SlideShare a Scribd company logo
1 of 11
Sure-i Bakara


Sual: Îcaz ile i'caz sıfatlarını hâvi Kur'an-ı Azîmüşşan'da           ِ‫ِ س ِ ا ِّ ال ّحْ َ ن‬
                                                                         ‫ب ْم ل ر م‬
‫ ال ّ ِيمِم‬ve ‫ َ ِا ّ آ َ ِ ر ّ ُمَا‬ve ‫ َيْ ٌ َوْ َ ِ ٍ الخ‬gibi pek
    ‫رح‬           ‫فب َ ى ل ء َبك‬            ‫و ل ي مئذ‬   çok âyetler tekerrür
etmektedir. Halbuki bu tekrarlar, belâgata münafîdir, usanç veriyor?
      Cevab: Ey arkadaş! Her parlayan şey, yakıcı ateş değildir. Evet
tekrar ve tekerrür bazan usanç veriyor, fakat umumî değildir. Her yere,
her kelâma ve her kitaba şamil değildir. Usanç verici addedilen pek çok
zâhirî tekrarlar, belâgatça istihsan ve takdir edilmektedir. Evet insanın
yediği yemekler; biri gıda, diğeri tefekküh (meyve) olmak üzere iki
kısımdır. Birinci kısım tekerrür ettikçe memnuniyet verir, kuvvet verir, kat
kat teşekkürlere sebeb olur. İkinci kısmın tekerrüründe usanç,
teceddüdünde lezzet vardır. Kezalik kelâmlar da iki kısımdır. Bir kısmı
ruhlara kut, fikirlere kuvvet verici hakikatlardır ki, tekerrür ettikçe güneşin
ziyası gibi, ruhlara, fikirlere hayat verir. Meyve kabilinden iştihayı açan
kısımda tekerrür makbul değildir, istihsan edilmez. Buna binaen Kur'an
heyet-i mecmuasıyla kalblere kut ve kuvvet olup, tekrarı usanç değil,
halâvet ve lezzet verdiği gibi, Kur'anın âyetlerinde de öyle bir kısım vardır
ki, o kuvvetin ruhu hükmünde olup tekerrür ettikçe daha ziyade parlar,
hak ve hakikat nurlarını saçar.

                             ُ ّ َ َ ‫ُوَ الْ ِسْ ُ َا َ ّرْ َ ُ ي‬
                             ‫ه م ك م كر ته َتضوع‬
sh: » (İ: 31)

       Ezcümle:   ‫ِسْم ِ ا ِّ ال ّحْمنِم ال ّ ِيمِم‬
                      ‫رح‬           ‫ب م ل ر‬
                                         gibi âyetlerde bulunan ukde-i
hayatiye ve nurani esaslar, tekerrür ettikçe iştihaları açar; misk gibi,
karıştırıldıkça kokar. Demek tekerrür zannedilen, hakikatte tekerrür
değildir. Ancak   ‫وَ ُ ُوا ِهمِ ُ َ َا ِهًما‬
                      ‫ات ب م متش ب‬        kabilinden, o ayrı ayrı hikmetleri,
nükteleri, gayeleri ifade eden tekrarlı kelâmlar yalnız ibarece, lafızca
birbirine benzedikleri için tekrar zannedilir. Hatta kıssa-i Mûsa, çok
meziyetleri ve hikmetleri müştemildir. Her makamda o makama münasib
bir vecihle zikredilmesi, ayn-ı belâgattır. Evet Kur'an-ı Azîmüşşan, o kıssa-i
meşhureyi, gümüş iken yed-i beyzasına alarak altun şekline ifrağıyla öyle
bir nakş-ı belâgata mazhar etmiştir ki, bütün ehl-i belâgat, onun
belâgatına hayran olmuşlar, secdeye varmışlardır. Ve keza teyemmün,
teberrük ve istiane gibi çok vecihleri hâvi; ve tevhid, tenzih, sena, celal ve
cemal ve ihsan gibi çok makamları tazammun; ve tevhid ve nübüvvet,
haşir ve adalet gibi makasıd-ı erbaaya işaret eden Besmele, zikredilen
yerlerin herbirisinde bu vecihlerden, bu makamlardan biri itibariyle
zikredilmiş ve edilmektedir. Maahaza hangi surede tekerrür varsa, o
surenin ruhuyla münasib olan bir vecih bizzât kasdedilmekle, öteki
vecihlerin istitradî ve tebaî zikirleri, belâgata münafî değildir.

      ‫: الم‬
          Surelerin başlarında bulunan huruf-u mukattaaya ait izahatı
quot;Dört Mebhasquot;da zikredeceğiz.

      Birinci Mebhas:      ‫الم‬ile, surelerin evvellerinde bulunan huruf-u
mukattaadan teneffüs eden i'caz hakkındadır. İ'caz, inci gibi incecik letaif-i
belâgatın parıltılarının imtizac ve içtimaından tecelli eden bir nurdur. Bu
mebhasda, bu nuru birkaç letaif zımnında izah etmekle parlatacağız.
Fakat, herbir latife ince ve ziyası az ise de, letaifin heyet-i mecmuasından
hasıl olan tam bir ziya ile fecr-i sâdık çıkacaktır.
      1- Hece harflerinin adedi -elif-i sâkine hariç kalmak şartıyla-
yirmisekiz harftir. Kur'an-ı Azîmüşşan, surelerin başında bu harflerin
yarısını zikretmiş, yarısını da terketmiştir.
      2- Kur'anın almış olduğu nısf, terkettiği nısıftan daha ziyade kesîr-ül
istimaldir.
sh: » (İ: 32)
     3- Kur'an, surelerin başında zikrettiği kısım içinde, lisan üzerine
daha sühuletli olan quot;elif, lâmquot;ı çok tekrar etmiştir.
     4- Kur'an, aldığı harfleri, hece harflerinin adedince surelere tevzi
etmiştir.
       5- Hece harflerinin mehmuse, mechure, şedide, rahve, müsta'liye,
münhafıza, müntabıka, münfetiha gibi çiftli cinslerinin herbirisinden yine
nısıf almıştır.
      6- Çifti, yâni eşi olmayan -evtar- kısmında sakilden azı, hafiften çoğu
almıştır. Kalkale, zelâka gibi.
       7- Kur'an-ı Azîmüşşan'ın, surelerin başındaki huruf-u mukattaanın
zikredilen minval üzerine tansifleri hakkında ihtiyar ettiği tarîk, beşyüzdört
ihtimalden intihab edilmiştir. Ve intihab edilen şu tarîkten başka hiçbir
ihtimal ile mezkûr tansif mümkün değildir. Çünki taksimler pek çok
birbirine girmiş ve çok mütefavittir. Bu gibi i'caz lem'alarından hisse
alamayan, zevkine levm ve itab etsin.
      İkinci Mebhas: Bu mebhasde de birkaç letaif vardır:

      1- ‫الم‬ ile emsalinde göze çarpan garabet, bu harflerin pek garib ve
acib bir şeyin mukaddemesi ve keşif kolları olduklarına işarettir.
    2- Bu surelerin başlarındaki taktî-i huruf ile isimleri hecelemek,
müsemmanın me'hazine ve neden neş'et ettiğine işarettir.
     3- Bu harflerin taktîi; müsemmanın vâhid-i itibarî olup, terkib-i
mezcî olmadığına işarettir.
      4- Bu harflerin taktî' ve ta'dadı, san'atın madde ve me'hazini
muhataba göstermekle muarazaya talib olanlara karşı meydan okuyarak,
quot;İşte i'caz-ı san'atı, şu gördüğünüz harflerin nazm ve nakışlarından
yaptım. Buyurunuz meydana!quot; diye, onların tahkirane tebkitlerine
(tekdirlerine) işarettir.
       5- Manadan soyulmuş şu hece harflerinin zikri, muarızları hüccetsiz
bırakmaya işarettir. Evet Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan, şu manasız harflerin
lisan-ı haliyle ilân ediyor ki: quot;Ben sizden belîğ manaları, hükümleri,
hakikatları ifade eden yüksek hutbeleri ve nutukları istemiyorum. Yalnız şu
ta'dad ettiğim harflerden bir nazîre yapınız, velev iftira ve hikâyelerden
ibaret bile olursa olsun!quot;
      6- Harfleri tâdad ile hecelemek, yeni kıraata ve kitabete başlayan
sh: » (İ: 33)
mübtedilere mahsustur. Bundan anlaşılıyor ki: Kur'an, ümmî bir kavme ve
mübtedi bir muhite muallimlik yapıyor.

