kısa bir sessizlikten sonra iş ortamı ve arkadaş ortamına
      uyacak, aynı zamanda iç enerjisini yansıtacak spor bir pantolon, spor bir ceket, bir gömlek ve bunlara
      uyan kemer birleşimi düşündüğünü söyledi. Hologram Aydın’ın 3 boyutlu sanal görüntüsü üzerine
      programına daha önceden tanıtılmış giysi alternatiflerini 10 sn aralıklarla giydirerek göstermeye başladı.
      Giysi teknolojileri artık bir bilim dalı olarak anılıyordu. Nano fiber yapıdaki sentetik kumaşlar giyildiğinde
      ortam sıcaklığına göre renk değiştirebiliyordu. Pigment yapıları sıcaklık farklarına göre renk değiştirecek
      şekilde yeniden programlanmış olduğu gibi aynı zamanda artan ve azalan sıcaklık değerlerine göre
      sıcaklık geçirgenliğini kontrol edebiliyorlardı. Bu kumaşların bir özelliği de ışık altında kendi kendilerini
      temizlemeleriydi. Bu son özelliği nedeni ile çok tercih edilen bir ürün olmuştu. Ataları ilk kez 2000’li yılların
      başlarında Japonlar tarafından kullanmaya başlanmış ancak gelişen teknoloji ile bukalemun, böcek,
      ahtapot ve tropik balıklar gibi canlıların gen yapıları incelenmesi sonucu kontrol edilebilir alternatifli ürünler
      üretilmesine nano ve bio teknolojiler sayesinde imkân sağlanmıştı. Ayakkabılar giyilen kıyafet ile uyumlu
      olmak için her seferinde nano algılayıcılarını kullanıp kendi renk tonlarını belirleyebiliyordu. Bazı
      modellerde ise kullanıcı kendi tercihini yapabilsin diye opsiyonlar sunulmuştu. Bu teknoloji en çok bayan
      kıyafetlerinde ön plana çıkıyordu. Aydın seçimini yaptı. Yaz ayına ve hava değişimine uygun mikro hafif
      koyu kahve tonlarında bir ceket, düz beyaz gömlek ve altta koyu bej renkte devetüyü rengine çalan spor
      bir pantolon ile bunlara uyumlu kemer ve ayakkabı. Kıyafet onaylandıktan 40 sn sonra Aydın’ın karsısında
      askıda hazırdı. Giyindi. Dairenin kapısına doğru ilerledi. Aydın daireden çıktığında içeride çalan yumuşak
      müzik, müziğin ritmine göre uyumla dans eden ışıklar ve aydınlatma elemanları, hepsi 30 saniye sonra
      sustu. Daire pasif enerji koruma durumuna geçerek Aydın’ın dönüşünü beklemeye başladı.

                Aydın koridoru geçti, açık alana ilerledi. Karşısında hızlı asansörler vardı. Şeffaf bölmelerden
      birine bindi. Araçların park edildiği kata indi. Park görevlisinin bulunduğu odanın dışında yer alan aynaya
      gelişi güzel baktı. Halen genç ve dinamik göründüğünü düşündü. Bu arada aynanın arkasında saklı olan
      kızıl ötesi tarayıcı Aydın’ın biometrik ısı haritasını belleğindeki bilgilerle eşleştirdi. Park görevlisinin
      odasının önünden geçişini tamamladığı sırada nereden geldiği belli olmayan hoş bir bayan sesi kendisine
      iyi günler diledi. Bir dakika yirmi iki saniye sonra aracınız hazır olacak şeklinde bir bilgi mesajı bu dileği
      takip etti. Bir dakika otuz saniye sonra Aydın aracının içinde yerini almıştı.

               Yüksek olmayan bir sesle önünde direksiyonun hemen arkasında bulunan kontrol paneline
      gideceği adresi söyledi. Araç hafifçe kaymaya başladı, park alanından çıkarak kontrollü bir biçimde
      manyetik otoyola bağlanan yan yollardan birine girdi. Çok katlı manyetik otoyola bağlantı yan yollardan
      sabit hızlarda yapılıyor ve otoyola oranla biraz daha tenha oluyordu. Özel araç kullanımı bu çok katlı ve
      büyük binalar yapıldığından beri çok azalmıştı. İnsanlar genelde ya evlerinde çalışıyor yâda oturdukları
      devasa yapılardaki işlerine gidiyorlardı. Bu piramit şeklindeki binalar adeta arı kovanları gibi iş görüyordu.

                On yedi dakikalık bir yolculuğun sonunda kutlamanın yapılacağı yere ulaştı. Burası İstanbul
      Boğazının Avrupa yakasında eskiden Ortaköy denen yerdi. Son kıta hareketinden sonra Anadolu
      yarımadası bu noktada 1 km kadar daha Avrupa kıtasından uzaklaşmıştı. Eskiden kahvehanelerin ve ufak
      işletmelerin olduğu bölüm coğrafi olarak değişmiş kara parçasının içine doğru uzayan bir plato ortaya
      çıkmıştı. Kıyıdan 30 metre içeride başlayan, anfi-tiyatro gibi her basamağı devasa teraslardan oluşan park
      sorunu ve alt yapısı çözülmüş yüzlerce m2 yeşil alana sahip piramitlerden biri yapılmıştı. Teraslar 300 kat
      boyunca hep denize doğru cephelenmiş ve yemyeşil ağaçlıklı tabiatları içerisinde tıpkı bir zamanlar olduğu
      gibi bol iyotlu, oksijenli ferah bir oluşuma imkân vermişti.

               6.kattaki şirket özel salonunda Aydın için o güne uygun güzellikte bir kutlama hazırlanmıştı. Şirket
      6.katı özellikle seçmişti. Hem denizin güzelliğinden fazla yüksekte kalmamış, 6’lar konseyinin adına yakışır
      bir paralellik kurulmuştu. 6’lar konseyi son 108 yıldır aynı üyelerden oluşuyordu. Her bir üyenin 18 yıl
      başkanlığını yaptığı 6 dönemden oluşan 108 yıllık süreden sonra yıl bitiminde ilerideki 108 yıl için yeni
      seçilen kadroya görevlerini devredecekler, 12’ler meclisinde yerlerini alacaklardı.

                Son yüz kırk yılda Dünyada sayılar, renkler, müzik ve ışık çok daha farklı anlamlar kazanmıştı.
      Özellikle fotonik bilimi renk ve ışığın bilimi olarak genetik yapılardan, nano biyolojik yapılara kadar nerede
      ise hemen her alanda kullanılır olmuştu. Güneşin ışınlarını emerek enerjiye çeviren iletken nano boyalar
      bu teknolojinin geliştirdiği bir üründü. Bu sayede binaların enerji ihtiyacı karşılanıyordu. Hatta önceleri
      elektrikle yapılan aydınlatmalar artık nonofiber kablolar sayesinde doğal ışığı doğrudan istenen ortama
      yönlendiriliyor istenirse binaların iç yada dış duvarları ayarlanabilen bir lamba gibi aydınlatma amaçlı
                                                          13
S10DAN10C

      kullanılabiliyordu. Sağlık alanında ameliyatlarda hastanın içyapısını aydınlatmada soğuk ışık olarak nano
      fiber kablolar kullanılmaktaydı. Nano robotlar ise renk ve ses frekansları ile hareket ederek adeta
      duyguları olan, hissedebilen yorumlayabilen bio-mekanik yapılara kavuşmuşlardı. Gıda maddeleri
      üretiminde, doğal sebze meyve üretilmesi konusunda, tarlalarda yetişen bitkilerin olgunluk döneminde
      toplanması, hasar görmeden taşınması konularında çok güzel çalışmalar yapılmıştı. Gelecek bilim
      adamların ve sosyologların verdiği kararlar ile ürettikleri politikalar onaylanırsa hayata geçiriliyordu. Hayata
      geçirilen bu kararlardan birisi de toprak yoğun tarım yerine su yoğun tarım ve hayvancılığın
      geliştirilmesiydi. Yoğun insan emeği gereken konularda artık midibotlar, mikrobotlar, powerbotlar ve son
      olarak macrobotlar çalışıyordu. Elbette coğrafi konumlandırma sistemlerinin gelişmesi, kablosuz elektrik
      dağıtım ağlarının kurulması yenilenebilir enerjinin yoğun kullanılır olması robotlardan faydalanmayı ucuz,
      sorunsuz erişilir hale getirmişti.

               Gıda teknolojileri de gelişmeden payını aldı. Çok katlı topraksız üretim alanlarının oluşması, geri
      dönüştürülmüş kompozit malzeme teknolojilerinin hızla gelişmesi, enerjinin neredeyse bedava denecek
      kadar ucuzlaması, petrol türevi ürünlerin kullanımından vazgeçilmesi yenilenebilir enerjilerin kullanılmaya
      başlanması adeta buhar devriminin insanlık gelişiminde yaptığı çağdaşlaşmayı bir kere daha yaşatarak
      insanlığın boyut atlamasına neden oldu.

               Odysera aydınlık ve uçuk mavi odanın sol köşesinde açık büfenin hemen sağında durmuş Lyra ile
      sohbet ediyordu. Lyra da Odysera gibi Dünya dışı akıllı yaşam formlarından biriydi. Lyra dişi görünüşlü ve
      gri tonlarında olmasına rağmen aslında çift cinsiyetli bir uzaylıydı. Bu görüntüsü onun içinde bulunduğu
      dönemde üretkenliğinin daha fazla olduğu anlamına geliyordu. Odysera ise daha çok iri bir Afro-Amerikan
      görünümündeydi. Tek farkı rengi kahve ya da siyah değil koyu turuncu tonlarında olmasıydı. Bu ten rengi
      ona bambaşka bir hava katıyor ne giyse enerji dolu bir karakter yansıtıyordu. Alnından şakaklarına doğru
      uzanan iki adet kalın damar o konuşurken oynuyor, daha eğlenceli bir kişilik sergiliyordu. Genelde
      telekinezi yolu ile konuşmayı daha doğrusu düşüncelerini aktarmayı severdi. Ama insanlar ile bir arada
      olduğunda nezaketen o gür ama etkileyici sesini kullanırdı. Her ikisi de Dünyada sıvı gıdalarla beslenmeyi
      tercih ediyordu. Dünya gıdaları onların biyolojik yapısına sert gelebiliyordu. Mide yapıları asit benzeri
      salgılar üretmediği için İnsanlardan farklı biyolojik evrim geçirmişlerdi.

              Aydın içeriye girdiğinde orada bulunan eski ve yeni dostları hep birlikte alkışlamaya başladı.
      Sonrasında Aydın tebrikleri kabul etti. Hediyeleri toplantı odasının sol tarafında Odysera ve Lyra ile açık
      büfenin arasında bir yığın halinde toplanmıştı. Doğrusu bu kadar çok hediyeyi çok uzun zamandır
      almadım diye düşündü Aydın. Burada açmamı istemezsiniz umarım diye söze girdi. Hediyeleri göstererek.
      Bu kadar zamandır insanlara hitap eden, haber sunan, haber yapan, bizzat haberin kendisi olan ve
      nihayet uzun bir süredir evrensel haberler bölümünün yegâne müdürlüğünü yapan bir kişi olarak şimdi ne
      söyleyeceğini bilemiyordu. Bu tamamen kendisi ile ilgiliydi. Bu bir haber, bir başkası hakkında yorum, bir
      ülkenin meselesi değildi. Bu tamamen Aydın için düzenlenmiş tamamen ona hitap etmesi için yapılmış bir
      organizasyondu. Bir şeyler söylemeliydi. Yutkundu.

              Konuşması bittiğinde salonda herkes ayakta Aydını alkışlıyordu. Fuat yanına yaklaştı ve

              - ‘’ Bir kahve daha; ne dersin? Eh ne de olsa 140 yıl önce Sapanca gölü kıyısında birlikte içtiğimiz
      kahvenin üzerinden fazladan bir 100 yıl geçti. Onun hatırı bitmiştir .’’ dedi.

               Birlikte gülümsediler. Bu sırada Odysera ve Lyra Aydın’ın yanına yaklaşıyordu. Aydın gözlerini
      Fuat’tan ayırıp Odysera’ya döndüğünde bir patlama ile ürperdi. Ardından birkaç patlama daha oldu. Tüm
      salondakiler merakla konuşarak terasa açılan kapıya doğru hareket ettiler. Odysera eski dostunun elini
      sıktı sonra 4 parmaklı elini Aydının omzuna koyarak Lyra yanlarında olduğu halde terasa çıktılar.

               Saat 19.20 olmuş hava açık bulutsuzdu. Güneş batmadan önceki son 15 derecesine girmiş eski
      aydınlığını yitirmeye başlamıştı. Gökyüzü bir biri ardına Aydın için patlatılan havai fişeklerle daha da seyri
      güzel bir hal alıyordu. Adeta sonsuz mavilerde açan çiçekler gibi gökyüzünde bir anda beliriyorlar, tıpkı bir
      kelebek gibi ama kelebekten daha kısa ömürlü olarak var olup sonrada sonsuza kadar yok oluyorlardı.

             Hep birlikte Güneşin batışını terasta garsonların sunduğu içecekleri yudumlayarak seyrettiler.
      Hava kararmış gökyüzünü şimdi yıldızlar süslemekteydi. Biraz da serinlemişti. Tam o anda gökyüzünde
                                                         14
S10DAN10C

      kocaman yeşil harflerle Mutlu Yıllar Aydın yazısı belirdi. Bu lazer gösterisini terastaki son dakikalara
      saklamışlardı. Sonra hep birlikte salona döndüler.

               Aydın keyifli bir akşam geçirmiş, eski dostlarını görmüş, geçmişten, bugünden, gelecekten çok
      şey konuşmuş, uzayda her an başka galaksilere yol alan dostları ve arkadaşları hakkında bilgiler almış,
      son gelişmeleri öğrenmiş ve tabi bu arada biraz yorulmuştu. Eve döndüğünde saat 00,40 idi. Zaman ne
      çabuk geçiyor diye düşündü içinden. Sonra yatak odasına yöneldi. Kıyafetlerini çıkarttı. Yatak kıyafeti
      olarak uzun tek parça açık renk doğal pamuktan üretilmiş Arap erkeklerinin yerel kıyafetlerine benzer bir
      kıyafet giymişti. Hem rahat hem hareket kabiliyetini engellemiyordu. Bu akşam yürüyüş yapmayacaktı.
      Nasıl olsa bu gece için yaşlı bir adama göre yeterince hareket etmişti.

                Günler 2012 yılında gerçekleşen bir dizi uzaysal ve gezegensel boyuttaki değişiklikler nedeniyle
      22 saate inmişti. 21 Aralık 2012 tarihinde tıpkı mayaların, Sümerlerin ve diğer bazı uygarlıkların destansı
      metinlerinde öngördüğü kıyamet kopmuştu. 6 gün boyunca Dünya Güneşe hasret kaldı Dünyanın
      manyetik kutupları ani bir hareketle yer değiştirdi. Dünyanın dönüş yönü değişti. Yanardağlar faaliyete
      geçerken Pasifik Okyanusunda bazı yerlerde denizin altından yeni volkanlar yüzeye yükseldi. Etrafındaki
      sular önce kaynayıp buhar bulutları oluşturdu. Ardından su üzerine irili ufaklı farklı noktalarda yeni volkan
      adaları yükseldi. Bu arada volkanik hareketlilik nedeniyle farklı boyutlarda tusunami dalgaları okyanusları
      dolaşmaya ve karşılarına çıkan kıta kıyılarını kaplamaya başladı. Alçak kara parçaları tusunami ile gelen
      sular altında kaldı. Bazı önemli şehirler büyük hasarlar gördü. Halkın bir kısmı yüksek yerlere kaçarken bir
      kısmı da olanları vakurla karşılayıp ölümle tanıştı.

                Uzun senelerdir uykudaki volkanlar patlatılmayı bekleyen sivilceler gibi kısa aralıklarla faal hale
      geldiğinde çıkan gaz ve kül bulutları pek çok yerde kilometrelerce kare gökyüzünü gri bir örtü gibi kapladı.
      Kara parçaları yanardağlardan çıkan küllerin gökyüzünü örtmesi nedeniyle Güneşi göremedi. Sonra
      birden yağmur yağmaya başladı. Küller yağmurlarla denizlere, karalara o an bulundukları yerlere iniyordu.
      Yağmur sularına karışan küllerin oluşturduğu milyonlarca ton ağırlığındaki kül çamuru nehirleri önüne
      gelen her şeyi yutuyor, beraberine katarak daha büyük bir kütlesel harekete ve güce sahip oluyor, gittikçe
      güçleniyordu. İnsan yapısı oluşumları, binaları, köprüleri ve yaşam alanlarını örterek kullanılamaz hale
      getirmişti. Bu arada meydana gelen tusunamileri ve depremleri hesaba kattığımızda Dünya tam bir
      kıyamet yaşamaktaydı. İnsanların sağ kalanları dağlara, büyük açıklık alanlara kaçmaya çalıştı. 3 ay
      göçebe hayatı ve yokluk içerisinde yaşamak için savaş verdiler. Milyonlarca insan ve sahip olduğu tarih
      suların, lavların, kül sellerinin altında yok oldu. O gün Odysera ve arkadaşlarını ciddiye almayan pek çok
      ülke çok derin, silinmez acılar yaşadı. 7.gün gökyüzündeki bulutlar büyük oranda dağılmıştı. Uzaydan
      yeryüzündeki kara parçalarının büyük bölümü gri renkte görünüyordu.

               22 Aralık 2012 eski Dünyanın sonu, yeni Dünyanın ilk günü oldu. Dünya 297.manyetik taklasını
      yaşadı. Aydın o günleri çok iyi hatırlıyor hatırladıkça ürperiyordu. Dünyanın manyetik kutuplarının yer
      değiştirdiği o eşsiz ve gizemli anda yanında Odysera vardı. Odysera ile birlikte misafir olarak bulunduğu
      uzay gemisinden Dünyayı seyretti. Bir gezegenin kendi kendini yenileme gücünün en büyük boyuttaki
      hareketi gözleri önünde yaşanıyordu. Bu konuda elinden hiçbir şey gelmezdi. Yapabileceği tek şey bu anı
      ölümsüzleştirmek adına Fuat ile birlikte kayda almak olacaktı. Gelecek nesillere büyük önemli bir ders ve
      bilgi dokümanı olacak bu görüntüler beklide onların doğaya daha saygılı olmasını sağlayacaktı.

               O kötü günlerde çok acılar çekildi. Temiz suyun olmaması, beraberinde hastalıkları getirdi.
      Düzenin bozulması yağmalara neden oldu. Pek çok insan yağmalar sırasında öldü ya da diğerleri
      tarafından öldürüldü. Yeryüzünde büyük bir kargaşa hüküm sürüyordu. Doğa en iyi bildiği şeyi yaptı.
      Dünya kendi doğal yasasını bir kere daha üzerindeki yaşayanlar için uyguladı. Doğal seçim yöntemini
      devreye aldı. Güçlü olan yaşar kuralı en vazgeçilmez kural olduğunu ispatladı. Kas gücü akıl gücünü
      bastırmış görünüyordu. Akıl gücü kas gücüne karşı koymak için pek çok yol deniyordu. Tüm teknoloji
      çökmüş tüm elektronik ve manyetik yapılanmalar iflas etmişti. Araçlar ve manyetik motorlar çalışmadığı
      için hayat ilk çağlara dönmüştü. Yapılabilecek en güzel iş hurda medeniyet artıklarını toplamak, bunları
      yenebilir şeylerle takas ederek hayatta kalmaya çalışmaktı. Hayatta kalanlar ilkel yerleşim alanları
      oluşturmaya, ilkel barter sistemleri ile alış veriş yapmaya, bir birlerine yakın durarak güvende olmaya
      çalışıyordu. Ama geceler güvenli değildi. 6.ayın sonlarına doğru bazı hastalıklı, güçsüz kalmış gruplar
      insanlara saldırıp içlerinden kaçırabildiklerini yeme alışkanlığı kazanmaya başladı. Bu avlanma dürtüsü


                                                        15
S10DAN10C

      içindeki gruplara karşı yaşamaya çalışan diğerleri hastalıklı ve saldırgan grupları yok etmeye çalıştı.
      Savunma amaçlı yapılar oluşmaya başladı. Su ve yiyecekler en değerli ticari mallar haline geldi.

               Artçı depremler neredeyse 11 aydan fazla sürdü. Güneş eskiden batı denilen yerden doğuyor,
      doğu denilen yerden batıyordu. İslam’ın kitabı Kuran-ı Kerim’de yazılı olan bilgiler, Maya uygarlığının
      kehanetleri ve daha birçok kehanet gerçekleşiyordu. 21 Aralık 2012 tarihinden yaklaşık olarak 300 gün
      geçmişti ki Odysera ve arkadaşları yeryüzüne bir kez daha indiler. O günlerde yeryüzünde ciddi bir
      genetik temizlik yapıldı. Hastalıklı ve mutasyona uğramaya başlamış varlıklar kökten yok edildi. Yaşam
      yerleri imha edildi. Geri dönüşleri ve arlıklarını sürdürme olanakları sonsuza dek yok edildi. Yanmış,
      yıkılmış, yok olmuş bir sürü yerleşim alanı tek tek en ince ayrıntısına dek incelendi ve temizlendi.

