3. Meleklere îmanın insan psikolojisi üzerinde olumlu etkileri vardır. Bunlardan birkaçını şu şekilde sıralayabiliriz:
4. 1. Her insan, kıymetli bir sözünün veya işinin veya bir kabiliyetinin unutulup gitmesini önlemek, takdir edilmesini sağlamak için, şiir yazarak, kitap hazırlayarak,
5. … yahut başka sanat dallarına kendini vererek o söz, fiil ve kabiliyetini ebedîleştirmeye çalışır. Bu duygu, her insanda fıtrî olarak vardır.
6. Bu fıtratta bulunan bir insanın, yaptığı bütün iş ve fiillerini, bütün söz ve meyillerini "Kirâmen Kâtibîn" adlı meleklerin yazdığını,
7. ...ebedî âlemde kendine ve başkalarına göstermek üzere kaydettiğini îmanla bilmesi; ona ne derece sevinç ve huzur vereceği, ruhunu genişletip kalbini ferahlatacağı, apaçık bir gerçektir.
8. 2. İnsanın en kıymetli varlığı ruhudur. Ölüm esnasında bu kıymetli varlığın mahvolup yok olması, hiçliğe gitmesi, hiç şüphesiz insan için azapların en büyüğü, acıların en dehşetlisidir.
9. İşte insan, bu büyük acıdan ve dehşetli endişeden, meleklere îman şuûru ile kurtulabilir.
10. Çünkü îman ona, vefatı esnasında en kıymetli varlığı olan ruhunun Azrâil (as) gibi vazifeli bir memurun eline emanet edildiğini, asla kaybolup yok olmadığını bildirir.
11. 3. Herkesin istisnasız gireceği kabir ve mezardaki yalnızlık, karanlık, darlık, soğukluk, hapislik vahşetinden ve Ümitsizliğinden insanı, Münker - Nekir meleklerinin arkadaşlığı kurtarır. Onlarla sohbet eder.
12. Kalb ve kabir, bu sayede genişler, ısınır, nurlanır, ruhlar âlemine pencereler açılır.
13. 4. İnsan, zaman zaman gurbetlere düşer, sevdiklerinden, tanıdıklarından ayrı, kimsesiz, yapayalnız kalır. Bu gurbet, maddî olabileceği gibi mânevî de olabilir.
14. Kişinin inanç ve fikirlerini kendinden başka paylaşacağı hiç kimse bulamaması, herkesin kendisine zıt ve düşman olduğu bir muhitte yaşaması mânevî bir gurbet hâlidir.
15. Bu sıkıntı ve yalnızlıklar içinde, dünya o kişinin başına yıkılacak gibi olur. Bu durumda da yine meleklere îman şuûru imdada yetişir.
16. Kâinatı ve o şahsın karanlık dünyasını aydınlatır, şenlendirir, melekler ve ruhanîlerle doldurur. Alemini sevinçlerle güldürür.
17. Onu yalnızlık ve vahşetten, kimsesizlik ve dehşetten, cemiyette kimse tarafından dinlenilmemek ızdırabından kurtarır.
18. "Cemiyette kimse, senin güzel fikir ve inançlarını dinlemez ve kabul etmezse sen sakın üzülme! Melekler dinler, ruhanîler kulak verir. Sana yine sevap meyvelerini kazandırır" der, teselli eder.
19. SONUÇ: Meleklerin varlığına inanan insan hayatının her döneminde mutlu olur. Çünkü birisi tarafından gözetildiğine inanan bir insan, ona göre hareket eder ve hata işlememeye çalışır.Hata işlemediği için de mutlu olur.
21. Cin ve şeytanlar, saf ateşten, yani, dumansız ateş alevinden yaratılmış ruhanî varlıklardır. Şeytanlar da cin neslindendir.
22. Cinler de melekler gibi görünmeyen gizli varlıklar olup çeşitli şekillere girmeye ve zor işler başarmaya gücü yeten, fakat cins ve mahiyet bakımından meleklerden ayrı yaratıklardır.
23. Cinler de Allah'a îman ve ibâdetle mükelleftirler. Bâzıları isyankâr olup kâfir, bâzıları da itâatli mü'mindirler.
24. Ancak şeytanların hepsi isyankâr ve kâfirdirler. Sırf şer (kötülük) işleyen, insanları yoldan çıkarmakla meşgul olan varlıklardır. Şeytanların mü'mini ve itâatlisi yoktur.
25. Şeytanların şer, yani kötülük işlemeye devam etmeleri ve buna Allahın izin vermesi; bu Dünyanın imtihan dünyası olması ve gerçek müminlerin de onların vasıtasıyla ortaya çıkmasından dolayıdır.
26. Cinler de, Allah'ın izni ve hükmü olmadan hiç kimseye bir iyilik ya da bir kötülük yapamazlar.
28. Cinler insandan evvel yeryüzünün idare ve tedbirini görmekle vazifelendirilmişlerdir, ancak yeryüzünde çok kötülük yaptıkları, fesat çıkardıkları için, sonunda bu görevden alınmışlardır.
30. Peygamberimiz(S.A.V), insanlara olduğu gibi cinlere de elçi olarak gönderilmiş, tebliğ vazifesini cinler arasında da yerine getirmiştir. Kurân’da Cin sûresinde bu husus, açık bir şekilde ifade edilmiştir.
32. İnsan, yaratılış bakımından, madde ve ruhtandır. Maddî cephesini, fizikî görünüşü olan bedeni ve onun tabiî ihtiyaçları; mânevî cephesini de, mâhiyeti bilinmeyen ruhu ve aklı oluşturur.
34. Birincisi, insanın ruh ve mânâ cephesi ile ilgili olan yüce duygularıdır ki, bunlar insanı ruhanî ve ulvî hayata yükseltir.
35. İkincisi ise, insanın maddî ve fizikî yönü ile alâkalı olan bir takım basit duygularıdır. İnsan bu duygularına kayıtsız şartsız uyarsa, ruh cephesi zayıflar, âdeta maddeleşerek âdileşir.
36. İnsandaki bu iki çeşit duyguya karşılık, kâinatta da iki çeşit varlık yaratılmıştır: Melekler ve şeytanlar.
38. Şeytanlar ise, insandaki süflî, alçak duyguları körükleyerek onu dâima kötülük işlemeye yönlendirirler.
39. Hadîs-i Şerîfte bu husus, şu şekilde belirtilir: "İnsan kalbine iki yönden baskı ve telkin gelir. Birisi melektendir ki, hayrı söyler, hakkı tasdik eder. Kalbinde bunu bulan kimse bilsin ki, bu, Allah'tandır. Ve Allah Teâlâ'ya hamdetsin…
40. … Diğer telkin ise, Şeytandan gelir; şerri teşvik eder, hakkı yalanlar ve insanı hayırdan uzaklaştırmak ister. Kalbinde bunu bulan kimse, derhal Şeytanın şerrinden Allah'a sığınsın."
41. Şu halde, mânen yükselmek, ruhen olgunlaşmak isteyen herkes, Şeytanın içinde uyandırdığı süflî ve kötü arzuları susturmak ve onunla mücadele etmek zorundadır.
42. SONUÇ: Şeytan kötülüğün simgesidir. İnsan, şeytanı uzakta aramamalıdır. Şunu unutmamalıdır ki, kendi nefsine hakim olan insan, kendi nefsini eğiten insan; şeytandan uzaklaşmıştır. Şeytan ona hiçbir şekilde zarar veremez…