      7-   ‫ا مم ل مم د‬
                  gibi harfleri, meselâ quot;elif, lâm, dalquot; gibi isimleriyle tabir
ve zikretmek, ehl-i kıraat ve erbab-ı kitabetin ittihaz ettikleri bir usüldür.
Bundan anlaşılıyor ki, hem söyleyen, hem dinleyen ümmî olduklarına
nazaran, bu tabirler, söyleyenden doğmuyor ve onun malı değildir; ancak
başka bir yerden ona geliyor.
     Ey arkadaş! Bu letaifin ince iplerinden dokunan yüksek nakş-ı
belâgatı göremeyen adam, belâgat ehlinden değildir. Erbab-ı belâgata
müracaat etsin.

     Üçüncü Mebhas:           ‫آلم‬
                           i'cazın esaslarından îcazın en yüksek ve en ince
derecesine bir misaldir. Bunda da birkaç letaif vardır:

      1-   ‫ آلم‬üç   harfiyle üç hükme işarettir. Şöyle ki: Elif,     ‫ذ كل ل‬
                                                                     ّ ‫ه َا َ َمُم ا‬
‫لزلى‬
ّ َِ َ ْ‫ ا‬hükmüne        ve   kaziyesine;   lâm,   ُ ‫ ن َلَ ِهممِ ِب ِي‬hükmüne
                                                   ‫َز ب م ج ْر ل‬                 ve
kaziyesine; mim (        ‫ . ََى ُ َ ّ ٍ )ع.ص.م‬hükmüne ve kaziyesine remzen ve
                                ‫عل محمد‬
imaen işarettir.
      Evet nasılki Kur'anın hükümleri uzun bir surede, uzun bir sure kısa
bir surede, kısa bir sure bir âyette, bir âyet bir cümlede, bir cümle bir
kelimede, o kelime de quot;sin, lâm, mimquot; gibi huruf-u mukattaada irtisam
eder, görünür. Kezalik          ‫آلم‬
                          in herbir harfinde mezkûr hükümlerden biri
temessül etmiş görünüyor.
       2- Surelerin başlarındaki huruf-u mukattaa, İlahî bir şifredir. Beşer
fikri ona yetişemiyor. Anahtarı, ancak Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü
Vesselâm'dadır.
      3- Şifrevari şu hurûf-u mukattaanın zikri, Hazret-i Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâm'ın fevkalâde bir zekâya mâlik olduğuna işarettir
sh: » (İ: 34)
ki: Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm remizleri, îmaları ve en gizli şeyleri
sarih gibi telakki eder, anlar.
      4- Şu harflerin taktîi; harf ve lafızların hâvi oldukları kıymet, yalnız
ifade ettikleri manalara göre olmayıp, ilm-i esrar-ül hurufta beyan edildiği
gibi, aded ve sayılar misillü, harflerin arasında fıtrî münasebetlerin
bulunduğuna işarettir. (Haşiye)

      5-   ‫آلم‬
             taktîiyle, bütün harflerin esas mahreçleri olan quot;halk, vasat,
şefequot; mahreçlerine işarettir. Ve zihinlerin nazar-ı dikkatini şu mahreçlere
çeviriyor ki; zihinler, gerek bu üç mahreçte, gerek bunlara bağlı küçük
küçük mahreçlerde lafızların ve harflerin nasıl vücuda geldiklerini hayret
ve ibretle mütalaa etsinler.
      Ey zihnini belâgatın boyasıyla boyayan arkadaş! Bu letaifi sıkacak
olursan,‫ذ ك َم ل‬
        ّ ‫ ه َا َل ُ ا‬içinden çıkacaktır.
      Dördüncü Mebhas: ‫ الم‬emsaliyle        beraber, terkib şeklinden taktî'
suretinde zikirleri, bu şeklin müstakil olup hiçbir imama tâbi' olmadığına ve
hiç kimseyi taklid etmiş olmadığına ve üslûbları acib, çeşitleri garib yeni
saha-i vücuda gelen bir bedîa olduğuna işarettir. Bu mebhasda da birkaç
letaif vardır.
      1- Hatib ve belîğlerin âdetindendir ki mesleklerinde daima bir misale
tâbi oluyorlar ve bir örnek üzerine nakış dokuyorlar ve işlenmiş bir yolda
yürüyorlar. Halbuki bu harflerden anlaşıldığına nazaran, Kur'an hiçbir
misale tâbi olmamıştır ve hiçbir nakş-ı belâgat örneği üzerine nakış
yapmamıştır ve işlenmemiş bir yolda yürümüştür.
      2- Kur'an baştan aşağıya kadar, nâzil olduğu heyet üzerine bâkidir.
Bu kadar Kur'anı taklid etmeye müştak olan dostlar ve mütehacim
düşmanlara rağmen, şimdiye kadar Kur'anın ne taklidi yapılmış ve ne de
bir misali gösterilmiştir. Evet Kur'an, milyonlarca Arabî kitablarla
mukayese edilirse benzeri bulunamaz. O halde Kur'an ya hepsinin
altındadır, bu ise muhaldir; öyle ise hepsinin fevkindedir... öyle ise Allah'ın
kelâmıdır.
      (Haşiye): Kırk sene sonra Risale-i Nur, bu lem'a-i i'cazı körlere dahi
göstermiştir.
sh: » (İ: 35)
      3- Beşerin san'atı olan bir şey, bidayette çirkin ve gayr-ı muntazam
olur, sonra yavaş yavaş intizama sokulur. Kur'an ise, ilk zuhurunda
gösterdiği halâveti, güzelliği, gençliği şimdi de öylece muhafaza
etmektedir.
         Ey belâgat letafetinin kokusunu koklayan arkadaş! Zihnini şu
mebahis-i erbaaya gönder ki, bal arısı            ‫ا هد ان ذ ك َم ل‬
                                                  ّ ‫ َشْ َ ُ َ ّ ه َا َل ُ ا‬balını çıkarsın.
         ‫ل كت ب ل َ ب ف ه هد ل متق ن‬
         َ ‫ : ذِ كَ الْ ِ َا ُ َ ريْ َ ِي ِ ُ ًى ِلْ ُ ّ ِي‬Arkadaş! Kelâmların hüsnünü
artıran ve güzelliğini fazlaca parlatan belâgatın esaslarından biri de şudur
ki: Bir havuzu doldurmak için etrafından süzülen sular gibi, belîğ
kelâmlarda da zikredilen kelimelerin, kayıdların, heyetlerin tamamen o
kelâmın takib ettiği esas maksada nâzır olmakla onun takviyesine hizmet
etmeleri, belâgat mezhebinde lâzımdır.

      Birinci Misal:     ‫وَ َ ِنْم َسّمتْهمْ َفْ َ ٌ ِنْم ع َابِم َ ّكَم‬
                            ‫لئ م ُ ن حة م َذ رب‬       olan âyet-i kerime
nazar-ı dikkate alınırsa görülür ki: Bu kelâmdaki maksad ve esas, pek az
bir azab ile fazla korkutmaktır. Ve bu kelâmda olan mezkûr kelimeler ve
kayıdlar, tamamen o maksadı takviye için çalışıyorlar. Ezcümle: Şek ve
ihtimali ifade eden  ‫ ِنْم‬şartiye olup, azabın azlığına ve ehemmiyetsizliğine
                        ‫ا‬
işarettir. Ve keza ٌ َ ْ ‫ ن‬sîgasıyla ve tenviniyle, azabın ehemmiyetsizliğine
                    ‫َفحة‬
îmadır. Ve keza ‫ َسم‬kelimesi, azabın şedid olmadığına işarettir. Ve keza
                  ّ ‫م‬
teb'îzi ifade eden ‫ ِنم‬ve şiddeti gösteren quot;nekâlquot; kelimesine bedel, hiffeti
                   ْ ‫م‬
îma eden ِ ‫ َ َا‬kelimesi ve ّ ‫ ر‬kelimesinden îma edilen şefkat, hepsi de
            ‫عذ ب‬                ‫َب‬
azabın kıllet ve ehemmiyetsizliğine işaret etmekle, şu şiiri lisan-ı halleriyle
temessül ediyorlar:        ‫جم ل‬
                           ِ ‫ِ َا َا ُنَا َ ّىم َ ُسمْ ُ َ َا ِ ٌ وَ ُ ّ َِى َاكمَ الْ َ َا‬
                                          ‫عب ر ت شت و ح نك و حد كل ال ذ‬
‫يش ر‬
ُ ‫ُ ِي‬
sh: » (İ: 36)
      Yâni: quot;İbarelerimiz ayrı ayrı ise de, hüsnün birdir. Hepsi de o hüsne
işaret ediyorlar.quot;

     İkinci Misal:     ‫الم * ذِكَم الْ ِ َابُم َ َيْبَم ِيهِم ه ًى ِلْ ُ ّ ِينَم‬
                           ‫ل كت ل ر ف ُد ل متق‬              olan âyet-i
kerimedir. Bu âyette maksad-ı esas, Kur'anın yüksekliğini göstermektir.
Ve bu maksadı takviye eden,            ‫الم, ذِكَ, الْ ِ َاب, َ َيْبَم ِيهِم‬
                                           ‫ل م كت ل ر ف‬              kayıdlarıdır.
Evet bu kayıdlar, istinad ettikleri pek ince ve gizli delillerine işaret etmekle
beraber, o maksadın takviyesine koşuyorlar.