                Ancak uzayda koloni gemilerine ve Dünyanın uydusu Ay içerisindeki yerleşim alanlarına
      yerleştirilen 8 milyonu aşkın insan için yaşamak her geçen gün biraz daha sıkıcı ve alışılmış, tekdüze hale
      gelmekteydi. Aktivite olmadan yemek yemekten, içmekten, uyumaktan başka şeylerle uğraşmayan bu
      kitlelerin amaçları yoktu. Sadece güvenli yaşam ortamının oluşması için zamanın geçmesini beklemek
      zorundaydılar. Bu düşünce çok moral bozucuydu. Amaca ulaşmak için çaba sarf etmeden beklemek,
      günlük hayatı yaşamak için, ihtiyaçları karşılamak için çalışmak zorunda olmamak başlangıçta keyifli gibi
      olsa da geçen sürede hayatın anlamını azaltıcı bir etki yapıyordu. Yoğun fiziksel aktiviteleri yoktu. 40 yaş
      altındaki gruplar için eğitim programları vardı. Ancak isteyen kişiler bu eğitimlere dâhil olabiliyordu. Günün
      belirlenen saatlerinde evren bilimi, evrendeki fizik yasaları, mevcut evren uygarlıklarının teknolojileri
      hakkında bilgiler içeren dersler veriliyordu. Öğrenim dereceleri uyum sağlayan yâda bu dersleri anlama
      yeteneğine sahip insanlar derslere kabul edilerek bilgi seviyelerinin yükselmesi sağlanıyordu. Örneğin tıp
      konusunda eğitim alan insanlar için düzenlenmiş evrensel tıp ve biyolojik yapılar konulu eğitimler vardı.
      Mühendislik konularında öğrenim görmüş insanlara evrensel fizik kuralları, bu kurallara uygun çalışan
      sistemler, uzay mekaniği gibi genel konularda bilgi aktarılıyordu. Derslerin Dünya dışındaki evren bilgilerini
      kapsaması, aktarılışı sırasında görsel ve tatbiki olması gibi nedenlerle oldukça ilgi çekiciydi. Katılanlar 1
      günde 100 yıllık bilgi yüklemesine maruz kalıyor, o ana kadar zor sandıkları şeylerin aslında sadece bakış
      açısındaki değişikliklerle nasıl basitleştiğine tanık oluyorlardı.

               Sosyoloji ve toplum bilimlerinde eğitim alan gruplar ise yeni Dünya geleceği, sosyolojik yapısı,
      yerleşimi hakkında bilgilendiriliyor ve o yönde eğitiliyorlardı. Günler eğitim zamanı ve sonrası olarak iki
      bölüme ayrılmıştı. Eğitim sonrası bölümler kültür konularına ayrılmış zamanlardı. Bu zamanlarda daha
      hafif dinlenmeye olanak sağlayan, insanların Dünyada yaşarken yapmaya alışık oldukları faaliyetlere
      benzer ilgilerini üst düzeyde tutacak, eğlenirken çok şey öğrenmelerini sağlayacak organizasyonları
      kapsıyordu.

               İnsan gruplarının temsilcilerinin önerileri üzerine keyifli sportif organizasyonlar düzenlenmeye
      başlanmıştı. Dünyada farklı spor dallarında yer alan kişilerden oluşan gruplar belirlenen şartlara uyarak
      kendi aralarında müsabakalar düzenlenmeye başlamıştı. Tüm çalışmaların esas ve önemli amacı
      insanları alıştıkları ortamdan fazla uzaklaştırmadan güvenliği sağlayarak bir arada tutabilmekti. Bu arada
      tüm yapılanlarla zaman daha hızlı geçiyor insanlar farkında olmadan gelecek günlere hazırlanıyordu.

               Birinci yılın sonunda monoton hale gelmiş olan günlük hayat insanlar için adeta yarı açık
      hapishane hayatı yaşamaktan halliceydi. Belirsizlik ortamını aşmak insanlara düzenli bilgilendirme yapmak
      amacıyla Aydın ve eski ekibinin görev aldığı arkadaşları Ay’da kurulan yayın merkezinden tüm kolonilere
      güncel bilgiler ulaştırmaya yeniden başlamıştı. Tek bir kanaldan yapılan genel yayın teknoloji sayesinde
      farklı sunum ve haber yapan konuşmacıların yer almasına rağmen her insanın kendi dilinde anlamasına
      olanaklı hale dönüşüyordu.

              Haber içeriğinde Dünyadan yakın ve uzak plan görüntüler vardı. Manyetik taklanın ardından
      yeryüzündeki değişimleri canlı olarak insanların takip etmesi ve içinde bulundukları güvenli ortamın farkına
      varmaları sağlanıyordu. Dünyalı bilim adamlarının açıklamalı anlatımları, eski büyük şehirlerin güncel
      görüntüleri, denizlerin, hava şartlarının mevcut durumu ve gelecek projeksiyonları, Dünya üzerinde kalan
      insan ve hayvan topluluklarının hayatta kalma savaşı, değişen güç dengeleri, Dünya hayatına ve koloni
      hayatına ait buna benzer pek çok haber günün 2.yarısında ilgi ile takip konular arasındaydı.



                                                        16
S10DAN10C




            17
S10DAN10C




      Bölüm 3

      Sapanca Ağustos 2011…




                Bu sabah Dünya dışı bir uygarlık çıkagelmiş Dünyanın tam saatlerini ayarladığı merkez üzerinden
      giriş yapmıştı. Dünyanın çevresinin neredeyse dörtte birini kat ederek Türkiye sınırları içerisinde Marmara
      Bölgesinde bulunan Sapanca gölü ortasına suyun içerisine konuvermişti. Halen etrafında yoğun bir bulut
      tabakası olan dev uzay aracı net olarak seçilemiyor sadece arada bulutların içerisinde belli belirsiz ışıklar
      fark ediliyordu. Sabahtan beri Ağustos sıcağında yöreye akın eden yerel medya, Dünya medyası ve çevre
      halkı şimdi akşamın alaca karanlığında aracın çevresindeki bulutsu katmanın altında daha fazla ışık
      oyununu seyredebilmekteydi.

                Gece bir kaç yer hareketi ve uzay aracından gelen inleme, fışlama, gıcırtı sesleri dışında sessiz
      geçti. Sabahın ilk ışıkları çevre köylerdeki horozların sesleri ile birlikte güne merhaba dedi. Çok uzun
      zamandır şehirde yaşayan insanlar horoz sesi duymamıştı. Horoz sesi şehirde yaşayan insan için cep
      telefonunda çalan esprili bir zil sesinden ibaretti. Oysa dün bölgeye gelen pek çok şehirli insan bu sabah
      horozların sesini ilk kez bu derece yakından canlı duyuyordu. Uzay aracının üzerindeki bulut seyrelmiş
      suyun sadece 3 – 4 metre üzerine kadar yoğun bir tabaka kalmıştı. Şimdi devasa uzay aracı tüm görkemi
      ile gözler önünde duruyordu. Belli belirsiz uçuk mavi tonlarda bir ışık haresi aracın dışını kaplıyor gibiydi.
      Bunu Güneşin ışıklarının ilk belirmeye başladığı sırada aracın 10 metre uzağında mavi ve uçuk yeşil
      tonlarda çıplak gözle zor fark edilebilen bir ışıma sonrasında insanlar fark etmişti. Hatta bu ışımanın su
      kesiti ile karşılaştığı uzun bir hat boyunca suda dalgalanma ve kıpırdama yoktu. Adeta su donmuş gibi
      gemiye yakın 10 metrelik bir alan hareketsiz dümdüzdü. Görüntüler ilk bakışta uzay filmlerinde
      seyretmeye alışık olduğumuz o koca uzay gemilerini düşman ateşinden koruyan koruma kalkanlarını
      hatırlatıyordu.



                                                        18
S10DAN10C

               Bu Sabah 06.00 haberlerinden itibaren TV kanalları uzay gemisinin görüntülerine yer
      vermekteydi. Dünya insanlarının bu eşsiz olayın her anını olay yerindeki insanlarla birlikte yaşamalarını
      sağlayan televizyonlar Dünya gündemini de hızla değiştirmişti. Tamda o anda yayın sırasında
      beklenmedik bir şey oldu. Geminin güney cephesinde oval 50 metre uzunluğunda ve 30 metre
      yüksekliğinde bir duvar ortadan sağlı sollu yana kayarak açıldı. Bir dakika geçmeden içeriden üç adet
      UFO önce yavaş hareketlerle sonra hızlanarak ileri fırladı ve göz açıp kapayana kadar yukarılara doğru
      sonrada her biri ayrı yönlere uzaklaştılar. Bu görüntü çok güzel bir şov olmakla birlikte bir o kadar da
      tedirgin ediciydi. Bunun anlamı uzay aracının aslında sanıldığı yada göründüğü gibi tek araç olmadığı
      anlamına geliyordu. Tıpkı Dünya denizlerinde dolaşan uçak gemileri gibi bir yapıya sahip olmalıydı. Bu
      düşünce insanın aklına ister istemez silahlı olacakları düşüncesini getirmekteydi.

             Tüm gün gibi geçen bir 4 saat sonra saat 12.15 de tüm Dünya uydularında kısa süreli bir kesinti
      meydana geldi. Hemen sonra Dünya televizyonlarında aynı anda aynı sahne yayınlanmaya başladı.
      Yeryüzünden yaklaşık 35 km yukarıdan Sapanca gölü ve çevresini gösteren bir uydu görüntüsü şimdi
      Dünya ekranlarını dolduruyordu.

                Ekranda mor ve yeşil dağlar ile bunlar arasına serpiştirilmiş gibi duran belli belirsiz yerleşim
      alanları ile ortada koyu lacivert bir göl ve bunun tam ortasında doğu batı istikametinde uzanan kocaman
      gri renkli oraya ait olmadığı her halinden belli bir kütle. Görüntü gittikçe ekranlarda büyümeye
      başladığında düz bir çizgi şeklinde olmadığı çeşitli girinti ve çıkıntılarının olduğu fark ediliyordu. En
      sonunda yeryüzünden 10 km mesafeden alınan görüntülerde dev kütle kabaca görülebilmekteydi.
      Gerçekten çevresinde ince uçuk mavi bir çizgi vardı. Bazen bu çizgi dalgalanarak aracın tüm çevresini
      nöbet gezer gibi bir kaç saniyede turunu tamamlıyor sonra hareketsiz kalıyordu.

               İnsanlar görüntüleri televizyonların görevli haber kanallarının yayınladığını düşünüyordu. Oysa hiç
      bir haber kanalı bu denli detaylı bir teknolojiye sahip değildi. Aynı anda tüm kanallara hükmederek tek bir
      kanal gibi yayın yapabilmek bu sektörde hayalden öte bir şey olamazdı. Hele de uydulardan tüm Dünyaya
      görüntü vermek en az 24 farklı uydunun aynı anda kiralanması ve senkronize olması demekti ki bu hiç de
      mantıklı ve karlı bir iş değildi.

               Uçuk mavi enerji korumasının biraz ötesinde sinek gibi uçuşan helikopterler belli belirsiz
      seçilmekte, hiçbir şekilde mavi banda yaklaşmamaktaydılar. Muhtemelen bu helikopterler aracın
      görüntülerini detaylı olarak videoya çekmeye çalışıyorlardı. Ancak birkaç geri dönen helikopterin video
      kayıtlarının bozuk olduğu ortaya çıktı. Bir şey manyetik ortama kayıt yapan cihazları bozuyor ve manyetik
      disklerinin kayıt almasına izin vermiyordu. Bununla beraber son teknoloji fotoğraf makineleri de görüntü
      almayı başaramamıştı. Televizyon kanalları için çalışan görüntüleme cihazları kaydetmeden yayın
      yapabiliyordu. Elbette bu görüntülerin uzak mesafelerdeki alıcılar tarafından kaydedilemeyeceği anlamına
      gelmezdi. O nedenle bu durumu fark eden kameramanlar haberleşme bantları üzerinden çalıştıkları
      merkezlerin kayıt masalarına bilgi aktarmışlar, gelen görüntülerin kaydederek yayınlanmasını istemişlerdi.

                Dünya kısa sürede hazırlıksız halde çok farklı bir teknoloji ile karşı karşıya kalmıştı. Aynı anda
      haberleşme uydularını tek amaç için yönlendirebilen bir teknoloji benzer askeri uyduları da kendi amaçları
      için kullanabilirdi. Dünyayı korumak, kendini korumak, hayatı korumak gibi ulvi ya da değil amaçlar için
      uzaya yerleştirilen askeri uydular her an insanlığın hedef olduğu bir amaç için bu aracı kullanan Dünya
      dışı varlıklar tarafından yönlendirilebilir demekti. Bu ciddi bir sorundu. Hedefi, amacı, gerekçesi ya da her
      neyse oluşumu bilinmeyen Dünya dışı zeki varlıkları barındıran bir uzay aracı vardı ortada. Yıllarca red
      edilen UFO’lar, uzay araçları, uzaylılar yoktur söylemleri hepsi artık önemini yitirmişti. Orada idiler ve inkâr
      edilemez bir şekilde kendilerini tüm Dünya halklarına Dünyanın anlayacağı en basit dille göstermişlerdi.
      Biz büyüğüz, biz varız, biz size göre daha gelişmiş ve güçlüyüz demişlerdi. Üstelik bunu söylemek için
      ağızlarını dahi açmamışlar, tek bir söz bile sarf etmemişlerdi. Hatta hangi dilde yayın yapsak da kendimizi
      anlatsak diye düşünmemişlerdi. Vardılar ve oradaydılar. Bu en bilinen anlatımla tam bir gövde gösterisiydi.
      Olanların tek net açıklaması buydu.

               Dün sabah insanların gündeminde farklı şeyler vardı. Petrol fiyatlarının artması, stokların ve
      rezervlerin azalması ile ortaya çıkan yeni kriz, yenilenebilen enerji kaynaklarının ne derece etik amaçlar
      için kullanıldığı, ozon tabakasının durumu, küresel ısınma, Rusya’nın Amerika ile yeni Dünya devleti


                                                         19
S10DAN10C

      kurma görüşmeleri, Güneşte meydana gelen patlamaların haberleşme ve elektronik sistemleri bozması.
      En önemlisi de tabi yüz yıllardır süren ekmek kavgası vardı.

                Bu sabah dün konuşulan gündem konularının tamamı bitmişti. Konuşulan tek bir konu vardı.
      Uzaydan gelen yabancı uygarlık, kullandığı korkutucu boyutlardaki dev uzay gemisi hatta o’da yetmez gibi
      yıllardır bir sır olarak Dünya gündeminde zaman zaman yer alan UFO’lar. Uzay gemisinin büyüklüğü?

              — ‘’ Evet, büyüklüğü ‘’ diye söze girdi Albay Doğan.

               - ‘’ Bizim hesaplarımıza ve uydu fotoğraflarına göre bu uzay gemisi 8’km uzunluğunda, 1’km
      genişliğinde ve 200 metre yüksekliğinde. 120 metresi su üzerinde ve 80 metresi suyun altında. Taşan
      suyun kapladığı alan ve gölün bilinen derinliği ile iniş yaparken yerleşmek amacı ile bazı yüksek kesimleri
      eriterek ya da ezerek tek seviyeye getirdiğini düşünüyoruz. Ancak karşımızda bu güne kadar bildiğimiz en
      büyük uçan cisim durmakta. Elbette tahmin ettiğiniz gibi bu cisim Dünya dışı bir medeniyetin ürünü. Bu
      sabah 08.00 den itibaren her saat başı helikopterlerimizin yaptığı gözlemlerde aracın dışının manyetik bir
      örtü ile korunduğunu, yaklaşan helikopterlerin motorlarında ve haberleşmelerinde bozulma olduğunu bu
      bozulmanın uzaklaşıldığında kendiliğinden düzeldiğini fark ettik. Koruma alanına 30 metreden daha fazla
      yaklaşamadığımızı ayrıca bildirmek isterim. Daha fazla yaklaşmaya çalışmak tehlikeli olabilir. Kıyıdan
      açılan 2 Zodiac botumuz da uzay gemisine 10 metre kadar yaklaşabildi. Ancak daha ileriye gidemediler.
      Uzay gemisine 40.metre kala botun motoru arızalandığı için 30 metre kadar bir mesafeyi elle kürek
      çekerek ilerlediler. Ancak görünmeyen bir engelle karşılaşarak ileriye geçemediler. Su altında bu engelin
      devam edip etmediğini anlamak için 18 metre derinliğe kadar 2 kurbağa adamımız daldı. Ancak bu engelin
      daha aşağılarda devam ettiğini tespit ettikleri için daha derine inmeye lüzum duyulmadı. Dalgıçlarımız
      yüzeye çıkarak kayıp vermeksizin botlarla kıyıya geri dönmüştür. Bu arada merak edenler için söylemekte
      fayda olabilir. Uzay aracından geri dönüşte 40 metre mesafe uzaklaşıldığında uzay aracına doğru
      giderken kendi kendine duran botun motoru gene kendi kendine çalışmıştır. Her hangi bir müdahale bu
      arada motorlara yapılmamıştır. Bu kaygı verici bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Teknik olarak
      henüz bizlerin bilmediği pasif engelleme sistemi ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyoruz.’’

               Albay Doğan Sapanca gölüne 4 km mesafedeki Cengiz Topel askeri hava alanının komutanı
      olarak 2 senedir görev yapmaktaydı. Bu askeri hava alanında daha çok Kocaeli Körfezi üzerinde uçuş
      yapan helikopterler ve birkaç nakliye uçağı yer alırdı. Genel olarak görevleri bir tehlike anında Gölcük
      Donanma komutanlığına havadan destek vermek, Marmara’nın adalar bölgesinden doğuya doğru yer alan
      bölgenin karadan ve denizden gelişen olaylarını izlemek, gerektiğinde denizlerdeki gemilerin
      pozisyonlarını ve çevre ile olan etkileşimlerini kontrol ederek olağanüstü durumları rapor etmekti. Ancak
      bugün gelişen olay tam anlamı ile yan mahallelerinde meydana gelmekteydi. Hatta yan mahalle demek
      hata bile olur. Kendi mahallelerinde olmaktaydı. Cengiz Topel hava üssünün doğu batı istikametinde
      uzayan 3,5 km. boyundaki pistlerinden daha uzun bir uzay gemisi simdi 5 km ötelerinde Sapanca Gölünün
      orta yerinde duruyordu. Gerçeğini söylemek gerekirse o büyüklükteki bir hava aracı için bölgede kimseye
      zarar vermeden inilebilecek tek güvenli alan gölün tam ortasıydı. Elbette taşan suyun verdiği zarar
      olmasaydı.

               Albay Doğan’ın emir eri Fatih adında masmavi gözlü zayıf uzun boylu bir delikanlıydı. Brifing
      salonunun kapısında gözü her an Albay Doğan’ın üzerinde, Ondan gelebilecek emirleri yerine getirmek
      üzere hazırdı. Brifing sırasında Muhaberattan birkaç haber kendisine teslim edilmiş onları bilgilendirme
      sonunda teslim etmek üzere bekliyordu. Albay Doğan kürsüye Yüzbaşı İhsan’ı davet etti. Uçuşlar
      sırasındaki gözlemlerini anlatması için mikrofonu İhsana teslim etti. Kürsüden indiği sırada Fatih
      komutanının yanına yaklaştı, esas duruşunu gösterdi. Elinde tuttuğu 3 adet A5 büyüklüğündeki not
      kâğıtlarını Albay Doğan’a uzattı.

               Doğan brifing salonunda protokol içerisindeki yerine oturduğunda saat akşam üzeri 16.00
      olmuştu. Gün çok hızlı geçmiş, oldukça fazla hareketlilik yaşanmıştı. Elindeki not kâğıtlarını sırası ile
      okumaya başladı. Notlardan birinde yüksek rütbeli birkaç komutanın adı yazıyor ve 18.00’da özel olarak
      bilgilendirilmek üzere Alayda olacakları bildiriliyordu. 2.not kâğıdında çevrenin güvenliği ve askeri destek
      konularında araması için bir komutanın adı ve haberleşme bilgileri yer alıyordu. 3. kâğıt ise en önemli
      komutandan yani eşinden geliyordu. Eşi uygun olduğunda evi aramasını istiyordu. Bütün bu koşturma
      içerisinde en önemli ve ciddiye alınması gereken not elbette ki en son okuduğu şifreli not’tu. Tüm
                                                       20
S10DAN10C

      komutanlar bunun ne demek olduğunu iyi bilirdi. Evde huzur, işte huzur demektir. İşte huzur ise Dünyada
      huzur anlamına gelirdi. Ev; tüm Türkiye, İş; tüm ordunun her kademesinde ulusal güvenlik demekti. Ulu
      Önder Mustafa Kemal’in ‘’ Yurtta Sulh, Cihanda Sulh ‘’ ilkesi Türk Ordusunun en önemli yol haritalarından
      biriydi

                 Doğan 42 yaşında olmasına rağmen halen bekârdı. Bir ara sözlenmiş hatta nikah tarihi bile
      belirlemişlerdi. Ama görev ağır basmış doğu görevi, batı görevi, koruma görevi, özel harekâtlar derken
      yıllar yıllara eklenmiş ve zaman çabuk geçmişti. Şimdi uçucu pilot olarak görev yaptığı günler geride
      kalmış bu hava alanında eğitim ve karakol görevini ifa etmekteydi. Bazen o koca kuşların pilotlar tarafında
      kalkışını, inişini izler onlar gibi genç olup o koltuklarda oturmayı şimdi oturduğu koltuğa yeğ tutardı.
      Geçirdiği kazadan sonra uzun süre yatağa bağlı kalmış olması sonrada göreve döndüğünde yer
      görevlerine atanması artık kendine ait bir helikopterinin olmaması hep bunlar hayatın ona getirdiği
      sürprizler olmuştu. Elbette zaman zaman 2.pilot koltuğunda oturup bazı izleme görevlerine gidiyordu.
      Ancak bunlar gençlik yıllarının ateşli zamanlarına pek benzemeyen görevlerdi. Doğudaki dağlarda terörist
      avladığı zamanlar artık çok gerilerde kalmıştı. Şimdi daha önemli bir görevi vardı. Uzay gemisi. Bu
      geminin içerisindeki olanlar her ne idiyse onun bölgesinde gelişiyordu. Gelecek günlerde bu bölge oldukça
      hareketli olacağa benzemekteydi.

