SlideShare una empresa de Scribd logo
1 de 31
Descargar para leer sin conexión
Şubat 2017 Sayı: 2
PSY-Q E-DERGİ
AŞK
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Tolga Nasuh ARAN
YAZARLAR
Prof. Dr. Mehmet Zihni SUNGUR
Doç. Dr. Cebrail KISA
Yrd. Doç. Dr. Mehmet ŞAKİROĞLU
KÜLTÜR- SANAT
Ece Çokay
Sıla Salantur
SAYFA DÜZENİ
Pınar Özdemir
Gözde Zeren
İlker Buruk
Rümeysa Akdağ
PSY-Q’ dan
Merhaba,
İlk sayımızı günahları ve sevaplarıyla geride bıraktık. İlk sayımızda
deneyimsizliğimizden dolayı pek çok eksik ve hata vardı. Bu nedenle
tüm okurlarımızdan özür diliyoruz. Ulaşabildiğimiz her okurumuzun
eleştirilerini ve önerilerini can kulağıyla dinliyoruz. Amacımız, en
iyiyi ve en doğruyu sunabilmek. PSY-Q E-Dergi’nin ikinci sayısı ile
yayındayız. Bu ayki temamız “Aşk”tır. Her yönüyle ele aldığımız
aşkı irdelemeye çalıştık.
Bu ayki sayımıza Sayın Hocam Psikiyatri Uzmanı Prof Dr Mehmet
Sungur “Aşk, Evlilik ve Aldatma” yazısıyla katkı sundu. Psikiyatri
Uzmanı Doç Dr Cebrail Kısa, Psikolog Yrd. Doç Dr Mehmet
Şakiroğlu, TRT Kent Radyo’dan Yetiş Fidan Mutlu aşkı kendi
açılarından değerlendirdiler. Sevgili arkadaşım ve meslektaşım Ferhan
Bıçakçılar İyileştirici Olmak yazısıyla katkı sundu. Bunun dışında
dergimizde Kültür Sanat Köşesi ve Bunları Biliyor muydunuz?
bölümleri yine var.
Bu ay Bağlanma Kuramı üzerine düşüncelerimi yazdım. Geçtiğimiz
ay Gazeteci Büyüğüm Lütfü Dağtaş ile röportaj gerçekleştirdik. Bu
röportajdan bazı alıntıları sizlerle paylaştım.
Tolga Nasuh Aran
Bağlanma Kuramı Üzerine
İnsan, topluluk halinde yaşayan bir
organizmadır ve başka insanlarla bir arada
bulunma isteği içerisindedir. İnsan
yavrusu, biyolojik açıdan gözlenen özel
durumu nedeniyle, yaşamını sürdürebilmek
için, diğer türlerin yavrularına oranla, çok
daha uzun süre anne-babasının doğrudan
yardımına muhtaçtır. Bu kaçınılmaz
durum, insan türünden organizmaların bir
arada yaşama, eğilim ve gereksinimlerini,
özellikle de bağlanma ihtiyacını
açıklamaktadır. Bağlanma (attachment),
yaşamın ilk günlerinde başlayan, duygusal
yönü ağır basan ve olması beklenen bir
durumdur.
Bağlanma kuramı John Bowlby ve Mary
Ainsworth’un ortak çalışmaları sonucu
oluşmuştur. Çocuğun anneyle bağı ve bu
bağın bozulması, anneden ayrılması,
anneden yoksun olması ve anneyi
kaybetmesi üzerine bugüne kadar olan
düşüncelerimizi kökten değiştirdi.
Anne-baba ve çocuk ilişkilerinin, çocuk
gelişimi üzerindeki etkisini ele alan bir-çok
model ve kuram ortaya konulmasına
karşın, “Bağlanma Kuramı” çocuğun
gelişimde anne-babanın (ebeveyn) etkisine,
diğer modellerden ya da kuramlardan, daha
etkili bir vurgu yaptığı görülmektedir.
Bowlby’e (1969) göre çocuk ile temel
bakım veren kişi (genellikle anne) arasında
bağlanmanın oluşmasındaki süreç;
 insanları ve hareket eden nesneleri
tercih etmeye yönelim,
 daha sık gördüklerini diğerlerinden
ayırt etmeyi öğrenme,
 tanıdıklarına yaklaşma ve
tanımadıklarından uzak durma,
 istendik sonuçları getiren
davranışları diğerlerinden ayırt
etme ve artırma aşamalarıyla
gerçekleşmektedir.
Bebeklikteki bağlanma kavramı; belirli bir
kişiye olumlu tepkilerin verilmesi, zamanın
büyük bir kısmının o kişiyle birlikte
geçirilmek istenmesi, herhangi bir korku
yaratan durum veya obje karşısında hemen
o kişinin aranması, bağlanılan kişinin
varlığının duyumsanmasına eş zamanlı
olarak rahatlama duygusunun eşlik etmesi
gibi duygu ve davranış örüntülerinin
tümünü kapsamaktadır.
Bebeklik döneminde bağlanma aşamalar
halinde gözlenmektedir. Doğumdan hemen
sonra insan yavrusunun doğası gereğince
başlayan bağlanma; meme arama, başı
döndürme, emme, yutma, parmak emme,
yakalama, anneye yönelme, beslenme
saatlerini sezinleme ve hazırlanma şeklinde
kendisini göstermektedir.
Çocuklarda belirledikleri bağlanma
davranışlarını üç kategori içerisinde
sınıflamışlardır. Bunlardan birincisi
güvenli bağlanma biçimidir ve güvenli
bağlanma içerisinde çocuklar temel
gereksinimlerine zamanında karşılık
verebilen annenin aracılığıyla oyun ya da
keşfe çıkmada kendilerini güvende
hissederler.
Anneleri tarafından yalnız bırakıldığında
anneleri ile yakınlık ve temas arayışlarını
sürdürürler ve tepkisel olarak huzursuzluk
yaşarlar ancak anneleri ile tekrar bir araya
geldiklerinde kolayca sakinleşerek
çevreyle ilgilenmeye ve çevreyi
keşfetmeye devam ederler. Anneyle
kurulan bu tür güvenli bir bağlanma
örüntüsü bebeğin uyumuna ve gelişimine
katkı sağlamaktadır.
İkinci olarak kaygılı/kararsız bağlanma
biçimi içinde çocuklar, annelerinden
ayrıldıklarında yoğun bir kaygı, gerilim ve
kızgınlık hissetmekte, yabancılarla iletişim
kurmayı reddetmekte, anneyle tekrar bir
araya geldiklerinde ise kolayca
sakinleşmek ve çevreyle olan ilgilerini
sürdürmek yerine, anneye daha fazla
yakınlaşıp ondan ayrılmak
istememektedirler.
Güvensiz bağlanma duygusu geliştiren
bireyler başkalarına güven duymakta
zorluk çekerler ve başkaları ile olan
ilişkilerini sürekli kontrol altında tutmaya
çalışırlar. İlişkileri kontrol altında tutma
davranışı genellikle başkaları tarafından
terk edilmek ya da reddedilme
korkusundan dolayı yakın ilişkiler
kuramama, sevilmeyeceği ya da değersiz
bulanacağından korkma, yoğun yalnızlık
ve soyutlanmışlık duygularından kaçınma
şeklinde ortaya çıkar.
Bağlanma ile ilgili literatür incelendiğinde,
doğumdan itibaren bebek ile temel bakıcı
(anne) arasında gelişen bağlanma
örüntüsünün sadece yaşamın ilk yıllarında
gerçekleşen bir süreç olmadığı, hem
çocuklukta hem de yetişkinliğe geçişte
bireyin ruh sağlığı üzerindeki etkisinin
devam ettiği ve bağlanmanın yaşam boyu
devam eden bir yazgı (life script) ya da
süreç olduğu belirtilmektedir
(Bartholomew, 1993; Rice, 1990).
Son yıllarda ergen ve yetişkin ilişkilerinde
bağlanmanın rolünü inceleyen araştırma
bulguları, yaşamın ilk yıllarında anne-
babanın çocuğa verdiği tepkilere bağlı
olarak çocuğun kendisine ve başkalarına
ilişkin oluşturduğu modellerin daha
sonraki yıllarda da yakın kişiler arası
ilişkiler için bir model niteliği taşıdığını
ortaya koymaktadır (Allen ve ark. 2002).
Bağlanma stilleri ile çalışmaların
sonuçlarına genel olarak bakıldığında;
güvenli bağlanma biçimine sahip
ergenlerin duygularını daha kolay ifade
edebildikleri, anne-baba ve akran
ilişkilerinde daha az çatışma yaşadıkları
(Ducharme, Doyle ve Markiewicz, 2002),
güvensiz bağlanma biçimine sahip
ergenlerin ise kendilerini başkalarına açma
ve yakınlık kurmada isteksiz olmanın
(Allen ve ark. 2002) yanı sıra öz
güvenlerinin düşük olduğunu ortaya
koymaktadır (Laible, Carlo ve Roeschc,
2004).
Araştırmacılar son yirmi yıl içinde
bağlanma yönelimlerindeki bireysel
farklılıkları ortaya çıkarmışlardır. Örneğin
Hazan ve Shaver (1987), bağlanma
stillerine ilişkin olarak ergenler ve
yetişkinleri güvenli, kaçınan ve kaygılı
olarak sınıflandırmışlardır. Bartholomew
ve Horowitz (1991) ise bağlanma stillerini,
olumlu ve olumsuz kutuplarda
değerlendirilen zihinsel modellerin
kesiştiği noktada tanımlamışlardır.
Böylece, iki boyutun -olumlu ve olumsuz
kutuplarda değerlendirilen zihinsel
modeller- çaprazlanmasından dört temel
bağlanma stilinin ortaya çıkacağını ileri
sürmüşlerdir;
a) güvenli,
b) korkulu,
c) saplantılı,
d) kayıtsız.
Korkulu - + Güvenli + +
Kayıtsız - - Saplantılı - +
Güvenli bağlanma stili, olumlu benlik ve
başkaları modellerinin bileşimini; korkulu
bağlanma stili, olumsuz benlik ve başkaları
modellerinin bileşimini; saplantılı
bağlanma stili, olumsuz benlik modeli ile
olumlu başkalarının bileşimini; kayıtsız
bağlanma stili ise kendine değer verme ile
başkalarına karşı olumsuz tutuma sahip
olmanın bileşimini içermektedir.
Bartholomew (1990)’e göre güvenli kişiler,
olumlu benlik algısını ve kendini
sevilmeye değer görme duygusunu
başkalarının güvenilir, destek veren,
ulaşılabilir ve iyi niyetli olduğuna dair
olumlu beklentilerle birleştirmektedirler.
Korkulu kişiler, bireysel değersizlik
duyguları ile başkalarının güvenilmez ve
reddedici olduğuna ilişkin beklentileri
yansıtmaktadırlar.
Saplantılı kişiler, kendini değersiz hissetme
ve sevilmeye değer görmeme duyguları ile
başkalarına ilişkin olumlu
değerlendirmeler yapmaktadırlar. Kayıtsız
kişiler ise özerkliğe aşırı derecede önem
vermekte, başkalarına olan gereksinimi ve
yakın ilişkilerin gerekliliğini savunmacı bir
biçimde reddetmektedirler. Bartholomew
ve Horowitz (1991), Hazan ve Shaver
(1987) tarafından belirlenen kaçınma
kalıbını, kaçınmanın iki farklı kuramsal
şeklini bir araya getirerek korkulu-kaçınma
ve kayıtsız-kaçınma olarak bir kalıpta iki
boyut olacak şekilde belirlemişlerdir.
