1. Ceviri Onokumalar. Com’a Aittir.
İlk bölümü sitemizde okuyabilirsiniz.
Kanbağı Serisi 3. Kitap 12 Şubat 2013’de yurtdışında yayınlanacak.
İndigo Spell
İkinci Bölüm
BAYAN TERWILLIGER OLANLARDAN sonra daha fazlasını söylemedi. Amberwood’a geri dönerken
benim yanında olduğumun farkında değil gibiydi. Kendi kendine şöyle söyleniyordu : ‘’ Yeterince zaman
yok.’’ ve ‘’ Daha fazla kanıta ihtiyaçım var.’’
Ve sonunda beni okula bıraktığında ondan daha fazla bilgi koparmaya çalıştım.
‘’ Bütün olanlar kendimi korumama için miydi? ‘’ diye sordum. ‘’ Neden korunmam içindi?’’
Yine itfaiye musluğunun yanına park ettik ve kadının yüzünde uzaklardaymış gibi bir bakış vardı. ‘’
Yarın ki sezon dersinde sana açıklayacağım.’’
‘’ Gelemem.’’ Diye hatırlattım. ‘’ Yarın ki derslere katılmayacağım. Hatırladınız mı? Yakalamam
gereken bir uçağım var. Size geçen hafta bunu söylemiştim. Ve dün. Ve bugün sabah da söylemiştim. ‘’
Bu onun aklını başına getirdi. ‘’ Söyledin mi? İyi o zaman. Sanırım yapmamız gereken şeyleri yapmamız
gerekir. Sabah senin için ne yapabilirim bir bakarım. ‘’
Bundan sonra yatağıma gidip , onu arkada bıraktım. Fakat uyku bir türlü tutmuyordu. Sabahki tarih
dersine katıldım ve zil çaldıktan sonra benim masama yürüyüp , kırmızı dergi kapaklı bir kitabı önüme
bıraktı.
Kitabın kapağı Latinceydi. Ceviri Elementlerin Savaşı demekti ki bunu görmek titrememe neden oldu.
Işık ve görünmez olmak için büyü yapmak bir şeydi. Ama bu , büyü savaşı? İçimden bir ses bu konuda
sonrun yaşayacağımı söylüyordu.
‘’ Uçakta okuman için.’’ dedi. Her zamanki öğretmen ses tonu ile konuşuyordu fakat gözlerinde dün
akşamki gibi düşüncelerin geçtiğini görebiliyordum. ‘’ Sadece ilk bölüme odaklan. Senin her zamanki
gibi olacağına güveniyorum. Sonra diğerlerine bakarız. ‘’
Diğer öğrencilerden hiç biri bize bakmıyordu. Günün son dersi geçmiş antik tarihdi ki kendisi benim
ustam sayılırdı. Çoğu zamansa beni büyü yapmaya ikna etmeye çalışan bitisiydi. Bu yüzden bana kitap
vermesinde sıradışı bir şey yoktu.
‘’ Ve,’’ diye ekledi. ‘’ Eğer o gördüğün yerin nerede olduğunu bulmaya çalışırsan çok makbüle geçer. ‘’
Bir kaç dakika adeta sözcüksüz kaldım. Büyük Los Angels’in bir bölümdeki bir mahalleyi bulmaya
çalışmak mı? ‘’ Orası ... baya , baya büyük bir yer.’’ dedim sözlerimi kimse anlamasın diye dikkatli
seçerek.
2. Başını salladı ve gözlünü yukarıya itti. ‘’ Biliyorum. Çoğu insan hayatta orayı bulamazdı. ‘’ Ve bu son
sözle tekrar sınıfın önündeki masasına döndü.
‘’ Hangi mahalle bu?’’ diye sordu yeni bir ses.
Eddie Castile sınıfa yeni gelmişti ve hemen yanımdaki sıraya oturdu. Eddie bir dhampirdi. İnsan , vampir
melezi. Bütün bu karışıklığa rağmen Eddi inanılmaz bir şekilde normal bir insan gibiydi. Bütün o kum
rengi saçlar , kahverengi gözler gibi. Bu görünüşü ile insanların bizim ikiz olduğumuzu düşünmesi
kolaylaşıyordu. Gerçek hayatta ise Eddie Amberwood’da Jill’in korumalığını yapmaktaydı. Kendi
ırkındaki çatışmalar yüzünden Moroi’ler onu avlamaya çalışıyorlardı. Gerçi Palm Springs’e
geldiğimizden beri onları görmemiştik. Eddie ise görünürlerse diye her şeye hazırlıklıydı.