     Ezcümle:    ‫الم‬kasem olduğu cihetle Kur'anın azametine ve altında
müstetir, gizli o mezkûr letaif cihetiyle de davanın isbatına işaret eder. Ve
keza  ‫ذِكَم‬
         ‫ل‬
         zât ile sıfatı gösteren bir işaret olması itibariyle hem Kur'anın
azametine, hem azameti isbat eden sıfât-ı kemaliyeye işaret eder. Ve keza
َ‫ ذِك‬işaret-i hissiyeye mahsus iken, işaret-i akliyede kullanılması, tazim ve
  ‫ل‬
ehemmiyeti ifade ettiği gibi, makul olan Kur'anı mahsûs suretinde
göstermesi, Kur'anı ezhan ve enzarın nazar-ı dikkatine arzetmekle,
tesettürü îcab eden hile, za'fiyet ve sair çirkin şeylerden münezzeh
olduğunu izhar ve itiraf ettirmektir. Ve keza           َ‫ذِ ك‬
                                                           ‫ل‬         ‫ل‬
                                                 nin ( ) vasıtasıyla ifade
ettiği bu'd, Kur'anın kemaline delalet eden ulüvv-ü rütbesine işarettir. Ve
keza ‫ َلْ ِ َاب‬daki (ْ‫ )َل‬hasr-ı örfîyi ifade ettiğinden, Kur'anın azametine ve
       ‫ا كت‬            ‫ا‬
başka   kitabların     mehasinini      cem'etmekle        onların    fevkinde      olduğuna
işarettir. Ve keza      ْ‫ِ َابم‬
                            ‫كت‬    tâbiri, ehl-i kıraat ve kitabetten olmayan bir
ümmînin mahsulü olmadığına işarettir. Ve keza               ‫لربفه‬
                                                            ِ ‫ , َ َيْ َ ِي‬zamirinin her
iki
sh: » (İ: 37)
ihtimaline binaen Kur'anın kemalini isbat veya te'kid eder. Ve keza
                            ‫ل‬
                            َ
istiğrakı ifade eden ( ) Kur'anın her köşesinde rekz ve her yerinde
zikredilen deliller, bürhanlar, hücuma gelen şek ve şübheleri def' ile,
Kur'anın o gibi lekelerden münezzeh olduğunu ilân eder. Ve lisan-ı haliyle
şu şiiri okutur:   ‫قم‬
                   ِ ‫وَ َمْم ِنْم َا ِبٍم َوْ ً صَم ِي ًا وَ آف ُهُم ِنَم الْ َهْمِم السّمِي‬
                                  ‫ك م ع ئ ق ل ح ح َت م ف‬              Yani:
Kur'anda ta'yib edilecek hiçbir nokta yoktur. Kur'an gibi sahih kavilleri
ta'yib etmek, ancak fehimlerin sekametinden ileri geliyor. Ve keza zarfiyeti
ifade eden ( ‫فِى‬ ) tâbiri, Kur'anın sathına ve zâhirine konan şek ve şübhe
varsa, içerisindeki hakaik ile def'edilebileceğine işarettir.
      Arkadaş! Tahlil vasıtasıyla terkibin kıymetini ve küll ile cüzler
arasındaki farkı idrak edebildiysen, bu misallerdeki kuyud ve hey'ata
dikkat et. Ve o kelimelerden nebean eden zülâl-i belâgatı ve kevser-i
fesahatı doyuncaya kadar iç, quot;Elhamdülillah!quot; de.

     S-  ‫ل كت م ل ر م ف م هد ل متق م‬
         َ‫الم * ذِكمَ الْ ِ َابُ َ َيْبَ ِيهِ ُ ًى ِلْ ُ ّ ِين‬
                                                         âyet-i kerimesinin
cümleleri, atf ile birbiriyle bağlanmamış olması neye binaendir?
       C- O cümleler arasındaki şiddet-i ittisal, bağlılık ve sarılmaktan bir
ayrılık yoktur ki, birbiriyle bağlanmaya lüzum olsun. Zira o cümlelerin
herbirisi, arkadaşlarına hem babadır, hem oğul. Yani hem delildir, hem
              ‫ الم‬lisan-ı haliyle hem muarazaya meydan okur, hem mu'ciz
neticedir. Evet
olduğunu ilân eder. ‫ َِكم َ ْ ِ َابم‬hem bütün kitablara faik olduğunu tasrih
                     ُ ‫ذل َ الكت‬
eder, hem müstesna ve mümtaz olduğunu izhar eder. ‫ َ َ ْبم ِيهم‬hem
                                                            ِ ‫ل ري َ ف‬
Kur'anın şek ve şübhe yeri olmadığını tasrih eder, hem müstesna ve
mümtaz olduğunu izhar eder.              ‫ ُ ًى ِلْ ُ ّ ِينم‬hem
                                         َ ‫هد ل متق‬                 tarîk-ı müstakimi irae
etmekle muvazzaf olduğunu
sh: » (İ: 38)
gösterir, hem mücessem bir nur-u hidayet olduğunu ilân eder. İşte bu
cümlelerden herbirisi, ifade ettiği birinci manasıyla arkadaşlarına delil
olduğu gibi, ikinci manasıyla da onlara neticedir. Sonra bu âyetin şu
cümleleri arasında i'caza menba, belâgata medar olan oniki münasebet,
alâka ve bağlılık vardır. Bunlardan misâl olarak üç taneyi zikr, ötekileri de
sana havale ederim.

       1-  ‫الم‬
             bütün muarızları, muarazaya davet eder. Öyle ise, en yüksek
bir kitapdır. Öyle ise, bir yakîn sadefidir. Zira kitabın kemali, yakîn iledir.
Öyle ise, nev'-i beşer için mücessem bir hidayettir.

      2-    ‫كت م‬
            ُ‫ذِك ممَ الْ ِ َاب م‬
                              ‫ل‬
                          yani emsaline tefevvuk etmiştir. Öyle ise,
müstesnadır. Çünki şek ve şüphe yeri değildir. Çünki müttakilere doğru
yolu gösterir. Öyle ise, mu'cizdir.

      3-    ‫هد ل متق م‬
            َ‫ُ ًى ِلْ ُ ّ ِينم‬
                         Yani, tarîk-ı müstakime irşad eder. Öyle ise,
yakîniyattandır. Öyle ise, mümtazdır. Öyle ise, mu'cizdir.

     Ey arkadaş! Şu         ‫ُ ًى ِلْ ُ ّ ِينَم‬
                                ‫هد ل متق‬
                                  cümlesindeki nur-u belâgat ve hüsn-ü
kelâm, dört noktadan tezahür etmiştir.
      1- Bu cümlede mübteda mahzuftur. Bu hazf; (cümleyi teşkil eden
mübteda ile haber arasındaki ittihad öyle bir dereceye varmış ki, sanki
mübteda hazfolmayıp haberin içerisine girmiş) haricen ikisi müttehid
oldukları gibi, zihnen de müttehid olduklarına işarettir.

      2-     ‫َا ِى‬
              ‫هد‬  yerinde          ‫ُ ًى‬
                                    ‫هد‬
                             yani ism-i fâil mevkiinde masdarın
kullanılması, tecessüm eden nur-u hidayetten cevher-i Kur'anın husule
geldiğine işarettir.