Lopez ve Gormley (2002)’e göre bağlanma
stilleri, -içsel işleyiş modelleri- yakın ergen
ve yetişkin ilişkilerinin gelişimini
etkilemektedir. Dört içsel işleyiş modeli
karşılaştırıldığında güvenli bireyler yakın
ilişkilerde en optimal davranışı gösteren
bireylerdir. Bu sayede kendileri ve
diğerleri için bağlanma figürleri ile negatif
duyguları düzenleme yetenekleri vardır.
Güvenli bireyler, negatif davranış tipini en
az göstererek yakın ilişkilerindeki gerilimi
rutin olarak giderebilme kapasitesine
sahiptirler. Böylece, kayıtsız ya da
saplantılı bireyler çatışma durumları
boyunca güvenli bireylerden daha negatif
davranışlar gösterme eğilimindedirler.
Saplantılı ve kayıtsız bireyler
karşılaştırıldıklarında ise, saplantılı
bireyler zorluklara en fazla sığınan bireyler
durumundadır.
Saplantılı bireyler, benliğin geçerliğini
korumak için ilişkiyi sürdürmeye en fazla
yatırım yapan bireyler olarak
düşünüldüğünde, bu bireylerin bağlanma
figürlerinin mevcudiyetine ilişkin sık sık
aşırı ihtiyatlı oldukları görülmektedir. Bu
ruh durumu bir ilişki içinde gerilimle
karşılaşıldığında yordanamayan ilişkilerin
geçmişine dayalı çatışmacı düşünceler ve
duyguların harekete geçmesine ve yoğun
bir düşmanlığa yol açabilir. Korkulu
bireyler ise, kendileri ve diğerlerinin
negatif içsel işleyiş modellerini birleştiren
bireyler olarak varsayılmaktadırlar. Bunun
sonucu olarak onlar reddedilme ve
duygusal yakınlık korkulu yönleri ile
sosyal ilişkilerden en fazla kaçınan
bireylerdir.
Hazan ve Shaver’in üçlü bağlanma
yaklaşımı ile, Bartholomew ve Horowitz’in
dörtlü bağlanma yaklaşımını karşılaştıran
çalışmalar, genellikle iki farklı kaçınan
(korkulu ve kayıtsız) bağlanma stilinin
geçerliliğine ilişkin kanıtlar sunmuştur.
Bartholomew ve Horowitz’in önerdiği
dörtlü bağlanma yaklaşımı çerçevesinde
yürütülen çalışmalar da tutarlı olarak
korkulu ve kayıtsız bağlanma stillerinin
zihinsel modeller temelinde
farklılaştıklarını göstermiştir.
Örneğin, Bylsma, Cozarelli ve Sümer
(1997), kayıtsızların korkululara oranla
daha yüksek düzeyde benlik saygısına
sahip olduklarını ve bu kişilerin gerçek ve
ideal benlik kavramları arasında daha az
farklılıklar bulunduğunu göstermişlerdir
(Akt., Sümer ve Güngör, 1999, s.75).
Erişkinlikte Bağlanma
Erişkin hayatındaki bağlanma davranışı,
çocuklukta, ergenlikte ve gençlikte
gösterilen bağlanma davranışının bir
devamı olarak düşünülmektedir.[17]
Weiss erişkinlikteki bağlanmayı
çocukluktaki bağlanmadan ayıran üç
özellik tanımlamıştır:
i. Erişkinlerde, bağlanma ilişkileri tipik
olarak eşler arasındadır, diğerinde bakım
alan (bebek) ve bakım veren (ebeveyn)
arasındadır.;
ii. Erişkinlerdeki bağlanma çocukluktaki
bağlanma gibi diğer davranışsal sistemlerin
etkilenmesinden sorumlu değildir.;
iii. Erişkinlikteki bağlanma sıklıkla cinsel
ilişki içerir.[38]
Erişkinde Bağlanma Biçimleri
Erişkin bağlanmasıyla ilgili araştırmalar,
bağlanma biçimiyle birleşmiş zihinsel
modellerin içeriklerini anlamaya ve
ilişkilerin farklı modellerinin ilişkisel
yaşantılarına odaklanmıştır.[39]
Bartholomew ve Horowitz, Bowlby' nin
bağlanma kuramını temel alarak ve kişinin
kendisinin ve başkalarının içsel çalışma
modeli olan iki tipten yola çıkarak ortaya
koyduğu 4 ayrı bağlanma biçimi
oluşturulmuştur.[21,40,41] Dört prototip
bağlanma modeli bireyin benlik imajı
(pozitif ya da negatif) ve başkalarının
imajlarının (pozitif ya da Negatif)
birleşimleri kullanılarak tanımlanmıştır.
Tanımlanan erişkin bağlanma biçimleri
arasında ilki güvenli bağlanma biçimidir.
Güvenli bağlanma biçimi, kendini değerli
hissetme ve sevilebilir olduğu duygusunu
genellikle diğer insanların kabul edici ve
cevap vericiliğine dair beklentileriyle
birleştirir.[12] Saplantılı bağlanma biçimi
ise kendini değersiz hissetme (sevilmeye
layık görmeme) duygusuyla başkalarına
yönelik olumlu değerlendirmeleri yansıtır.
Saplantılı biçime sahip olanlar kendilerine
güveni az, başkalarını destekleyici olarak
algılayan, bu destekten olumlu şekilde
faydalanamayan, kendini açma düzeyleri
az olan bireylerdir.[42]
Kayıtsız bağlanma biçiminde kendini
değerli hissetme ve sevilebilir olduğu
duygusunu diğer insanlara karşı olumsuz
beklentilerle birleştirir. Böyle kişiler, yakın
ilişkilerden kaçınarak, hayal kırıklıklarına
karşı kendilerini korurlar ve
bağımsızlıklarını ve incinemezliklerini
sürdürürler. Korkulu bağlanma biçiminde
kendini değersiz hissetme ve sevilmeye
layık görmeme duygusu ve diğerlerinin
olumsuz, güvenilmez ve reddedici olarak
algılanmasına yönelik beklentilerle birleşir.
Bu bağlanma biçimine sahip kişiler
başkalarıyla yakın bağlar kurmaktan
kaçınarak, başkalarından beklenen
reddedilmeye karşı kendilerini
korurlar.[12]
Güvenli bağlanması olanlar hem kendileri
hem de başkaları konusunda pozitif bakış
açısına sahiptirler. Güvenli bağlanması
olanlar sıkıntılarını kabul ederek,
başkalarından yardım ve destek talep
ederek yapıcı bir biçimde kendi zor
duygularını ifade etmede rahattırlar.
Kayıtsız bağlanması olanlar temelde
kaçınmacıdırlar çünkü kendileri ile ilgili
olumlu ama başkaları ile ilgili olumsuz
görüşlere sahiptirler. Negatif duyguları
baskı altında tutma eğilimindedirler ve
kaçınma stratejilerini temel başa çıkma
stratejileri olarak kullanırlar. Saplantılı
bağlanması olanların ise kendileri ile ilgili
bakış açıları negatif, başkaları ile ilgili
bakış açıları pozitiftir ve temelde
kaygılıdırlar.
Negatif duygularını abartılı ve sürekli bir
biçimde eşlerinin onayını arayarak
gösterirler. Korkulu bağlanması olanlar
kendileri ve başkaları ile ilgili negatif
modellere sahiptirler ve kaygılı/kaçıngan
olarak sınıflandırılabilirler.
Kaygılı/kaçınganlar başkaları ile yakın
ilişki kurmak arzusunda olmalarına karşın,
ilişkilerinde aşırı yakınlıktan kaçınırlar
çünkü incinebilecekleri konusunda
kaygılıdırlar.[43,44]
Güvenli bireyler daha az güvenli bireylerle
karşılaştırıldığında stres kaynağı olayları
daha az tehdit edici olarak değerlendirirler.
Bu kişilerin kendilerinde stres oluşturan
durumun nedenleri ile başa çıkabilecekleri
konusunda yeteneklerine güvenleri vardır.
Duygularını açık bir biçimde ifade ederler.
Destek aramayı stres yaratıcı durumlar ile
başa çıkmak için bir duygu düzenleme
stratejisi olarak kullanırlar. Durumları
açıkça tartışırlar ve çatışmalardan
kaçınmak yerine onlara çözüm bulurlar.
Ayrıca güvenli bireyler kızgınlığın
psikolojik işaretlerinin farkındadırlar.
Uyuma yönelik problem çözümlerine ortak
olurlar. Kızgınlıklarını kontrollü ve
düşmanca olmayan bir biçimde ifade
ederler. Sonuç olarak, güvenli bağlanma
biçimine sahip bireylerde pozitif duygu
yaşantısı yaratıcı problem çözmeyi
geliştirir.[45]
Bağlanma ve Psikopatoloji
Son yıllarda, anne-çocuk ilişkisi
konusunda yapılan araştırmaların önemli
bir bölümünü bağlanma konusunun
oluşturduğu görülmektedir. Bu durumun en
önemli nedeni ise, anne-baba ve çocuk
ilişkisini araştırmanın her iki nesil için de
giderek önem kazanmasıdır. Çünkü
bağlanma, çift yönlü bir süreçtir. Pek çok
araştırmacı anne-çocuk ilişkisinin
sürekliliğinin sonraki yaşantıların temelini
oluşturduğunu ileri sürmektedir.[46]
Kişinin yaşamındaki en önemli kişilerin
annesi ve babası olduğunu; anne ve baba
ile iyi bir ilişkinin genç ve erişkin ruh
sağlığında belirleyici rol oynadığını
belirtilmiştir.[47]
Bowlby'nin çalışmalarından başlamak
üzere güvensiz bağlanma biçimi daha
sonraki yaşam dönemlerinde
psikopatolojinin belirleyicisi olarak
düşünülmüşken güvenli bağlanma sağlıklı
süreçlerle ilişkilendirilmiştir.[3] Doğanın
özgün modeli güvenli bağlanmadır.
Güvensiz bağlanma biçimleri olan
kaygılı/ikircikli bağlanma anksiyete
bozuklukları ve depresif bozukluklarla
ilişkilendirilirken, kaçıngan bağlanma
davranış bozukluğu ve diğer dışa vuruk
patolojilerle ilişkilendirilmiştir. Dağınık
bağlanmanın (dezorganize/dezoryante) ise
dissosiyatif bozukluklarla birlikteliğinden
söz edilmiştir.
Koruyucu ruh sağlığı açısından
bakıldığında güvensiz bağlanmanın pek
çok psikopatolojinin gelişimi ile ilişkili
olduğu düşünülürse, olguların ve aslında
tüm bireylerin çocuk sahibi olmayı
planladıkları dönemde, gebelik döneminde
ve çocuklarını yetiştirirken desteklenmeleri
sağlıklı nesiller yetiştirmek açısından çok
önemli gibi görünmektedir.
Referanslar
1. Thompson RA. Attachment theory and research. In Child and
Adolescent Psychiatry, 3rd Ed. (Ed M Lewis):164-172.
Philadelphia, Lippincott Williams Wilkins, 2002.
2. Collins NL, Laurson W. Adolescents’ relationships with
parents. J Lang Soc Psychol 2003; 22: 58-65.
3. Nakash-Eisikovits O, Dutra L, Westen D. Relationship
between attachment patterns and personality pathology in
adolescents. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry 2000;
41:1111-1123.
4. Hamilton CE. Continuity and discontinuity of attachment
from infancy through adolescence. Child Dev 2000; 71:690-694.
5. George C, Kaplan N, Main M. The adult attachment
interview. Berkeley, University of California, 1985.