Kırmızı deri kapaklı kitabı çantama koydum. ‘’ Hiç sorma. Başka sıkıcı ödev daha.’’ Hiç bir arkadaşım –
Adrian hariç – benim Bayan Terwilliger’le olan ilişkimi bilmiyordu. Şey , Adrian ve Jill hariç. Bütün
Moroi’ler bir türlü büyü sahibidirler. Adrian’nın büyüsü ise çok nadir bulunan ve çok güçlü olan ruh
büyüsüydü. Bu büyü , iyileştirmede mucize yaratıyordu. Adrian ruhu Jill öldükten sonra geri getirek için
kullanmıştı. Ve bu da ‘’ gölge öpücüğü’’ denilen bir bağın oluşturmasını sağladı.
Bu bağ sayesinde Jill Adrian’nın düşüncelerini ,ve bazende onun gözünden olayları görmesini
sağlayabiliyordu. Sonuç olarak Jill , ben ve Adrian arasında geçenlerin çoğuna şahit olmuştu.
Çantamdan arabanın anahtarlarını çıkarıp , Eddie’ye verdim. O arabamı verecek kadar güvendiğim tek
kişiydi. Bir acil durum olması kaşılığında kasabaya her gittiğimde ona arabayı ödünç veriyordum. ‘’ İşte
burda. Tek parça halinde bana geri getirsen iyi olur. Sakın Angeline’in sürücü koltuğunun yanına bile
yaklaşmasına izin verme.’’
Sırıttı. ‘’ İntihara meyilli mi görünüyorum? Büyük olasılıkla bende kullanmayacağım zaten. Seni
havaalanına götürmemi istemediğine emin misin?’’
‘’ Dersini kaçırırsın.’’ dedim.Benim dersi ekmememin tek nedeni ise doğaüstü bir olayın olmasıydı.
‘’ Benim içi fark etmez , inan bana. Bilim sınavım var.’’ Arkasına bakıp sesini kıstı. ‘’ Biliyorsun ,
hayatıda ilk defa fizikten nefret ediyorum.’’
Kendime engel olamadım , gülümsedim. Eddi ie ikimiz de on sekiz yaşındaydık ve liseden mezun
olmuştuk. Ben evde eğitim görmüştüm , o ise Moroi ve dhampirlerin gittiği özel bir okuldan. Yine de
derslere girmeden öğrenciymişiz gibi davranamazdık. Ben ekstra dersi kafaya takmazken , Eddie dersleri
sevme işini pek beceremiyordu.
‘’ Almayayım.’’ dedim ona. ‘ Taksi ile giderim.’’
Zil çaldığında ikimizde ayapa kalkmıştık. Eddie senini alçaltıp konuşmaya devam etti. ‘’ Jill
gidemeyeceği için çok sinirli.’’
‘’ Biliyorum.’’ diye fısıldadım. ‘’ Ama ikimizde neden gidemeyeceğini biliyoruz.’’
‘’Evet.’’ dedi. ‘’ Ama bilmediğim şey neden sana kızgın olduğu.’’
Sınıfın önüne doğru ilerlerken , bu soruyu görmezden geldim. Jill , Adiran ile aramızdan geçen romantik
sözleri bilen tek kişiydi. Bağ, sağolsun. Keşke bunu paylaşmasaydı dediğim bir diğer şeyde buydu. Ama
Adrian bu konuda kendine hakim olamıyordu. Jill insan – vampir ilişkilerinin yanlış olduğunu biliyordu
ama benim Adrian’ı böyle inciltmemi affedemedi. Daha kötüsü , büyük olasılıkla Adiran’nın acısını
hissediyordu.