      3-   ‫ ُ ًى‬deki tenvin-i tenkirden anlaşılıyor ki, hidayet-i Kur'an
            ‫هد‬
sh: » (İ: 39)
öyle ince bir dereceye varmıştır ki, hakikatı idrak edilemez ve öyle geniş
bir sahayı işgal etmiştir ki, ihatası ilmen kabil değildir. Çünki marifenin
zıddı olan quot;nekrequot;; ya şiddet-i hafâdan olur veya kesret-i zuhurdan neş'et
eder. Buna binaendir ki, quot;tenkirquot; bazan tahkiri bazan tâzimi ifade eder,
denilmiştir.

       4- Müteaddid kelimelere bedel ism-i fâil sîgasıyla ihtiyar edilen ‫ُت ق ن‬
                                                                         َ ‫مّ ِي‬
kelimesi ile yapılan îcaz, hidayetin semeresine ve tesirine işaret olduğu
gibi, hidayetin vücuduna da bir delil-i innîdir.
      S: Gayet mahdud, az birkaç noktadan beşerin takatinden hariç
denilen i'cazın doğması ihtimali var mıdır?
       C: Maddî ve manevî her şeyde yardımın ve içtimaın büyük kuvvet ve
tesiri vardır. Evet in'ikas sırrıyla, üç şeyin hüsnü içtima ederse, beş olur.
Beş içtima ederse, on olur. On içtima ederse, kırk olur. Çünki herşeyde bir
nevi in'ikas ve bir nevi temessül vardır. Nasılki birbirine mukabil tutulan iki
âyinede çok âyineler görünüyor; kezalik iki-üç nükte veya iki-üç hüsn
içtima ettikleri zaman pekçok nükteler, pekçok hüsünler tevellüd eder. Bu
sırra binaendir ki, her hüsn sahibinin ve herbir sahib-i kemalin emsaliyle
içtima etmeye fıtrî bir meyli vardır ki, içtimaları zamanında hüsünleri,
kemalleri bir iken iki olur. Hattâ bir taş, taşlığıyla beraber kubbeli
binalarda ustanın elinden çıkar çıkmaz başını eğer, arkadaşıyla birleşmeğe
meyleder ki, sukut tehlikesinden kurtulsunlar. Maalesef insanlar, teavün
sırrını idrak edememişler. Hiç olmazsa, taşlar arasındaki yardım
vaziyetinden ders alsınlar.
       S: Belâgat ve hidayetten maksad, hakikatı vâzıh bir şekilde gösterip
fikirleri ve zihinleri ihtilaflardan kurtarmak iken; müfessirlerin bu gibi
âyetlerde yaptıkları ihtilâfat, gösterdikleri ihtimaller, beyan ettikleri ayrı
ayrı birbirine uymayan vecihler altında hak ve hakikat ne suretle
görülebilir?
       C: Malûmdur ki, Kur'an-ı Azîmüşşan yalnız bir asra değil, bütün
asırlara nâzil olmuştur. Hem bir tabaka insanlara mahsus değil, bütün
tabakat-ı beşere şümulü vardır. Hem bir sınıf insanlara ait değil, bütün
beşerin sınıflarına râcidir. Binaenaleyh herkes, her tabaka, her zaman,
fehmine, istidadına göre Kur'anın hakaikından hisse alabilir ve hissedardır.
Halbuki nev'-i beşer derece itibariyle muhtelif ve zevk cihetiyle mütefavit
ve keza meyl, istihsan, lezzet, tabiat itibariyle birbirine uymuyor. Meselâ:
Bir taifenin istihsan ettiği bir şey, öteki taifenin
sh: » (İ: 40)
zevkine muhaliftir. Bir kavmin meylettiği bir şeyden, öteki kavim nefret
ediyor. Bu sırra binaendir ki, Kur'an-ı Kerim günahların cezası veya
hayırların mükâfatı hakkında zikrettiği âyetlerde tahsisat yapmamış; âmm
bir şekilde bırakmıştır ki, herkes zevkine göre fehmetsin.
       Hülâsa: Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan âyetlerini, cümlelerini öyle bir
şekilde nazmetmiş ve vaz'etmiştir ki, her cihetten ihtimal yolları bulunsun
ki, muhtelif fehimler ve istidatlar, zevklerine göre hisselerini alabilsinler.
Binaenaleyh ulûm-u Arabiyenin kaidelerine muvafık ve belâgatın
prensiplerine uygun ve ilm-i usûle mutabık olmak şartıyla, müfessirlerin
birbirine muhalif olan beyanatı ve ihtimalleri; zamanlara, tabakalara ve
fehimlere göre murad ve caizdir diye hükmedilebilir. Bu nükteden anlaşıldı
ki, Kur'anın i'caz vecihlerinden biri odur ki; nazmı, öyle bir üslûbdadır ki,
bütün asırlara, tabakalara intibak edebilir.

More Related Content

What's hot (20)

16.Soz
16.Soz16.Soz
16.Soz
 
17.Soz
17.Soz17.Soz
17.Soz
 
28.Mektup
28.Mektup28.Mektup
28.Mektup
 
Sozluk
SozlukSozluk
Sozluk
 
13.Soz
13.Soz13.Soz
13.Soz
 
03 Emirdag Lahikasi Ii Ifadet Ul Meram 462
03 Emirdag Lahikasi Ii   Ifadet Ul Meram  46203 Emirdag Lahikasi Ii   Ifadet Ul Meram  462
03 Emirdag Lahikasi Ii Ifadet Ul Meram 462
 
18.Soz
18.Soz18.Soz
18.Soz
 
Katrenin Zeyli
Katrenin ZeyliKatrenin Zeyli
Katrenin Zeyli
 
10.Mektup
10.Mektup10.Mektup
10.Mektup
 
13.Lema
13.Lema13.Lema
13.Lema
 
Katre
KatreKatre
Katre
 
1.Soz
1.Soz1.Soz
1.Soz
 
Nokta
NoktaNokta
Nokta
 
24.Soz
24.Soz24.Soz
24.Soz
 
15.Mektup
15.Mektup15.Mektup
15.Mektup
 
32.Soz
32.Soz32.Soz
32.Soz
 
19.Soz
19.Soz19.Soz
19.Soz
 
5. Huccet I Imaniye
5. Huccet I  Imaniye5. Huccet I  Imaniye
5. Huccet I Imaniye
 
6.Sua
6.Sua6.Sua
6.Sua
 
1.Sua
1.Sua1.Sua
1.Sua
 

Viewers also liked

Emirdag Lahikasi I Mektub 065 144
Emirdag Lahikasi I   Mektub 065 144Emirdag Lahikasi I   Mektub 065 144
Emirdag Lahikasi I Mektub 065 144Ahmet Türkan
 
Εxelysis presentation with videos
Εxelysis presentation with videosΕxelysis presentation with videos
Εxelysis presentation with videosTelco News
 
Assam strateji rehberi
Assam strateji rehberiAssam strateji rehberi
Assam strateji rehberiAhmet Türkan
 
Emc vspex customer_presentation_euc_citrix_xen_desktop5.6_2.0
Emc vspex customer_presentation_euc_citrix_xen_desktop5.6_2.0Emc vspex customer_presentation_euc_citrix_xen_desktop5.6_2.0
Emc vspex customer_presentation_euc_citrix_xen_desktop5.6_2.0xKinAnx
 

Viewers also liked (8)

Emirdag Lahikasi I Mektub 065 144
Emirdag Lahikasi I   Mektub 065 144Emirdag Lahikasi I   Mektub 065 144
Emirdag Lahikasi I Mektub 065 144
 
11.Mektup
11.Mektup11.Mektup
11.Mektup
 
Εxelysis presentation with videos
Εxelysis presentation with videosΕxelysis presentation with videos
Εxelysis presentation with videos
 
The First Flash
The First FlashThe First Flash
The First Flash
 
Assam strateji rehberi
Assam strateji rehberiAssam strateji rehberi
Assam strateji rehberi
 
7.Lema
7.Lema7.Lema
7.Lema
 
Emc vspex customer_presentation_euc_citrix_xen_desktop5.6_2.0
Emc vspex customer_presentation_euc_citrix_xen_desktop5.6_2.0Emc vspex customer_presentation_euc_citrix_xen_desktop5.6_2.0
Emc vspex customer_presentation_euc_citrix_xen_desktop5.6_2.0
 