6. Hazan C, Shaver PR. Romantic love conceptualized as an
attachment process. J PersSoc Psychol 1987; 52:511-524.
7. Ainsworth MDS, Blehar MC, Waters E, Walls S. Patterns of
Attachment: A Psychological Study of the Strange Situation.
Hillsdale, Lawrence Erlbaum, 1978.
8. Shaver PR, Hazan C, Bradshaw D. Love as attachment: The
integration of three behavioral systems. In The Psychology of
Love (Eds JR Sternberg, ML Barns):68-99. New Haven, Yale
University Press, 1988.
9. Collins NL, Read SJ. Adult attachment, working models and
relationship quality in dating couples. J Pers Soc Psychol 1990;
58:644-663.
10. Mikulincer M, Florian F, Weller A. Attachment styles,
coping strategies, and posttraumatic psychological distress: The
impact of the Gulf War in Israel. J Pers Soc Psychol 1993;
64:817-826.
11. Simpson JA. Influence of attachment styles on romantic
relationships. J Pers SocPsychol 1990; 59:971-980.
12. Bartholomew K, Horowitz LM. Attachment styles among
young adults: A test of a four-category model. J Pers Soc
Psychol 1991; 61:226-244.
13. Brennan KA, Clark CL, Shaver PR. Self report of
measurement of adult attachment: an integrative overview. In
Attachment Theory and Close Relationships (Eds JA Simpson,
WS Rholes):46-76. New York, Guilford Press, 1998.
14. Sümer N, Güngör D. Yetişkin bağlanma stilleri ölçeklerinin
Türk örneklemi üzerinde psikometrik değerlendirmesi ve
kültürler arası bir karşılaştırma. Türk Psikoloji Dergisi 1999;
14:71- 76.
15. Sümer N. Yetişkin bağlanma ölçeklerinin kategoriler ve
boyutlar düzeyinde karşılaştırılması. Türk Psikoloji Dergisi
2006; 21:1-22.
16. Parker G, Tupling H, Brown LB. A parental bonding
instrument. Br J Med Psychol 1979; 52:1-10.
17. Bowlby J. Attachment and Loss, 1st Ed. London, Hogarth
Press, 1969.
18. Bowlby J. Attachment and Loss: Separation, Anxiety and
Anger. New York, Basic Books, 1973.
19. Kapçı E, Küçüker S. Anne babaya bağlanma ölçeği: Türk
üniversite öğrencilerinde psikometrik özelliklerinin
değerlendirilmesi. Turk Psikiyatri Derg 2006; 17:286-295.
20. Nelson JK. Clinical assessment of crying and crying
inhibition based on attachment theory. Bull Menninger Clin
2000; 64:509-529.
21. Çalışır M. Yetișkin bağlanma kuramı ve duygulanım
düzenleme stratejilerinin depresyonla ilișkisi. Psikiyatride
Güncel Yaklaşımlar 2009; 1:240-255.
22. Stevenson-Hinde J. Attachment theory and John Bowlby:
Some reflections. AttachHum Dev 2007; 9:337-342.
23. Bowlby J. The Making and Breaking of Affectional Bonds.
London, Tavistock Publications, 1979.
24. Bowlby J. The nature of the child’s tie to his mother. Int J
Psychoanal 1958; 39:350-373.
25. Lamb ME, Teti DM, Bornstein M. Developmental phases:
infancy. In Child and Adolescent Psychiatry, 3ed Ed. (Ed M
Lewis):293-323. Philadelphia, Lippincott Williams Wilkins,
2002.
26. Barnett D, Vondra JI. Atypical attachment in infancy and
early childhood among children at developmental risk. I.
Atypical patterns of early attachment: theory, research and
current directions. Monogr Soc Res Child Dev 1999; 64:1-24.
27. Bloom KC. The development of attachment behaviors in
pregnant adolecents. Nurs Res 1995; 44:284-289.
28. Zeanah CH, Boris NW, Larriey JA. Infant development and
developmantal risk: a review
of the past 10 years. J Am Acad Child Adolescent Psychiatry
1997; 36:165-178.
29. Soysal AŞ, Ergenekon E, Eroğlu D. Bebekleri tanı açısından
yüksek-standart risk altında olan annelerin duygu durumlarının
kısa süreli yardım grupları ile değerlendirilmesi. Psikiyatri
Psikoloji Psikofarmakoloji (3P) Dergisi 2000; 8:106-111.
30. Van de Rijt-Plooij HC, Plooij PX. Distinct periods of mother
infant conflict in normal development: sources of progress and
germs of pathology. J Child Psychol Psychiatry 1993; 34:229-
245.
31. Goodfriend MS. Treatment of attachment disorder of infancy
in a neonatal intensive care unit. Pediatrics 1993; 1:139-142.
32. Boccio M, Laudenslager MN, Reite ML. Intrinsic and
extrinsic factors affect infant responses to maternal separation.
Psychiatry 1994; 57:43-50.
33. Biller HB. Fathers and Families Paternal Factors in Child
Development. London, Auburn House, 1993.
34. Bretherton I, Munholland KA. Internal working models in
attachment relationships. A construct revisited. In Handbook of
Attachment. Theory, Research and Clinical Applications, 1st Ed.
(Eds J Cassidy, PR Shaver):89-114. New York, Guilford Press,
1999.
35. Lee EJ. The attachment system throughout the life course:
Review and criticisms of attachment theory.
http://www.personalityresearch.org/papers/lee.html (Accessed at
1.2.2011).
36. Willemsen E, Marcel K. Attachment 101 for attorneys:
Implications for infant placement decisions. http://
www.scu.edu/ ethics/publications/ other/ lawreview/
attachm
ent101.html (Accessed at 1.2.2011).
37. Horowitz LM, Rosenberg SE, Bartholomew K. Interpersonal
problems, attachment styles, and outcome in brief dynamic
psychotherapy. J Consult Clin Psychol 1993; 61:549-560.
38. West ML, Sheldon-Keller AE. Patterns of Relating: An
Adult Attachment Perspective. New York, Guilford Press, 1994.
39. Weger Jr. H, Polcar LE. Attachment style and the cognitive
representation of communication situations. Communication
Studies 2000; 2:149-161.
40. Bowlby J. Attachment and Loss: Sadness and Depression,
New York, Basic Books, 1980.
41. Bowlby J. Attachment, 2nd Ed. New York, Basic Books,
1982.
42. Erözkan A. Lise öğrencilerinin bağlanma stilleri ve yalnızlık
düzeylerinin bazı değişkenlere göre incelenmesi. Atatürk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2004; 4:155-175.
43. Jones SM. Attachment style differences and similarities in
evaluations of affective communication skills and person-
centered comforting messages. Western Journal of
Communication 2005; 69:233-249.
44. Weger Jr. H, Polcar LE. Attachment style and person-
centered comforting. Western Journal of Communication 2002;
66:84-103.
45. Belsky J. Developmental origins of attachment styles. Attach
Hum Dev 2002; 4:166-170.
46. Pearson JL, Cowan PA, Cowan CP. Adult attachment and
adult child-order parent relationships. Am J Orthopsychiatry
1993; 4:606-613.
47. LeCroy CW. Parent adolescent intimacy: Impact on
adolescent functioning.Adolescence 1988; 89:137-147.
48. Atasoy Z, Ertürk D, Şener Ş. Altı ve on iki aylık bebeklerde
bağlanma. Turk Psikiyatri Derg 1997; 8:266-279.
49. Sabuncuoğlu O, Berkem M. Bağlanma biçemi ve doğum
sonrası depresyon belirtileri arasındaki ilişki: Türkiye'den
bulgular. Turk Psikiyatri Derg 2006; 17:252-258.
50. Bifulco A, Figueiredo B, Guedeney N. Maternal attachment
style and depression associated with childbirth: Preliminary
results from a European and US crosscultural study. Br J
Psychiatry Suppl 2004; 46:31-37.
51. McMahon C, Barnett B, Kowalenko N, Tennant C.
Psychological factors associated with persistent postnatal
depression: past and current relationships, defence styles and the
mediating role of insecure attachment style. J Affect Disord
2005; 84:15-24.
52. Danacı AE, Dinç G, Deveci A. Manisa il merkezinde doğum
sonrası depresyon yaygınlığı ve etkileyen etmenler. Turk
Psikiyatri Derg 2000; 11:204-211.
53. Kökçü F, Kesebir S. İki uçlu olgular ve çocuklarında
bağlanma biçiminin mizaç, kişilik ve klinik özellikler ile ilişkisi:
kontrollü bir çalışma. Turk Psikiyatri Derg 2010; 21:309-318.
54. Soysal AŞ, Özçelik A, Arhan E, İşeri E, Gücüyener K. Bir
olgu sunumu eşliğinde tepkisel bağlanma bozukluğunun gözden
geçirilmesi. Türkiye Klinikleri Pediatri Dergisi 2009; 18:248-
252.
55. Mangelsdorf SC, Frosch CA. Temperament and attachment:
one construct or two? Adv Child Dev Behav 1999; 27:181-220.
56. Matsuoka N, Uji M, Hiramura H, Chen Z, Shikai N, Kishida
Y et al. Adolescents attachment style and early experiences: A
gender difference. Arch Womens Ment Health 2006; 9:23-29.
57. Miller L, Kramer R, Wamer V, Wickramaratne P,
Weissmann M. Intergenerational transmission of parental
bonding among women. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry
1997; 36:1134-1139.
58. Scinto A, Marinangeli MG, Ka1yvoka A, Daneluzzo E,
Rossi A. The use of the Italian version of the Parental Bonding
Instrument (PBI) in a elinical sample and in a student group: an
exploratory and confirmatory factor analysis study. Epidemiol
Psichiatr Soc 1999; 8:276-283.
59. Martin G, Waite S. Parental bonding and vulnerability to
adolescent suicide Acta Psychiatr Scand 1994; 89 :246-254.
60. Warren SL, Huston L, Egeland B, Sroufe LA. Child and
adolescent anxiety disorders and early attachment. J Am Acad
Child Adolesc Psychitary 1997; 36:637-644.
61. Collins NL, Cooper LM, Albino A, Allard L. Psychosocial
vulnerability from adoleseence to adulthood: a prospective study
of attachment style differences in relationship functioning and
partner choice. J Pers 2002: 70:965-1008.
62. Von IJ, Zendoom MH. Adult attachment representations,
parental responsiveness and infant attachment: a meta analysis
on the predictive validity of the Adult Attachment Interview.
Psychol Bull 1995; 117:387-403.
63. Çetin FÇ. Gelişimsel psikopatolojinin temel kavramları. In
Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Temel Kitabı (Eds FÇ Çetin, A
Coşkun, E İşeri, R Uslu):141-142. Ankara, Hekimler Yayın
Birliği, 2008.
64. Eng W, Heimberg RG, Hart TA, Schneier FR, Liebowitz
MR. Attachment in individuals with social anxiety disorder: the
relationship among adult attachment styles, social anxiety, and
depression. Emotion 2001; 1:365-380.
65. Bifulco A, Kwon J, Jacobs C, Moran PM, Bunn A, Beer N.
Adult attachment style as mediator between childhood
neglect/abuse and adult depression and anxiety. Soc Psychiatry
Psychiatr Epidemiol 2006; 41:796-805.
66. Smith M, Calam R, Bolton C. Psychological factors linked to
self-reported depression symptoms in late adolescence. Behav
Cogn Psychother 2009; 37:73-85.
67. Marazzati D, Dell'osso B, Catena Del'Osso M, Consoli G,
Del Debbio A, Munqai Fet al. Romantic attachment in patients
with mood and anxiety disorders. CNS Spectr2007; 12:751-756.