Diğer arkadaşlarımız bile Jill ve benim aramda bir şeylerin ters gittiğini fark etmişti. Eddie bunu fark
eden ilk kişiydi ve hemen araştırmaya başlamıştı. Hemen ona Jill’in bazı kuralları görmezden geldiği
hikayesini uydurmak zorunda kaldım. Eddie bunu yemedi fakat Jill ağzını kapatıp ona başka bir ipucu
vermediği için konuyu bıraktı.
Gün sona ererken havalanına gitmek üzere taksiye binmiştim. Hafif ve küçük bir bavul ve okul çantam ile
yolculuk yapacaktım , ikisini de taşıyabiliyordum. En az yüz kere düşündükten sonra küçük gümüş ve
beyaz renklerde bir hediye seçmiştim. İçinde ise güneş yakalayıcısı vardı. Pencerelere takılan türden.
Uygun bir hediye olmasını ümit ediyordum. Çünkü ...
Bir vampir düğününe gidiyordum.
3. Daha önce hiç bir vampir düğününe gitmemiştim. Büyük olasılıkla hiç bir Simyacı gitmemişti. Evet
Moroi’lerle çalışıyor ve bir sorun olduğunda yanlarında oluyorduk ama hiç bir Simyacı iş dışında onlarla
görüşmek istemediğini belirtmişti.
Belli bir süre sonrada iki grupta böylesinin daha iyi olduğunu düşünmeye başlamıştı. Yine de bu düğün
büyük bir olay olduğu için ben ve bir kaç Simyacı davetliydik.
Çifti tanıyordum ve teknik olarak onların evleneceğini görecek olmama heyecanlanıyordum. Beni gergin
yapan gecenin geri kalanıydı. Bir sürü Moroi ve Dhampir’in içinde olacaktık. Evet , Simyacılarda vardı.
Fakat yardımsız azınlıkta olan gruptuk. Palm Springs’de Eddie , Jill ve diğerleri ile olmak onların ırkına
karşı hissetiğim korkak hisslerimi alıp götürmüştü. Küçük bir grubun parçası olmuştum ve onlar benim
dostlarımdı. Ama genel olarak diğerleri arasında gergindim. Bu Vampirik dünyaya alışmak kolay değildi ,
sonuçta onların şeytani olduğunu düşünerek yetişmiştim. Şimdi ise insan olmadıkları kesindi ama şeytani
filanda değillerdi.
Yine de Palm Spring’deki arkadaşlarımın benimle gelmesini dilerken buldum kendimi. Tabii bu mümkün
değildi. Jill’i orada saklamanın bütün amaçı onu öldürmeye çalışanlardan korumaktı. Bir de Moroi
düğününde çıkarsa bütün iş yatardı.
Eddie ve diğerleride geride kalıp onu korumalıydılar. Sadece Adrian ve ben düğüne davet edilmiştik ve
şükürler olsunki farklı uçuşlarda gidecektik.
Eğer herhangi biri birlikte yolculuk yaptığımızı örenirse dikkatleri çekebilirdik. Adrian’nın uçağı Palm
Springs’den bile kalkmıyordu. O Los Angeles’dan iki saat ara ile binecekti.
Los Angels’da olmak bana Bayan Terwilliger’ın söylediği şeyi hatırlattı. Los Angels’in merkezinden bile
büyük bir mahalleyi bulmak. Tabii , hemen hallerim. Bana yardımcı olabilecek tek şey gördüğüm
Viktorya tarzı evlerdi. Eğer bu binalarla ilgili tarihi bir bilgi bulursam bu beni direk o mahalleye
götürebilirdi. En azından araştırmamı kısaltıyordu.
LAX kapısına henüz uçağın saati gelmeden ulaştım. Bayan Terwilliger’in verdiği kitaba kendimi
kaptırmıştım ki ancak ikinci çağrışta anonsu duyabildim. ‘’ Yolcu Melrose , lütfen müşteri hizmetlileri
ajansına geliniz. ‘’
Karnımın kasıldığını hissetim. Masaya geldiğimde fazlasıyla neşeli bir uçak görevlisi beni karşıladı.
‘’ Bunun söylediğim için üzgünüm fakat uçak doldu. ‘’ dedi , hoş sesi ve gülümsemesiyle hiç de üzgün
görünmüyordu.