               Aydın Sapanca otoban gişelerinden çıktı. Mahmudiye ile Gül dibi köyünü ayıran vadinin hemen
      batısına tepeye tırmanan yolun başından 2.km yukarıya gölün tam ortasına gelen yüksekçe bir yere araba
      ile tırmandı. Tabiri caizse manzara şimdi ayakları altındaydı. Çalıştığı TV kanalı aracılığı ile gelişmeleri
      Dünyaya aktarıyordu. Bulunduğu yer gölün su sınırına 2650.metre kuş uçuşu ve hemen ilerideki uzay
      aracına da ortalama üç kilometre mesafedeydi. Ağustos Güneşi altında gözleri inanılması güç bir
      manzarayı seyrediyordu.

               İki Zodiac askeri bot üzerlerinde her birinde 4 personel olduğu halde uzay gemisine doğru ilerledi.
      Sonra birden botlar durdu. Kısa bir hareketsizlik oldu. Ardından adamlar yanlarındaki küreklere asılıp uzay
      gemisine doğru kürek çekmeye başladılar. Gemiye on metre kala botlar ikinci kez durdu. Bu sefer adamlar
      kürek çekmelerine rağmen gidemiyordu. Görünmez bir duvar ilerlemelerini engelliyordu. Kısa bir süre
      sonra botlardan batı tarafında olanın her iki yanından toplamda dört kişi suya sırt üstü daldı. Birkaç saniye
      sonra önce birinin sonra da diğerlerinin kafası suyun üzerinde göründü. Sağ elleri ile baş ve işaret
      parmaklarını birleştirerek her şey yolunda işareti yaptılar. Hemen ardından su yüzeyinde kabarcıklar
      bırakarak suyun altına daldılar. Bu arada bottaki adamlar suyun üzerine çıkan kabarcıklardan suyun
      altındaki arkadaşlarının hareket yönlerini takip etmekteydi. Bütün bu hareketlilik Aydının ekibinde bulunan
      ve onlardan daha önce bulundukları yere gelip kameralarını kuran Vural ve Yalçın tarafından an ve an
      takip ediliyordu. Bu mesafeden tam da hizalarında meydana gelen bu fiili hareket onların diğer ekiplerin
      önüne geçerek daha hareketli bilgiler aktarmalarını sağlıyordu. Eh doğrusu bu oldukça iyi reyting demekti.
      Ne de olsa televizyon Dünyası reyting üzerinde dönüyordu. Ulusal kanalda olmak ve çalıştıkları tv
      kanalının ekonomik olarak güçlü olması kullandıkları takım ve donanıma da yansımıştı. Bulundukları
      mesafeden son derece detaylı ve net görüntü alabilmeleri bu gücün eseriydi. Ellerinde teknoloji harikası
      donanımları olmasa bulundukları yerin çok avantajı olmayacaktı. Böylece avantajlı konumlarına ve
      reyting’e veda edeceklerdi.

               Tunç 16 senedir kurbağa adam olarak donanmada görev yapmaktaydı. Bu sabah O’da diğer
      herkes gibi güne gökyüzünden gelen gürültülerle uyandı. İzmit’in güzel kıyı kasabası Değirmendere’de
      Donanmanın lojmanlarında oturuyor ve su altı bakım, onarım komutanlığının kadrosunda görev yapıyordu.
      Bu seçkin ve onurlu görevi sırasında pek çok su altı bakım, onarım, kurtarma ve araştırma görevine
      katılmış hayatının son 16 senesinin nerede ise yarısı suyun altında geçmişti. O nedenle su altında basınçlı
      ortamda bol oksijen ile hücreleri beslendiğinden 36 yaşında olmasına rağmen 27–28 yaşında bir delikanlı
      gibi görünüyordu. Saat 09,40 da emir geldiğinde O dalış kulesindeydi. Gelecek hafta bir denizaltının tüm
      personeline verecekleri eğitim aşamalarının kontrolünü yapıyordu. Bu dalış kulesi ya da çıkış kulesi tabiri
      belki daha doğru olurdu; denizaltı personeli eğitiminin bir aşamasıydı. Batan bir denizaltıdan yüzeye çıkış
      eğitimi bu kulede yapılıyordu. Kulenin hemen çıkış ağzında subaylar eğitimi izliyor ve personel hakkındaki
      değerlendirmeleri yapıyorlardı. Gene aynı katta bir de hiperbarik basınç odası vardı. Olası vurgun
      olaylarında tekrar aynı basınç ortamını yaratarak vurgun etkilerini ortadan kaldırmak amacı ile kullanılan
      bu basınç odası aynı zamanda yeni gelişen yardımcı tıpta hızla kendisini kanıtlayan hiperbarik tedavi için
      de kullanıma uygundu.
                                                        21
S10DAN10C


                 Saat 11.00de Cengiz Topel hava alanında brifing salonunda Albay Doğan’ında bulunduğu bir
      bilgilendirme toplantısı yapıldı. Tunç ve 3 dalgıç arkadaşı ile zodiacları kullanacak 4 personel ve kıyıdan
      takip edecek kadro ile havadan takip edecek 2 helikopterin ekibi bu toplantıda hazır bulundu. Saat 13.00
      olduğunda Zodiac ekibi bazı olumsuzluklara rağmen planlandığı gibi uzay gemisine yaklaşmış ve ilk dalışı
      gerçekleştirmiş, elde ettikleri bilgileri derlemiş ve kıyıya doğru küreklere asılıp botların burnunu Sapanca
      kasabası ile Kırkpınar köyü ortasına denk gelen ve Aydınlarında 10 derece batısına düşen bir sahile
      yönlendirmişlerdi. Ansızın zodiaclar’dan önce birinin sonrada diğerinin motoru çalışmaya başladı. Bu olay
      motorların uzay gemisine doğru giderken arızalandığı ve sustuğu sınırda gerçekleşmişti. Bu konuda elde
      ettikleri bilgilere ek bir bilgi olarak kayda geçtiler.

               Kıyıda bekleyen ekip zodiacları Unimogların arkasındaki çekicilere yerleştirirken dalış ekibi biraz
      ileride yere inen S70B Seahawk tipi deniz helikopterine doğru ilerlemekteydi. Ordu son 4 yıl içerisinde bu
      helikopterlerden 32 adet almış bunlardan 4 adedi halen Köseköy’deki Cengiz Topel Askeri Hava alanında
      arama, kurtarma, muhafaza ve araştırma amaçlı kullanılmaktaydı.

               Saat 15:00de Hava alanının brifing salonunda medya ve yerel yönetimleri bilgilendirmek amacı ile
      bir açıklama toplantısı düzenlenmişti. Bu toplantıda Albay Doğan şimdilik araştırma ve inceleme ile
      güvenliğin başındaki kişi olarak, Yüzbaşı İhsan uçucu ekibin komutanı ve olaylara yakından şahit olan kişi
      olarak, Astsubay kıdemli başçavuş Tunç yakın araştırma ekibi yetkilisi ve dalış amiri olarak hazır
      bulunacaktı. Çevrenin ileri gelen sorumluları olan Vali, Vali yardımcıları, Askeri yetkililer, bölge belediye
      başkanları ve medyadan yetkili kişilerin yer aldığı bu ilk bilgilendirme toplantısı oldukça dikkat çekiciydi.
      Çünkü ilk kez resmi ağızlardan bir bilgi halka yansıtılacak ve açıklanacaktı.

                Yzb. İhsan, Ast. Kd. Bş. Çvş. Tunç’la birlikte toplantı öncesi Albay Doğan’ın makam odasında
      Doğan komutan ile birlikteydi. Üçlü Genel Kurmay Karargâhında görevli üst düzey bir komutan ile güvenli
      bir hat üzerinden toplantı öncesi görüştü. Az sonra toplantıda konuşulacak konular ve anlatılacak bilgiler
      üzerinden geçerek mevcut durum değerlendirmesi yaptı. Açıklamalar sırasında ulusal güvenliği ve dış
      politikaları sıkıntıya sokmadan bu hassas durumu uygun bir dil ve akılcı bir yaklaşım ile ortaya koymak
      gerekiyordu. Politik ve ülke çıkarlarına ters düşmeyecek şekilde yapılacak açıklamalar daha sonra
      yapılacak açıklamalar sırasında diğer yetkilileri de sıkıntıya sokmamalı ve bağlayıcı olmamalıydı.

               Toplantı sırasında bazı belediye başkanları güvenlik konusunda tereddütlerini dile getirirken
      Sakarya Valisi ve Kocaeli Valisi ortak görüş olarak zabıta ve şehrin kontrol noktalarında yer alan
      personelin yönlendirilmesi için ordu ile irtibatı sağlayacak idari personeller belirleyeceklerini ve bölgedeki
      asayişin bozularak halk hareketi tarzı boyutlara ulaşmaması için önlemleri arttıracaklarını belirttiler. Bu
      tespit gerçekte hiçte yabana atılır bir konu değildi. Bölge halkının nabzı tüm gün boyunca bu bölgeden
      gelen haberler ile attı. Akşam saatlerine gelindiğinde 3 UFO gittikleri gibi geri döndüler ve ortalama beş
      dakika gibi kısa aralıklarla uzay geminin açık yan duvarından içeri girerek gözden kayboldular. Hemen
      ardından elli metrelik iki sürgü derin sessizliğin içinde dağlarda yankılanarak açıldığı gibi kapandı. Gemi
      tekrar sessizliğe büründü. Bu akşam çevre tepelerde bir önceki akşama oranla çok daha fazla ışık vardı.
      Yeni kurulan kamplar, Haber yayın istasyonları, seyretmek için gelen halkın arabalarının farları, ortalık
      panayır yeri gibiydi. Hatta gecenin ilerleyen saatlerinde ufak çaplı bir orman yangını bile yaşandı. Kamp
      ateşini yeterli görmeyip üzerine biraz daha kuru çalı çırpı ve yaprak atan ufak bir grup rüzgârın ani esmesi
      ile uçuşan kıvılcımlara mani olamamış ve hemen yakınlarındaki bodur maki tipi birkaç çalının tutuşmasına
      neden olmuşlardı. Tesadüf eseri bölgede devriye gezen bir jandarma kolu olaya müdahale etmiş ve
      yangın yayılmadan söndürülmüştü.

               Kocaeli itfaiyesi özellikle ihbarlara hızlı tepki vermesi ile Türkiye genelinde iyi bilinirdi. Pek çok ilk
      uygulamaya imza atmış bir teşkilat olarak Belediye başkanı ve Vali de gurur duyar her fırsatta övgüyü
      esirgemezdi. 1999 Gölcük depremi sırasında pek çok olayda kahramanlık gösteren itfaiyeciler 2000
      yılında dış ülkelerden yapılan araç ve gereç yardımları ile ileri teknoloji donanıma kavuşmuş, bunun
      hakkını da fazlası ile vermişlerdi. Rutin yangın önleme ve müdahale uygulamaları haricinde çevre sanayi
      kuruluşlarının ve ticari faaliyette bulunacak işletmelerin tüm yangın ihbar ve güvenlik sistemlerini detaylı
      olarak kontrol etmekte, kendileri ile ilgili konuda onay makamı olarak hareket etmekteydiler. Özellikle yaz
      aylarında bölge deniz ve göllerinde boğulma olaylarına müdahale amaçlı organizasyon kurmuş ve çevre
      dalış okullarına destek vererek ortak projeler üretmişlerdi. Elbette tüm bunlar ileriyi görebilen işini evi bilen
                                                          22
S10DAN10C

      bir müdür ve her ne kadar alıngan ve duygusal da olsa kafaya koyduğunu yapan ve yaptırtan önleme ve
      müdahale kısım sorumlusu Sinan beyin çabalarının sonuçlarıydı.

               Şimdilik bu iki adsız kahraman insan uzay gemisi ile ilgili bir olayda görev almamıştı. Ancak olası
      her tür durum için tetikte beklemekte ve hareket planlarını oluşturarak emirlerinde bulunan kadrolara
      gerekli hazırlıkları yaptırmaktaydılar. Çevre haritaları inceleyerek en çabuk müdahalelerin nerelerden
      yapılabileceğinin kararlarını vermişlerdi. Onlar her ne kadar silahlı değillerse de organize bir birlik olarak
      hareket ederek gerektiğinde araç ve gereçleri ile binlerce dekar ekili, dikili ya da orman arazisini savunan
      hain ateş ile savaşan şakaya gelmeyen savaşçılardı.

               Gece gemiden ve çevresindeki o mavi ışımadan dolayı bütün uçucu haşarat geminin üzerine
      doğru uçmuştu. Bu sayede çevrede gözlem yapmak, haber aktarmak, görev gereği ya da sırf meraktan
      toplanan insanlar da haşaratın rahatsız etmediği, gökyüzündeki yıldızların rahatlıkla seyredildiği inanılmaz
      bir gece geçirmişlerdi. Elbette sessizce ve merakla olabilecek farklı bir şeyleri beklerken kamp ateşlerinin
      etrafında nöbetler tutulmuş, pek çok kamp ateşinde nefis sucuklar metal çubuklara ya da çakı ile
      düzeltilmiş dal parçalarına geçirilip kızartılmış keyif yapılmıştı. O enfes, dayanılmaz sucuğun kokusu
      etrafa saçıldıkça yanında getirmeyenler yâda yakınlardaki bakkal yâda marketlerde bulamayanlar kokusu
      ile yetinmek zorunda kadı. Bu koku ölüyü bile mezardan çıkartırdı. Baştan çıkartıcı kokusu, hele taze
      beyaz ekmeğin içine domates ile birlikte konuldu mu tadından yenmez lezzetine doyum olmazdı.

               - ‘’ Acaba bu uzaylılarda kokuyu almış mıdır? ‘’ diye sordu Fuat. Az önce sucuk bulmak amacı ile
      birkaç km aşağıdaki köylerin bakkallarına girip çıkmış ama ondan önce hareket eden pek çok kişinin
      sucukların dibine darı ekmiş olduğunu öğrenince hayal kırıklığına uğramıştı. Çaresiz o da birkaç paket
      çerez ile biraz içecek alıp geri dönmüştü.

                Sabah saat 06.45 olduğunda ekipteki kameraman Hasan Fuat’ı uyandırdı. Uyandırmak için çok
      çaba harcaması gerekmedi. Fuat tavşan uykusundan kalktığında önce nerede olduğunu anlamaya çalıştı.
      Bir iki saniye sonra hatırlayarak yattığı yerden elinde pet şişe olduğu halde biraz uzaklaştı. Pet şişedeki
      sudan az bir miktarını avucuna döküp yüzünü sıvazladı. Dibinde kalan suyu ağzına dayayıp bir güzel
      midesine indirdi. Kapağını kapatıp yattığı yere döndü. Bu arada tek kelime etmedi. Sabahları afyonu
      patlamadan, ağzına birkaç lokma atmadan konuşmayı, selamlaşmayı, gülümsemeyi pek beceremezdi.
      Uyku tulumunu topladı. Biraz daha su içti, birkaç kraker attı ağzına. Sonra Hasana dönüp kocaman bir

              - ‘’Günaydın ‘’ dedi.

               Hasan bu selama karşılık verdi. Ardından uzay gemisinin bulunduğu yeri gösterdi. Geminin
      etrafında su üzerinde gemiye tam 10 metre mesafe boyunca uzayıp giden kahverengi bir çizgi vardı.
      Geminin mavi koruma alanı bitiyor ve bu kahverengi çizgi başlıyordu. Kısmen kalın yer yerde neredeyse
      fark edilmeyecek derecede ince bir çizgiydi.

             Helikopterler gece boyunca görev yapmıştı. Bu sabah içlerinden biri hava alanındaki haberleşme
      merkezine rapor gönderirken

                -‘’ Dün gece anlaşılan böcek kapanı iyi çalışmış, gölün yüzeyinde milyarlarca ölü böcek var ‘’ diye
      bilgi veriyordu.

              Gece boyunca uzay aracının dışındaki mavimsi ışığın büyüsüne kapılan bölgede ne kadar uçucu
      böcek varsa kilometrelerce mesafeyi bu ışığa doğru kat etmiş, sonrada ya o ışığın gücünden ya da
      yoruldukları için veya bilinmedik bir sebeple göl yüzeyine düşüp orada kalmışlardı.

              Bu sabah göl çevresi daha kalabalıktı.

             — ‘’ Az önce bakkala ekmek almaya indiğimde yoldan pek çok arabanın geçtiğini gördüm.
      Bakkalda ekmek saat erken olmasına rağmen kalmamıştı. Mecburen 2 km ötedeki fırına gittim. ‘’ dedi
      Fuat.



                                                        23
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4
S10 dan10c a4

Más contenido relacionado

Destacado

Öppna APIer gör din information tillgänglig för alla
Öppna APIer  gör din information tillgänglig för allaÖppna APIer  gör din information tillgänglig för alla
Öppna APIer gör din information tillgänglig för allaAndreas Krohn
 
Student centered marketing education
Student centered marketing educationStudent centered marketing education
Student centered marketing educationEileen O'Connor
 
Marketing battleships
Marketing battleshipsMarketing battleships
Marketing battleshipstomheath310
 
Resume Alok kumar
Resume Alok kumarResume Alok kumar
Resume Alok kumarAlok kumar
 
Presentation to zion baptist about futures, vrap & wia
Presentation to zion baptist about futures, vrap & wiaPresentation to zion baptist about futures, vrap & wia
Presentation to zion baptist about futures, vrap & wiaJohn Roland, MDiv, MBA
 
What Is a HERS Rating? | Home Efficiency Santa Fe
What Is a HERS Rating? | Home Efficiency Santa FeWhat Is a HERS Rating? | Home Efficiency Santa Fe
What Is a HERS Rating? | Home Efficiency Santa FePalo Santo Designs
 
Retarder - Company profile
Retarder - Company profileRetarder - Company profile
Retarder - Company profileLuca Rivoira
 

Destacado (13)

Эпоха социального SEO
Эпоха социального SEOЭпоха социального SEO
Эпоха социального SEO
 
El infinito
El infinitoEl infinito
El infinito
 
Indicador de confiança do empresário e consumidor
Indicador de confiança do empresário e consumidorIndicador de confiança do empresário e consumidor
Indicador de confiança do empresário e consumidor
 
11. gaia herriak eta hiriak
11. gaia herriak eta hiriak11. gaia herriak eta hiriak
11. gaia herriak eta hiriak
 
Öppna APIer gör din information tillgänglig för alla
Öppna APIer  gör din information tillgänglig för allaÖppna APIer  gör din information tillgänglig för alla
Öppna APIer gör din information tillgänglig för alla
 
Student centered marketing education
Student centered marketing educationStudent centered marketing education
Student centered marketing education
 
Marketing battleships
Marketing battleshipsMarketing battleships
Marketing battleships
 
Hírműsor
HírműsorHírműsor
Hírműsor
 
Resume Alok kumar
Resume Alok kumarResume Alok kumar
Resume Alok kumar
 
Presentation to zion baptist about futures, vrap & wia
Presentation to zion baptist about futures, vrap & wiaPresentation to zion baptist about futures, vrap & wia
Presentation to zion baptist about futures, vrap & wia
 
What Is a HERS Rating? | Home Efficiency Santa Fe
What Is a HERS Rating? | Home Efficiency Santa FeWhat Is a HERS Rating? | Home Efficiency Santa Fe
What Is a HERS Rating? | Home Efficiency Santa Fe
 
Actividad 1
Actividad 1Actividad 1
Actividad 1
 
Retarder - Company profile
Retarder - Company profileRetarder - Company profile
Retarder - Company profile
 

Similar a S10 dan10c a4

Stephen King Kara Kule Cilt2 üçüN çIzgileri
Stephen King Kara Kule Cilt2 üçüN çIzgileriStephen King Kara Kule Cilt2 üçüN çIzgileri
Stephen King Kara Kule Cilt2 üçüN çIzgileriramazan boztürk
 
Internet ve gazetecilik
Internet ve gazetecilikInternet ve gazetecilik
Internet ve gazetecilikniyaziayhan
 
Panora Çocuk Dergisi Temmuz-Ağustos 2018
Panora Çocuk Dergisi Temmuz-Ağustos 2018Panora Çocuk Dergisi Temmuz-Ağustos 2018
Panora Çocuk Dergisi Temmuz-Ağustos 2018panoraavm
 
Herkes 250 yıldır İstanbul’da neden büyük bir deprem olmadığını tartışıyor?
Herkes 250 yıldır İstanbul’da neden büyük bir deprem olmadığını tartışıyor?Herkes 250 yıldır İstanbul’da neden büyük bir deprem olmadığını tartışıyor?
Herkes 250 yıldır İstanbul’da neden büyük bir deprem olmadığını tartışıyor?Ali Osman Öncel
 

Similar a S10 dan10c a4 (8)

Solaris
SolarisSolaris
Solaris
 
İcerikler (no. 11-20)
İcerikler (no. 11-20) İcerikler (no. 11-20)
İcerikler (no. 11-20)
 
Stephen King Kara Kule Cilt2 üçüN çIzgileri
Stephen King Kara Kule Cilt2 üçüN çIzgileriStephen King Kara Kule Cilt2 üçüN çIzgileri
Stephen King Kara Kule Cilt2 üçüN çIzgileri
 
Kibir ve Gurur
Kibir ve GururKibir ve Gurur
Kibir ve Gurur
 
Internet ve gazetecilik
Internet ve gazetecilikInternet ve gazetecilik
Internet ve gazetecilik
 
Panora Çocuk Dergisi Temmuz-Ağustos 2018
Panora Çocuk Dergisi Temmuz-Ağustos 2018Panora Çocuk Dergisi Temmuz-Ağustos 2018
Panora Çocuk Dergisi Temmuz-Ağustos 2018
 
Rüzgar enerjisi
Rüzgar enerjisiRüzgar enerjisi
Rüzgar enerjisi
 
Herkes 250 yıldır İstanbul’da neden büyük bir deprem olmadığını tartışıyor?
Herkes 250 yıldır İstanbul’da neden büyük bir deprem olmadığını tartışıyor?Herkes 250 yıldır İstanbul’da neden büyük bir deprem olmadığını tartışıyor?
Herkes 250 yıldır İstanbul’da neden büyük bir deprem olmadığını tartışıyor?
 