Numaralar Turkce
Numaralar  TurkceNumaralar  Turkce
Numaralar Turkce
 

Similar to Huruf U Mukattaa (20)

Ibtiday I Tefsir
Ibtiday I TefsirIbtiday I Tefsir
Ibtiday I Tefsir
 
Iman I Bilahiret
Iman I BilahiretIman I Bilahiret
Iman I Bilahiret
 
20.Soz
20.Soz20.Soz
20.Soz
 
3. Huccet I Imaniye
3. Huccet I  Imaniye3. Huccet I  Imaniye
3. Huccet I Imaniye
 
3.Lema
3.Lema3.Lema
3.Lema
 
2.Lema
2.Lema2.Lema
2.Lema
 
Zeyl Ul Habbe
Zeyl Ul HabbeZeyl Ul Habbe
Zeyl Ul Habbe
 
Mahiyet I KüFüR
Mahiyet I KüFüRMahiyet I KüFüR
Mahiyet I KüFüR
 
Onuncu Risale
Onuncu RisaleOnuncu Risale
Onuncu Risale
 
Hubab
HubabHubab
Hubab
 
2. Huccet I Imaniye
2. Huccet I  Imaniye2. Huccet I  Imaniye
2. Huccet I Imaniye
 
15.Soz
15.Soz15.Soz
15.Soz
 
Lemaat
LemaatLemaat
Lemaat
 
23.Lema
23.Lema23.Lema
23.Lema
 
31.Soz
31.Soz31.Soz
31.Soz
 
8.Mektup
8.Mektup8.Mektup
8.Mektup
 
23.Mektup
23.Mektup23.Mektup
23.Mektup
 
22.Mektup
22.Mektup22.Mektup
22.Mektup
 
Semme
SemmeSemme
Semme
 
1.Mektup
1.Mektup1.Mektup
1.Mektup
 

More from Ahmet Türkan

Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.Ahmet Türkan
 
UNUTULMAZ SÖZLER.pptx
UNUTULMAZ SÖZLER.pptxUNUTULMAZ SÖZLER.pptx
UNUTULMAZ SÖZLER.pptxAhmet Türkan
 
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdfHAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdfAhmet Türkan
 
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdfMEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdfAhmet Türkan
 
TARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdfTARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdfAhmet Türkan
 
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdfDİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdfAhmet Türkan
 
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdfGÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdfAhmet Türkan
 
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdfOSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdfAhmet Türkan
 
KENDİ GİBİ OLMAK.pdf
KENDİ GİBİ OLMAK.pdfKENDİ GİBİ OLMAK.pdf
KENDİ GİBİ OLMAK.pdfAhmet Türkan
 
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdfHAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdfAhmet Türkan
 
AŞKA GİDEN YOL.pptx
AŞKA GİDEN YOL.pptxAŞKA GİDEN YOL.pptx
AŞKA GİDEN YOL.pptxAhmet Türkan
 
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdfHAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdfAhmet Türkan
 
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdfGECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdfAhmet Türkan
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdfAhmet Türkan
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdfAhmet Türkan
 
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdfHABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdfAhmet Türkan
 
EVLİLİK HAYALİ.pdf
EVLİLİK HAYALİ.pdfEVLİLİK HAYALİ.pdf
EVLİLİK HAYALİ.pdfAhmet Türkan
 

More from Ahmet Türkan (20)

Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
 
UNUTULMAZ SÖZLER.pptx
UNUTULMAZ SÖZLER.pptxUNUTULMAZ SÖZLER.pptx
UNUTULMAZ SÖZLER.pptx
 
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdfHAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
 
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdfMEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
 
TARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdfTARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdf
 
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdfDİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
 
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdfGÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
 
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdfOSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
 
ANNEM BABAM.pdf
ANNEM BABAM.pdfANNEM BABAM.pdf
ANNEM BABAM.pdf
 
KENDİ GİBİ OLMAK.pdf
KENDİ GİBİ OLMAK.pdfKENDİ GİBİ OLMAK.pdf
KENDİ GİBİ OLMAK.pdf
 
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdfHAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
 
AİLE OLMAK.pdf
AİLE OLMAK.pdfAİLE OLMAK.pdf
AİLE OLMAK.pdf
 
AŞKA GİDEN YOL.pptx
AŞKA GİDEN YOL.pptxAŞKA GİDEN YOL.pptx
AŞKA GİDEN YOL.pptx
 
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdfHAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
 
İŞ AHLAKI.pdf
İŞ AHLAKI.pdfİŞ AHLAKI.pdf
İŞ AHLAKI.pdf
 
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdfGECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
 
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdfHABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
 