‘’ Bu da ne demek ,tam olarak?’’ diye sordum. ‘’ Ben koltuğumu daha önce almıştım. Uçağın dolma gibi
bir durumunu pek anlamamıştım. Bu nasıl olabilirdi ki? Koltuk numaralarını bilmiyor değillerdi ya.
‘’ Bu uçağa giremeyeceğiniz anlamına geliyor.’’ diye açıkladı. ‘’ Siz ve bir kaç müşteri daha bu aile için
koltuğunuzdan vazgeçmeye gönüllü oldunuz. Diğer türlü aileyi ayırmak zorunda kalacaktık.’’
‘’ Gönüllü mü?’’ dedim. Gösterdiği yere baktığımda büyük gözlü yedi çocuklu bir aile duruyordu.
Çocukların hepsi çok tatlı görünüyorlardı. Kızgınlıkla kadına döndüm. ‘’ Bunu nasıl yaparsınız? Buraya
erkenden geldim ve yetişmem gereken bir düğün var.’’
‘’ Sizin için bunu ayarladık. Sizi başka bir uçağa aktarıyoruz – Philadelphia – ki kendisi en yakında
kalkacak olandır. Üstelik biletinizi first class olarak ayarlandı. ‘’
‘’ Bu da bir şeydir.’’ dedim , hala olanlara inanamıyordum. Prensiplerimden ödün vermek bana göre
değildi. Ben kural ve düzenden hoşlanırdım. Diğer şeyler bütün dünyamı sarsabilirdi.
‘’ Şimdi ayrılıyor.’’
Başını salladı. ‘’ Dediğim gibi yakında. Yerinizde olsam acele ederdim.’’
Ve bununla birlikte yeni bineceğim uçağın anonsu yapıldı. Bütün yolcuların giriş kapısına gelmesini rica
ediyorlardı. Küfür eden bir insan değilimdir fakat o an neredeyse edecektim. Özelliklede giriş kapılarının
bulunduğum yerin tam tersinde olduğuu gördüğümde. Aklıma hava alanını şikayet etmeyi not ederken
koşmaya başladım. Bir mucize ile son anda kapılar kapanmadan yetişebildim. Girşteki adam bana bir
daha erken gelmemi söylerken kapıdan içeriye girdim ve daha sevimli bir hostesle kaşılaştım. First class
4. biletimi görünce daha içten gülümsedi. ‘’Buradan , Bayan Melrose. ‘’ dedi üçüncü kabini gösterirken. ‘’
Bize katılabildiğinize memnun olduk.’’
Üstteki göze bavulumu koymam için bana yardım etti ki diğer yolcunun eşyaları bana çok az yer
bırakıyordu. Neyse ki son anda daha yaratıcı bir yerleştirme yönetimi keşfettikten sonra hepsini
koyabildim. Yarı kızgınlık yarı heyecanla hemen yerime oturdum. Rahatlamaya çalışarak , uçağın
kalkışında son anda kemerimi bağladım. Biraz oturmuş hissediyordum, güvenlik kartını cebime
yerleştidim. Ne kadar uçmuş olursam olayım hep önemli bir şey olacakmış gibi hissetmekten kendimi
alamıyordum. Üzerimde duran oksijen maskesine bakarken tanıdık bir koku üzerimden geçti. Bütün bu
uçak kaosunda yanımda oturan yolcuya bir kere bile dikkat etmemiştim.
Adrian.
Adeta şok oldum. Adrian beni eğleniyormuş gibi seyrediyordu. Hiç kuşku yok ki onu ne zaman fark
edeceğimi bekliyordu.Burada ne yaptığını bile sormadım. Onun LAX’da uçacağını biliyordum. Ve bir tür
çarpık şansla onun uçağına atanmıştım.
‘’ Bu imkansız.’’ Dedim. İçimdeki bilim kadını fazlasıyla şok olmuştu ve durumun şans olması yüzünden
rahatsızdı. Kendimi ‘’ Beni başka bir uçağa atmaları başka bir şey. Fakat seninle aynı koltuğa atmaları
bambaşka bir şey. Buradaki garipliğin ne olduğunu görebiliyor musun? Bu inanılmaz.’’ derken buldum.