S10 dan10c a4

  • 1. 2012 S10DAN10C SONDAN ÖNCE S10DAN10C Geleceğe mesajlar bıraktık. Önce mağara duvarlarına, sonra taşlara, sonra mimari eserlere, dağlara, ovalara kazıdık mesajları. Bir gün içinizden bir kişi çıkar ve anlar diye Sadece anlamanızı bekledik. Ali Gökcan 21.12.2010
  • 2. S10DAN10C Önsöz Uzay denen sonsuz ve soğuk karanlık boşlukta yalnız mıyız? Son zamanlarda pek çok insanın kendisine yâda benzer düşünceleri paylaştığı insanlara sorduğu sorulardan biridir. Değil mi? İnsan kendisini bildiği andan itibaren adeta soru cevap dünyasında yaşamaya başlar. O her yeni gün doğru cevaplar vererek kazanç sağladığı, yanlış cevapların bazen tüm doğruları sildiği bir Dünyada yaşar. İnsanoğlu denen varlık kendisine acaba neden insanoğlu denildiğini hiç düşünmüş olabilir mi? Yani bu kelime bize ne demek istiyor diye hiç araştırmış mı? Bu kelimeyi incelersek öncelikle ortada İnsan denen bir varlık var. Dünya denen gezegen üzerinde yaşayanlara onun çocukları yâda evlatları veya oğulları deniyor yani İnsanoğlu. O halde bu kelimenin kaynağındaki insan nerede? Kim ve nerede yaşıyor? Bizler neden sürekli gerçek kimliğimizi uçsuz bucaksız evrende durmadan araştırıyoruz? Yoksa kendimiz de dâhil pek çok varlığı kandıracak kadar zeki canlılar mıyız? Milyarlarca ışık yılı boyunda ve eninde bir evrende minicik bir gezegen dışında hiç birinde hayat yok mu? Bu kadar mı özeliz? Neden durmadan dinlenmeden birbirimizle savaşıyoruz? Neden güçlerimizi birleştirip uzaya açılmıyor yeni Dünyalar keşfe çıkmıyoruz? Dev transatlantiklere sahip ama uzayda yol alan dev gemilere sahip değiliz? Yaptığımız şey gerçekte yüzme öğrenmek için denize atlamaya korkup havuzda yüzüyor gibi yapmak mı? Cevap nerede saklı? Sadece kendimize ve ürettiğimiz her şeye hayran kalarak egomuzu şişirip, pohpohlayıp o devasa boşluğa bakmak yerine aynada kendimize baktığımız, ağaca bakmaktan ormanı göremediğimiz için beklide. Yaptığımız sadece bugünün tadını çıkartmak. Nasıl olsa Dünyanın henüz çivisi çıkmadı. Biraz daha yaşamak için ortam kötüleşsin, biraz daha kaynakları tüketip doğayı yok edelim. Sonra nasılsa bir yol buluruz. Belki de işimize gelen şey hep bu adam sendeciliktir. Biz zayıfı ezip güçlünün yanında yer almayı marifet bilenler topluluğu olarak Dünyamızı bilmediğimiz uzaydan gelen bir uygarlık teslim almaya çalıştığında gerçekten savaşacak mıyız? Yoksa kayıtsız ve şartsız teslim mi olacağız? Dibimize kadar gelmeyi göze alabilen bir uygarlık gerçekten bizden daha mı güçsüz olacak? Sanki biraz kendimizi kandırıyor gibiyiz. Acaba binlerce yıllık geçmişi olan Dünyada bilinen insanın var olmasından önce ve sonrasında günümüze kadar geçen sürede pek çok yabancı uygarlık gelmiş olabilir mi? Destanlar yazılalı binlerce yıl geçti. Yazılanlar bazen tekrar tekrar yazıldı ve değişti. Ama hepsi bir tesadüf mü? Belki de sadece o kadar eskiyi hatırlamadığımız için bugün görmezden gelip hayata kaldığı yerden devam etmek daha kolaydır. Bizden başka bu sonsuz evrende eğer uygarlıklar varsa bizden ne kadar farklılar? Geçmiş zamanlarda farklı amaçlarla dünyada oldular mı? Neden pek çok destanda yeraltı, yerüstü, deniz, doğa, güneş tanrıları var. Neden farklı kıtaların halklarının geçmişe dayalı destanları, hikâyeleri, anıları bu derece benzer? Birbirinden binlerce kilometre mesafede iki farklı kıtada aynı zamanlarda aynı anlatıma hatta aynı yazı karakterlerine sahip destanlar nasıl oluyor da bu derece görmezden gelinip hasıraltı ediliyor? Neden gerçekte ne olduğu sorulmuyor? Bugün bile nasıl yapıldığı halen bilinmeyen taş anıtlar ve eserler nasıl oluyor da binlerce yıl geçmesine rağmen karşımızda dimdik durabiliyor. Bazen genlerimizle, bazen tarihimizle, bazen güvenliğimizle ilgili müdahalelerde bulundular mı? 2012 yaklaşırken basımı yapılan, yayınlanan, anlatılan, incelenen kehanetler varken varoluşa katkıda bulunan görevli kadro tekrar aramıza dönüyor olabilir mi? Neden böyle bir şey yapıyorlar? Kim gerçek dost, kim değil? Tarihin içinde gizli kalmış destanlar yeniden hayat buluyor, Hint destanlarında havada uçuşan Vimanalar, Dogon kabilesinden Dünyaya aktarılan uzaylılar, Nommo’nun gemisi ve daha pek çok bilinmeyen bir sabah aniden bilinecek. Hazırlıksız, habersiz, Güneş kadar, Ay kadar apaçık bir netlikte buradayız, varız ve sizin için geldik diyecekler. Biz buna hazır mıyız? Peki, şimdi ne yapacağız? 2
  • 3. S10DAN10C SI0DANI0C Bölüm 1: Acta est Fabula ‘’ Oyun Bitti. ‘’ Bölüm 2: Yıllar hızla geçti… Bölüm 3: Sapanca Ağustos 2011 Bölüm 4: Omnia in numeris sunt ’’ Her şey sayılarda gizli. ‘’ Bölüm 5: ‘’ Büyük sıçrayışı gerçekleştirmek isteyen, birkaç adım geriye gitmek zorundadır. ‘’ Bölüm 6: ‘’ Eğer hücumun iyi gidiyorsa pusuya düşmüşsün demektir. ‘’ Bölüm 7: ‘’ Biz bu zamana ve yere misafiriz… Bölüm 8: Sol lucet omnibus ‘’ Güneş herkes için parlıyor ‘’ Bölüm 9: '' What hath God wrought '' Bölüm 10: İlk mesaj Bölüm 11: Ses ve Işık Bölüm 12: Tehlikede miyiz? Bölüm 13: Bilginin en büyük düşmanı cahillik değil… Bölüm 14: Dünyanın ilk uzay elçileri Bölüm 15: ‘’ Tanrı zar atmaz. ‘' Bölüm 16: AAlea iacta est ‘’ Ok yaydan çıktı. ‘’ Bölüm 17: Beneficium accipere libertatem est vendere. Bölüm 18: Ad astra ‘’ Yıldızlara doğru. ‘’ 3
  • 4. S10DAN10C Bölüm 1 Acta est Fabula ‘’ Oyun Bitti. ‘’ Takvimler 08 Ağustos 2011 yılını gösteriyordu. Günlerden Pazartesi ve insanlar haftalık sendromlarını yaşayıp hafta başı ilizyonlarında kaybolmak üzere koşuşturma içerisindeydi. İşi olanlar işlerine gitmiş geriye kalanlar yeni bir haftaya başlarken ne yapılıyorsa onu yapıyor, bazıları da geceden kalmış uyuyordu. Elbette bu gün önceki günlerden farklı değildi. Sadece içinde bulunan çağın adını 4
  • 5. S10DAN10C değiştirecek, bir çağı kapatıp yeni bir çağı açacak derecede sıradan bir gündü. Gelecek 1000 yılın belki de en önemli ilk günü olabilecek kadar sıradan. 08 Ağustos 2011 pazartesi sabahı saat 05.42’de gök gürültüsünü andıran seslerle koyu bir bulut şehrin hemen üzerinden geçti. Açık bırakılan balkon kapılarından ve pencerelerden yatak odalarına dolan o yoğun ses nedeniyle korku içinde sokağa fırlayanlar oldu. Bu üç dakika sürmeyen olay tüm şehirde, sabah haberlerinde günün konusu haline geldi. Sadece kısa süre önce gerçekleşen olay değildi konuşulan, gök gürültüsünden 12 dakika sonra meydana gelen 2,4 şiddetindeki sarsıntı da konuşuluyordu. Hatta çoğu insan bu gürültülü geçiş ile sarsıntıyı birbirine bağlayıp bir gök taşı olması ihtimalini üzerine tartışıyordu. Esas garip olan 2,4 şiddetindeki sarsıntı İstanbul’dan ve diğer illerden hissedilmemişti. Ama haber kaynaklarının sürati insanı şaşırtıyordu. Gürültüden sonra gelen bu hareketliliğin internette yer alması hiç uzun sürmedi. Sarsıntının merkezi Kandilli rasathanesi verilerine göre Sapanca gölü merkeziydi. Olay internet haber sitelerinde kısa sürede son dakika haberi olarak yerini aldı. Gökyüzündeki hareketlilik, ardından yeryüzünde meydana gelen kıpırdama pazartesi sabahının en önemli gündem konusu olarak başköşeye oturdu. Sapanca gölü üzerinde aniden yavaşlayan yoğun koyu bulut tabakası tam göl üzerine geldiğinde havada asılı durdu. Ardından dakikada 5 metre alçalarak gölün yüzeyinin büyük kısmını kapladı, hemen ardından o sarsıntı meydana geldi. Devasa kütlenin üzerine çökmesi ile göl suları hızla yükseldi. Güneydeki otoyolun göl seviyesine yakın alçak kısımları, hemen yanından geçen demiryolu, kuzeyde Kocaeli iline su sağlayan pompa istasyonu ile eskiden Seka kâğıt fabrikasının sosyal kampı olarak işletilen şimdilerde sosyal bir eğlence merkezine dönüşen alanı ve doğu uçta kalan sazlık alanları tamamen sular altında bıraktı. Göl kenarındaki 150 – 160 kadar villa ile 1999 depremi sırasında batan Sapanca otel’in yerine kurulan yeni otel bir anda su baskınına uğrayan bölgedeydi. Bu sabah ne olmuştu. İnsanlar birbirine bu soruları soruyor; TV ve radyolardan bu sorunun cevaplarını bekliyorlardı. Sonuçta beklenen cevap saat 07.00 de önce olayın olduğu bölgenin yerel birkaç kanalında 30 dakika sonra da ulusal kanalların hepsinden art arda yayınlanmaya başladı. Canlı yayında TV ekranlarında Sapanca gölü kenarında arkasında koyu bir sis görüntüsü olan spikerler konuşuyor ve gördükleri olayları halka kendi yorumları ile anlatıyordu. Sapanca gölü daha önceki tarihlerde destansı anlatımlara esin kaynağı olmuş, Coğrafyası gereği Karadeniz ile Marmara denizi arasında eski bir yeraltı denizi üzerinde olduğu düşünülüyordu. Osmanlı İmparatorluğu sırasında Karadeniz ile Marmara denizini bağlayan bir kanal projesinin en önemli geçiş noktası olarak düşünülmüş ancak gerçekleşemeden rafa kalkmıştı. Bir diğer hikâye ise eskiden burada bir köy olduğu, bu köyü ziyaret eden ulu bir kişinin köy halkınca horlanması sonrasında bölgenin lanetlenerek çöktüğü şimdiki gölün oluştuğu şeklindeydi. Şimdi yeni bir olaya daha adı karışıyordu Sapanca Gölünün. Gecenin en karanlık zamanı tan ağarmadan hemen önceki anıdır. İnsanların uykularının en derin yerinde, gecenin o karanlık anında dev kütle aniden belirmişti. Dış uzayda aniden var olmuş, daha önce yaklaşması izlenememişti. Türkiye saati ile sabah saat 05.30’da dış uzaya bakan tüm gözlem evlerinin tarayıcı ekranları ikaz veriyordu. Kısa süre geçmeden İngiltere üzerinden Dünya atmosferine giriş yapan büyük bir gök cismi hızla belli bir yönde irtifa kaybederek yere yaklaşıyordu. Yapılan ölçüm ve değerlendirmelere göre ortalama olarak 8. kilometre uzunlukta, 600 metre genişlikte yaklaşık 200 metre yükseklikte olmalıydı. 960.000.000 m3’lük dev cüsseli bilinmeyen bir gök cismi havada adeta süzülerek yoluna devam ediyordu. Dünya atmosferine girmesi ile tüm Batı ve Doğu Avrupa üzerinde gittikçe alçalarak havada düz bir yol izlemiş en son İstanbul ve Kocaeli il sınırlarını aşarak Sapanca gölü üzerinde havada kısa bir süre hareketsiz kalmıştı. Yerel saatle 05,54’de bu yoğun hareketlilik başladığı gibi bir anda son buldu. Bu inanılmaz süratli dev gök cismi nasıl olurda dinozorların sonunu getiren göktaşının yaptığı etkiyi yapmazdı. Alev topu şeklinde değil etrafı koyu bir sis tabakası kaplı olarak cüssesine ve hızına oranla yumuşak denecek bir iniş yapmıştı. Evet, bu bir meteor yâda kontrolsüz bir atmosfer olayından çok kontrollü önceden belirlenmiş bir rotada ilerleme ve inişti. Bu ciddi bir sorundu. Kontrollü iniş yapan bir şey kontrollü kalkış yapabilirdi. Bu durumda kontrol edilebilen bir şeydi. Bu şey her neyse kontrol edilebilen bir şey olduğuna göre birileri de bu şeyi kontrol ediyor olmalıydı. İyi 5
  • 6. S10DAN10C tamam hepsi hoş ama bugüne dek hiç o büyüklükte bir cisim uçurmamıştı insanoğlu. İnsanoğlu mu? O halde akla gelebilecek tek yanıt bu şey insanoğlu ile alakalı değil. Bilinen tarih boyunca olmayan, olmadığı iddia edilen, uzay hakkındaki tüm çalışmalarda hesaba dâhil edilmeyen bir uygarlık, hatta insanoğlundan daha ileri bir uygarlık var demektir. Acaba onları nasıl karşılasak Türk usullerinden misafirperverlikten anlarmı bu uygarlık? Acaba uygar bir uygarlık mı? Bir kahvenin kırk yıl hatırı var desek kahve mi ikram etsek? Yoksa yörenin meşhur pişmaniyesini genç öğrencilerin ellerinde çiçekler eşliğinde mi sunsak? Bütün bu tören saçmalığı bir yana bunlar bizim dostumuz mu yoksa düşmanımız mı? Dünyada yer kalmadı da neden su kaynağı olan gölün ortasına konmayı uygun buldular. Zaten küresel ısınma yüzünden yazlar daha kurak ve susuz geçiyor. Misafir dediğin edebi, adabı ile misafir olmalı. Koskoca iki şehrin su kaynağının ortasına gelip o kocaman şeyi kondurmak ne demek? Elbette halkın kafasında pek çok düşünceden bazıları bu tip şeylerdi. O halde şu andan sonra yabancıların ya da diğer bir söyleyişle uzaylıların varlığını yok saymak pek mümkün olamayacaktı. Hele de bu derece bariz orada dururken. Bu sabah olaydan sonra Türkiye’nin yurt dışı temsilcilikleri ve konsolosluklarının telefonları sürekli çalıyor insanlar bilgi almaya çalışıyordu. Sapanca gölünü gören tüm tepe ve açık alanlar sabah saat 08.00dan itibaren bölge halkının, yerli, yabancı TV kanallarının kameraları ve sunucuları ile dolmuştu. İşi olan olmayan bu sabah burada işe başlamış havası vardı bölgede. Büyük kocaman bir büyüteç şimdi Sapanca gölü çevresinden tüm Dünyaya olanı biteni anında gösteriyor koyu sis ve ardındakilere yönelik pek çok yorum yayınlanıyordu. Hatta öyle ki Amerika – Irak savaşını naklen yayınlamakla ünlü bazı kanalların Türkiye’deki çalışanları neredeyse kendi helikopter pistlerini kurma aşamasında olayı abartacak derecede profesyonel çaba içerisindeydi. Bugün televizyon Dünyası için çok önemli bir gün olmalıydı. Nerede ise son 2 yıldır Türkiye ve Türkiye de gelişen olaylar medya için bulunmaz haber kapısı olmuştu. Depremle birlikte her geçen gün daha da enteresan olaylar meydana gelmeye başlamıştı. Bu sabah ellerindeki haber çok yüksek reyting değerine sahipti. Karşılarında Amerikanın Irak’ı istilasını gösteren naklen savaş görüntülerinden hatta Dünya kupası maçlarından bile daha çok izleyiciyi ekrana bağlayacak; tüm gün sürecek nefes nefese seyredilecek, yorumlar yapılacak bu konuda uzmanların katılacağı tartışma programları hazırlanacak bulunmaz bir konu vardı. Bol reklâm, bol reyting, bol para kazanmak anlamına geliyordu. Hatta rekabet o derece büyüktü ki paralı kanallar bile sırf reklâmları halka ulaştırabilmek adına ‘’ tabi onlar bunun adına sonradan halkın bilgilenme hakkına saygılı ve ilkeli yayıncılık’’ diyeceklerdi kısa bir süre için ücretli olmaktan çıkıp herkesin seyredebileceği kanallar haline dönüşeceklerdi. Her yeni günde olduğu gibi bu gün de birilerinin şanslı ve birilerinin kötü günü olmalıydı. Peki, bugün Dünya için ne tür bir gündü? İyi mi? Kötü mü? Bugün uzaydan misafir bekleyen var mı? Neden bugün? - ‘’ Dünya bir dönemecin eşiğine gelmiştir. Şu yaşadığımız günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, bu sis dağıldığında ardından çıkacak olan bilinmedik bir uygarlık mı, dost mu, düşman mı? İnsanlığın hayatı değişecek ve ilerleyecek mi? Teknolojileri, bilgileri, varlıkları, yaşadıkları gezegen, oradan buraya nasıl geldikleri gibi bir sürü soru işaretinin cevapları önümüzdeki günler ve yıllar boyunca cevaplanmayı bekliyor.’’ Dedi Aydın Uğur. Sabah 06.10 da iki kişilik yatağında tek başına uyurken ısrarla çalan cep telefonunun sesi ile uyandı. Çalıştığı Era TV kanalının nöbetçi ekibi haberi vermek için aradığında Aydın yatağa gireli 3 saat olmuştu. Derin uyku halinde sımsıkı çekilmiş perdelerin arkasında yatağının o dokunulmaz sevecenliği içerisinde ne gök gürültüsü, ne de arkasından gelen yer sarsıntısını bilmiyordu. Son 9 aydır düzenli olarak her hafta Pazar gecesi bir önceki haftanın genel kritiğini uzman konukları ve ünlü kişilerle yaptığı haber ağırlıklı programlarından birinden çıkmış; Günün tüm yorgunluğunu atmak amacıyla diğer planlarını erteleyerek vakit geçirmeden evine gelmişti. Gecenin o geç saatinde İstanbul trafiği Türkiye’nin diğer şehirlerinde gündüz saatlerindeki trafiği aratmıyordu. Başka zaman olsa çalıştığı televizyonun yakınındaki çorbacıya uğrar bir çorba içer, sonra gecenin son anlarında sabahın ilk saatlerinde gündüze oranla tenha denecek İstanbul caddelerinin ışıkları altında evinin yolunu tutardı. Bu koca şehirde birilerinin uyumak için yatağa girdiği saatlerde birileri kalkıp işe gider, bir diğer grup ise eğlence için gittikleri eğlence yerlerinden çıkıp çorbacıların yolunu tutardı. 7 gün 24 saat yaşan dev bir yaşam alanıydı, destanların yaşandığı, adına şarkıların yazıldığı, Avrupa ile Asya’yı birleştiren İstanbul şehri. Şimdi sabahın bu saatinde çalıştığı televizyon kanalı evine bir yayın 6