68. Simpson JA, Rholes WS, Campbell L. Adult attachment, the
transition to parenthood, and depressive symptoms. J Pers Soc
Psychol 2003; 84:1172-1187.
69. Twaite JA, Rodriquez-Srednicki O. Childhood sexual and
physical abuse and adult vulnerability to PTSD: the mediating
effects of attachment and dissociation. J Child Sex Abus 2004;
13:17-38.
70. Ciechanowski PS, Sullivan M, Jensen M. The relationship of
attachment style to depression, catastrophizing and health care
utilization in patients with chronic pain. Pain 2003; 104:627-
637.
71. Myhr G, Sookman D, Pinard G. Attachment security and
parental bonding in adults with obsessive-compulsive disorder: a
comparison with depressed out-patients and healthy controls.
Acta Psychiatr Scand 2004; 109:447-456.
72. Fonagy P, Leigh T, Steele M, Steele H, Kennedy R, Mattoon
G. The relation of attachment status, psychiatric classification,
and response to psychotherapy. J Consult Clin Psychol 1996;
64:22-31.
73. Fonagy P, Target M, Gergely G. Attachment and borderline
personality disorder: A theory and some evidence. Psychiatr Clin
North Am 2000; 23:103-122.
74. Ciechanowski PS, Walker EA, Katon WJ, Russo JE.
Attachment theory: A model for health care utilization and
somatization. Psychosom Med 2002; 64:660-667.
75. Ponizovsly AM, Nechamkin Y, Rosca P. Attachment
patterns are associated with symptomatology and course of
schizophrenia in male inpatients. Am J Orthopsychiatry 2007;
77:324.-331.
76. Joyce PR. Parental bonding in bipolar affective disorder. J
Affect Disord 1984; 7:319-324.
77. Miklowitz DJ, Wisniewski SR, Miyahara S, Otto MW, Sachs
GS. Perceived criticism from family members as a predictor of
one-year course of bipolar disorders. Psychiatry Res 2005;
136:101-111.
78. Gilbert P, McEwan K, Hay J. Social rank and attachment in
people with a bipolar disorder. Clin Psychol Psychother 2007;
14:48-53.
79. Morriss RK, van der Guht E, Lancaster G, Bentan RP. Adult
attachment in bipolar 1 disorder. Psychol Psychother 2009;
82:267-277.
80. Vahip I, Kocadere M. Psikososyal-psikoterapötik yaklaşım
ve girişimler. In İki Uçlu Duygudurum Bozuklukları Sağaltım
Kılavuzu (Eds S Vahip, O Yazıcı):107-130. Türkiye Psikiyatri
Derneği, Ankara, 2003.
81. Çakır S, Bensusan R, Akça YZ, Yazıcı O. Does a
psychoeducatioanal approach reach targeted patients with
bipolar disorder? J Affect Disord 2009; 12:75-83.
Bunları Biliyor musunuz?
 Sevgililer Günü, her yılın 14 Şubat günü birçok ülkede kutlanan özel
gündür. Kökeni, Roma Katolik Kilisesi'nin inanışına dayanan bu
gün, Valentine ismindeki bir din adamının adına ilan edilen bir bayram
günü olarak ortaya çıkmıştır. Bu sebeple bazı toplumlarda "Aziz Valentin
Günü" (St. Valentine's Day) olarak bilinir.
 Birbirini seven iki kişi, birbirilerinin gözlerinin içine baktığında, kalp atışları
senkronize oluyor.
 Aşk ve cinsellik hakkında düşünmek, önce yaratıcılığı, sonra ise somut
düşünceyi pozitif etkiliyor.
 Sevdiğimiz biriyle kucaklaşmak vücudumuzda doğal ağrı kesiciler
salgılamamıza neden oluyor.
 Temel aldığı hristiyan ögelerden dolayı Sevgililer Günü birçok müslüman
ülkede hoş karşılanmamaktadır. Örneğin Suudi Arabistan'da 14 Şubatla
ilgili ürünlerin satışı yasaktır.
 Kişilikleri birbirine çok benzeyen çiftler çok uzun süre birlikte olamıyorlar.
 Romantik aşk sonunda bitiyor… Ama kendini adamış aşk ile devam ediyor.
 Sevdiğiniz insanlara karşı duyduğunuz minnettarlık, hemen mutluluğunuzu
artırıyor.
 Sevdiğimiz kişinin sadece fotoğrafına bakmak bile, ağrılarımızı
yatıştırabiliyor.
Prof Dr Mehmet Zihni Sungur
Aşk, Evlilik ve Sadakatsizlik
Yaşamımız boyunca gözümüzü yakalayan
birçok şey vardır. Ancak bunların çok azı
yüreğimizi ve ruhumuzu da yakalar. Aşk,
evlilik ve sadakatsizlik acısı gibi!.. Aşk
“ben”leri yok etmek pahasına “biz”
olabilmektir. Sınırları iyi çizilmiş bir
evlilik “ben”leri koruyarak “biz”
olabilme sanatıdır. Sadakatsizlik ise
“biz”i yok etme riskini göze almaktır.
Kendisine yatırım yapmış olan insanların
önemli bir kısmını hayal kırıklığına
uğratmış olması evlilik kurumunun halen
dünyanın en büyük gönüllü organizasyonu
olmasına engel olmuyor. Ömrünün kısa
olması, geçici bir görme kusuru olduğunun
bilinmesi hatta karşılık bulamadığında
tarifsiz acılara neden olabilmesi tekrar
tekrar aşık olmayı engellemiyor. Yıllarca
emek verilmiş bir ilişkinin varlığı ve bu
ilişkiye verilen önem ise sadakatsizliklerin
yaşanmasını engelleyemiyor. Her şeye
rağmen hepimizin yaşantısının içinde
olabildikleri için her üç deneyimde daha
iyi anlaşılması gereken yaşantılar oluyor.
Aşk insan yaşamının neredeyse kaçınılmaz
bir yanılsamasıdır. Aşkı kaçınılmaz yapan
nedenleri anlamaya çalışırken tüm aşkların
ortak özelliklerini gözden geçirmek yararlı
olur. Biri diğerine aşık olduğunda aşık
olunan kişinin algılanması değişir. Artık
onda hangi özellikler görülmek istenirse
onlar görülecektir. Neyi bulmak istersek
onu göreceğimize göre aşk bir görme
kusuru olarak da tanımlanabilir.
Mükemmel aşıklar – mükemmel birliktelik
oluşturduklarına inanmak isterler. Daha
somut söylemek gerekirse; Ahmet Ayşe’yi
sevdiğinde, Ayşe artık: harikadır, olağan
dışıdır, zekidir, yıldız gibi parlak gözleri
vardır, kısacası Ahmet’in aradığı her şeye
sahiptir. Bu bağlamda partnerler
birbirleriyle mükemmel bir uyum
içindedirler! Ne şimdi ne de ileride
herhangi bir sorunları olabileceğini hayal
bile etmekte güçlük çekerler. Bu bağlamda
aşk, insan yaşamında pozitif anlamda bir
yanlı bakışın en çok egemen olduğu nadir
alanlardan birisi olmaktadır. Öyle ya,
yaşadığımız dünyada deneyimlediğimiz
birçok olumsuz yaşantı bizleri karamsar bir
bakış açısı içinde olumsuz bir yanlılığa
sürüklerken, aşk yaşantılanırken ilginç bir
biçimde her şey olduğundan da olumlu
görünmez mi?
Aslında aşk gerçek bir ilişki değil, hayali
bir birliktelik hatta olağan dışı bir
kaynaşmadır. Romeo Juliet’e ‘sen benim
güneşimsin’ der. Adem ise Havva’ya
‘senle ben etle tırnak gibiyiz, birimizin
yokluğu ötekinin de sonu olur’ der. Böyle
bir süreçte “ben”ler “biz” olabilmek
pahasına yok olmaktadır. Aşk bu bağlamda
bir kaynaşma olarak düşünülebilir. Aşk
ilişkisinde partnerler birbirlerinin temel
mutluluk kaynağı olduklarından ve
neredeyse birbirleri için doğduklarını
düşündüklerinden aşık olma dönemi aynı
zamanda hayali bir birlikteliği de temsil
eder. Ancak aşkın hayali özellikler taşıyor
olması her zaman gerçekçi olduğunu iddia
eden insanların bile aşık olma arzusunu
köreltememektedir. Çünkü insanların
yaşamlarında en özgür oldukları yer
hayalleridir. Hayaller hep gerçeklerin
önünde gider. Birçok insan aşkın abartılı
yaşandığını bilmekte hatta aşkı bir
“çıkmaz” olarak tanımladıklarında bile
“ama içinden çıkmak istemediğim bir
çıkmaz” demektedirler. Duyguların
mantığa meydan okuduğu ve kazandığı bu
süreci böylesine çekici hale getiren nedir?
Aşkın, çoğu insanın derinde kendisine
sakladığı iyi ve sevecen yönlerini ortaya
çıkaran yanı mı? Sayısız sahteliklerin
yaşandığı dünyada emsalsiz bir içtenliği
geçici bir süre içinde olsa simgeliyor
olması mı? Tüketici dünyasında baş
döndürücü olduğu söylenen bir duyguyu
tatma ve tüketme isteği mi? Bir ihtiyaç
olarak algılandığı için yokluğunun
derinden hissedilmesi mi? Varlığında tüm
mutsuzlukların ortadan kalkacağına
yönelik bir beklenti mi? Yoksa elmanın
diğer yarısını bularak ancak böylelikle bir
bütün olunacağını düşünmek mi?
Çoğu zaman çevremizdekilere aşık
olmakla birlikte giderek globalleşen bir
dünyada insanlar tamamen farklı
kültürlerden gelen, farklı inanış ve
değerlere sahip kişilere de çekilip, aşık
olabiliyorlar. Belki aşkın farklılıklar dahil
her güçlüğün üstesinden gelebileceğine
inandıkları için. Belki de aşkın anlamsız
bir yaşamı bile anlamlı hale getirecek bir
gücü olduğuna inandıkları için. İşte bu
nedenle aşkı bir görme kusuru olarak
tanımlamak mümkün. Bu bağlamda aşk
“farkındalık olmaksızın yani hesapsız
bir sevebilme gücü” olarak tanımlanabilir.
Yine bu nedenle daha saf ve naif bir
yaşantı belki de.
Diğer yandan giderek globalleşen bir
dünyada aşkta kolaylıkla tüketilebilen bir
duygu olabiliyor. Belki de insanlar giderek
daha az korkuyorlar aşkı tüketmekten.
Nasıl olsa her şey tükenmiyor mu? Nasıl
olsa aşkı aşık olduğumuzdan daha çok
sevmiyor muyuz? Eski aşklardan yeni
aşklara geçiş yapmıyor muyuz? Herkes
yaşamının bir döneminde aşık oluyor.
Önce aşık oldukları kişileri “deli gibi”
sevdiklerini ve asla başka birini
sevemeyeceklerini söylüyorlar. Sonra
aşklarını yitiriyorlar, acı çekiyorlar ve bir
daha asla aşık olamayacaklarını
söylüyorlar. Peki daha sonra ne oluyor?
Tekrar aşık oluyorlar! Yani aşık olmanın
kendisini aşık olduklarından daha çok
seviyorlar.
Eğer aşk geçici bir görme kusuru ise
eninde sonunda görme alanı netleşecektir.
Birlikte yaşama süresinin uzaması, ya da
evlilik bazen bu görme kusurunun
beklenenden önce düzelmesine neden olur.