EVLİLİK HAYALİ.pdf
EVLİLİK HAYALİ.pdfEVLİLİK HAYALİ.pdf
EVLİLİK HAYALİ.pdf
 

Huruf U Mukattaa

  • 1. Sure-i Bakara Sual: Îcaz ile i'caz sıfatlarını hâvi Kur'an-ı Azîmüşşan'da ِ‫ِ س ِ ا ِّ ال ّحْ َ ن‬ ‫ب ْم ل ر م‬ ‫ ال ّ ِيمِم‬ve ‫ َ ِا ّ آ َ ِ ر ّ ُمَا‬ve ‫ َيْ ٌ َوْ َ ِ ٍ الخ‬gibi pek ‫رح‬ ‫فب َ ى ل ء َبك‬ ‫و ل ي مئذ‬ çok âyetler tekerrür etmektedir. Halbuki bu tekrarlar, belâgata münafîdir, usanç veriyor? Cevab: Ey arkadaş! Her parlayan şey, yakıcı ateş değildir. Evet tekrar ve tekerrür bazan usanç veriyor, fakat umumî değildir. Her yere, her kelâma ve her kitaba şamil değildir. Usanç verici addedilen pek çok zâhirî tekrarlar, belâgatça istihsan ve takdir edilmektedir. Evet insanın yediği yemekler; biri gıda, diğeri tefekküh (meyve) olmak üzere iki kısımdır. Birinci kısım tekerrür ettikçe memnuniyet verir, kuvvet verir, kat kat teşekkürlere sebeb olur. İkinci kısmın tekerrüründe usanç, teceddüdünde lezzet vardır. Kezalik kelâmlar da iki kısımdır. Bir kısmı ruhlara kut, fikirlere kuvvet verici hakikatlardır ki, tekerrür ettikçe güneşin ziyası gibi, ruhlara, fikirlere hayat verir. Meyve kabilinden iştihayı açan kısımda tekerrür makbul değildir, istihsan edilmez. Buna binaen Kur'an heyet-i mecmuasıyla kalblere kut ve kuvvet olup, tekrarı usanç değil, halâvet ve lezzet verdiği gibi, Kur'anın âyetlerinde de öyle bir kısım vardır ki, o kuvvetin ruhu hükmünde olup tekerrür ettikçe daha ziyade parlar, hak ve hakikat nurlarını saçar. ُ ّ َ َ ‫ُوَ الْ ِسْ ُ َا َ ّرْ َ ُ ي‬ ‫ه م ك م كر ته َتضوع‬
  • 2. sh: » (İ: 31) Ezcümle: ‫ِسْم ِ ا ِّ ال ّحْمنِم ال ّ ِيمِم‬ ‫رح‬ ‫ب م ل ر‬ gibi âyetlerde bulunan ukde-i hayatiye ve nurani esaslar, tekerrür ettikçe iştihaları açar; misk gibi, karıştırıldıkça kokar. Demek tekerrür zannedilen, hakikatte tekerrür değildir. Ancak ‫وَ ُ ُوا ِهمِ ُ َ َا ِهًما‬ ‫ات ب م متش ب‬ kabilinden, o ayrı ayrı hikmetleri, nükteleri, gayeleri ifade eden tekrarlı kelâmlar yalnız ibarece, lafızca birbirine benzedikleri için tekrar zannedilir. Hatta kıssa-i Mûsa, çok meziyetleri ve hikmetleri müştemildir. Her makamda o makama münasib bir vecihle zikredilmesi, ayn-ı belâgattır. Evet Kur'an-ı Azîmüşşan, o kıssa-i meşhureyi, gümüş iken yed-i beyzasına alarak altun şekline ifrağıyla öyle bir nakş-ı belâgata mazhar etmiştir ki, bütün ehl-i belâgat, onun belâgatına hayran olmuşlar, secdeye varmışlardır. Ve keza teyemmün, teberrük ve istiane gibi çok vecihleri hâvi; ve tevhid, tenzih, sena, celal ve cemal ve ihsan gibi çok makamları tazammun; ve tevhid ve nübüvvet, haşir ve adalet gibi makasıd-ı erbaaya işaret eden Besmele, zikredilen yerlerin herbirisinde bu vecihlerden, bu makamlardan biri itibariyle zikredilmiş ve edilmektedir. Maahaza hangi surede tekerrür varsa, o surenin ruhuyla münasib olan bir vecih bizzât kasdedilmekle, öteki vecihlerin istitradî ve tebaî zikirleri, belâgata münafî değildir. ‫: الم‬ Surelerin başlarında bulunan huruf-u mukattaaya ait izahatı quot;Dört Mebhasquot;da zikredeceğiz. Birinci Mebhas: ‫الم‬ile, surelerin evvellerinde bulunan huruf-u mukattaadan teneffüs eden i'caz hakkındadır. İ'caz, inci gibi incecik letaif-i belâgatın parıltılarının imtizac ve içtimaından tecelli eden bir nurdur. Bu mebhasda, bu nuru birkaç letaif zımnında izah etmekle parlatacağız. Fakat, herbir latife ince ve ziyası az ise de, letaifin heyet-i mecmuasından hasıl olan tam bir ziya ile fecr-i sâdık çıkacaktır. 1- Hece harflerinin adedi -elif-i sâkine hariç kalmak şartıyla- yirmisekiz harftir. Kur'an-ı Azîmüşşan, surelerin başında bu harflerin yarısını zikretmiş, yarısını da terketmiştir. 2- Kur'anın almış olduğu nısf, terkettiği nısıftan daha ziyade kesîr-ül istimaldir.
  • 3. sh: » (İ: 32) 3- Kur'an, surelerin başında zikrettiği kısım içinde, lisan üzerine daha sühuletli olan quot;elif, lâmquot;ı çok tekrar etmiştir. 4- Kur'an, aldığı harfleri, hece harflerinin adedince surelere tevzi etmiştir. 5- Hece harflerinin mehmuse, mechure, şedide, rahve, müsta'liye, münhafıza, müntabıka, münfetiha gibi çiftli cinslerinin herbirisinden yine nısıf almıştır. 6- Çifti, yâni eşi olmayan -evtar- kısmında sakilden azı, hafiften çoğu almıştır. Kalkale, zelâka gibi. 7- Kur'an-ı Azîmüşşan'ın, surelerin başındaki huruf-u mukattaanın zikredilen minval üzerine tansifleri hakkında ihtiyar ettiği tarîk, beşyüzdört ihtimalden intihab edilmiştir. Ve intihab edilen şu tarîkten başka hiçbir ihtimal ile mezkûr tansif mümkün değildir. Çünki taksimler pek çok birbirine girmiş ve çok mütefavittir. Bu gibi i'caz lem'alarından hisse alamayan, zevkine levm ve itab etsin. İkinci Mebhas: Bu mebhasde de birkaç letaif vardır: 1- ‫الم‬ ile emsalinde göze çarpan garabet, bu harflerin pek garib ve acib bir şeyin mukaddemesi ve keşif kolları olduklarına işarettir. 2- Bu surelerin başlarındaki taktî-i huruf ile isimleri hecelemek, müsemmanın me'hazine ve neden neş'et ettiğine işarettir. 3- Bu harflerin taktîi; müsemmanın vâhid-i itibarî olup, terkib-i mezcî olmadığına işarettir. 4- Bu harflerin taktî' ve ta'dadı, san'atın madde ve me'hazini muhataba göstermekle muarazaya talib olanlara karşı meydan okuyarak, quot;İşte i'caz-ı san'atı, şu gördüğünüz harflerin nazm ve nakışlarından yaptım. Buyurunuz meydana!quot; diye, onların tahkirane tebkitlerine (tekdirlerine) işarettir. 5- Manadan soyulmuş şu hece harflerinin zikri, muarızları hüccetsiz bırakmaya işarettir. Evet Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan, şu manasız harflerin lisan-ı haliyle ilân ediyor ki: quot;Ben sizden belîğ manaları, hükümleri, hakikatları ifade eden yüksek hutbeleri ve nutukları istemiyorum. Yalnız şu ta'dad ettiğim harflerden bir nazîre yapınız, velev iftira ve hikâyelerden ibaret bile olursa olsun!quot; 6- Harfleri tâdad ile hecelemek, yeni kıraata ve kitabete başlayan