  • 7. S10DAN10C aracı gönderiyor, derhal Sapanca’da kısa süre önce meydana gelen olayın kaynağına gidip tüm Türkiye’yi bilgilendirmesini istiyordu. Yolda tüm bilgiler kendisine aktarılacaktı. Aydın önce bir anlam veremedi. Neden kendi gidiyordu Sapanca’ya. Alt kadrodan pek ala birileri gidebilirdi; ya da şirkette birkaç yılını doldurmuş diğer spikerlerden biri yerine neden kendisi? Önce bunu düşündü. Belki detaylar eline ulaştığında bunun nedenini daha rahat anlayacaktı. Görev çağırıyordu, habercilikte saniyeler bazen çok büyük değer taşırdı. Daha fazla düşünmeden kalktı giyindi. Kendisine söylendiğine göre gerçekten çok önemli olmalıydı. Detayları seven sıkı bir yorumcuydu. Pek çok alakasız görünen konuyu havadan toplar haberin kokusunu alır ufak ama önemsiz görünen noktaları yakalar uç uca bağlayıp bazen dev balıklar tutardı. Özünde pozitif bir insan olmasına rağmen haberci kişiliği ile bir tezat oluşturuyordu. Bu sabah onca uykusuzluğuna rağmen pozitif yönü onu yataktan kaldırmış ve beklide hayatının en önemli haberine yollamıştı. Arada sırada yaptığı haberlerle damarına bastığı yâda canını yaktığı kişilerde olmuyor değildi. Bazen haddi aşan tehditler de alıyordu. Ama bu onun işi ve o işini severek son derece iyi yapıyordu. Çalıştığı Era TV kanalının gönderdiği naklen yayın aracının Aydın’ın evine ulaşması çok uzun sürmedi. Aydın telefonu aldıktan 15 dakika sonra oturduğu bloğun girişinde hazır olarak beklemeye başlamış 1 – 2 dakika sonrada beklediği araç sitenin girişinde güvenliği geçip Aydının yanına ulaşmıştı. Araca bindi selam verdi. Araç şoförü Fuat Yıldız, Aydının uzun yıllardır tanıdığı ve pek çok göreve birlikte gittiği güvendiği bir elemandı. Hem aracı kullanıyor hem de ışık konusunda asistanlık yapıyordu. Ayrıca araçta 2’de teknik yayın personeli vardı. Fuat, Aydın’a dönerek bir zarf uzattı. — ‘’ Bu zarfı size vermemi Ata Bey söyledi. Sabahın bu erken saatinde şirketteydi. Önemli olduğunu söyledi. Diğer 2 ekipte bizden önce yola çıktı. Oraya vardığımızda hazırlıklar tamamlamış olarak bizi karşılayacaklar ‘’ . Aydın bir an için şaşırdı. - ‘’ Bizden başka 2 ekip daha mı var? Bizden önce olay yerine gidip hazırlık yapacak ve bizimi karşılayacaklar. Ayrıca Ata Bey bu saatte şirkette mi? Neler oluyor? Ben uyurken Türkiye de ne oldu? Araçta bulunan 2 gençten biri ‘’ Nöbetçi ekip uzay gemisi falan diye bir sürü şey zırvaladı ama onlarda pek bir şey bilmiyorlardı belli ki. ‘’ dedi. Yol boyunca Fuat bildiği her şeyi Aydın’a anlattı. Bu arada bağlı oldukları televizyonun onlardan önce yola çıkan iki aracı ile de bir kaç kez gelişmeler hakkında telefonla görüştüler. Yerel televizyonlardan TV41 ve Kanal54 TV’ye ait Naklen yayın araçları Sapanca gölüne ilk ulaşan naklen yayın araçları olmuş ve sabah saat 07.00 haberlerinden itibaren tüm yerel kanallarda ve bazı ulusal kanallarda onların çektiği görüntüler yayınlanıyordu. Arka planda o görüntüler yayınlanırken ön planda da gösterildiği kanalın haber spikerlerince aynı konu farklı yorumlarla izleyiciye aktarılıyordu. Aydın yanında taşıdığı cep telefonuna merkezden gönderilen kısa videoları indirerek seyretti. Ayrıca bulundukları araçta yer alan birkaç ekrandan da diğer birkaç ulusal kanalın yayınlarını takip ediyorlardı. Yolda gidene kadar konu hakkında kısaca bilgi sahibi olmuştu. Fuat’ın kullandığı Naklen yayın aracı İstanbul-Ankara otobanı üzerinde meydana gelen kaza nedeni ile Kocaeli-Adapazarı yönünde İzmit Doğu çıkışından devlet yoluna çıktı. Buradan Sapanca ya doğru kıvrıla büküle giden yol gölün yükselmesi nedeniyle trafiğe kapanmıştı. Fuat bölgeyi daha önceden bildiği için geriye dönüp Suadiye köyü ile Balaban köyü üzerinden arka yollardan geçerek Sapanca’da kararlaştırılan noktaya kadar kumandasındaki aracı getirdi. Burası gölün neredeyse tam orta noktası Sapanca kasabasının da bulunduğu yerdi. Sapanca gölünün güney batısında turistik kayak merkezi Kartepe hemen üzerlerinde dimdik duruyordu. Maşukiye kasabası şimdi İzmit tarafında kalmıştı. Planlanan gözlem yerine vardıklarında saat 08.35’e geliyordu. Öncü ekibin sabahki yolculuğu sırasında edindiği yol tecrübesi ve GPRS sisteminin marifeti ile fazla zorlanmadan istedikleri yere gelebilmişlerdi. Pek çok araç yolda birbiri ardına trafiğe takılmış saatlerce de hareket açılacak gibi görünmüyordu. Kuzey doğuda tüm Sapanca gölü ayaklarının altında göz alabildiğine uzanıyor; Manzara insanı büyülüyordu. Ancak bu manzaraya ait olmayan sonradan oraya sanki resim düzenleme programları ile acemice 7
  • 8. S10DAN10C karalanmış gibi kondurulmuş uzun, geniş gri, mavi renklerde bir bulut tabakası vardı. Gölün en geniş yerine yakın duran bu bulutsu her iki kıyıya da eşit mesafede yerleşmiş gibiydi. Az önce üzerlerinden geçen 2 helikopter bulutun üzerinde kısa bir tur atmış ve şimdi tekrar geldikleri yere, hemen kuzeydeki Cengiz Topel askeri hava alanına yönelmişlerdi. Eskiden tank taburunu barındıran şimdilerde askeriyeye ait atıl bir arazi olarak duran yanık kasabası da hareketlenmiş ufak birkaç askeri konvoy o bölgede güvenliği sağlamak ve olası olayları engellemek için yerini almıştı. Gün Bir Pazartesi sabahı için oldukça hareketli başlamıştı. Sonrasında hareketlilik ilerleyen her dakika artarak devam etti. Pek çok ülke sivil gözlemcilerini bu bölgeye göndermek için girişimde bulundu. Üniversitelerden araştırmacı ekipler Sapanca gölüne doğru yola çıktı. Çevredeki otel, motel ve pansiyonlar bir gün içerisinde dolmuş geri kalan pek çok kişi çadırlarını gözlem yapmak için uygun gördükleri yerlere kurmaya başlamıştı. Arsa sahipleri bu küçük gruplara ufak bir ücret karşılığı çadır kurabilecek yer ayarlıyordu. Bölgede aniden hızlı bir ticaret başlamıştı. İnsanlık tarihinde; en azından bilinen yazılı tarihte böyle bir örnek belki destansı anlatımlarla yer almıştır. Hint destanlarında uçan arabalar, uçan halılar, uçan insan benzeri varlıklar, Yunan destanlarında gene buna benzer tasvir ve anlatımlar hatta aile yapılarına kadar inen detaylar, Mayalarda, Azteklerde, Afrika’nın bazı gelişmemiş bölgelerinde yaşayan kabilelerde hep bu tür destansı anlatımlar vardı. Oysa bu destan oracıkta o an yaşanıyordu. Tam zamanlı olarak orada gözler önünde tanımlanamayan bir cisim vardı. Bilinen tarih içerisinde modern insan ilk kez böyle bir olay ile karşı karşıya kalıyordu. Daha önceki tarihlerde pek çok tanımlanamayan uçan cisim rapor edilmiş, anlatılmış, videoya çekilmiş olabilirdi. Hiçbiri bu derece devasa ve bu kadar kişinin gözü önünde fütursuzca durmamıştı. Uzaydan gelen, bu Dünyaya ait olmayan cisim şimdi binlerce göz tarafından tanımlanabilir hale gelecekti. Zaman ilerledikçe Güneş gökyüzünde tepedeki tahtına çıkmaya başladı. Cismi çevreleyen koyu bulutun rengi iyice açılıyor neredeyse yarı saydamlaşıyordu. Sıcağın ve ışığın etkisi ile altında gizlediği her ne ise yüzeyinden yansıyan renkler bulutsu yapının üst bölgelerinde renk değişimlerine neden oluyordu. Bazı yerler daha koyu ve bazı yerler daha aydınlık görünüyor, insanların hayal güçleri ile bir şekil üretmesine imkân tanıyordu. Olayın ilk saatlerinden itibaren Amerika, Japonya, Rusya ve Çin konuya büyük önem göstermiş kendi uzay çalışmalarını yürüten bazı bilim adamlarını, askeri yetkililerini bölgeye gelişmeleri izlemesi için gönderme girişimlerinde bulunmuşlardı. Bu durum beklenmedik olduğu kadar Dünyanın gerçekte ne derecede küçüldüğünün bir göstergesiydi. Binlerce km ötedeki bilim adamı gene kendinden o derece uzak mesafedeki meslektaşları ile aynı ortamdaymışçasına aynı amaç için çalışmaya dâhil olabiliyordu. Son dönemde İnternet ortamının uydular aracılığı ile tüm coğrafyada kablosuz olarak ulaşılabilmesi, bilgi paylaşımının, görsel medya paylaşımının, şifreli, şifresiz pek çok bilginin atmosfer içerisinde havada belli bir düzen içinde dolaşıyor olmasının meyveleriydi bu sonuç. Son 5 sene içerisinde internet alanında pek çok teknoloji gelişmiş cep telefonları ve hepsi bir arada cihazlar piyasaya çıkmıştı. TV, gazete, müzik, görüntülü haberleşme, dijital kitaplar, sesli kitaplar, dijital uydu yer konum belirleme gibi hizmetlerin hepsi tek bir cihazda toplanmıştı. Bu aletlerden birine sahip olan her hangi biri kaybolamaz, günlük özel ve iş hayatından eğer isterse uzaklaşamazdı. Para günlük hayatta para cüzdanlarında taşınan bir değer olmaktan çıkmış kolayca ulaşılabilen banka hesaplarındaki sayısal değerler haline gelmişti. Para koymak için kullanılan para cüzdanları yerini zamanla plastik kartları düzenleyen gereçlere bırakmıştı. Paranın yerini ilk başlarda plastik kartlar aldı. Ardından bu kartlarda yavaşça evrim geçirerek sadece istenen her hangi bir objeye yapıştırılabilen yâda içerisine gizlenebilen manyetik bantlar haline geldi. İnsanlar son zamanlarda bankalara uğramıyordu. Uzun süredir hepsi bir arada cihazlar ile kişisel vatandaşlık numaralarını kullanarak istedikleri işlemleri vakit kaybetmeden her hangi bir yerde internet üzerinden yapabilmekteydiler. Dünya üzerinde şimdilerde tartışılan başka bir konu sağlık ve kişisel güvenlik numaraları ile ev, iş ve cep telefonlarının tek numaraya endekslenmesi düşüncesiydi. Dünya üzerindeki her bireyin evrensel numarasının olması, bu evrensel kayıt numaralarının Dünyanın her noktasında sadece o kişiyi tanımlaması aynı zamanda sonsuza dek her uygulamada kullanılmasının sosyal hayat ve kişi özgürlüğüne 8
  • 9. S10DAN10C getireceği denetim ile olumlu ve olumsuz yönleri konuşuluyor her şeye neredeyse dijital olarak çözüm bulunmaya çalışılıyordu. Tabi bir de bu sabah gölün ortasında boylu boyunca uzanan bu dev uzay cismi vardı. Şimdi dijital çağın önünde koskocaman ve sanal ortamdan uzak bir kütle olarak gündemin tam ortasında oturmaktaydı. Bu hesapta olmayan, planlanamayan, önceden tasarlanmamış gelişme şimdi pek çok değişikliği beraberinde getirecekti. Her şeyden önemlisi bu şey her ne ise bir tasarımın ürünü olmalıydı. Bu tasarım akıllı varlıklarca tasarlanmış ve bugün buraya getirilmişti. Kötü düşünmek için bir neden var mı? Bunu zaman gösterecek. Ama binlerce yıldır savaşan insan ırkının en iyi bildiği şey ‘’ Düşmanına karşı sürpriz yapma hakkını sonuna kadar kullanmalısın’’ kuralıydı. Bu kural ‘’ düşman seninle savaşmaya hazır olmadan düşmanını yok et’’ der. Başka bir deyişle ilk vuran kazanır mantığı. Ama bugün burada düşmanca bir tavır yok. Belki de bu şey arızalandı ve mecburi iniş yaptı. Belki bu karşılaşma onlar için de beklenmedik bir olay olmuştur. Kim bilir? İnsanoğlu binlerce yıldır hep sabırsız ve meraklı olmuştur. Bu sabırsızlığını yenmek için pek çok özlü söz söylemiş, pek çok yol icat etmiş pek çok felsefe geliştirmiştir. Bütün bunlara rağmen 21.yüzyılın başında dahi aceleciliğine ve sabırsızlığına dizgin vuramamıştır. Merak insanlığın ilerlemesine yardım eden en ciddi güdülerden biridir. Ancak bu içgüdüsel hareket ilerlemeyi sağladığı gibi yaşadığı Dünyanın da doğal dengesini alt üst etmiştir. Şu an ise tüm Dünya artık milyonlarca yıldır merak ettiği bir konuyu daha gözleri ile görebilecek, belki duyabilecek ve bir bilinmeyen merak ettiği konudan ‘’ Evrende yalnız mıyız? ’’ sorusunun cevabına bedel olarak binlerce bilinmeyen merak konusuna hapsedilecek. Fuat naklen yayın aracına girdi. İçeride her zaman bir kahve makinesi, kahve çeşitleri ve elbette atıştırmalık bir şeyler bulunurdu. Arada sırada sallama çay ve bitki çayları da bu menüye dâhil olurdu. Eh tabi mevsim yaz olduğunda minik buzdolabının içerisinde duran içecekleri söylemeye gerek yok. Araçlarda kullanıma uygun hazırlanmış kahve makinesinin su haznesinde suyu kaynattı. Kahveleri hazırladı. Henüz sabah olmasına rağmen Güneş kış aylarına oranla oldukça yükselmişti. Buna rağmen dağın eteklerine doğru inen bol oksijenli serin bir esinti insanı arada ürpertiyordu. Bu kahveler ayılmak için iyi gelecek diye düşünerek arabadan çıktı, servisi yaptı. Eh böyle bir manzara karşısında böyle önemli bir günde içilen bir kahvenin de her halde 40 yıl hatırı olurdu. Kahveler içildi. Saat 09.00 Aydın 15 dakika süren ilk naklen yayını sunmuş konu hakkında yolda yaptığı görüşmelerden ve Fuat’ın kendisine anlattıklarından yola çıkarak gördüğü manzarayı, havada uçan helikopterleri ve çevredeki hareketliliği sunumuna malzeme olarak kullanmıştı. Farklı açılardan üç kameranın yardımıyla yaptığı yayından hemen sonra naklen yayın aracının içine girdi. Cep telefonundan arayan Ata Bey ile kısa bir görüşme yaptı. Naklen yayın aracının içi ses konusunda iyi izole edilmişti. Telefon görüşmesini bitirdi. Araçtan dışarı çıktı. Bir an Güneş ışıkları gözlerinin kamaşmasına neden oldu. Ancak onu daha çok şaşırtan çevredeki insan sayısının artması ve araç trafiğinin yoğunlaşması ile bulundukları tepeye hücum eden ses yoğunluğu idi. Bulundukları yer neredeyse bir anfitiyatro etkisi yapıyordu. Aşağılarda oluşan ses tepelere doğru yankılanarak artmıştı. Ancak bunun tek sebebi artan insan ve trafik değildi. Bulundukları yerin tam karşısında gölün ortasında duran o dev cüsseli cismin dışından ortamdaki seslerin yansıması ciddi bir etken olmalı diye düşündü. Önceleri göl üzerinde dağılan ses şimdi bu dev duvara çarpıyor ve tepelere yansıyordu. Aydın bu düşünceler içerisinde yürüdü. Ekip üyelerinin hızlı bir şekilde kurdukları 4 ayaklı bez çardağın altına ulaştı. Portatif masanın etrafında bulunan boş sandalyelerden birine kuruldu. Yalçın ekibin en genç elemanıydı kameraları ekip araçlarından birine bırakmış yiyecek, içecek kutuları ile bardak ve benzeri eşyaları düzenlemekle oyalanıyordu. Az sonra o da iki plastik bardağı sağ elinin orta parmağı ile işaret parmağı arasına sıkıştırmış, bir elinde hazır ayran şişesi diğerinde soda şişesi ile Aydın’ın karşısındaki boş sandalyeye gelip oturdu. Önce ayranın alüminyum korumasını itinayla açtı, ardından masaya koyduğu bardaklardan birini yarısına kadar ayran doldurdu. Kalan yarım ayranı da diğer bardağa boca etti. Soda şişesinin kapağını çevirerek açtı. Bardakların kalan kısımlarını taşırmadan dikkatle 9
  • 10. S10DAN10C doldurdu. Soda ile buluşan ayran önce köpürdü, sonra sakinleşti. Bu Güneşin altında soğuk ve serinletici daha başka ne olabilirdi. İki adam ellerinde soğuk içecekleri karşılarında göl manzarası ve gelecek bin yılın tarihinin yazılmaya başlandığı bir coğrafyada sessizce oturdular. Bu durgunluk biraz sonra başlayacak ve ne zaman biteceğini bilmedikleri bir maceranın başlangıcıydı. İleriki günlerde karşılaşacakları şeyler her ne ise bugüne kadar yaşadıklarına pek benzemeyecekti. Sessizlik içerisinde yaklaşık onbeş dakika göz açıp kapayana kadar geçti. Şehrin gürültüsünden uzakta yaşanan son onbeş dakika. Üzerlerine doğru gelen askeri helikopterin önce motorunun ardından da havayı kesen bıçaklarının sesi yavaşça yaklaştı. Tepelerine geldiğinde son limitine ulaşan ses uzaklaşan helikopterin arkasına takılarak peşi sıra göl üzerine doğru yöneldi. Güneş gökyüzünde yükselmeye devam ediyordu. 10
  • 11. S10DAN10C Bölüm 2 Yıllar hızla geçti… Bu sabah Güneş Mayıs ayı için oldukça parlak ve güzeldi. Uzun zamandır yağmur yağmamış son bir kaç aydır kuzey yarım kürede iklim oldukça sıcak geçmişti. Nisan ayının bitmesi ile hava daha da ısınmış senenin en sıcak günleri yaşanır olmuştu. Tertemiz bol ılık su ve arındırıcı mor ışıklar altında alınan duş güne hazır olmak için bildiği en iyi yoldu Aydın’ın. O muhteşem günden bu sabaha Dünya zamanı ile tam 140 sene geçmişti. Oysa Aydın halen 140 sene önceki görüntüsüne ve vücut dinamizmine sahipti. Adeta bir zaman makinesine binmiş ve bu zamanda inmiş gibi hissediyordu kendini. İstanbul 140 sene önceki İstanbul değildi. 300 Katlı piramit şekilli 10.000 daireli dev yapılardan oluşan 14 milyon nüfusa sahip; sitelerden kurulu dev bir anakent olmuştu. Kentin önemli kademelerinde görevli 3.000.000 insan ve ailesi bu devasa yapılarda oturuyordu. Her piramit sitesi kendi içinde yönetimlere sahip kolonilerdi. İçlerinde binlerce m2 yeşil alan, spor merkezleri, taşıt park alanları, hızlı ulaşım yolları, kendi iç politikaları, Dünya ile etkileşimli haberleşme ağları vardı. Son 25 yılda İstanbul’da bu tür 300 piramit site yapılmıştı. Özellikle kompozit malzemelerin çeşitliliği, hafifleyen beton karışımları ve her tür atıktan elde edilen 11