Beklenenden önce diyorum çünkü
günümüzde herkes “aşk ne kadar sürer?”
gibi bir sorunun cevabının peşine düşmüş
durumda. Mümkünse aşkı olabildiğince
uzatmak istiyorlar. “Büyüsel bir süreç,
olağanüstü güzel bir rüya” olarak
tanımlanan bir yaşantının çabuk
bitmemesini istemek tabiî ki anlaşılmaz bir
durum değil. Ancak buradaki talihsizlik
aşk bitince her şeyin biteceğini ve ilişkinin
anlamsızlaşacağını düşünmek. Aşkın ne
kadar süreceği şeklinde bir soru bu noktada
anlam kazanıyor veya kaybediyor. Eğer
insanlar aşk yok olduğunda onun yerine
gelebilecek duygunun en az aşk kadar
doyurucu olabileceğine inansalar, aşk ne
zaman biter sorusu eminim bu kadar
önemli olmazdı. Ancak her aşkta sevgiye
dönüşmüyor elbette. Bu noktada önemli
olan aşkın sevgiye dönüşüp, dönüşmediği
önümüzdeki sayılarda aşkın sevgiye
dönüşebilmesi için partnerlerin özen
göstermesi gereken noktalar üzerinde daha
çok yazmaya çalışacağım.
Sınırlı bir ömrü olduğundan, doğal olarak
aşk iyi bir evlilik için asla yeterli
olamayacaktır. Peki evlilik içinde
mutluluğu ya da mutsuzluğu belirleyen
nedir? Yaşanan sorunların sayısı ya da
niteliği mi? Evlenilen kişiden kaynaklanan
sorunlar mı? Yine önümüzdeki sayılarda
daha uyumlu ve mutlu evliliklerdeki ortak
özellikleri gözden geçirecek ve mutlu bir
evliliğin vazgeçilmez öncülleri olan
iletişim ve sorun çözme becerileri üzerinde
duracağım.
Sorunlu evliliklerde en sık görülen
özelliklerden biri eşlerin birbirlerini
suçlamaları. Bu suçlamalar sonucunda
eşler zaman zaman umutsuzluğa kapılıyor
ve “Yürümüyor işte…”, “Hep aynı şeyler
oluyor”, “Bu ilişki onun umurunda bile
değil”, “Hatalarını asla kabul etmiyor”,
“İlişki iki kişiyle yürür ama o her şeyi
benden bekliyor”, “Hiçbir şey
değişmeyecek” gibi düşünebiliyorlar. O
zamanda ilişki için daha fazla çaba sarf
etmenin anlamsız olduğunu düşünülüyor.
Geçmişin ve şimdiki yaşantının kötü
olması yanı sıra geleceğinde umutsuz
görünmesi eşlerin daha da
karamsarlaşmasına hatta evliliğin
sonlanmasına neden olabiliyor. Bu
suçlamalar çoğu kez bazı güzel!
açıklamaları da beraberinde getiriyor. “Çok
çocuklu bir aileden geliyor”, “Tıpkı
annesi/babası gibi”, “Ailenin tek çocuğu
olduğundan her istediği yerine getirilerek
büyütülmüş”, “Çevresi onu hep
şımartmış”, “Ana-babası ayrılmış
olduğundan birlikteliğin ne demek
olduğunu bilmiyor”, “Yakın ilişkilerde
sorunu olmalı”, “Kendine saygısı ve
güveni yok” hatta son zamanların popüler
söylemi olan “Issız bir adam” gibi.
Oysa rahatsız olunan davranışlar ile ilgili
hipotezler kurup açıklamalar yapmak
evlilikte nadiren sorun çözer ya da
mutluluk getirir. İlişkiler sorunlu hale
geldiğinde kimin, hangi oranda “suçlu”
olduğu ve suçun altındaki nedenlerin
araştırılması bazen yalnızca soruna katkıda
bulunur, çözüme değil… Önemli
olan güzel açıklamalar yapmak değil,
sorunun çözümünde etkili olabilecek
yöntemler geliştirebilmektir. Çünkü
aslında hiç kimse (psikiyatrlar dahil) neyi,
niçin yaptığımızı kesin olarak bildiğini
söyleyemez ve ilişkilerde mantıklı
açıklamalar yapmak sorunu çözmekte asla
yeterli değildir.
Nefret ettiğinizi bildiği halde aynı
davranışları yapmakta ısrar eden ve daha
önce 50 kez bunu yapmamasını
söylediğiniz halde söylemlerinizi
umursamayan partneriniz için öfke ile
dişinizi gıcırdattığınız hiç olmadı mı? Ya
da onun ilk tanıştığınız zamanki gibi
olmadığını düşündüğünüz anlar? Hatta onu
eskisi kadar sevmediğinizi düşündüğünüz
zamanlar? Birazcık gerçekleri görebilse,
biraz dediklerimi duyabilse diye üzülüp,
ağladığınız ya da öfkelendiğiniz
zamanlar? Yakın ilişkiler ve bu ilişkilerin
kurumsallaştığı yer olan evlilik
dünyasına hoş geldiniz! Uzun süreli
ilişkilerde duygularının ara sıra iniş ve
çıkışlar göstermesi son derece doğaldır.
İniş yaparken yalnızca inişte olunduğunu
gösteren işaretlere bakmamak gerekir.
Çünkü yalnızca olumsuzlara odaklanmak
onların daha çok görülmesini, daha çok
görülmesi ise daha çok aranmasına neden
olur. Böylelikle olumlular giderek
görülmemeye ve yalnızca olumsuzlar fark
edilmeye başlanır. Özetle, yaşamda ne
aranırsa bulunacak olan o olacaktır.
Evlilikte sorunların net ve somut olarak
tanımlanması, eşlerin birbirleri ile ilgili
değişmesini istedikleri davranışların
belirlenmesi ve tüm bunları yaparken ne
tür stratejilerin kullanılması gerektiği de
önümüzdeki sayılarda ele alınacak önemli
konulardan bazıları olacaktır.
Evlilik içi yaşantılar arasında eşleri ve
birlikteliği en çok yıpratan yaşantının
sadakatsizlik olduğunu söylemek abartılı
olmasa gerek. Sadakatsizlik mevcut
birliktelik dışında üçüncü kişi/kişilerle
yaşanan duygusal ve/veya fiziksel bir ilişki
sonucu birlikteliğin beklenti ve
standartlarının çiğnenmesi anlamına gelir.
Birlikte yaşayan partnerle sadakatsizlikle
karşılaştıkları takdirde bunun tereddütsüz
ilişkilerinin sonu olacağını söylemelerine
karşın gerçek yaşamda çiftlerin yarısından
fazlası sadakatsizliğe rağmen ilişkilerine
devam etme kararı almaktadırlar.
Partnerler birlikte kalmaya karar
verdiklerinde somut bir ilişki kaybı söz
konusu olmasa da ilişkiye atfedilen olumlu
nitelikler kaybolmaktadır. Sadakatsizlik
her iki partneri de değiştirmekte ve
böylelikle ilişkinin kendisi de değişikliğe
uğramaktadır. Güven üzerine kurulu eski
ilişki ölmüştür ve yası tutulacaktır.
Dolayısıyla sadakatsizliğin ardından
yaşanan süreç tıpkı sevilen birinin
ölümünü izleyen süreç gibi şaşkınlık, şok,
inkar, öfke, umutsuzluk, çaresizlik, üzüntü
gibi evreler içerebilir. Bütün bunlara
rağmen kulağa inandırıcı gelmese de
sadakatsizlik sonrası birlikte yaşamaya
devam eden çiftlerden bir kısmının
ilişkilerinin sadakatsizlik öncesi dönemden
daha da sağlıklı bir duruma gelmesi
mümkündür. Bu sadakatsizlik sonrası
ortaya çıkan kriz dönemi ve sonrasındaki
gelişmelerin partnerler tarafından nasıl
yönetildiğine bağlıdır.
Sadakatsizliğin yıkıcı etkilerinin daha çok
sadakatsizliğe uğrayan kişide görüldüğü
bilinmekle birlikte bu sadakatsizliği yapan
partnerin acı çekmediği anlamına gelmez.
Sadakatsizliğe uğrayan kontrol duygusunu,
amaçlarını, kimliğini, adalet duygusunu
hatta yaşama isteğini kaybedebilirken,
sadakatsizlik yapan da suçluluk, utanç,
belirsizlik, umutsuzluk gibi olumsuz
duygular yaşayabilir. Bütün bu
olumsuzluklar içinde kaybedilen güven
tekrar nasıl kazanılacaktır? Sadakatsizliğe
rağmen birlikte kalmayı tercih eden
çiftler arasında mutluluğu ve güven
duygusunu bir daha asla yakalamayan
mutsuz çiftler olduğu gibi, acıyı sağlıklı
bir biçimde geride bırakarak mutlu
olmayı başaran çiftler de vardır.
Travmatik süreci başarıyla geride bırakan
çiftler incelendiğinde hemen hepsinin şu üç
aşamadan geçtikleri gözlenir.
 Sadakatsizlik sonrasında ortaya
çıkan krizin aşılması dönemi. Bu
dönemde ilişkiye daha fazla zarar
vermemek için yapılması ve
yapılmaması gerekenlerin çok iyi
saptanması beklenir.
 Sadakatsizlikten anlam çıkarma ve
sadakatsizliği anlama aşaması. Bu
aşamada sadakatsizliğe uğrayan eş
ihanete anlam verebilmek için
sürekli olarak konuyu gündeme
getirmek isterken, sadakatsizlik
yapan eş ise konunun tekrar tekrar
konuşulmasından belirgin bir
rahatsızlık duymaktadır. Bu
koşullarda sadakatsizlik nasıl
konuşulmalıdır? Önümüzdeki
sayılar hem krizin aşılması hem de
sadakatsizlikten anlam çıkarma
aşamalarında eşlerin yapmaları
gerekenleri detaylarıyla
aktarılacaktır.
 Sadakatsizliği geride bırakabilmek
için ileriye doğru adım atma.
Sadakatsizliği geride bırakma, acıyı
kabul etmeyi, kararlı, sabırlı olmayı
gerektirir. Çünkü ancak umut varsa
çaba vardır. Bu aşamada yapılması
gerekenler de detaylarıyla
aktarılacaktır.
Özetle, sadakatsizlik sonrasında birlikte
kalma kararı alan eşlerin birlikte geçmek
durumunda oldukları zorlu süreçte
kullanabilecekleri stratejiler
tanımlanacaktır. Amaç sadakatsizlik acısını
geride bırakmaya çalışan partnerlerin
yapmaları ve yapmamaları gerekenleri
detaylarıyla tanımlayan bir kendi kendine
yardım yöntemi aktarmak olacaktır.
Umarım yeni dergimizin yolculuğu siz
değerli okuyucularımız için keyifli olur.
Herhangi bir son durak amaçlanmamakla
birlikte yolculuğu keyifli yapan sonuçlar
değil içinden geçilen süreçtir.
Yazarlarımıza ve tüm okuyucularımıza
yaşamın zaman zaman kaçınılmaz olabilen
acılarında da anlam bulabilecekleri bir
yolculuk yapabilmeleri dileklerimle.
(Bu yazı daha önce Paprika Dergisinde
yayınlanmış, dergimizde yayınlanması için
Prof Dr Mehmet Zihni Sungur’un izni
alınmıştır)
PSY-Q SİNEMA
JEUX D’ENFANT
Hazırlayan: Sıla Salantur
E- dergi bu ay filmde de “aşk”ı ele aldı.