‘’ Bazıları buna kader diyor.’’ dedi. ‘’ Belkide Philadelphia’a giden çok fazla uçak yoktur. ‘’ Elinde beyaz
bir sıvı bulunan bardağı bana kaldırdı. Adrian’ı hiç su içerken görmediğim için içindekinin votka
olduğunu düşünüyordum. ‘’ Seni görmek çok güzel , bu arada.’’
‘’ Ah , seni de. ‘’
Motorların çalışmasıyla sohbetimiz geçii olarak durdu. Gerçeklik yüzeye çıktı. Adrian Ivashkov ile beş
saatlik bir uçuşta sıkışıp kalmıştım. Beş saat. Beş saat bir kaç santimetre uzağımda oturacak , pahalı
parfümünü koklayacak ve o gözlere bakacaktım. Ne yapacaktım? Tabii , hiç bir şey. Gidecek hiç bir yer
yoktu. Kaçacak hiç bir yer yoktu. Frist class’da olsa yoluculara paraşüt verilmesinin yasak olduğunu
düşünürsek.
Kalbim hızla çarpmaya başladı. Bir şeyler söylemeliydim. Sessizce beni izlerken hala dudaklarının kenarı
yukarı kıvrılmış gülümsüyor , konuşmamı bekliyordu.
‘’ Eh.’’ dedim en sonunda , ellerime bakarak. ‘’ Şey , araban nasıl?’’
‘’ Sokağa bıraktım. Ben yokken güvende olacağını düşünüyorum.’’
Başımı kaldırdım , çenem adeta düşmüştü. ‘’ Ne yaptım dedin? Gece olduğunda onu çekerler. ‘’
Daha cümlemi bitirmeden Adrian gülmeye başladı. ‘’ Demek sende tutkulu bir reaksiyon görmek için
gereken şey bu , öyle mi?’’
Başını salladı. ‘’ Endişelenme Sage , sadece şaka yaptım. Binamın park yerinde güvenli bir şekilde park
edildi. ‘’
Kızardım. Bir araba için böyle davrandığımdan ve şakasına kandığımdan utanıyordum. . Tabii o normal
bir araba değildi. Adrian’nın geçenlerde satın aldığı güzel , bir Mustang’dı. Aslında Adrian onu sadece
düz vites kullanamıyormuş gibi davranıp , benimle biraz daha vakit geçirmek için satın almıştı . Araba
mükemmeldi ama asıl benimle birlikte olmak için bunu yapmasına şaşırıyordum.
Uçak normal seyirinde ilerlerken , hostes Adrian’a yeni bir içki getirdi. "Bir şey alır mısınız, bayan?"
"Diyet kola," dedim direk.
Hostes gidince Adrian ayıpladığını belirtirsesine cıkladı. "Bunu arkadaki ekonomi sınıfında da
alabilirdin."
Gözlerimi devirdim. "Önümüzdeki beş saati ayıplanarak geçirmek zorunda mıyım? Çünkü eğer öyleyse,
ekonomi sınıfına geri dönüp , şanslı birisinin ‘yerime’ geçmesine izin vereceğim. ‘’
Adrian ellerini havaya kaldırdı. "Hayır, hayır. Otur. Ben kendimi eğlendiririm.’’
Kendimi eğlendiririm dediği uçaktaki magazin dergilerinden birindeki bulmacayı çözmekti..
Ms.Terwilliger'ın bana verdiği kitabı alıp okumaya başladım, ama o benim tam yanımdayken odaklanmak
ne mümkündü. Göz ucuyla hem yüzünü incelemek hem de bana bakıp bakmadığına emin olmak için
sinsi bakışlar attım. Adrian her zamanki gibiydi, feci yakışıklıydı, kahverengi dağınık saçları ve heykel
gibi yüz hatları. Onunla konuşmayacağıma söz vermiştim ama yanımda durup , hiç bir şey yazmadan ,
kağıtta kalemini vurup durunca dayanamadım.
"Ne oldu?" diye sordum.
5. " Çırçır makinesini bulup çığır açan kişi , yedi harfli'"
"Whitney," dedim.