  • 12. S10DAN10C binlerce farklı yapı elemanı, binaların daha kolay üretilmesini sağlıyordu. Yedi tepeli şehrin her biri dev gibi 300 tepesi daha olmuştu. Kalan diğerleri ise merkeze biraz daha uzak olan ancak yeraltı ve yer üstü tüm sorunları çözülmüş modern geniş arazilerde oturuyorlardı. Fabrika tipi üretim alanları ve tarımsal üretim sahaları yeraltına indiği için yer üstü son 40 senedir tamamen yerleşim amaçlı kullanılıyordu. Optik biliminin gelişmesi ve nano bilimlerin katkısı yeraltında güneş santralleri ve enerji üretim tesislerinin kurulmasını sağlamış neredeyse bedava denecek maliyetteki elektrik enerjisi sayesinde üretim verimliliği ve uzantısı olan her konu daha ulaşılabilir olmuştu. Aydın her sabah olduğu gibi duşunu almış hafif bir kahvaltı yapmış çalışma odasına geçip halophonu açmış gelen mesajlarına bakıyordu. Bu arada dışarıda trafik yoğunlaşmaya başlamıştı. Aydın bulunduğu piramidal sitenin 278.katında yaşıyordu. Çalışma odasının provisio’sundan tüm yakın ve uzak Dünyayı izleyebiliyor, istediği her bilgi ve görüntüye sadece kelimelerle ulaşabiliyordu. 20 yıldır rakamsal değerlere ve matematiğe renkler eşlik etmeye başlamış notalarla yazılan müzikte bile büyük değişimler gerçekleşmişti. Müziğin evrenselliğinin pekiştirilmesi, renklere dönüşebilen notalar ve notalara dönüşen renklerle daha zenginleşmişti. Öyle ki ünlü ressamların kurtarılabilen geçmiş yüzyıllara ait resimlerindeki ahenk seslerle ve klasik müzik eserlerindeki notaların dansı da renklerle anlatılabilir olmuştu. Sanatta bu gelişmeler olurken bilimde pek çok hızlı gelişimler yaşanmıştı. Biyoenerji alanında yoğun bir aşama kaydedilmiş, mikro cerrahiden sonra nano cerrahi devri başlamış insansız mini robotlarla müthiş ameliyat teknikleri geliştirilmiş, ışık, lazer teknolojileri kullanılarak buhar devrinden itibaren gelişen ağır, kirli, emek yoğun üretimler daha az emek daha yoğun teknoloji isteyen sistemlere terk edilmişti. Manyetik alan bilimi ve buna bağlı gelişen bio-manyetik alan, telekinezi bilimi, ışık bilimi, mikro ve nano bilimleri, gen teknolojisi ve nano biyoloji bilimi gibi konular çağa damgasını vurmuştu. 2151 yılının Mayıs ayında İstanbul’da yaşananlar 2011 yılının Ağustos ayında yaşananlara benzemiyordu. Hatta aynı Dünyaya da benzemiyordu. Aydın oturduğu masadan kalkmadan sol duvara dönerek ‘’Portakal suyu lütfen ‘’ dedi. Sonra hani derler ya bıyık altından gülmek deyimi ile eş değer bir gülümseme yüzünü aydınlattı. Yaptığına kendi bile gülmüştü. Öyle ya eskiden kendisine söylenilen sözlere tepkisiz kalan insanlar için kullanılan bir deyiş vardı. ‘’ duvara mı söylüyoruz ‘’. Veya kulağı duymayan engelli kişilere için ‘’duvar gibi sağır‘’ denirdi. Hatta ‘’ bu kadar konuşmayı duvar ile yapsam anlardı ‘’ gibi pek çok özdeyiş artık tarih olmuştu. Duvara portakal suyu ısmarladığınızda sehpanız Mutfağa gidip kendi kendine portakal suyunu alıp dökmeden yanınıza kadar getirmezdi. Üstelik istediğiniz sıcaklık değerinde. Eh tabi bütün bunlar gelişmenin meyveleriydi. O sırada saatin 10.00 olduğunu bildiren renk tonu tavanı kapladı. Aydın başını 3 metre yüksekliğindeki tavana çevirdi. Bir süre geçen zamanı düşündü. Sonra tekrar işine döndü. Bugün Aydın için önemli bir gündü. 183. yaşının yıldönümüydü? Akşamüzeri merkez ofiste kendisi için bir kutlama düzenlenmiş, Eski dostları ve yeni dostları hepsi orada olacaktı. Geçmiş günleri hatırlayıp hoş vakit geçirmeyi Aydının doğum günü bahanesine bağlamışlardı. Bu öğleden sonra Aydın yeni dostu Odysera’yı de 27 sene aradan sonra tekrar görebilecekti. Odysera Aydın için çok değerli bir arkadaştı. Aydının 140 yıl önce ilk temas kurduğu Dünya dışı akıllı yaşam formuydu Odysera. Günler Odysera ile karşılaştığı andan sonra Aydın için çok daha macera dolu geçmişti. Her geçen gün Farklı ortamlara giriyor, farklı enerjilerle aşılanıyor, hiç bilmediği renkler, sesler, enerjiler ile yıkanıyor, hücreleri adeta yeniden ve yeniden doğuyordu. Bütün gelişmeler içinde kendini zinde ve güçlü hissediyordu. Zaman Aydın için 140 yıl önce durmuş, bedeni 140 yıldır bir sene bile yaşlanmamıştı. Ölümsüzlük iksiri içmiş gibi hissediyordu kendini. Oysa aldığı manyetik enerjiler, iyileştirici ışınlar, yenileyici ses frekansları ve toksinlerden arındırıcı biyolojik gıdalar gelişmenin insanlara sunduğu mucizelerdi artık. İçerisinde uyuduğu uyku kabini her şeyi onun için en olması gereken düzeyde ayarlıyor ve yaşlanmasına izin vermiyordu. Bugün gelinen nokta henüz olabileceklerin yarısı bile değildi. Gözlerini çalıştığı masadan kaldırdığında saat 15.00 olmak üzereydi. Kalktı hazırlanmak üzere yatak odasına gitti. Tıslayarak açılan kayar kapılı kıyafet odası içindeki hologram Aydın’a iyi öğleden 12
  • 13. S10DAN10C sonraları diledi. Ne giymek istediğini sordu. Kısa bir sessizlikten sonra iş ortamı ve arkadaş ortamına uyacak, aynı zamanda iç enerjisini yansıtacak spor bir pantolon, spor bir ceket, bir gömlek ve bunlara uyan kemer birleşimi düşündüğünü söyledi. Hologram Aydın’ın 3 boyutlu sanal görüntüsü üzerine programına daha önceden tanıtılmış giysi alternatiflerini 10 sn aralıklarla giydirerek göstermeye başladı. Giysi teknolojileri artık bir bilim dalı olarak anılıyordu. Nano fiber yapıdaki sentetik kumaşlar giyildiğinde ortam sıcaklığına göre renk değiştirebiliyordu. Pigment yapıları sıcaklık farklarına göre renk değiştirecek şekilde yeniden programlanmış olduğu gibi aynı zamanda artan ve azalan sıcaklık değerlerine göre sıcaklık geçirgenliğini kontrol edebiliyorlardı. Bu kumaşların bir özelliği de ışık altında kendi kendilerini temizlemeleriydi. Bu son özelliği nedeni ile çok tercih edilen bir ürün olmuştu. Ataları ilk kez 2000’li yılların başlarında Japonlar tarafından kullanmaya başlanmış ancak gelişen teknoloji ile bukalemun, böcek, ahtapot ve tropik balıklar gibi canlıların gen yapıları incelenmesi sonucu kontrol edilebilir alternatifli ürünler üretilmesine nano ve bio teknolojiler sayesinde imkân sağlanmıştı. Ayakkabılar giyilen kıyafet ile uyumlu olmak için her seferinde nano algılayıcılarını kullanıp kendi renk tonlarını belirleyebiliyordu. Bazı modellerde ise kullanıcı kendi tercihini yapabilsin diye opsiyonlar sunulmuştu. Bu teknoloji en çok bayan kıyafetlerinde ön plana çıkıyordu. Aydın seçimini yaptı. Yaz ayına ve hava değişimine uygun mikro hafif koyu kahve tonlarında bir ceket, düz beyaz gömlek ve altta koyu bej renkte devetüyü rengine çalan spor bir pantolon ile bunlara uyumlu kemer ve ayakkabı. Kıyafet onaylandıktan 40 sn sonra Aydın’ın karsısında askıda hazırdı. Giyindi. Dairenin kapısına doğru ilerledi. Aydın daireden çıktığında içeride çalan yumuşak müzik, müziğin ritmine göre uyumla dans eden ışıklar ve aydınlatma elemanları, hepsi 30 saniye sonra sustu. Daire pasif enerji koruma durumuna geçerek Aydın’ın dönüşünü beklemeye başladı. Aydın koridoru geçti, açık alana ilerledi. Karşısında hızlı asansörler vardı. Şeffaf bölmelerden birine bindi. Araçların park edildiği kata indi. Park görevlisinin bulunduğu odanın dışında yer alan aynaya gelişi güzel baktı. Halen genç ve dinamik göründüğünü düşündü. Bu arada aynanın arkasında saklı olan kızıl ötesi tarayıcı Aydın’ın biometrik ısı haritasını belleğindeki bilgilerle eşleştirdi. Park görevlisinin odasının önünden geçişini tamamladığı sırada nereden geldiği belli olmayan hoş bir bayan sesi kendisine iyi günler diledi. Bir dakika yirmi iki saniye sonra aracınız hazır olacak şeklinde bir bilgi mesajı bu dileği takip etti. Bir dakika otuz saniye sonra Aydın aracının içinde yerini almıştı. Yüksek olmayan bir sesle önünde direksiyonun hemen arkasında bulunan kontrol paneline gideceği adresi söyledi. Araç hafifçe kaymaya başladı, park alanından çıkarak kontrollü bir biçimde manyetik otoyola bağlanan yan yollardan birine girdi. Çok katlı manyetik otoyola bağlantı yan yollardan sabit hızlarda yapılıyor ve otoyola oranla biraz daha tenha oluyordu. Özel araç kullanımı bu çok katlı ve büyük binalar yapıldığından beri çok azalmıştı. İnsanlar genelde ya evlerinde çalışıyor yâda oturdukları devasa yapılardaki işlerine gidiyorlardı. Bu piramit şeklindeki binalar adeta arı kovanları gibi iş görüyordu. On yedi dakikalık bir yolculuğun sonunda kutlamanın yapılacağı yere ulaştı. Burası İstanbul Boğazının Avrupa yakasında eskiden Ortaköy denen yerdi. Son kıta hareketinden sonra Anadolu yarımadası bu noktada 1 km kadar daha Avrupa kıtasından uzaklaşmıştı. Eskiden kahvehanelerin ve ufak işletmelerin olduğu bölüm coğrafi olarak değişmiş kara parçasının içine doğru uzayan bir plato ortaya çıkmıştı. Kıyıdan 30 metre içeride başlayan, anfi-tiyatro gibi her basamağı devasa teraslardan oluşan park sorunu ve alt yapısı çözülmüş yüzlerce m2 yeşil alana sahip piramitlerden biri yapılmıştı. Teraslar 300 kat boyunca hep denize doğru cephelenmiş ve yemyeşil ağaçlıklı tabiatları içerisinde tıpkı bir zamanlar olduğu gibi bol iyotlu, oksijenli ferah bir oluşuma imkân vermişti. 6.kattaki şirket özel salonunda Aydın için o güne uygun güzellikte bir kutlama hazırlanmıştı. Şirket 6.katı özellikle seçmişti. Hem denizin güzelliğinden fazla yüksekte kalmamış, 6’lar konseyinin adına yakışır bir paralellik kurulmuştu. 6’lar konseyi son 108 yıldır aynı üyelerden oluşuyordu. Her bir üyenin 18 yıl başkanlığını yaptığı 6 dönemden oluşan 108 yıllık süreden sonra yıl bitiminde ilerideki 108 yıl için yeni seçilen kadroya görevlerini devredecekler, 12’ler meclisinde yerlerini alacaklardı. Son yüz kırk yılda Dünyada sayılar, renkler, müzik ve ışık çok daha farklı anlamlar kazanmıştı. Özellikle fotonik bilimi renk ve ışığın bilimi olarak genetik yapılardan, nano biyolojik yapılara kadar nerede ise hemen her alanda kullanılır olmuştu. Güneşin ışınlarını emerek enerjiye çeviren iletken nano boyalar bu teknolojinin geliştirdiği bir üründü. Bu sayede binaların enerji ihtiyacı karşılanıyordu. Hatta önceleri elektrikle yapılan aydınlatmalar artık nonofiber kablolar sayesinde doğal ışığı doğrudan istenen ortama yönlendiriliyor istenirse binaların iç yada dış duvarları ayarlanabilen bir lamba gibi aydınlatma amaçlı 13
  • 14. S10DAN10C kullanılabiliyordu. Sağlık alanında ameliyatlarda hastanın içyapısını aydınlatmada soğuk ışık olarak nano fiber kablolar kullanılmaktaydı. Nano robotlar ise renk ve ses frekansları ile hareket ederek adeta duyguları olan, hissedebilen yorumlayabilen bio-mekanik yapılara kavuşmuşlardı. Gıda maddeleri üretiminde, doğal sebze meyve üretilmesi konusunda, tarlalarda yetişen bitkilerin olgunluk döneminde toplanması, hasar görmeden taşınması konularında çok güzel çalışmalar yapılmıştı. Gelecek bilim adamların ve sosyologların verdiği kararlar ile ürettikleri politikalar onaylanırsa hayata geçiriliyordu. Hayata geçirilen bu kararlardan birisi de toprak yoğun tarım yerine su yoğun tarım ve hayvancılığın geliştirilmesiydi. Yoğun insan emeği gereken konularda artık midibotlar, mikrobotlar, powerbotlar ve son olarak macrobotlar çalışıyordu. Elbette coğrafi konumlandırma sistemlerinin gelişmesi, kablosuz elektrik dağıtım ağlarının kurulması yenilenebilir enerjinin yoğun kullanılır olması robotlardan faydalanmayı ucuz, sorunsuz erişilir hale getirmişti. Gıda teknolojileri de gelişmeden payını aldı. Çok katlı topraksız üretim alanlarının oluşması, geri dönüştürülmüş kompozit malzeme teknolojilerinin hızla gelişmesi, enerjinin neredeyse bedava denecek kadar ucuzlaması, petrol türevi ürünlerin kullanımından vazgeçilmesi yenilenebilir enerjilerin kullanılmaya başlanması adeta buhar devriminin insanlık gelişiminde yaptığı çağdaşlaşmayı bir kere daha yaşatarak insanlığın boyut atlamasına neden oldu. Odysera aydınlık ve uçuk mavi odanın sol köşesinde açık büfenin hemen sağında durmuş Lyra ile sohbet ediyordu. Lyra da Odysera gibi Dünya dışı akıllı yaşam formlarından biriydi. Lyra dişi görünüşlü ve gri tonlarında olmasına rağmen aslında çift cinsiyetli bir uzaylıydı. Bu görüntüsü onun içinde bulunduğu dönemde üretkenliğinin daha fazla olduğu anlamına geliyordu. Odysera ise daha çok iri bir Afro-Amerikan görünümündeydi. Tek farkı rengi kahve ya da siyah değil koyu turuncu tonlarında olmasıydı. Bu ten rengi ona bambaşka bir hava katıyor ne giyse enerji dolu bir karakter yansıtıyordu. Alnından şakaklarına doğru uzanan iki adet kalın damar o konuşurken oynuyor, daha eğlenceli bir kişilik sergiliyordu. Genelde telekinezi yolu ile konuşmayı daha doğrusu düşüncelerini aktarmayı severdi. Ama insanlar ile bir arada olduğunda nezaketen o gür ama etkileyici sesini kullanırdı. Her ikisi de Dünyada sıvı gıdalarla beslenmeyi tercih ediyordu. Dünya gıdaları onların biyolojik yapısına sert gelebiliyordu. Mide yapıları asit benzeri salgılar üretmediği için İnsanlardan farklı biyolojik evrim geçirmişlerdi. Aydın içeriye girdiğinde orada bulunan eski ve yeni dostları hep birlikte alkışlamaya başladı. Sonrasında Aydın tebrikleri kabul etti. Hediyeleri toplantı odasının sol tarafında Odysera ve Lyra ile açık büfenin arasında bir yığın halinde toplanmıştı. Doğrusu bu kadar çok hediyeyi çok uzun zamandır almadım diye düşündü Aydın. Burada açmamı istemezsiniz umarım diye söze girdi. Hediyeleri göstererek. Bu kadar zamandır insanlara hitap eden, haber sunan, haber yapan, bizzat haberin kendisi olan ve nihayet uzun bir süredir evrensel haberler bölümünün yegâne müdürlüğünü yapan bir kişi olarak şimdi ne söyleyeceğini bilemiyordu. Bu tamamen kendisi ile ilgiliydi. Bu bir haber, bir başkası hakkında yorum, bir ülkenin meselesi değildi. Bu tamamen Aydın için düzenlenmiş tamamen ona hitap etmesi için yapılmış bir organizasyondu. Bir şeyler söylemeliydi. Yutkundu. Konuşması bittiğinde salonda herkes ayakta Aydını alkışlıyordu. Fuat yanına yaklaştı ve - ‘’ Bir kahve daha; ne dersin? Eh ne de olsa 140 yıl önce Sapanca gölü kıyısında birlikte içtiğimiz kahvenin üzerinden fazladan bir 100 yıl geçti. Onun hatırı bitmiştir .’’ dedi. Birlikte gülümsediler. Bu sırada Odysera ve Lyra Aydın’ın yanına yaklaşıyordu. Aydın gözlerini Fuat’tan ayırıp Odysera’ya döndüğünde bir patlama ile ürperdi. Ardından birkaç patlama daha oldu. Tüm salondakiler merakla konuşarak terasa açılan kapıya doğru hareket ettiler. Odysera eski dostunun elini sıktı sonra 4 parmaklı elini Aydının omzuna koyarak Lyra yanlarında olduğu halde terasa çıktılar. Saat 19.20 olmuş hava açık bulutsuzdu. Güneş batmadan önceki son 15 derecesine girmiş eski aydınlığını yitirmeye başlamıştı. Gökyüzü bir biri ardına Aydın için patlatılan havai fişeklerle daha da seyri güzel bir hal alıyordu. Adeta sonsuz mavilerde açan çiçekler gibi gökyüzünde bir anda beliriyorlar, tıpkı bir kelebek gibi ama kelebekten daha kısa ömürlü olarak var olup sonrada sonsuza kadar yok oluyorlardı. Hep birlikte Güneşin batışını terasta garsonların sunduğu içecekleri yudumlayarak seyrettiler. Hava kararmış gökyüzünü şimdi yıldızlar süslemekteydi. Biraz da serinlemişti. Tam o anda gökyüzünde 14
  • 15. S10DAN10C kocaman yeşil harflerle Mutlu Yıllar Aydın yazısı belirdi. Bu lazer gösterisini terastaki son dakikalara saklamışlardı. Sonra hep birlikte salona döndüler. Aydın keyifli bir akşam geçirmiş, eski dostlarını görmüş, geçmişten, bugünden, gelecekten çok şey konuşmuş, uzayda her an başka galaksilere yol alan dostları ve arkadaşları hakkında bilgiler almış, son gelişmeleri öğrenmiş ve tabi bu arada biraz yorulmuştu. Eve döndüğünde saat 00,40 idi. Zaman ne çabuk geçiyor diye düşündü içinden. Sonra yatak odasına yöneldi. Kıyafetlerini çıkarttı. Yatak kıyafeti olarak uzun tek parça açık renk doğal pamuktan üretilmiş Arap erkeklerinin yerel kıyafetlerine benzer bir kıyafet giymişti. Hem rahat hem hareket kabiliyetini engellemiyordu. Bu akşam yürüyüş yapmayacaktı. Nasıl olsa bu gece için yaşlı bir adama göre yeterince hareket etmişti. Günler 2012 yılında gerçekleşen bir dizi uzaysal ve gezegensel boyuttaki değişiklikler nedeniyle 22 saate inmişti. 21 Aralık 2012 tarihinde tıpkı mayaların, Sümerlerin ve diğer bazı uygarlıkların destansı metinlerinde öngördüğü kıyamet kopmuştu. 6 gün boyunca Dünya Güneşe hasret kaldı Dünyanın manyetik kutupları ani bir hareketle yer değiştirdi. Dünyanın dönüş yönü değişti. Yanardağlar faaliyete geçerken Pasifik Okyanusunda bazı yerlerde denizin altından yeni volkanlar yüzeye yükseldi. Etrafındaki sular önce kaynayıp buhar bulutları oluşturdu. Ardından su üzerine irili ufaklı farklı noktalarda yeni volkan adaları yükseldi. Bu arada volkanik hareketlilik nedeniyle farklı boyutlarda tusunami dalgaları okyanusları dolaşmaya ve karşılarına çıkan kıta kıyılarını kaplamaya başladı. Alçak kara parçaları tusunami ile gelen sular altında kaldı. Bazı önemli şehirler büyük hasarlar gördü. Halkın bir kısmı yüksek yerlere kaçarken bir kısmı da olanları vakurla karşılayıp ölümle tanıştı. Uzun senelerdir uykudaki volkanlar patlatılmayı bekleyen sivilceler gibi kısa aralıklarla faal hale geldiğinde çıkan gaz ve kül bulutları pek çok yerde kilometrelerce kare gökyüzünü gri bir örtü gibi kapladı. Kara parçaları yanardağlardan çıkan küllerin gökyüzünü örtmesi nedeniyle Güneşi göremedi. Sonra birden yağmur yağmaya başladı. Küller yağmurlarla denizlere, karalara o an bulundukları yerlere iniyordu. Yağmur sularına karışan küllerin oluşturduğu milyonlarca ton ağırlığındaki kül çamuru nehirleri önüne gelen her şeyi yutuyor, beraberine katarak daha büyük bir kütlesel harekete ve güce sahip oluyor, gittikçe güçleniyordu. İnsan yapısı oluşumları, binaları, köprüleri ve yaşam alanlarını örterek kullanılamaz hale getirmişti. Bu arada meydana gelen tusunamileri ve depremleri hesaba kattığımızda Dünya tam bir kıyamet yaşamaktaydı. İnsanların sağ kalanları dağlara, büyük açıklık alanlara kaçmaya çalıştı. 3 ay göçebe hayatı ve yokluk içerisinde yaşamak için savaş verdiler. Milyonlarca insan ve sahip olduğu tarih suların, lavların, kül sellerinin altında yok oldu. O gün Odysera ve arkadaşlarını ciddiye almayan pek çok ülke çok derin, silinmez acılar yaşadı. 7.gün gökyüzündeki bulutlar büyük oranda dağılmıştı. Uzaydan yeryüzündeki kara parçalarının büyük bölümü gri renkte görünüyordu. 22 Aralık 2012 eski Dünyanın sonu, yeni Dünyanın ilk günü oldu. Dünya 297.manyetik taklasını yaşadı. Aydın o günleri çok iyi hatırlıyor hatırladıkça ürperiyordu. Dünyanın manyetik kutuplarının yer değiştirdiği o eşsiz ve gizemli anda yanında Odysera vardı. Odysera ile birlikte misafir olarak bulunduğu uzay gemisinden Dünyayı seyretti. Bir gezegenin kendi kendini yenileme gücünün en büyük boyuttaki hareketi gözleri önünde yaşanıyordu. Bu konuda elinden hiçbir şey gelmezdi. Yapabileceği tek şey bu anı ölümsüzleştirmek adına Fuat ile birlikte kayda almak olacaktı. Gelecek nesillere büyük önemli bir ders ve bilgi dokümanı olacak bu görüntüler beklide onların doğaya daha saygılı olmasını sağlayacaktı. O kötü günlerde çok acılar çekildi. Temiz suyun olmaması, beraberinde hastalıkları getirdi. Düzenin bozulması yağmalara neden oldu. Pek çok insan yağmalar sırasında öldü ya da diğerleri tarafından öldürüldü. Yeryüzünde büyük bir kargaşa hüküm sürüyordu. Doğa en iyi bildiği şeyi yaptı. Dünya kendi doğal yasasını bir kere daha üzerindeki yaşayanlar için uyguladı. Doğal seçim yöntemini devreye aldı. Güçlü olan yaşar kuralı en vazgeçilmez kural olduğunu ispatladı. Kas gücü akıl gücünü bastırmış görünüyordu. Akıl gücü kas gücüne karşı koymak için pek çok yol deniyordu. Tüm teknoloji çökmüş tüm elektronik ve manyetik yapılanmalar iflas etmişti. Araçlar ve manyetik motorlar çalışmadığı için hayat ilk çağlara dönmüştü. Yapılabilecek en güzel iş hurda medeniyet artıklarını toplamak, bunları yenebilir şeylerle takas ederek hayatta kalmaya çalışmaktı. Hayatta kalanlar ilkel yerleşim alanları oluşturmaya, ilkel barter sistemleri ile alış veriş yapmaya, bir birlerine yakın durarak güvende olmaya çalışıyordu. Ama geceler güvenli değildi. 6.ayın sonlarına doğru bazı hastalıklı, güçsüz kalmış gruplar insanlara saldırıp içlerinden kaçırabildiklerini yeme alışkanlığı kazanmaya başladı. Bu avlanma dürtüsü 15