Ynetmen koltuğunda Yann Samuell,
başrollerini Guillaume Canet ve Marion
Cotillard’ın paylaştığı 2003 yapımı Fransız
filmi Jeux D'enfant ile karşınızdayız.
Romantik komedi tadındaki bu film
Türkçe’ye Cesaretin Var mı Aşka adıyla
çevrildi. Filmin konusu oldukça ilgi
çekecek cinsten. Julien ve Sophie iki
çocukluk arkadaşıdır. Julien’in annesinin
hastalığı ve babasının otoriter yapısı,
Sophie’nin ise Polonyalı oluşu ve diğer
arkadaşları tarafından ırkçı saldırılara
uğraması iki çocuğu en iyi arkadaş yapar.
Julien ve Sophie’nin fazlasıyla cesaret ve
biraz da delilik gerektiren oyunları filmin
ana konusunu oluşturuyor diyebiliriz. Bu
oyunu “Doğruluk mu Cesaret mi?”
oyununun sadece cesaret üzerine
kurulmuşuna benzetebiliriz. Oyunun kuralı
çok basittir; sırasıyla her biri, ötekine
cesaret gerektiren zorlu görevler
verecektir. Bu görevler arasında sınava
sütyenle gitmek de vardır, okulun en sert
çocuğunu tokatlamak da... Zamanla
hayatın kendi zorlukları, bu oyunun bir
parçasına dönüşmeye başlar. Ve bu oyun,
gitgide inanılmaz bir aşk yaratır aralarında.
Ama acaba bu aşk birbirlerine
kavuşmalarındaki en büyük engel midir?
Yıllar boyu oyunu sürdürecek olan
büyüyünce diktatör olmak isteyen Julien ve
kayısılı turta olmak isteyen Sophie’nin
arasında gibi duygusal bir yakınlaşma
olacaktır. Film boyunca kendinizi
karakterlerin yaşadıkları aşk, tutku ve
hayatlarına odaklanırken bulacaksınız
şüphesiz. Film bu denli aşktan izler
barındırıyorken aşkı anlamak ve biraz
tanımak gerekmez mi sizce de ? Aşkın
tanımı ya da ne olduğuna ilişkin yıllardan
beri birçok açıklama yapılmıştır. Aşk,
insanın öznel dünyasında yaşanan, bizzat
kendisinin tanımlanmasından ziyade
etkileriyle anlatılabilen bir yaşantı türüdür.
Finck‟e (1981) aşk, sevginin tutkulu ve
derin biçimidir. Aşkın en önemli
özellikleri; sadakat, bağlılık ve şefkattir.
Aşık olan kişide önceliği duygular almış ve
akıl yürütme ikinci plana düşmüştür. Aşk,
öyle bir çelişkiler silsilesidir ve öyle
sonsuz rengiyle biçimi vardır ki, hakkında
ne söylerseniz söyleyin, muhtemelen doğrudur (akt. Pines, 2010).
Mevlana ise aşkı şu sözlerle tanımlamıştır:
“Birisi, aşıklık nedir?‟ diye sordu. Dedim ki benim gibi olursan bilirsin. Aşk sayıya sığmaz,
ölçüye gelmez sevgidir”.
Psikolojinin esaslı kavramları arasında yer alan aşk, pek çok farklı kuramcı tarafından türlere
ayrılmıştır. Aile danışmanları, psikologlar ve aile danışmanlığı hizmeti veren kurum
çalışanları sonuçlardan yararlanarak hangi aşk türlerinin yaşamda daha fazla anlam bulmayı
sağladığı konusunda danışanlara keşfedici bir yön sunar.
Sonu birçok izleyiciye göre açık bırakılmış fakat ilk sahnesi ve sonu düşünüldüğünde ruhun
sonsuzluğunu işleyen Jeux D’enfant 14 Şubat Sevgililer Günü için haftalar öncesinden
rezervasyon yaptırılmış bir etkinliğiniz yoksa eğer partnerinizle bu filmi izlemek iyi bir
alternatif olabilir. Sonunda siz de partnerinize o soruyu sormayı unutmayın. “Benimle oynar
mısın?”…
Bir dahaki sayımızda görüşmek dileğiyle.
Yaratıcı Yazarlık Söyleşisi 21 Ocak 2017 günü PSY-Q Eğitim Merkezimizde gerçekleşti.
MUTLULUK ve CİNSELLİK
Doç Dr Cebrail Kısa
cebrailkisa@hotmail.com
Mutluluk, Türk Dil Kurumu sözlüğünde
“bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak
ulaşılmaktan doğan kıvanç durumu” olarak
tanımlanmakta olup, değişik tanımları
yapılmış bir kavramdır. Bu bağlamda her
insan için duygu, biliş ve davranış olarak
aynı şeydir. Ancak psişik süreçler
açısından her insan için farklılık gösterir.
Herkes aynı şeylerle ve aynı oranda mutlu
olamaz.
İnsanoğlunun yaşamı frontal lobla ilişkili
yönetici fonksiyonların kontrolündedir. Bu
yönetselliğin olumlu geri bildirimlerle
aktive olması sonucunda, iyi ve mutlu
hissetmenin aracılığını yaratan
mezokortikal dopaminerjik sistem-
ödüllendirici sistem devreye girer. Bunun
yarattığı duygulara ise limbik sistem
aracılık eder. Dopamin, adrenealin,
melatonin, serotonin ve endorfin
hormonlarının salgılanmasının mutluluk
üzerinde etkili olduğu düşünülmektedir.
Melatonin ışık ve güneşte daha fazla
salgılandığından kış aylarında mutluluk
oranı sıcak aylara göre daha düşüktür.
İklim değişiklikleri bu hormonal etkileşim
nedeniyle mutluluğu etkileyen
faktörlerdendir. Bu veriye baktığımızda
anne rahmine düştüğümüz andan itibaren
ve kişilik gelişiminin sonraki dönemlerinde
ancak sağlıklı bir biyolojik, psikolojik ve
sosyal gelişim içinde desteklenen
bireylerde mutluluğun hormonal yolakları
gelişir.
Mutlu olabilmenin temel yolu bireyin
biyolojik, psikolojik ve sosyal açılardan
sağlıklı olarak yetiştirilmesidir. Bunun
hayata yansıyan yönü ise; çocukların sevgi,
şefkat ve dokunularak büyütülmesidir.
Onlara sorunlarının üstesinden gelme
becerilerini, yaşamlarını yönetebilme,
kararlarını kendileri alma ve sorumluluk
alma becerilerini öğretmektir. Mutluluk;
doğumundan itibaren insanoğlunun içinde
var olduğu kabul edilen açlık, sevilme ve
cinsel dürtünün doyurulması, varoluşsal
kaygının ve hiçlik duygusunun ortadan
kalkmasıdır. Gerçek anlamıyla ihtiyaçların
karşılanması, doyurulması, güven içinde
hissetmek, hayata bütün bağlarıyla
tutunmak ve var olmaktır.
Cinsellik ise cinsel dürtünün etrafında
yapılanan; cinsiyet, cinsel kimlik, cinsel
rol, cinsel yönelim, erotizm, haz, yakınlık
ve üreme gibi kavramları içeren, insanın
kişiliğinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Yaşamda cinsel ifade ve davranış olarak
kendisine yer bulur. İnsanların birçoğu
tarafından “yaşanabilecek en güzel zihinsel
ve bedensel eylemler” olarak kabul edilir.
Beden ve ruh sağlığımızın en temel
bileşenidir. İnsanın var olmasının ya da
varlığını ötekine hissettirebilmesinin başka
tür bir anlatımıdır. Biyolojik yapıdan,
kişilik özelliklerinden, kişinin başkasıyla
ilişkisinden ve içinde yaşadığı kültürden
büyük ölçüde etkilenir.
Cinsellik tarih boyunca insanoğlu için
karmaşık, vahşi, gizemli ve
ehlileştirilemeyen bir dürtü, varoluşsal bir
korku kaynağı olmuştur. Cinsellik kötüdür,
insanlar sevdiklerine cinselliği
yakıştıramaz. Türkiye'de gerek toplumsal,
gerekse de dini açılardan tabu olarak kabul
edilir. Sadece üreme yönü destek görürken,
“zevk ve haz” yönü ise çoğu kültürde
neredeyse yok sayılır. Cinsel yaşantının ve
cinsel sorunların ele alınışı, cinselliğe
bakış açısındaki değişime paralel olarak
her geçen gün değişmekte ve
gelişmektedir. Bu değişim ve gelişmenin
ana itici gücü ise kadınlar için daha fazla
olmakla beraber, hem erkek hem de
kadının toplumsal ve cinsel alandaki
rolünün giderek farklılaşması ve değer
kazanmasıdır. Batılı toplumlarda geçmiş
yıllarda cinsel istekleri nedeniyle suçluluk
duyan mutsuz kadınlar, şimdilerde ise iyi
sevişebilme ve orgazm olabilme
konularında kendilerini sorgular hale
geldiler. Buna karşın ülkemizde ve daha
doğudaki toplumlarda, göreli olarak erkek
cinselliği biraz daha özgürlük alanı bulsa
da kadının özgür olmadığı bir ilişkide,
erkek cinselliğinin özgürlüğünden
bahsetmek ne kadar doğru olabilir ki. Hem
kadın hem de erkek cinselliği üzerindeki
baskıcı tutum halen devam etmektedir. Bu
kültürlerde yetişen birçok insan cinsel
isteklerini ya da sorunlarını dile getirmekte
zorluk yaşarlar ve mutsuzdurlar.
Bu kadar yok sayılmasına rağmen Dünya
Sağlık Örgütünün tanımında cinsel sağlık,
bir bireyin sahip olduğu bazı temel haklar
arasında yer alır. Bu temel haklar arasında
cinsel ve üreme davranışlarını sosyal ve
kişisel etiğe uygun olarak yaşamak, cinsel
tepkileri baskılayan ve bozan korku, utanç,
suç, yanlış inançlar ve diğer faktörlerden
cinsellik ve üreme fonksiyonlarını olumsuz
etkileyen organik bozukluklar ve
hastalıklardan kurtulma hakkı da dâhildir.
Cinsellik ve mutluluk bir anlamda
biyolojik, psikolojik ve sosyal olarak insan
yaşamının ve ilişkilerinin temel
yürütücüsüdür. Onu içindir Freudiyen bir
tanımlama olan “libido” ya da “libidinal
güç” kavramları ilk zamanlarda yalnızca
cinsel güç anlamında kullanılırken,
günümüzde hem cinsel güç hem de kişiyi
hayata bağlayan yaşam gücü/enerjisi
anlamında kullanılmaktadır. Yani cinsellik
aslında yaşam enerjimizin ta kendisidir.
Cinsel duygular, fanteziler ve arzular
beden ve ruh sağlığımızın devamı, genel
iyilik ve mutluluğun vazgeçilmez bir
parçasıdır. Cinselliğin yaşanmasına izin
veren kültürlerde, izin vermeyen kültürlere
göre insanların özgüven içinde oldukları ve
yaşamlarında daha mutlu oldukları
bilinmektedir. Hatta son yıllarda yapılan
bazı çalışmalarda aktif ve düzenli cinsel
yaşantısı olan insanların daha mutlu ve
daha uzun süre yaşadıkları, aktif cinsel
yaşantısı olmayan insanların ise mutsuz ve
daha erken öldükleri ile ilgili bilimsel
sonuçlar vardır.
Cinsellik ve mutluluk arasındaki ilişkiyi
ortaya koyan birçok biyolojik kanıt vardır.