Eğilip ve harfleri yazdı. "Beş harfli. Mohs Sertlik Çizelgesinde birinci sırada."
"Elmas."
Beş soru sona, neler olduğunu fark ettim. "Hey," dedim. " Bunu yapmıyorum."
Bana masum gözlerle baktı. "Neyi?"
"Ne olduğunu biliyorsun. Beni yönlendiriyorsun. Biliyorsun buna direne –‘’
"Ben mi?"
Dergiyi gösterdim. "Bulmaca." Kendimi çekip , kitabı gösterdim. ‘’Yapacak işlerim var."
Adrian omzumun üzerinden göz attıyordu ve ne kadar yakınında olduğumu fark etsemde görmezden
geldim."Anlaşılan Jackie seni dersinde hala zorluyor." Adrian Ms. Terwilliger ile yakınlarda tanışmıştı
ve bir şekilde samimyeti ilk adlarını kullanacak kadar ilerletmişlerdi.
"Bu daha çok ders dışı bir aktivite," dedim.
"Sahiden mi? Bu şeyleri zorunda olmadıkça yapmak konusuna karşı olduğunu sanıyordum.."
Kitabı kızgınlıkla kapattım. "Karşıyım. Ama sonra dedi ki-"
Cümlemi tamamlamadım. Zorunla olmadıkça Adrian’la konuşmayacağımı hatırlamıştım. Ama geçmişi
unutup eski dost günlerimize dönmek kolaydı. Doğruymuş gibi geliyordu ama belli ki yanlıştı.
"Sonra ne?" diye teşvik etti , nazik bir tonla
Ona baktım, ne alaycılık ne de kendini beğenmişlik vardı. Bir kaç haftadır peşime yapışan bu acıyı fark
etmemiştim bile. Ve bununla ilgili görünüyordu ve anlık olarak Ms Terwillliger'ın ödevini düşünmemi
engeliyordu.. Onu böyle görmek öpüşmemizin sonrasında olanlarla büyük ölçüde çelişiyordu. Onunla bu
uçuşta oturma düşüncesi beni geriyordu ve şimdi de, buradaydı ve beni desteklemeye hazırdı. Bu
değişiklik niyeydi?
Tereddüt ettim , ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Dün gece neler olduğun ve Terwiliger'ın
sözlerinidüşünüp duruyordum.. Adrian (Jill ‘in dışında) büyü yaptığımı bilen tek kişiydi, ve şu ana kadar,
bunu birileriyle tartışmaya ne kadar can attığımı fark etmemiştim. Bu yüzden dayanamadım ve çöl
maceramın tamamını anlattım.
Bitirdiğimde ifadesi değişmiş , karanlık bir hal almıştı. "Sana burada büyüyü öğretmeye çalışaması bir
şey , seni böyle bir tehlikeye atması başka bir şey.’’
Yoğun ilgisi beni şaşırttı- ama belki de şaşırtmamalıydı. "Söylediklerinden anladığım kadarıyla bu onun
yaptığı bir şey gibi görünmüyordu. Baya üzgün gibiydi... bütün bunlar ne demekse.’’
Adrian kitabı işaret etti. "Ve bu bir şekilde yardım mı edecek?"
"Öyle tahmin ediyorum." Parmaklarımı kabartmalı Latince harflerin üzerinde geçirdim. "Bu savunma ve
saldırı büyülerini içeriyor-daha önce yaptıklarımdan daha zor şeyler. Bunu sevmiyorum , üstelik bunlar
ileri düzey şeylerde değil. Yapabileceğimi söyledi. ‘’
"Büyüden hoşlanmıyorsun," diye hatırlattı. "Ama bunlar seni güvende tutacaksa, onları görmezden
gelmemelisin."
Haklı olduğunu biliyordum ve bunu kabul etmekte zorlanıyordum. Onu cesaretlendirebilirdi. "Evet, keşke
ne için korunacağımı bilebilseydim - Hayır. Hayır. Bunu yapamayız."
Eskiden olduğu gibi Adrian'la kolay, rahat bir şekilde konuşuyorum ve bunu fark etmemiştim. Yine ona
sırlarımı açıyordum. Kaşlarını çattı..