  • 16. S10DAN10C içindeki gruplara karşı yaşamaya çalışan diğerleri hastalıklı ve saldırgan grupları yok etmeye çalıştı. Savunma amaçlı yapılar oluşmaya başladı. Su ve yiyecekler en değerli ticari mallar haline geldi. Artçı depremler neredeyse 11 aydan fazla sürdü. Güneş eskiden batı denilen yerden doğuyor, doğu denilen yerden batıyordu. İslam’ın kitabı Kuran-ı Kerim’de yazılı olan bilgiler, Maya uygarlığının kehanetleri ve daha birçok kehanet gerçekleşiyordu. 21 Aralık 2012 tarihinden yaklaşık olarak 300 gün geçmişti ki Odysera ve arkadaşları yeryüzüne bir kez daha indiler. O günlerde yeryüzünde ciddi bir genetik temizlik yapıldı. Hastalıklı ve mutasyona uğramaya başlamış varlıklar kökten yok edildi. Yaşam yerleri imha edildi. Geri dönüşleri ve arlıklarını sürdürme olanakları sonsuza dek yok edildi. Yanmış, yıkılmış, yok olmuş bir sürü yerleşim alanı tek tek en ince ayrıntısına dek incelendi ve temizlendi. Ancak uzayda koloni gemilerine ve Dünyanın uydusu Ay içerisindeki yerleşim alanlarına yerleştirilen 8 milyonu aşkın insan için yaşamak her geçen gün biraz daha sıkıcı ve alışılmış, tekdüze hale gelmekteydi. Aktivite olmadan yemek yemekten, içmekten, uyumaktan başka şeylerle uğraşmayan bu kitlelerin amaçları yoktu. Sadece güvenli yaşam ortamının oluşması için zamanın geçmesini beklemek zorundaydılar. Bu düşünce çok moral bozucuydu. Amaca ulaşmak için çaba sarf etmeden beklemek, günlük hayatı yaşamak için, ihtiyaçları karşılamak için çalışmak zorunda olmamak başlangıçta keyifli gibi olsa da geçen sürede hayatın anlamını azaltıcı bir etki yapıyordu. Yoğun fiziksel aktiviteleri yoktu. 40 yaş altındaki gruplar için eğitim programları vardı. Ancak isteyen kişiler bu eğitimlere dâhil olabiliyordu. Günün belirlenen saatlerinde evren bilimi, evrendeki fizik yasaları, mevcut evren uygarlıklarının teknolojileri hakkında bilgiler içeren dersler veriliyordu. Öğrenim dereceleri uyum sağlayan yâda bu dersleri anlama yeteneğine sahip insanlar derslere kabul edilerek bilgi seviyelerinin yükselmesi sağlanıyordu. Örneğin tıp konusunda eğitim alan insanlar için düzenlenmiş evrensel tıp ve biyolojik yapılar konulu eğitimler vardı. Mühendislik konularında öğrenim görmüş insanlara evrensel fizik kuralları, bu kurallara uygun çalışan sistemler, uzay mekaniği gibi genel konularda bilgi aktarılıyordu. Derslerin Dünya dışındaki evren bilgilerini kapsaması, aktarılışı sırasında görsel ve tatbiki olması gibi nedenlerle oldukça ilgi çekiciydi. Katılanlar 1 günde 100 yıllık bilgi yüklemesine maruz kalıyor, o ana kadar zor sandıkları şeylerin aslında sadece bakış açısındaki değişikliklerle nasıl basitleştiğine tanık oluyorlardı. Sosyoloji ve toplum bilimlerinde eğitim alan gruplar ise yeni Dünya geleceği, sosyolojik yapısı, yerleşimi hakkında bilgilendiriliyor ve o yönde eğitiliyorlardı. Günler eğitim zamanı ve sonrası olarak iki bölüme ayrılmıştı. Eğitim sonrası bölümler kültür konularına ayrılmış zamanlardı. Bu zamanlarda daha hafif dinlenmeye olanak sağlayan, insanların Dünyada yaşarken yapmaya alışık oldukları faaliyetlere benzer ilgilerini üst düzeyde tutacak, eğlenirken çok şey öğrenmelerini sağlayacak organizasyonları kapsıyordu. İnsan gruplarının temsilcilerinin önerileri üzerine keyifli sportif organizasyonlar düzenlenmeye başlanmıştı. Dünyada farklı spor dallarında yer alan kişilerden oluşan gruplar belirlenen şartlara uyarak kendi aralarında müsabakalar düzenlenmeye başlamıştı. Tüm çalışmaların esas ve önemli amacı insanları alıştıkları ortamdan fazla uzaklaştırmadan güvenliği sağlayarak bir arada tutabilmekti. Bu arada tüm yapılanlarla zaman daha hızlı geçiyor insanlar farkında olmadan gelecek günlere hazırlanıyordu. Birinci yılın sonunda monoton hale gelmiş olan günlük hayat insanlar için adeta yarı açık hapishane hayatı yaşamaktan halliceydi. Belirsizlik ortamını aşmak insanlara düzenli bilgilendirme yapmak amacıyla Aydın ve eski ekibinin görev aldığı arkadaşları Ay’da kurulan yayın merkezinden tüm kolonilere güncel bilgiler ulaştırmaya yeniden başlamıştı. Tek bir kanaldan yapılan genel yayın teknoloji sayesinde farklı sunum ve haber yapan konuşmacıların yer almasına rağmen her insanın kendi dilinde anlamasına olanaklı hale dönüşüyordu. Haber içeriğinde Dünyadan yakın ve uzak plan görüntüler vardı. Manyetik taklanın ardından yeryüzündeki değişimleri canlı olarak insanların takip etmesi ve içinde bulundukları güvenli ortamın farkına varmaları sağlanıyordu. Dünyalı bilim adamlarının açıklamalı anlatımları, eski büyük şehirlerin güncel görüntüleri, denizlerin, hava şartlarının mevcut durumu ve gelecek projeksiyonları, Dünya üzerinde kalan insan ve hayvan topluluklarının hayatta kalma savaşı, değişen güç dengeleri, Dünya hayatına ve koloni hayatına ait buna benzer pek çok haber günün 2.yarısında ilgi ile takip konular arasındaydı. 16
  • 17. S10DAN10C 17
  • 18. S10DAN10C Bölüm 3 Sapanca Ağustos 2011… Bu sabah Dünya dışı bir uygarlık çıkagelmiş Dünyanın tam saatlerini ayarladığı merkez üzerinden giriş yapmıştı. Dünyanın çevresinin neredeyse dörtte birini kat ederek Türkiye sınırları içerisinde Marmara Bölgesinde bulunan Sapanca gölü ortasına suyun içerisine konuvermişti. Halen etrafında yoğun bir bulut tabakası olan dev uzay aracı net olarak seçilemiyor sadece arada bulutların içerisinde belli belirsiz ışıklar fark ediliyordu. Sabahtan beri Ağustos sıcağında yöreye akın eden yerel medya, Dünya medyası ve çevre halkı şimdi akşamın alaca karanlığında aracın çevresindeki bulutsu katmanın altında daha fazla ışık oyununu seyredebilmekteydi. Gece bir kaç yer hareketi ve uzay aracından gelen inleme, fışlama, gıcırtı sesleri dışında sessiz geçti. Sabahın ilk ışıkları çevre köylerdeki horozların sesleri ile birlikte güne merhaba dedi. Çok uzun zamandır şehirde yaşayan insanlar horoz sesi duymamıştı. Horoz sesi şehirde yaşayan insan için cep telefonunda çalan esprili bir zil sesinden ibaretti. Oysa dün bölgeye gelen pek çok şehirli insan bu sabah horozların sesini ilk kez bu derece yakından canlı duyuyordu. Uzay aracının üzerindeki bulut seyrelmiş suyun sadece 3 – 4 metre üzerine kadar yoğun bir tabaka kalmıştı. Şimdi devasa uzay aracı tüm görkemi ile gözler önünde duruyordu. Belli belirsiz uçuk mavi tonlarda bir ışık haresi aracın dışını kaplıyor gibiydi. Bunu Güneşin ışıklarının ilk belirmeye başladığı sırada aracın 10 metre uzağında mavi ve uçuk yeşil tonlarda çıplak gözle zor fark edilebilen bir ışıma sonrasında insanlar fark etmişti. Hatta bu ışımanın su kesiti ile karşılaştığı uzun bir hat boyunca suda dalgalanma ve kıpırdama yoktu. Adeta su donmuş gibi gemiye yakın 10 metrelik bir alan hareketsiz dümdüzdü. Görüntüler ilk bakışta uzay filmlerinde seyretmeye alışık olduğumuz o koca uzay gemilerini düşman ateşinden koruyan koruma kalkanlarını hatırlatıyordu. 18
  • 19. S10DAN10C Bu Sabah 06.00 haberlerinden itibaren TV kanalları uzay gemisinin görüntülerine yer vermekteydi. Dünya insanlarının bu eşsiz olayın her anını olay yerindeki insanlarla birlikte yaşamalarını sağlayan televizyonlar Dünya gündemini de hızla değiştirmişti. Tamda o anda yayın sırasında beklenmedik bir şey oldu. Geminin güney cephesinde oval 50 metre uzunluğunda ve 30 metre yüksekliğinde bir duvar ortadan sağlı sollu yana kayarak açıldı. Bir dakika geçmeden içeriden üç adet UFO önce yavaş hareketlerle sonra hızlanarak ileri fırladı ve göz açıp kapayana kadar yukarılara doğru sonrada her biri ayrı yönlere uzaklaştılar. Bu görüntü çok güzel bir şov olmakla birlikte bir o kadar da tedirgin ediciydi. Bunun anlamı uzay aracının aslında sanıldığı yada göründüğü gibi tek araç olmadığı anlamına geliyordu. Tıpkı Dünya denizlerinde dolaşan uçak gemileri gibi bir yapıya sahip olmalıydı. Bu düşünce insanın aklına ister istemez silahlı olacakları düşüncesini getirmekteydi. Tüm gün gibi geçen bir 4 saat sonra saat 12.15 de tüm Dünya uydularında kısa süreli bir kesinti meydana geldi. Hemen sonra Dünya televizyonlarında aynı anda aynı sahne yayınlanmaya başladı. Yeryüzünden yaklaşık 35 km yukarıdan Sapanca gölü ve çevresini gösteren bir uydu görüntüsü şimdi Dünya ekranlarını dolduruyordu. Ekranda mor ve yeşil dağlar ile bunlar arasına serpiştirilmiş gibi duran belli belirsiz yerleşim alanları ile ortada koyu lacivert bir göl ve bunun tam ortasında doğu batı istikametinde uzanan kocaman gri renkli oraya ait olmadığı her halinden belli bir kütle. Görüntü gittikçe ekranlarda büyümeye başladığında düz bir çizgi şeklinde olmadığı çeşitli girinti ve çıkıntılarının olduğu fark ediliyordu. En sonunda yeryüzünden 10 km mesafeden alınan görüntülerde dev kütle kabaca görülebilmekteydi. Gerçekten çevresinde ince uçuk mavi bir çizgi vardı. Bazen bu çizgi dalgalanarak aracın tüm çevresini nöbet gezer gibi bir kaç saniyede turunu tamamlıyor sonra hareketsiz kalıyordu. İnsanlar görüntüleri televizyonların görevli haber kanallarının yayınladığını düşünüyordu. Oysa hiç bir haber kanalı bu denli detaylı bir teknolojiye sahip değildi. Aynı anda tüm kanallara hükmederek tek bir kanal gibi yayın yapabilmek bu sektörde hayalden öte bir şey olamazdı. Hele de uydulardan tüm Dünyaya görüntü vermek en az 24 farklı uydunun aynı anda kiralanması ve senkronize olması demekti ki bu hiç de mantıklı ve karlı bir iş değildi. Uçuk mavi enerji korumasının biraz ötesinde sinek gibi uçuşan helikopterler belli belirsiz seçilmekte, hiçbir şekilde mavi banda yaklaşmamaktaydılar. Muhtemelen bu helikopterler aracın görüntülerini detaylı olarak videoya çekmeye çalışıyorlardı. Ancak birkaç geri dönen helikopterin video kayıtlarının bozuk olduğu ortaya çıktı. Bir şey manyetik ortama kayıt yapan cihazları bozuyor ve manyetik disklerinin kayıt almasına izin vermiyordu. Bununla beraber son teknoloji fotoğraf makineleri de görüntü almayı başaramamıştı. Televizyon kanalları için çalışan görüntüleme cihazları kaydetmeden yayın yapabiliyordu. Elbette bu görüntülerin uzak mesafelerdeki alıcılar tarafından kaydedilemeyeceği anlamına gelmezdi. O nedenle bu durumu fark eden kameramanlar haberleşme bantları üzerinden çalıştıkları merkezlerin kayıt masalarına bilgi aktarmışlar, gelen görüntülerin kaydederek yayınlanmasını istemişlerdi. Dünya kısa sürede hazırlıksız halde çok farklı bir teknoloji ile karşı karşıya kalmıştı. Aynı anda haberleşme uydularını tek amaç için yönlendirebilen bir teknoloji benzer askeri uyduları da kendi amaçları için kullanabilirdi. Dünyayı korumak, kendini korumak, hayatı korumak gibi ulvi ya da değil amaçlar için uzaya yerleştirilen askeri uydular her an insanlığın hedef olduğu bir amaç için bu aracı kullanan Dünya dışı varlıklar tarafından yönlendirilebilir demekti. Bu ciddi bir sorundu. Hedefi, amacı, gerekçesi ya da her neyse oluşumu bilinmeyen Dünya dışı zeki varlıkları barındıran bir uzay aracı vardı ortada. Yıllarca red edilen UFO’lar, uzay araçları, uzaylılar yoktur söylemleri hepsi artık önemini yitirmişti. Orada idiler ve inkâr edilemez bir şekilde kendilerini tüm Dünya halklarına Dünyanın anlayacağı en basit dille göstermişlerdi. Biz büyüğüz, biz varız, biz size göre daha gelişmiş ve güçlüyüz demişlerdi. Üstelik bunu söylemek için ağızlarını dahi açmamışlar, tek bir söz bile sarf etmemişlerdi. Hatta hangi dilde yayın yapsak da kendimizi anlatsak diye düşünmemişlerdi. Vardılar ve oradaydılar. Bu en bilinen anlatımla tam bir gövde gösterisiydi. Olanların tek net açıklaması buydu. Dün sabah insanların gündeminde farklı şeyler vardı. Petrol fiyatlarının artması, stokların ve rezervlerin azalması ile ortaya çıkan yeni kriz, yenilenebilen enerji kaynaklarının ne derece etik amaçlar için kullanıldığı, ozon tabakasının durumu, küresel ısınma, Rusya’nın Amerika ile yeni Dünya devleti 19
  • 20. S10DAN10C kurma görüşmeleri, Güneşte meydana gelen patlamaların haberleşme ve elektronik sistemleri bozması. En önemlisi de tabi yüz yıllardır süren ekmek kavgası vardı. Bu sabah dün konuşulan gündem konularının tamamı bitmişti. Konuşulan tek bir konu vardı. Uzaydan gelen yabancı uygarlık, kullandığı korkutucu boyutlardaki dev uzay gemisi hatta o’da yetmez gibi yıllardır bir sır olarak Dünya gündeminde zaman zaman yer alan UFO’lar. Uzay gemisinin büyüklüğü? — ‘’ Evet, büyüklüğü ‘’ diye söze girdi Albay Doğan. - ‘’ Bizim hesaplarımıza ve uydu fotoğraflarına göre bu uzay gemisi 8’km uzunluğunda, 1’km genişliğinde ve 200 metre yüksekliğinde. 120 metresi su üzerinde ve 80 metresi suyun altında. Taşan suyun kapladığı alan ve gölün bilinen derinliği ile iniş yaparken yerleşmek amacı ile bazı yüksek kesimleri eriterek ya da ezerek tek seviyeye getirdiğini düşünüyoruz. Ancak karşımızda bu güne kadar bildiğimiz en büyük uçan cisim durmakta. Elbette tahmin ettiğiniz gibi bu cisim Dünya dışı bir medeniyetin ürünü. Bu sabah 08.00 den itibaren her saat başı helikopterlerimizin yaptığı gözlemlerde aracın dışının manyetik bir örtü ile korunduğunu, yaklaşan helikopterlerin motorlarında ve haberleşmelerinde bozulma olduğunu bu bozulmanın uzaklaşıldığında kendiliğinden düzeldiğini fark ettik. Koruma alanına 30 metreden daha fazla yaklaşamadığımızı ayrıca bildirmek isterim. Daha fazla yaklaşmaya çalışmak tehlikeli olabilir. Kıyıdan açılan 2 Zodiac botumuz da uzay gemisine 10 metre kadar yaklaşabildi. Ancak daha ileriye gidemediler. Uzay gemisine 40.metre kala botun motoru arızalandığı için 30 metre kadar bir mesafeyi elle kürek çekerek ilerlediler. Ancak görünmeyen bir engelle karşılaşarak ileriye geçemediler. Su altında bu engelin devam edip etmediğini anlamak için 18 metre derinliğe kadar 2 kurbağa adamımız daldı. Ancak bu engelin daha aşağılarda devam ettiğini tespit ettikleri için daha derine inmeye lüzum duyulmadı. Dalgıçlarımız yüzeye çıkarak kayıp vermeksizin botlarla kıyıya geri dönmüştür. Bu arada merak edenler için söylemekte fayda olabilir. Uzay aracından geri dönüşte 40 metre mesafe uzaklaşıldığında uzay aracına doğru giderken kendi kendine duran botun motoru gene kendi kendine çalışmıştır. Her hangi bir müdahale bu arada motorlara yapılmamıştır. Bu kaygı verici bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Teknik olarak henüz bizlerin bilmediği pasif engelleme sistemi ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyoruz.’’ Albay Doğan Sapanca gölüne 4 km mesafedeki Cengiz Topel askeri hava alanının komutanı olarak 2 senedir görev yapmaktaydı. Bu askeri hava alanında daha çok Kocaeli Körfezi üzerinde uçuş yapan helikopterler ve birkaç nakliye uçağı yer alırdı. Genel olarak görevleri bir tehlike anında Gölcük Donanma komutanlığına havadan destek vermek, Marmara’nın adalar bölgesinden doğuya doğru yer alan bölgenin karadan ve denizden gelişen olaylarını izlemek, gerektiğinde denizlerdeki gemilerin pozisyonlarını ve çevre ile olan etkileşimlerini kontrol ederek olağanüstü durumları rapor etmekti. Ancak bugün gelişen olay tam anlamı ile yan mahallelerinde meydana gelmekteydi. Hatta yan mahalle demek hata bile olur. Kendi mahallelerinde olmaktaydı. Cengiz Topel hava üssünün doğu batı istikametinde uzayan 3,5 km. boyundaki pistlerinden daha uzun bir uzay gemisi simdi 5 km ötelerinde Sapanca Gölünün orta yerinde duruyordu. Gerçeğini söylemek gerekirse o büyüklükteki bir hava aracı için bölgede kimseye zarar vermeden inilebilecek tek güvenli alan gölün tam ortasıydı. Elbette taşan suyun verdiği zarar olmasaydı. Albay Doğan’ın emir eri Fatih adında masmavi gözlü zayıf uzun boylu bir delikanlıydı. Brifing salonunun kapısında gözü her an Albay Doğan’ın üzerinde, Ondan gelebilecek emirleri yerine getirmek üzere hazırdı. Brifing sırasında Muhaberattan birkaç haber kendisine teslim edilmiş onları bilgilendirme sonunda teslim etmek üzere bekliyordu. Albay Doğan kürsüye Yüzbaşı İhsan’ı davet etti. Uçuşlar sırasındaki gözlemlerini anlatması için mikrofonu İhsana teslim etti. Kürsüden indiği sırada Fatih komutanının yanına yaklaştı, esas duruşunu gösterdi. Elinde tuttuğu 3 adet A5 büyüklüğündeki not kâğıtlarını Albay Doğan’a uzattı. Doğan brifing salonunda protokol içerisindeki yerine oturduğunda saat akşam üzeri 16.00 olmuştu. Gün çok hızlı geçmiş, oldukça fazla hareketlilik yaşanmıştı. Elindeki not kâğıtlarını sırası ile okumaya başladı. Notlardan birinde yüksek rütbeli birkaç komutanın adı yazıyor ve 18.00’da özel olarak bilgilendirilmek üzere Alayda olacakları bildiriliyordu. 2.not kâğıdında çevrenin güvenliği ve askeri destek konularında araması için bir komutanın adı ve haberleşme bilgileri yer alıyordu. 3. kâğıt ise en önemli komutandan yani eşinden geliyordu. Eşi uygun olduğunda evi aramasını istiyordu. Bütün bu koşturma içerisinde en önemli ve ciddiye alınması gereken not elbette ki en son okuduğu şifreli not’tu. Tüm 20