Cinsel aktivite sırasında, libidinal enerjinin
yaratılmasında, orgazma ulaşma ve iyi
hissetme yolunda “mezolimbik
dopaminerjik-ödüllendirme yolak”
aktifleşir. Bu yolak ödüllendirici sistem
dediğimiz ve bağımlılık geliştiren ilaçların
yarattığı haz kaynaklı çalışan öfori ve
bağımlılığın gelişmesinin temel yolağıdır.
Cinsel yaşantılar özellikle de dokunma,
okşama ve sevişmeyle endorfinler,
dopamin, nitrik oksit ve oksitosin
salgılanmasına neden olarak bütün bedenin
gevşemesini, iyi hissetmeyi, sevgi ve
şefkat gelişmesini sağlar. Sempatik ve
parasempatik sistemin koordineli bir
biçimde çalışması da bu ahengin
yaratılmasının ana etkenidir. Mutlu olmayı
sadece cinselliğe bağlamak nasıl taraflı bir
yaklaşım ise mutluluğu maneviyata havale
etmek de taraflı bir yaklaşım olur. Kişilerin
doğumundan itibaren beraberinde getirdiği
cinsellik de dahil sevgi, şefkat istemi ve
açlık gibi diğer dürtülerin de doyurulması
buna katkıda bulunur. Özellikle erken
çocukluk yıllarında aile bütünlüğünün
olması, çocukların sevgi şefkat ortamında
büyümeleri ve ihtiyaçlarının karşılanması,
psikososyal stres faktörlerine maruz
kalmaması ve kişilerarası ilişkide karşılıklı
güven, dürüstlük, açıklık, sevgi ve saygı
çerçevesinde birbirinin mahremiyetine
saygı göstererek ilişkilerin yaşanması
mutlu olabilme yolunu açar. Mutluluk
hiçbir zaman kendiliğinden gelmez, istemek gerekir. Kişilerin hayatlarındaki amaçlarını
gerçekleştirme çabasıdır.
İYİLEŞTİRİCİ OLMAK
Ferhan Bıçakçılar
Kötümserler her fırsattaki zorluğu,
iyimserler ise her zorluktaki fırsatı
görürler.
Winston Churchill
İlişkileri içinde çevresindeki insanların
değerli hissetmesi için bir davranış, bir söz,
sevgi dolu bir dokunuş ortaya koyan kişi
iyileştiricidir. İyileştirici olmak; eylemde
bulunmak, ilişkiler de yapıcı olmak ve
yaratıcı bir şeyler yapmak demektir. Az ya
da çok ne yaparsanız yapın, olumlu
düşüncelerle, çözüm hedefli ve yaratıcı
olmaya çalışıyorsanız sizde iyileştirici bir
kişisiniz demektir.
Birlikte oturup dizi seyretmek, bir kafede
oturup sadece etrafa bakmak, yan yana
olmanıza rağmen bilgisayar ya da telefonla
ilgilenmek ya da AVM’nin içinde boş boş
gezip sadece vitrinlere bakmak gibi pasif
faaliyetlerde bulunmak, iyileştirici olmak
değildir. İyileştirici olamayan çiftler
zamanı beraber kullanamaz; zamanı
beraber tüketirler.
Daha önce bahsettiğim gibi yeni yüzyılda
değişen değerler ve hızla akan yaşam,
insanları sorunlar karşısında neler
yapabilecekleri hakkında şaşkına çeviriyor.
Bu nedenle bazı çiftler sürüklenmekten
başka yapabilecekleri bir şey olmadığını
düşünüp, rüzgâra kapılmış bir yaprak
misali savrulurlar.
İyileştirmek için yapılan bir davranış
sonunda, eşler bir parça bile olsa daha iyi
hissediyorlarsa ya da durumun daha
olumlu hale geldiğini düşünüyorlarsa, bu
iyileştiricidir.
İyileştirici olmak, ilişkiye neler olabileceği
konusunda değil, ilişki için yapabilecekleri
konusunda eyleme geçmek ve olumlu
beklentileri oluşturmak demektir.
Bu yeni bir bakış açısıdır, ultra düzeyde bir
mucize ya da çok özel bir yetenek değildir.
İstendiğinde herkes, az da olsa iyileştirici
olabilir.
“ İyileştirici olma” ve “Eyleme geçme”…
Bu ikisini bir araya getirdiğinizde daha iyi
bir ilişkiyi başlatmış olursunuz.
İyileştiricilik, sorumsuzluğun karşıtıdır.
İyileştiricilik, vurdumduymazlığın
karşıtıdır. İyileştiricilik, pasifliğin ve
tembelliğin karşıtıdır. İyileştiricilik,
olumsuzun karşıtıdır. İyileştiricilik,
yıkıcılığın karşıtıdır.
İlişkinizi formda tutmak için bu kitabı
okuyorsanız, bu, yapıcı bir faaliyettir.
Konuyla ilgili size son bir uyarı, zevk ve
eğlencenin ilişkinizin tek amacı olması,
iyileştirici olmanız anlamına gelmez;
ilişkisel başarınız, ilişkinizdeki istikrarın
ve dengeli bir duygusal hayatın
oluşturulabilmesi ile mümkündür.
Geçinmeye niyetli olabilmenin, iyileştirici
olmanın temel mantığını içerdiğini, kitabı
buraya kadar okuyan herkesin öğrendiğini
düşünüyorum. Bu bilgilerle, ilişkiniz
hakkında olumlu düşüncelere ve duygulara
sahip olabilirsiniz; ama bu olumlamayı
davranışa dönüştürmek, birlikteliğinizi
iyileştirmek, temel felsefeniz olmalıdır.
Okullarda Anne Baba Eğitimleri
yeniden başlamalı (Haber Ekspres
gazetesinde yayınlandı)
RÖPORTAJ
Lütfü Dağtaş-Evlilik ve Aile Danışmanları
Derneği olarak okulların dışında
belediyelerle de konuyla ilgili olarak
eğitim işbirliğine hazır olduklarını
açıklayan Tolga Nasuh Aran, ülkemizde,
kaba boşanma hızının 2015 yılında en
yüksek olduğu ilin İzmir olduğunu belirtti,
oranın binde 2.77 olarak gerçekleştiğini
aktardı, "İzmir'i binde 2.75 ile Antalya,
binde 2.55 ile Muğla izledi. Kaba boşanma
hızının en düşük olduğu il ise binde 17 ile
Hakkari oldu. Hakkari'yi binde 22 ile
Şırnak, binde 23 ile Bitlis izledi" dedi.
Yine 2015 yılında boşanmaların yüzde
39,3'ünün evliliğin ilk beş yılında
olduğunu belirten Tolga Nasuh Aran,
yüzde 21,5 oranındaki boşanmanın ise
evliliğin 6 ila 10 yılı arasında görüldüğünü
kaydetti.
'Evlenmeye de, boşanmaya da hemen karar
veriyoruz'
Toplumumuzda evlenmeye de boşanmaya
da hemen karar verildiğine dikkati çeken
Aile Danışmanı Tolga Nasuh Aran,
konuyla ilgili olarak şöyle konuştu:
Bence bu bir eğitim sorunu. Çocuklarımızı
bir gün yetişkin olacak diye
yetiştirmiyoruz. Her şey gibi birbirimizi
tüketiyoruz. Hazzı ertelemeyi
öğretemediğimiz sürece hiç kimse mutlu
olmayacak. Sabırsız bir toplum olduk.
Dinlemeyi bilmiyoruz. Empati kavramına
çok uzağız. Çiftler maalesef ayrı telden
çalıyor. Birbirine yabancılaşıyor. Eğitim,
demiştim. Belediyelere çağrı yapıyorum
buradan. Evlendirme dairesine
başvuranlara en azından evlilik okulu
benzeri eğitimlere yönlendirsinler.
Evlendikten sonra anne ve baba olacaklara
anne baba okullarına yönlendirsinler. Ben
kendi kurumum adına ve yöneticisi
bulunduğum Evlilik ve Aile Danışmanları
Derneği adına bu projelere hazırım.
Evliliklerin aile içi eğitimden kurumsal
eğitime pek çok eksiklikten olumsuz olarak
etkilendiğini dile getiren Aile Danışmanı
Tolga Nasuh Aran, bu konuda şunları
söyledi:
Bir kere demokrasi kavramını bir türlü
içselleştiremedik. Eskiden otoriter ama
tutarlı bir anne baba modeli vardı. Bu
otoriter modelde sevgisini ifade edemeyen
bir nesil dünyaya geldi. Bu nesil ise
çocuklarını kendi ebeveynlerimden farklı
yetiştireceğim diyerek koruyucu ama
umarsız bir model geliştirdi. Yani
çocuğunu bir taraftan aşırı koruyup
olgunlaşmasını engelledi, benim gibi
olmasın ezilmesin, dedi ya da biz
çocuğumla arkadaş gibiyiz, dedi ve
kuralsız bir nesil yetiştirildi. Teknoloji
hayatımıza girdikten sonra ise uzaktan
kumandalı bir nesil oluştu. Yani çocuklar
artık evde karar verici olmaya başladı. Ne
yenileceğine, nereye gidileceğine artık
çocuklar ebeveynler yerine karar vermeye
başladı. En ideal olan demokratik modeli
ailede gerçekleştiremediğimizden şu anda
toplum olarak birbirimize tahammülsüz,
saygısız, hoşgörüsüz ve empatiden yoksun,
vicdan sahibi olmayan bireyler haline
geldik. Dolayısıyla bu toplumsal yapıda
evliliklerin, dolayısıyla ailelerin de
biçimlenmesi maalesef böyle oluyor.
Okullarımızda başlayan ancak çöpe atılan
Anne Baba Eğitimleri Projesi, Demokrasi
Okulu projeleri vb. geliştirilerek
yaygınlaştırılmalıdır. Aslında özetle ne
gerekiyor biliyor musunuz? Çocuklarımıza
felsefi düşünmeyi öğretmeli ve bu yönde eğitimler vermeliyiz.
Çocukların etkilenmeleri
Aile içi geçimsizliklerin ve boşanmaların ağır bastığı ortamda çocukların da etkilenmelerinin
söz konusu olduğuna vurgu yapan Aile Danışmanı Tolga Nasuh Aran, bu konuda yanlış bir
algılama olduğunu söyledi, "geçimsiz bir çift eğer saygıyı, sevgiyi yitirmiş ve sadece
çocukları için kağıt üstünde evliliklerini sürdürüyorsa esas çocuklarımız bu ilişki biçiminden
olumsuz etkileniyorlar" dedi, şunları aktardı:
Şüphesiz çocuklarımız etkileniyor. Ancak yanlış bir algılama var. Boşanmış bir aile çocuğu
olumsuz etkilenir, diye. Düzeltme yapmak istiyorum. Geçimsiz bir çift eğer saygıyı, sevgiyi
yitirmiş ve sadece çocukları için kağıt üstünde evliliklerini sürdürüyorsa esas çocuklarımız bu
ilişki biçiminden olumsuz etkileniyorlar. Boşanma kararı olan çiftleri anne ve babalıktan
ayrılmayacakları hususunda hep bilgilendiriyoruz. Ancak ne oluyor biliyor musunuz?
Genellikle hemcinslerim olay mahallini terk ediyor, ebeveyn sorumluluklarını yerine
getirmiyorlar ya da ekonomik gücü olan kadınlar bunu kullanarak ayrılan kocasını çocuğuyla
cezalandırıyorlar, çocuklarını babalarına karşı dolduruyorlar.