"Neyi? Senden bulmaca da soru sormayı bıraktım değil mi?"
Derin bir nefes alarak kendimi hazırlamaya çalıştım. Ne kadar ertelesek de bu anın geleceğini biliyordum.
Sadece bir uçakta olacağını sanmıyordum
"Adrian, olanlar hakkında konuşmalıyız.Aramızda olanlar hakkında." diye belirttim.
Bir anlık duraksayarak sözlerimi kavramaya çalıştı. "Şey ... bildiğim kadarıyla aramızda bir şey olmadı.
Hiç bir şey.’’
Cesaret ederek ona baktım. "Aynen. Olanlar için üzgünüm.... Yine de dediklerimin hepsi doğruydu.
Bunu geride bırakıp hayatlarımıza normal bir şekilde devam etmeliyiz. Bu Palm Springs'teki grubumuzun
iyiliği için."
"Garip. Ben hayatıma devam ediyorum.’’ dedi. "Bunu konuyu açan sensin. ‘’
6. Tekrar kızardım. "Çünkü senin yüzünden. Geçtiğimiz birkaç haftayı somurtarak , benimle neredeyse hiç
konuşmayarak geçirdin."
Ve konuştuğunda da genelde dalga geçiyordu. Son zamanlarda Clarence Donahue'nin evinde akşam
yemeğinde, oturma odasına sürünerek gelen en korkunç örümceği görmüştüm. Cesaretimi toplayıp, çirkin
yaratığı yakaladım ve attım. Adrian'ın ise benim bu cesur hareketime yorumu şöyleydi. "Vay canına,
seni korkutan şeylerle yüzleştiğini bilmiyordum. Normalde çığlığı basıp kaçar ve hiçbir şey olmamış gibi
davranırsın.’’
"Davranışlarım hakkında haklısın.’’ dedi, söylediklerimi onaylayarak. Bir kez daha ciddileşmişti. "Ve
özür dilerim."
"Sen... ne?" Şok oldum."Tamam... Yani artık bıraktın mı? Şey ... böyle hissetmeyi yani? Aslında demek
istediğimi söyleyemiyordum. Bana aşık olmayı bıraktın mı?
"Yok, hayır," dedi neşeli bir tonla. " Öyle değil.’’
"Ama dedin ki-"
"Sadece somurtmayı bıraktım.’’ dedi. "O modda dolaşmayı bıraktım.Evet , ben hep biraz
somurtkanımdır. Adrian Ivashkov'un stili böyle. Sadece artık abartmayacağım. Bu Rose'la , beni bir yere
getirmedi. Seninle de bir yere getirmeyecek."
"Biz hiç bir yere gitmiyoruz ,Adrian" dedim.
"Bilmiyorum." Dedi bilmiş bir yüz ifadesiyle. "Rose’u zaten kaybetmiştim.. Söylemek istediğim , onunla
olmaya çalışırken , destansı aşkı , kocaman savaş tanrısı Dimitri ile karşılaşmak zorundaydım. Oysa biz
sadece iki ırkın, yüzyıllık ön yargısı ve tabuları ile başa çıkmak zorundayız. Kolay."
"Adrian!" Sinirlenmeye başlamıştım. "Bu bir şaka değil."
"Biliyorum. İnanan bana benim için kesinlikle değil. İşte bu yüzden sana artık bunları yaşatmayacağım."
Duraksadı. "Sen beni istesen de istemesen de ben seni seveceğim.
Hostes elinde sıcak havlularla gelerek, Adrian'ın rahatsız edici sözlerini aramızda asılı bıraktı ve
konuşmamaız aksadı. O kadar şaşırmıştım ki hostes tekrar gelip , elimdekileri alana kadar konuşamadım.
"İstesem de istemesem de mi? Bu da ne demek?"
Adrian yüzünü buruşturdu. "Kusura bakma. Bu biraz fazla sapıkça oldu. Demek istediğim, birlikte
olamayacağımızı söylemen önemli değil. Dünyada gezinen en anormal, en kötü yaratığı olduğumu
düşünmen umurumda değil."