  • 4. sh: » (İ: 33) mübtedilere mahsustur. Bundan anlaşılıyor ki: Kur'an, ümmî bir kavme ve mübtedi bir muhite muallimlik yapıyor. 7- ‫ا مم ل مم د‬ gibi harfleri, meselâ quot;elif, lâm, dalquot; gibi isimleriyle tabir ve zikretmek, ehl-i kıraat ve erbab-ı kitabetin ittihaz ettikleri bir usüldür. Bundan anlaşılıyor ki, hem söyleyen, hem dinleyen ümmî olduklarına nazaran, bu tabirler, söyleyenden doğmuyor ve onun malı değildir; ancak başka bir yerden ona geliyor. Ey arkadaş! Bu letaifin ince iplerinden dokunan yüksek nakş-ı belâgatı göremeyen adam, belâgat ehlinden değildir. Erbab-ı belâgata müracaat etsin. Üçüncü Mebhas: ‫آلم‬ i'cazın esaslarından îcazın en yüksek ve en ince derecesine bir misaldir. Bunda da birkaç letaif vardır: 1- ‫ آلم‬üç harfiyle üç hükme işarettir. Şöyle ki: Elif, ‫ذ كل ل‬ ّ ‫ه َا َ َمُم ا‬ ‫لزلى‬ ّ َِ َ ْ‫ ا‬hükmüne ve kaziyesine; lâm, ُ ‫ ن َلَ ِهممِ ِب ِي‬hükmüne ‫َز ب م ج ْر ل‬ ve kaziyesine; mim ( ‫ . ََى ُ َ ّ ٍ )ع.ص.م‬hükmüne ve kaziyesine remzen ve ‫عل محمد‬ imaen işarettir. Evet nasılki Kur'anın hükümleri uzun bir surede, uzun bir sure kısa bir surede, kısa bir sure bir âyette, bir âyet bir cümlede, bir cümle bir kelimede, o kelime de quot;sin, lâm, mimquot; gibi huruf-u mukattaada irtisam eder, görünür. Kezalik ‫آلم‬ in herbir harfinde mezkûr hükümlerden biri temessül etmiş görünüyor. 2- Surelerin başlarındaki huruf-u mukattaa, İlahî bir şifredir. Beşer fikri ona yetişemiyor. Anahtarı, ancak Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dadır. 3- Şifrevari şu hurûf-u mukattaanın zikri, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın fevkalâde bir zekâya mâlik olduğuna işarettir
  • 5. sh: » (İ: 34) ki: Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm remizleri, îmaları ve en gizli şeyleri sarih gibi telakki eder, anlar. 4- Şu harflerin taktîi; harf ve lafızların hâvi oldukları kıymet, yalnız ifade ettikleri manalara göre olmayıp, ilm-i esrar-ül hurufta beyan edildiği gibi, aded ve sayılar misillü, harflerin arasında fıtrî münasebetlerin bulunduğuna işarettir. (Haşiye) 5- ‫آلم‬ taktîiyle, bütün harflerin esas mahreçleri olan quot;halk, vasat, şefequot; mahreçlerine işarettir. Ve zihinlerin nazar-ı dikkatini şu mahreçlere çeviriyor ki; zihinler, gerek bu üç mahreçte, gerek bunlara bağlı küçük küçük mahreçlerde lafızların ve harflerin nasıl vücuda geldiklerini hayret ve ibretle mütalaa etsinler. Ey zihnini belâgatın boyasıyla boyayan arkadaş! Bu letaifi sıkacak olursan,‫ذ ك َم ل‬ ّ ‫ ه َا َل ُ ا‬içinden çıkacaktır. Dördüncü Mebhas: ‫ الم‬emsaliyle beraber, terkib şeklinden taktî' suretinde zikirleri, bu şeklin müstakil olup hiçbir imama tâbi' olmadığına ve hiç kimseyi taklid etmiş olmadığına ve üslûbları acib, çeşitleri garib yeni saha-i vücuda gelen bir bedîa olduğuna işarettir. Bu mebhasda da birkaç letaif vardır. 1- Hatib ve belîğlerin âdetindendir ki mesleklerinde daima bir misale tâbi oluyorlar ve bir örnek üzerine nakış dokuyorlar ve işlenmiş bir yolda yürüyorlar. Halbuki bu harflerden anlaşıldığına nazaran, Kur'an hiçbir misale tâbi olmamıştır ve hiçbir nakş-ı belâgat örneği üzerine nakış yapmamıştır ve işlenmemiş bir yolda yürümüştür. 2- Kur'an baştan aşağıya kadar, nâzil olduğu heyet üzerine bâkidir. Bu kadar Kur'anı taklid etmeye müştak olan dostlar ve mütehacim düşmanlara rağmen, şimdiye kadar Kur'anın ne taklidi yapılmış ve ne de bir misali gösterilmiştir. Evet Kur'an, milyonlarca Arabî kitablarla mukayese edilirse benzeri bulunamaz. O halde Kur'an ya hepsinin altındadır, bu ise muhaldir; öyle ise hepsinin fevkindedir... öyle ise Allah'ın kelâmıdır. (Haşiye): Kırk sene sonra Risale-i Nur, bu lem'a-i i'cazı körlere dahi göstermiştir.
  • 6. sh: » (İ: 35) 3- Beşerin san'atı olan bir şey, bidayette çirkin ve gayr-ı muntazam olur, sonra yavaş yavaş intizama sokulur. Kur'an ise, ilk zuhurunda gösterdiği halâveti, güzelliği, gençliği şimdi de öylece muhafaza etmektedir. Ey belâgat letafetinin kokusunu koklayan arkadaş! Zihnini şu mebahis-i erbaaya gönder ki, bal arısı ‫ا هد ان ذ ك َم ل‬ ّ ‫ َشْ َ ُ َ ّ ه َا َل ُ ا‬balını çıkarsın. ‫ل كت ب ل َ ب ف ه هد ل متق ن‬ َ ‫ : ذِ كَ الْ ِ َا ُ َ ريْ َ ِي ِ ُ ًى ِلْ ُ ّ ِي‬Arkadaş! Kelâmların hüsnünü artıran ve güzelliğini fazlaca parlatan belâgatın esaslarından biri de şudur ki: Bir havuzu doldurmak için etrafından süzülen sular gibi, belîğ kelâmlarda da zikredilen kelimelerin, kayıdların, heyetlerin tamamen o kelâmın takib ettiği esas maksada nâzır olmakla onun takviyesine hizmet etmeleri, belâgat mezhebinde lâzımdır. Birinci Misal: ‫وَ َ ِنْم َسّمتْهمْ َفْ َ ٌ ِنْم ع َابِم َ ّكَم‬ ‫لئ م ُ ن حة م َذ رب‬ olan âyet-i kerime nazar-ı dikkate alınırsa görülür ki: Bu kelâmdaki maksad ve esas, pek az bir azab ile fazla korkutmaktır. Ve bu kelâmda olan mezkûr kelimeler ve kayıdlar, tamamen o maksadı takviye için çalışıyorlar. Ezcümle: Şek ve ihtimali ifade eden ‫ ِنْم‬şartiye olup, azabın azlığına ve ehemmiyetsizliğine ‫ا‬ işarettir. Ve keza ٌ َ ْ ‫ ن‬sîgasıyla ve tenviniyle, azabın ehemmiyetsizliğine ‫َفحة‬ îmadır. Ve keza ‫ َسم‬kelimesi, azabın şedid olmadığına işarettir. Ve keza ّ ‫م‬ teb'îzi ifade eden ‫ ِنم‬ve şiddeti gösteren quot;nekâlquot; kelimesine bedel, hiffeti ْ ‫م‬ îma eden ِ ‫ َ َا‬kelimesi ve ّ ‫ ر‬kelimesinden îma edilen şefkat, hepsi de ‫عذ ب‬ ‫َب‬ azabın kıllet ve ehemmiyetsizliğine işaret etmekle, şu şiiri lisan-ı halleriyle temessül ediyorlar: ‫جم ل‬ ِ ‫ِ َا َا ُنَا َ ّىم َ ُسمْ ُ َ َا ِ ٌ وَ ُ ّ َِى َاكمَ الْ َ َا‬ ‫عب ر ت شت و ح نك و حد كل ال ذ‬ ‫يش ر‬ ُ ‫ُ ِي‬
  • 7. sh: » (İ: 36) Yâni: quot;İbarelerimiz ayrı ayrı ise de, hüsnün birdir. Hepsi de o hüsne işaret ediyorlar.quot; İkinci Misal: ‫الم * ذِكَم الْ ِ َابُم َ َيْبَم ِيهِم ه ًى ِلْ ُ ّ ِينَم‬ ‫ل كت ل ر ف ُد ل متق‬ olan âyet-i kerimedir. Bu âyette maksad-ı esas, Kur'anın yüksekliğini göstermektir. Ve bu maksadı takviye eden, ‫الم, ذِكَ, الْ ِ َاب, َ َيْبَم ِيهِم‬ ‫ل م كت ل ر ف‬ kayıdlarıdır. Evet bu kayıdlar, istinad ettikleri pek ince ve gizli delillerine işaret etmekle beraber, o maksadın takviyesine koşuyorlar. Ezcümle: ‫الم‬kasem olduğu cihetle Kur'anın azametine ve altında müstetir, gizli o mezkûr letaif cihetiyle de davanın isbatına işaret eder. Ve keza ‫ذِكَم‬ ‫ل‬ zât ile sıfatı gösteren bir işaret olması itibariyle hem Kur'anın azametine, hem azameti isbat eden sıfât-ı kemaliyeye işaret eder. Ve keza َ‫ ذِك‬işaret-i hissiyeye mahsus iken, işaret-i akliyede kullanılması, tazim ve ‫ل‬ ehemmiyeti ifade ettiği gibi, makul olan Kur'anı mahsûs suretinde göstermesi, Kur'anı ezhan ve enzarın nazar-ı dikkatine arzetmekle, tesettürü îcab eden hile, za'fiyet ve sair çirkin şeylerden münezzeh olduğunu izhar ve itiraf ettirmektir. Ve keza َ‫ذِ ك‬ ‫ل‬ ‫ل‬ nin ( ) vasıtasıyla ifade ettiği bu'd, Kur'anın kemaline delalet eden ulüvv-ü rütbesine işarettir. Ve keza ‫ َلْ ِ َاب‬daki (ْ‫ )َل‬hasr-ı örfîyi ifade ettiğinden, Kur'anın azametine ve ‫ا كت‬ ‫ا‬ başka kitabların mehasinini cem'etmekle onların fevkinde olduğuna işarettir. Ve keza ْ‫ِ َابم‬ ‫كت‬ tâbiri, ehl-i kıraat ve kitabetten olmayan bir ümmînin mahsulü olmadığına işarettir. Ve keza ‫لربفه‬ ِ ‫ , َ َيْ َ ِي‬zamirinin her iki