  • 21. S10DAN10C komutanlar bunun ne demek olduğunu iyi bilirdi. Evde huzur, işte huzur demektir. İşte huzur ise Dünyada huzur anlamına gelirdi. Ev; tüm Türkiye, İş; tüm ordunun her kademesinde ulusal güvenlik demekti. Ulu Önder Mustafa Kemal’in ‘’ Yurtta Sulh, Cihanda Sulh ‘’ ilkesi Türk Ordusunun en önemli yol haritalarından biriydi Doğan 42 yaşında olmasına rağmen halen bekârdı. Bir ara sözlenmiş hatta nikah tarihi bile belirlemişlerdi. Ama görev ağır basmış doğu görevi, batı görevi, koruma görevi, özel harekâtlar derken yıllar yıllara eklenmiş ve zaman çabuk geçmişti. Şimdi uçucu pilot olarak görev yaptığı günler geride kalmış bu hava alanında eğitim ve karakol görevini ifa etmekteydi. Bazen o koca kuşların pilotlar tarafında kalkışını, inişini izler onlar gibi genç olup o koltuklarda oturmayı şimdi oturduğu koltuğa yeğ tutardı. Geçirdiği kazadan sonra uzun süre yatağa bağlı kalmış olması sonrada göreve döndüğünde yer görevlerine atanması artık kendine ait bir helikopterinin olmaması hep bunlar hayatın ona getirdiği sürprizler olmuştu. Elbette zaman zaman 2.pilot koltuğunda oturup bazı izleme görevlerine gidiyordu. Ancak bunlar gençlik yıllarının ateşli zamanlarına pek benzemeyen görevlerdi. Doğudaki dağlarda terörist avladığı zamanlar artık çok gerilerde kalmıştı. Şimdi daha önemli bir görevi vardı. Uzay gemisi. Bu geminin içerisindeki olanlar her ne idiyse onun bölgesinde gelişiyordu. Gelecek günlerde bu bölge oldukça hareketli olacağa benzemekteydi. Aydın Sapanca otoban gişelerinden çıktı. Mahmudiye ile Gül dibi köyünü ayıran vadinin hemen batısına tepeye tırmanan yolun başından 2.km yukarıya gölün tam ortasına gelen yüksekçe bir yere araba ile tırmandı. Tabiri caizse manzara şimdi ayakları altındaydı. Çalıştığı TV kanalı aracılığı ile gelişmeleri Dünyaya aktarıyordu. Bulunduğu yer gölün su sınırına 2650.metre kuş uçuşu ve hemen ilerideki uzay aracına da ortalama üç kilometre mesafedeydi. Ağustos Güneşi altında gözleri inanılması güç bir manzarayı seyrediyordu. İki Zodiac askeri bot üzerlerinde her birinde 4 personel olduğu halde uzay gemisine doğru ilerledi. Sonra birden botlar durdu. Kısa bir hareketsizlik oldu. Ardından adamlar yanlarındaki küreklere asılıp uzay gemisine doğru kürek çekmeye başladılar. Gemiye on metre kala botlar ikinci kez durdu. Bu sefer adamlar kürek çekmelerine rağmen gidemiyordu. Görünmez bir duvar ilerlemelerini engelliyordu. Kısa bir süre sonra botlardan batı tarafında olanın her iki yanından toplamda dört kişi suya sırt üstü daldı. Birkaç saniye sonra önce birinin sonra da diğerlerinin kafası suyun üzerinde göründü. Sağ elleri ile baş ve işaret parmaklarını birleştirerek her şey yolunda işareti yaptılar. Hemen ardından su yüzeyinde kabarcıklar bırakarak suyun altına daldılar. Bu arada bottaki adamlar suyun üzerine çıkan kabarcıklardan suyun altındaki arkadaşlarının hareket yönlerini takip etmekteydi. Bütün bu hareketlilik Aydının ekibinde bulunan ve onlardan daha önce bulundukları yere gelip kameralarını kuran Vural ve Yalçın tarafından an ve an takip ediliyordu. Bu mesafeden tam da hizalarında meydana gelen bu fiili hareket onların diğer ekiplerin önüne geçerek daha hareketli bilgiler aktarmalarını sağlıyordu. Eh doğrusu bu oldukça iyi reyting demekti. Ne de olsa televizyon Dünyası reyting üzerinde dönüyordu. Ulusal kanalda olmak ve çalıştıkları tv kanalının ekonomik olarak güçlü olması kullandıkları takım ve donanıma da yansımıştı. Bulundukları mesafeden son derece detaylı ve net görüntü alabilmeleri bu gücün eseriydi. Ellerinde teknoloji harikası donanımları olmasa bulundukları yerin çok avantajı olmayacaktı. Böylece avantajlı konumlarına ve reyting’e veda edeceklerdi. Tunç 16 senedir kurbağa adam olarak donanmada görev yapmaktaydı. Bu sabah O’da diğer herkes gibi güne gökyüzünden gelen gürültülerle uyandı. İzmit’in güzel kıyı kasabası Değirmendere’de Donanmanın lojmanlarında oturuyor ve su altı bakım, onarım komutanlığının kadrosunda görev yapıyordu. Bu seçkin ve onurlu görevi sırasında pek çok su altı bakım, onarım, kurtarma ve araştırma görevine katılmış hayatının son 16 senesinin nerede ise yarısı suyun altında geçmişti. O nedenle su altında basınçlı ortamda bol oksijen ile hücreleri beslendiğinden 36 yaşında olmasına rağmen 27–28 yaşında bir delikanlı gibi görünüyordu. Saat 09,40 da emir geldiğinde O dalış kulesindeydi. Gelecek hafta bir denizaltının tüm personeline verecekleri eğitim aşamalarının kontrolünü yapıyordu. Bu dalış kulesi ya da çıkış kulesi tabiri belki daha doğru olurdu; denizaltı personeli eğitiminin bir aşamasıydı. Batan bir denizaltıdan yüzeye çıkış eğitimi bu kulede yapılıyordu. Kulenin hemen çıkış ağzında subaylar eğitimi izliyor ve personel hakkındaki değerlendirmeleri yapıyorlardı. Gene aynı katta bir de hiperbarik basınç odası vardı. Olası vurgun olaylarında tekrar aynı basınç ortamını yaratarak vurgun etkilerini ortadan kaldırmak amacı ile kullanılan bu basınç odası aynı zamanda yeni gelişen yardımcı tıpta hızla kendisini kanıtlayan hiperbarik tedavi için de kullanıma uygundu. 21
  • 22. S10DAN10C Saat 11.00de Cengiz Topel hava alanında brifing salonunda Albay Doğan’ında bulunduğu bir bilgilendirme toplantısı yapıldı. Tunç ve 3 dalgıç arkadaşı ile zodiacları kullanacak 4 personel ve kıyıdan takip edecek kadro ile havadan takip edecek 2 helikopterin ekibi bu toplantıda hazır bulundu. Saat 13.00 olduğunda Zodiac ekibi bazı olumsuzluklara rağmen planlandığı gibi uzay gemisine yaklaşmış ve ilk dalışı gerçekleştirmiş, elde ettikleri bilgileri derlemiş ve kıyıya doğru küreklere asılıp botların burnunu Sapanca kasabası ile Kırkpınar köyü ortasına denk gelen ve Aydınlarında 10 derece batısına düşen bir sahile yönlendirmişlerdi. Ansızın zodiaclar’dan önce birinin sonrada diğerinin motoru çalışmaya başladı. Bu olay motorların uzay gemisine doğru giderken arızalandığı ve sustuğu sınırda gerçekleşmişti. Bu konuda elde ettikleri bilgilere ek bir bilgi olarak kayda geçtiler. Kıyıda bekleyen ekip zodiacları Unimogların arkasındaki çekicilere yerleştirirken dalış ekibi biraz ileride yere inen S70B Seahawk tipi deniz helikopterine doğru ilerlemekteydi. Ordu son 4 yıl içerisinde bu helikopterlerden 32 adet almış bunlardan 4 adedi halen Köseköy’deki Cengiz Topel Askeri Hava alanında arama, kurtarma, muhafaza ve araştırma amaçlı kullanılmaktaydı. Saat 15:00de Hava alanının brifing salonunda medya ve yerel yönetimleri bilgilendirmek amacı ile bir açıklama toplantısı düzenlenmişti. Bu toplantıda Albay Doğan şimdilik araştırma ve inceleme ile güvenliğin başındaki kişi olarak, Yüzbaşı İhsan uçucu ekibin komutanı ve olaylara yakından şahit olan kişi olarak, Astsubay kıdemli başçavuş Tunç yakın araştırma ekibi yetkilisi ve dalış amiri olarak hazır bulunacaktı. Çevrenin ileri gelen sorumluları olan Vali, Vali yardımcıları, Askeri yetkililer, bölge belediye başkanları ve medyadan yetkili kişilerin yer aldığı bu ilk bilgilendirme toplantısı oldukça dikkat çekiciydi. Çünkü ilk kez resmi ağızlardan bir bilgi halka yansıtılacak ve açıklanacaktı. Yzb. İhsan, Ast. Kd. Bş. Çvş. Tunç’la birlikte toplantı öncesi Albay Doğan’ın makam odasında Doğan komutan ile birlikteydi. Üçlü Genel Kurmay Karargâhında görevli üst düzey bir komutan ile güvenli bir hat üzerinden toplantı öncesi görüştü. Az sonra toplantıda konuşulacak konular ve anlatılacak bilgiler üzerinden geçerek mevcut durum değerlendirmesi yaptı. Açıklamalar sırasında ulusal güvenliği ve dış politikaları sıkıntıya sokmadan bu hassas durumu uygun bir dil ve akılcı bir yaklaşım ile ortaya koymak gerekiyordu. Politik ve ülke çıkarlarına ters düşmeyecek şekilde yapılacak açıklamalar daha sonra yapılacak açıklamalar sırasında diğer yetkilileri de sıkıntıya sokmamalı ve bağlayıcı olmamalıydı. Toplantı sırasında bazı belediye başkanları güvenlik konusunda tereddütlerini dile getirirken Sakarya Valisi ve Kocaeli Valisi ortak görüş olarak zabıta ve şehrin kontrol noktalarında yer alan personelin yönlendirilmesi için ordu ile irtibatı sağlayacak idari personeller belirleyeceklerini ve bölgedeki asayişin bozularak halk hareketi tarzı boyutlara ulaşmaması için önlemleri arttıracaklarını belirttiler. Bu tespit gerçekte hiçte yabana atılır bir konu değildi. Bölge halkının nabzı tüm gün boyunca bu bölgeden gelen haberler ile attı. Akşam saatlerine gelindiğinde 3 UFO gittikleri gibi geri döndüler ve ortalama beş dakika gibi kısa aralıklarla uzay geminin açık yan duvarından içeri girerek gözden kayboldular. Hemen ardından elli metrelik iki sürgü derin sessizliğin içinde dağlarda yankılanarak açıldığı gibi kapandı. Gemi tekrar sessizliğe büründü. Bu akşam çevre tepelerde bir önceki akşama oranla çok daha fazla ışık vardı. Yeni kurulan kamplar, Haber yayın istasyonları, seyretmek için gelen halkın arabalarının farları, ortalık panayır yeri gibiydi. Hatta gecenin ilerleyen saatlerinde ufak çaplı bir orman yangını bile yaşandı. Kamp ateşini yeterli görmeyip üzerine biraz daha kuru çalı çırpı ve yaprak atan ufak bir grup rüzgârın ani esmesi ile uçuşan kıvılcımlara mani olamamış ve hemen yakınlarındaki bodur maki tipi birkaç çalının tutuşmasına neden olmuşlardı. Tesadüf eseri bölgede devriye gezen bir jandarma kolu olaya müdahale etmiş ve yangın yayılmadan söndürülmüştü. Kocaeli itfaiyesi özellikle ihbarlara hızlı tepki vermesi ile Türkiye genelinde iyi bilinirdi. Pek çok ilk uygulamaya imza atmış bir teşkilat olarak Belediye başkanı ve Vali de gurur duyar her fırsatta övgüyü esirgemezdi. 1999 Gölcük depremi sırasında pek çok olayda kahramanlık gösteren itfaiyeciler 2000 yılında dış ülkelerden yapılan araç ve gereç yardımları ile ileri teknoloji donanıma kavuşmuş, bunun hakkını da fazlası ile vermişlerdi. Rutin yangın önleme ve müdahale uygulamaları haricinde çevre sanayi kuruluşlarının ve ticari faaliyette bulunacak işletmelerin tüm yangın ihbar ve güvenlik sistemlerini detaylı olarak kontrol etmekte, kendileri ile ilgili konuda onay makamı olarak hareket etmekteydiler. Özellikle yaz aylarında bölge deniz ve göllerinde boğulma olaylarına müdahale amaçlı organizasyon kurmuş ve çevre dalış okullarına destek vererek ortak projeler üretmişlerdi. Elbette tüm bunlar ileriyi görebilen işini evi bilen 22
  • 23. S10DAN10C bir müdür ve her ne kadar alıngan ve duygusal da olsa kafaya koyduğunu yapan ve yaptırtan önleme ve müdahale kısım sorumlusu Sinan beyin çabalarının sonuçlarıydı. Şimdilik bu iki adsız kahraman insan uzay gemisi ile ilgili bir olayda görev almamıştı. Ancak olası her tür durum için tetikte beklemekte ve hareket planlarını oluşturarak emirlerinde bulunan kadrolara gerekli hazırlıkları yaptırmaktaydılar. Çevre haritaları inceleyerek en çabuk müdahalelerin nerelerden yapılabileceğinin kararlarını vermişlerdi. Onlar her ne kadar silahlı değillerse de organize bir birlik olarak hareket ederek gerektiğinde araç ve gereçleri ile binlerce dekar ekili, dikili ya da orman arazisini savunan hain ateş ile savaşan şakaya gelmeyen savaşçılardı. Gece gemiden ve çevresindeki o mavi ışımadan dolayı bütün uçucu haşarat geminin üzerine doğru uçmuştu. Bu sayede çevrede gözlem yapmak, haber aktarmak, görev gereği ya da sırf meraktan toplanan insanlar da haşaratın rahatsız etmediği, gökyüzündeki yıldızların rahatlıkla seyredildiği inanılmaz bir gece geçirmişlerdi. Elbette sessizce ve merakla olabilecek farklı bir şeyleri beklerken kamp ateşlerinin etrafında nöbetler tutulmuş, pek çok kamp ateşinde nefis sucuklar metal çubuklara ya da çakı ile düzeltilmiş dal parçalarına geçirilip kızartılmış keyif yapılmıştı. O enfes, dayanılmaz sucuğun kokusu etrafa saçıldıkça yanında getirmeyenler yâda yakınlardaki bakkal yâda marketlerde bulamayanlar kokusu ile yetinmek zorunda kadı. Bu koku ölüyü bile mezardan çıkartırdı. Baştan çıkartıcı kokusu, hele taze beyaz ekmeğin içine domates ile birlikte konuldu mu tadından yenmez lezzetine doyum olmazdı. - ‘’ Acaba bu uzaylılarda kokuyu almış mıdır? ‘’ diye sordu Fuat. Az önce sucuk bulmak amacı ile birkaç km aşağıdaki köylerin bakkallarına girip çıkmış ama ondan önce hareket eden pek çok kişinin sucukların dibine darı ekmiş olduğunu öğrenince hayal kırıklığına uğramıştı. Çaresiz o da birkaç paket çerez ile biraz içecek alıp geri dönmüştü. Sabah saat 06.45 olduğunda ekipteki kameraman Hasan Fuat’ı uyandırdı. Uyandırmak için çok çaba harcaması gerekmedi. Fuat tavşan uykusundan kalktığında önce nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Bir iki saniye sonra hatırlayarak yattığı yerden elinde pet şişe olduğu halde biraz uzaklaştı. Pet şişedeki sudan az bir miktarını avucuna döküp yüzünü sıvazladı. Dibinde kalan suyu ağzına dayayıp bir güzel midesine indirdi. Kapağını kapatıp yattığı yere döndü. Bu arada tek kelime etmedi. Sabahları afyonu patlamadan, ağzına birkaç lokma atmadan konuşmayı, selamlaşmayı, gülümsemeyi pek beceremezdi. Uyku tulumunu topladı. Biraz daha su içti, birkaç kraker attı ağzına. Sonra Hasana dönüp kocaman bir - ‘’Günaydın ‘’ dedi. Hasan bu selama karşılık verdi. Ardından uzay gemisinin bulunduğu yeri gösterdi. Geminin etrafında su üzerinde gemiye tam 10 metre mesafe boyunca uzayıp giden kahverengi bir çizgi vardı. Geminin mavi koruma alanı bitiyor ve bu kahverengi çizgi başlıyordu. Kısmen kalın yer yerde neredeyse fark edilmeyecek derecede ince bir çizgiydi. Helikopterler gece boyunca görev yapmıştı. Bu sabah içlerinden biri hava alanındaki haberleşme merkezine rapor gönderirken -‘’ Dün gece anlaşılan böcek kapanı iyi çalışmış, gölün yüzeyinde milyarlarca ölü böcek var ‘’ diye bilgi veriyordu. Gece boyunca uzay aracının dışındaki mavimsi ışığın büyüsüne kapılan bölgede ne kadar uçucu böcek varsa kilometrelerce mesafeyi bu ışığa doğru kat etmiş, sonrada ya o ışığın gücünden ya da yoruldukları için veya bilinmedik bir sebeple göl yüzeyine düşüp orada kalmışlardı. Bu sabah göl çevresi daha kalabalıktı. — ‘’ Az önce bakkala ekmek almaya indiğimde yoldan pek çok arabanın geçtiğini gördüm. Bakkalda ekmek saat erken olmasına rağmen kalmamıştı. Mecburen 2 km ötedeki fırına gittim. ‘’ dedi Fuat. 23