Kelime seçimi bana eskiden kalan bir anıyı hatırlattı. Bu dünya üzerinde yürümüş en güzel yaratık
olduğumu söylemişti. Bu sözler şimdi olduğu gibi o zaman da aklımdan çıkmıyordu. Karanlıkta, mum
ışığının aydınlattığı bir odada oturuyorduk ve bana öyle bir bakmıştı ki, daha önce kimse bana böyle
Sydney ,kendine gel. Odaklan!-
"İstediğini düşünüp, istediğini yapabilirsin," diye devam etti Adrian, düşündüklerimin farkında olmadan.
Fazlasıyla sakin görünüyordu.. "Ben umut olmasa da seni sevmeye devam edeceğim.’’
Bu beni fazlasıyla şok etmişti.. Kimsenin bizi dinlemediğinden emin olmak için etrafa bakındım. "Ben...
Ne? Hayır. Sevemezsin!"
Kafasını yana yatırdı ve beni süzdü.
"Neden? Sana zarar verdiğim yok. Sana söyledim, eğer beni istemiyorsan bu benim için sorun değil. Seni
uzaktan sevmem de ne sakınca var?"
Ne diyeceğimi bilemedim. "Çünkü... çünkü yapamazsın!"
"Neden olmasın?"
"Senin.. senin hayatına devam etmen lazım," dedim.. Evet, mantıklı bir nedendi. "Başka birini bulman
lazım. Biliyorsun ben , sen - olmaz. Eh , biliyorsun işte.Zamanını boşa harcayacaksın."
Durdu. "Harcanan benim zamanım."
"Ama bu delilik! Niye bunu yapıyorsun?"
"Çünkü elimde değil," dedi bir omuz silkmeyle. "Ve belki ... belki seni sevmeye devam edersem, sonunda
sende dayanamayıp , beni seversin. Üstelik senin bana şimdiden birazda olsa aşık olduğuna eminim. ‘’
"Değilim! Ve az önce söylediğin her şey saçma. Bu berbat bir mantık."
Adrian bulmacasına geri döndü. "Sen istediğini düşünebilirsin, hatırladığın sürece – ne kadar
aramızdakiler sıradan gibi göründe – ben buradayım. Hala sana aşığım ve seni şeytani ya da başka tür bir
ırkın önemseyeceğinden daha çok önemsiyorum."
7. "Şeytani olduğunu düşünmüyorum."
"Gördün mü? İşler şimdiden umut verici görünüyor."
Kalemiyle tekrar dergiye vurdu. "'Romantik Viktoria Dönemi kadın şairi. Sekiz harfli."
Cevap vermedim. Resmen konuşamıyordum. Adrian uçuşun geri kalanında bu tehlikeli konuyu tekrar
açmadı. Çoğu zaman, kendini tuttu, ve konuştuğunda da akşam yemeğimiz ve yaklaşan düğün gibi
tamamen güvenli konulardan bahsetti. Yanımızda oturan hiç kimse aramızda garip şeyler olduğunu
anlayamazdı.
Ama ben biliyordum. Farkındaydım.
Ve bunu düşünmek içimi kemiriyordu. Ne uçarken ne de sonrasında bir daha Adrian’ı aynı
göremeyecektim. Her göz göze geldiğimizde,söyledikleri aklıma geliyordu. Ben buradayım. Hala sana
aşığım ve seni şeytani ya da başka tür bir ırkın önemseyeceğinden daha çok önemsiyorum Bir yanım
kızıyordu. Ne cüretle? Ne cüretle ben istesem de istemesem de beni severdi? Ona sevmemesini söyledim.
Buna hakkı yok.
Diğer yanım mı? Diğer yanım korkuyordu.
Belki seni sevmeye devam edersem, sonunda sende dayanamayıp , beni seversin.
Bu şaka gibiydi. Birini severek onun da seni sevmesini sağlayamazsın. Ne kadar etkileyici olduğu önemli
yok, ne kadar yakışıklığı olduğu ya da ne kadar komik olduğunun da önemi yok. Bir Simyacı ve bir
Moroi asla beraber olamaz. Bu imkansız.
Üstelik senin bana şimdiden birazda olsa aşık olduğuna eminim
Fazlasıyla imkansız.