  • 8. sh: » (İ: 37) ihtimaline binaen Kur'anın kemalini isbat veya te'kid eder. Ve keza ‫ل‬ َ istiğrakı ifade eden ( ) Kur'anın her köşesinde rekz ve her yerinde zikredilen deliller, bürhanlar, hücuma gelen şek ve şübheleri def' ile, Kur'anın o gibi lekelerden münezzeh olduğunu ilân eder. Ve lisan-ı haliyle şu şiiri okutur: ‫قم‬ ِ ‫وَ َمْم ِنْم َا ِبٍم َوْ ً صَم ِي ًا وَ آف ُهُم ِنَم الْ َهْمِم السّمِي‬ ‫ك م ع ئ ق ل ح ح َت م ف‬ Yani: Kur'anda ta'yib edilecek hiçbir nokta yoktur. Kur'an gibi sahih kavilleri ta'yib etmek, ancak fehimlerin sekametinden ileri geliyor. Ve keza zarfiyeti ifade eden ( ‫فِى‬ ) tâbiri, Kur'anın sathına ve zâhirine konan şek ve şübhe varsa, içerisindeki hakaik ile def'edilebileceğine işarettir. Arkadaş! Tahlil vasıtasıyla terkibin kıymetini ve küll ile cüzler arasındaki farkı idrak edebildiysen, bu misallerdeki kuyud ve hey'ata dikkat et. Ve o kelimelerden nebean eden zülâl-i belâgatı ve kevser-i fesahatı doyuncaya kadar iç, quot;Elhamdülillah!quot; de. S- ‫ل كت م ل ر م ف م هد ل متق م‬ َ‫الم * ذِكمَ الْ ِ َابُ َ َيْبَ ِيهِ ُ ًى ِلْ ُ ّ ِين‬ âyet-i kerimesinin cümleleri, atf ile birbiriyle bağlanmamış olması neye binaendir? C- O cümleler arasındaki şiddet-i ittisal, bağlılık ve sarılmaktan bir ayrılık yoktur ki, birbiriyle bağlanmaya lüzum olsun. Zira o cümlelerin herbirisi, arkadaşlarına hem babadır, hem oğul. Yani hem delildir, hem ‫ الم‬lisan-ı haliyle hem muarazaya meydan okur, hem mu'ciz neticedir. Evet olduğunu ilân eder. ‫ َِكم َ ْ ِ َابم‬hem bütün kitablara faik olduğunu tasrih ُ ‫ذل َ الكت‬ eder, hem müstesna ve mümtaz olduğunu izhar eder. ‫ َ َ ْبم ِيهم‬hem ِ ‫ل ري َ ف‬ Kur'anın şek ve şübhe yeri olmadığını tasrih eder, hem müstesna ve mümtaz olduğunu izhar eder. ‫ ُ ًى ِلْ ُ ّ ِينم‬hem َ ‫هد ل متق‬ tarîk-ı müstakimi irae etmekle muvazzaf olduğunu
  • 9. sh: » (İ: 38) gösterir, hem mücessem bir nur-u hidayet olduğunu ilân eder. İşte bu cümlelerden herbirisi, ifade ettiği birinci manasıyla arkadaşlarına delil olduğu gibi, ikinci manasıyla da onlara neticedir. Sonra bu âyetin şu cümleleri arasında i'caza menba, belâgata medar olan oniki münasebet, alâka ve bağlılık vardır. Bunlardan misâl olarak üç taneyi zikr, ötekileri de sana havale ederim. 1- ‫الم‬ bütün muarızları, muarazaya davet eder. Öyle ise, en yüksek bir kitapdır. Öyle ise, bir yakîn sadefidir. Zira kitabın kemali, yakîn iledir. Öyle ise, nev'-i beşer için mücessem bir hidayettir. 2- ‫كت م‬ ُ‫ذِك ممَ الْ ِ َاب م‬ ‫ل‬ yani emsaline tefevvuk etmiştir. Öyle ise, müstesnadır. Çünki şek ve şüphe yeri değildir. Çünki müttakilere doğru yolu gösterir. Öyle ise, mu'cizdir. 3- ‫هد ل متق م‬ َ‫ُ ًى ِلْ ُ ّ ِينم‬ Yani, tarîk-ı müstakime irşad eder. Öyle ise, yakîniyattandır. Öyle ise, mümtazdır. Öyle ise, mu'cizdir. Ey arkadaş! Şu ‫ُ ًى ِلْ ُ ّ ِينَم‬ ‫هد ل متق‬ cümlesindeki nur-u belâgat ve hüsn-ü kelâm, dört noktadan tezahür etmiştir. 1- Bu cümlede mübteda mahzuftur. Bu hazf; (cümleyi teşkil eden mübteda ile haber arasındaki ittihad öyle bir dereceye varmış ki, sanki mübteda hazfolmayıp haberin içerisine girmiş) haricen ikisi müttehid oldukları gibi, zihnen de müttehid olduklarına işarettir. 2- ‫َا ِى‬ ‫هد‬ yerinde ‫ُ ًى‬ ‫هد‬ yani ism-i fâil mevkiinde masdarın kullanılması, tecessüm eden nur-u hidayetten cevher-i Kur'anın husule geldiğine işarettir. 3- ‫ ُ ًى‬deki tenvin-i tenkirden anlaşılıyor ki, hidayet-i Kur'an ‫هد‬
  • 10. sh: » (İ: 39) öyle ince bir dereceye varmıştır ki, hakikatı idrak edilemez ve öyle geniş bir sahayı işgal etmiştir ki, ihatası ilmen kabil değildir. Çünki marifenin zıddı olan quot;nekrequot;; ya şiddet-i hafâdan olur veya kesret-i zuhurdan neş'et eder. Buna binaendir ki, quot;tenkirquot; bazan tahkiri bazan tâzimi ifade eder, denilmiştir. 4- Müteaddid kelimelere bedel ism-i fâil sîgasıyla ihtiyar edilen ‫ُت ق ن‬ َ ‫مّ ِي‬ kelimesi ile yapılan îcaz, hidayetin semeresine ve tesirine işaret olduğu gibi, hidayetin vücuduna da bir delil-i innîdir. S: Gayet mahdud, az birkaç noktadan beşerin takatinden hariç denilen i'cazın doğması ihtimali var mıdır? C: Maddî ve manevî her şeyde yardımın ve içtimaın büyük kuvvet ve tesiri vardır. Evet in'ikas sırrıyla, üç şeyin hüsnü içtima ederse, beş olur. Beş içtima ederse, on olur. On içtima ederse, kırk olur. Çünki herşeyde bir nevi in'ikas ve bir nevi temessül vardır. Nasılki birbirine mukabil tutulan iki âyinede çok âyineler görünüyor; kezalik iki-üç nükte veya iki-üç hüsn içtima ettikleri zaman pekçok nükteler, pekçok hüsünler tevellüd eder. Bu sırra binaendir ki, her hüsn sahibinin ve herbir sahib-i kemalin emsaliyle içtima etmeye fıtrî bir meyli vardır ki, içtimaları zamanında hüsünleri, kemalleri bir iken iki olur. Hattâ bir taş, taşlığıyla beraber kubbeli binalarda ustanın elinden çıkar çıkmaz başını eğer, arkadaşıyla birleşmeğe meyleder ki, sukut tehlikesinden kurtulsunlar. Maalesef insanlar, teavün sırrını idrak edememişler. Hiç olmazsa, taşlar arasındaki yardım vaziyetinden ders alsınlar. S: Belâgat ve hidayetten maksad, hakikatı vâzıh bir şekilde gösterip fikirleri ve zihinleri ihtilaflardan kurtarmak iken; müfessirlerin bu gibi âyetlerde yaptıkları ihtilâfat, gösterdikleri ihtimaller, beyan ettikleri ayrı ayrı birbirine uymayan vecihler altında hak ve hakikat ne suretle görülebilir? C: Malûmdur ki, Kur'an-ı Azîmüşşan yalnız bir asra değil, bütün asırlara nâzil olmuştur. Hem bir tabaka insanlara mahsus değil, bütün tabakat-ı beşere şümulü vardır. Hem bir sınıf insanlara ait değil, bütün beşerin sınıflarına râcidir. Binaenaleyh herkes, her tabaka, her zaman, fehmine, istidadına göre Kur'anın hakaikından hisse alabilir ve hissedardır. Halbuki nev'-i beşer derece itibariyle muhtelif ve zevk cihetiyle mütefavit ve keza meyl, istihsan, lezzet, tabiat itibariyle birbirine uymuyor. Meselâ: Bir taifenin istihsan ettiği bir şey, öteki taifenin
  • 11. sh: » (İ: 40) zevkine muhaliftir. Bir kavmin meylettiği bir şeyden, öteki kavim nefret ediyor. Bu sırra binaendir ki, Kur'an-ı Kerim günahların cezası veya hayırların mükâfatı hakkında zikrettiği âyetlerde tahsisat yapmamış; âmm bir şekilde bırakmıştır ki, herkes zevkine göre fehmetsin. Hülâsa: Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan âyetlerini, cümlelerini öyle bir şekilde nazmetmiş ve vaz'etmiştir ki, her cihetten ihtimal yolları bulunsun ki, muhtelif fehimler ve istidatlar, zevklerine göre hisselerini alabilsinler. Binaenaleyh ulûm-u Arabiyenin kaidelerine muvafık ve belâgatın prensiplerine uygun ve ilm-i usûle mutabık olmak şartıyla, müfessirlerin birbirine muhalif olan beyanatı ve ihtimalleri; zamanlara, tabakalara ve fehimlere göre murad ve caizdir diye hükmedilebilir. Bu nükteden anlaşıldı ki, Kur'anın i'caz vecihlerinden biri odur ki; nazmı, öyle bir üslûbdadır ki, bütün asırlara, tabakalara intibak edebilir.