Aile Danışmanı Tolga Nasuh Aran, 15 yılı aşkın süredir davranış kalıplarımız üzerine eğitim
verdiğini belirtti, söz konusu eğitimlerde ailelerin işlevsel olmayan davranış kalıplarına
değindiğini açıkladı, Bireysel, Kurumsal, Çift ve Evlilik, Çocuk ve Ergen dallarıyla
profesyonel koçluk alanında danışmanlık hizmeti verdiğini aktardı.
Aşkla Kala Kalın
Yetiş Fidan Mutlu
Ne çok film ,şarkı,hikaye ,söz ve şiir var
aşk üzerine yazılmış..Onlarcası geçti
aklımdan saatlerce okudum kimler ne
demiş , neler söylemiş diye .Kıyısına
köşesine çok yakışsalarda hatta yazımı
şıklaştırsalarda çoğundan
vazgeçtim..Sizlerle paylaşmadan önce
inanın bende ,yüzyıllardır sırrına
erilememiş bu gizemli deneyimin
dünyamdaki izdüşümünü ve bu kadar
sağanak altında kalan yansımasını merak
ettim.Sırlar , bilinmezlikler peşinde koşan
biz insanoğlunun merakı ve açlığı
keşiflerinde ,bilim ve sanatta yaratım
süreçlerinin ilk adımı olmuş.Aşkta bir sır
gibi hayatlarımızın ortasına kondurulmuş
.Aşk çözülemedikçe mi güçlenmiş yoksa
sırrının içindeki sırlar mı onun bu
vazgeçilmez konumunu sarsmamıştır hala
çok da bilen yok.Bu sorunun yanıtı bile bir
gizemler silsilesinde saklı bence..Bazı
disiplinler farklı yaklaşımlarla
tanımlamalar yapıyorlar.Bir çok düşünür
onlarca söz söylüyor,kitaplar üzerine
şiirler yazılıp şarkılar
besteleniyor..Hangisi bizimkine
uyuyor?..Ucundan kıyısından benzer
noktaları ya da yaralarımızı iyileştirici
merhemleri oralardan bulmaya çalışsak,
sonuç ne çare!!!En iyi psikolog ya da
terapistin son sözü şu oluyor:Bunu siz
atlatacaksınız..Atlatmak zorunda olduğum
bu duyguyu yaşamak için ettiğim dualar
,hangi gezegende kabul olmuştu ya peki
dilek havuzlarına attığım paralar şimdi
kimin dileğinde parıldıyordu..Niye
atlatıyorum doktor bey !!!Peki atlatınca,
nereye atlıyorum ben; sonsuz bir
yalnızlıksa, buyurun siz önden ben burda
kalıyorum..Beceremedim mi diye de
düşünmeden edemiyor insan ama o hınzır
sesim imdadıma yetişiyor :
-Herkes senden ..Sevinelim mi gülelim mi
halimize ..İşler sanki daha da karışıyor..Bir
şöyle ilham inse ,Tanrım bana bir kıyak
geçse, bu kızın yüreği çok acı çekti bunu
atlatıvereyim dese ..Ve beklenen o müthiş
iç ses :
-Senden daha çok acı çekenler oldu sonuç
aynı..Sen de atlatacaksın..Bunlar ünlü bir
tragedyaların korosu mu oldu ne?.Tanrım
üç kuruşluk aklım vardı, aşık oldum üçte
ikisi gitti, son elde avuçtakini de bu koroya
kaptıracağız kesin.Üzülmeyin ve gülmeyin
sevgili dostlar her an başınıza gelebilir..
Aragon’un önünde saygıyla eğildikten
sonra , aşkın kimyası insanı nasıl ters yüz
ederse ben de aşkın ilk ok anlarıyla
bitireyim yazımı..Hiç beklemediğin işte o
an ,ansızın ne olduğunu bile
kavrayamadan insanı içine çeken, eviren
çeviren bu duygunun insanoğluna verilen
büyük hediyelerden biri olduğuna
inandığımı itiraf etmek zorundayım.Ok
kalbinizde ilerlerken zamanla , küçük bir
çocuğun gölgesiyle karşılaştığı anlardaki
hallere dönüşürsün.Kaçsan kaçılmaz hem
benzerin hem benzemeyenin ,her
gördüğünde kalp taşıkardiden
yorgun,yanından ayrıldığın an buram
buram özlem kokar; tüm şiirler ,şarkıların
nakaratları hep Of'tan başlar...
Adet yerini bulsun sevdiğim aşk tanımını
paylaşmadan olmaz.”O kişi yoksa ,bütün
dünya insansız kalmış gibidir” diyor
Lamartin.Elbette zıtlıklar dünyasında,
aynaların sırrı için ardına varabilmek,
tersiyle yüzünü buluşturmak lazım.Öte
yüzü ,o kişi varken zamansızlığa çağırır
gibi yanıbaşındaysa zaman durur ve artık
başka kimse yoktur.Aynada kendini
görmeye başladığın anlar ,kapına dizilmiştir..Hayallerin ve umutların, kendini görmen için
önünde durduğun aynanın tozunu çoktan almışlar bile.Ve ilk kez şaşırır kalırsın hallerine
tanıyamazsın kendini ,bir daha bir daha bakarsın güzelleşen yüzüne ışıl gözlerine..Of of öyle
güzel girdik duyguya, birden hatırladım hayatımın en uygusuz dar zamanlı anlarını
yaşıyorum ve off bu ilişki çok imkansız görünüyor..Çok mu tanıdık geldi hiç sormayın bana
da ..Yakın bir şair arkadaşımın bir sözüyle veda edeyim.”Aşk Kalandır”der.Kalın sağlıcakla
ve aşkla..
AŞKIN PSİKOLOJİSİ
Yrd. Doç. Dr. Mehmet ŞAKİROĞLU
Hiç şüphesiz, aşk yeryüzünün en büyülü
gerçekliklerinden.
İnsanı insan yapan, kendisini muhteşem
hissetmesine yol açan, varlığıyla mutluluk
ve mutsuzluğu aynı anda yüreğe koyan ve
tüm bu özellikleriyle duyguları muhteşem
kılan en güzel deneyimlerimizden biri.
Eğer aşıksan, ince bir çizginin
üzerindesindir her zaman. Aşk, bir yanına
aydınlığı, mutluluğu ve enerjiyi
doldururken, diğer yanına karanlığı,
mutsuzluğu ve umutsuzluğu koyar. Ve
insan, bu ince çizgide düşe kalka yürümeyi
seçer. Çünkü aşktır, bilinmezdir. Bugün
var, yarın yoktur. O yüzdendir ki insan,
aşkı anlamak için yaşamayı, tatmayı, düşüp
kalkmayı göze alır.
Aşkı için tek başınadır insan, ne olursa
olsun diğerleri ile ne kadar yakınlaşırsa
yakınlaşsın tektir hayatta. Yapayalnızdır.
Aşk kutsalı olmuştur. Dünyasına şekil
veren, kalbini alıp götüren ve getirdikleri
ile insanı yeni bir insana dönüştüren
müthiş bir deneyimi yaşıyordur artık.
Gariptir ki, herkesin başına gelmeyen,
ihtişamlı bir deneyimdir bu. Aşktan yana
şansı olanlar ya da şansı yaver gitmeyenler
için, ne olursa olsun, hayatın hangi
kapısının başında olursa olsun bilmek
gerekir ki, aşk kapıyı çaldığında buyur
etmek gerekir. Korkmadan, çekinmeden,
uzak durmadan. Hayatın, bize tanıdığı
şansı değerlendirerek, yaşanabileceklere
kucak açmak ve ne ise yaşamamız gereken
onlarla yüz yüze gelmek gerekir. Çünkü
aşk şanstır ve gelmişse hayat bize
gülümsüyor demektir.
Şimdi sıra milyonlarca içinden, tek bir
tanesi diyebilme cesareti göstermektir.
Aşkına sahip çıkmak, aşkı yaşamak, yani
aslında yeryüzündeki bütün ihtimalleri
sıfırlayıp tek bir kişiyi özel kılmaktır.
Kimin kiminle, nerede, ne şekilde ve ne
amaçla karşı karşıya geleceğini kimse
bilemez. Hayatın oynadığı binlerce oyun
içerisinden, bir gün bir yağmur tanesinin
gökyüzünde onca yol kat ettikten sonra
çıkıp gelip bizi bulduğu gibi, aşkın da
karşımıza dikilivermesi ve her şeyin bizim
için yeniden şekil alışına tanık olmaktır.
Bir diğer yandan, aslında istediğiniz kadar
aşık olabilir, hatta her gün farklı insanlara
aşık olup durabilirsiniz. Ama gerçek aşkı
bir kere yaşarsınız. Tüm bağımlılıklarda
işleyen bu mekanizma burada da aktiftir.
Bir kere muhteşem deneyim yaşamışsanız,
sonraki denemeler ilkine duyduğunuz
özleme dönüşmüştür. Gerçek olan aşk,
ergenlik döneminde tam da üremeye
hormonal olarak hazır olduğumuz, ayrıca
frontal lobumuz tarafından çok da
engellemediğimiz ve nispeten kendimizi
daha özgür algıladığımız bir dönemde
gerçekleşir. Yani insanın her gün yeniden
aşık olması mümkün olmakla birlikte,
aslında “gerçek” aşk büyük ihtimalle bir
kez vurur insana, sonrasında gelenler o ilk
tecrübenin değişik versiyonları olacak ve
zaman içerisinde naifliğini
koruyamayacağından “gerçekten” aşık bile
olamayacaklar belki de.
Burada, hepimizin hayali de özel olanı,
gerçek olanı bulmak. Özel olanın,
kalbimize girip bizi tamamlayacağına dair
beklentiler hepimiz için çok yoğundur.
Aşkın büyülü hallerinin içimizde yarattığı
beklenti, karşımıza çıkanın bizim için en
özel olacağı beklentisine dayanır. Aşk bize
verdiği güç ile eninde sonunda “doğru
insanı“ bulacağımıza yardım edeceğine
inandırır.
Peki, bu beklenti ne kadar doğru?
Tüm bu cevapları bulmak için, aşkın ne
olduğuna ve aşk denilen gerçeklikle
aramızda kurulan ilişkiyi düşünelim.
Öncelikle, hayat böylesine karmaşıkken
neden aşkın bile çeşitleri var, bu soruya bir
göz atalım.
Popüler dünyayı en çok meşgul eden
konulardan biridir aşk. Aşktan arınmış bir
magazin programı, taraftarı olmadığınız iki
takımın golsüz maçını izlemeye benzer.
Aşk duygusunun; öfke, korku, kıskançlık,
yetersizlik hissi, sevinç, coşku,
reddedilmişlik, anlaşılmamak, haksızlığa
uğramak, hayal kırıklığı gibi birçok yoğun
duyguyla omuz omuza hali onu daha da
ilginç kılar.
Aşk üzerindeki ilginin sürekliliğinin bir
diğer nedeni tanımındaki belirsizliktir.
Murstein makalesinde, aşkın, kimi yazara
göre kişilik yetersizliği, kimi yazara göre
kişilik yeterliliği olarak ifade edildiğine
değinmektedir.
Ona göre, bazı yazarlar aşkı, yalnız başına
ayakta durabilecek içsel kaynakları
olmayan kişilerin başkalarına bağımlı hale
gelmesi olarak değerlendirirken, bazıları
ise aşkı, kendisini ifade edebilen, beraber
yaşama kurallarına uyabilen sağlıklı
kişiliklerin bir yaşam becerisi olarak
değerlendirmektedir. Bunlara paralel bazı
yazarlar aşkı üreme odaklı içgüdüsel bir
aktivite olarak görürken, bazıları ise
toplumsal kurallar kuramı çerçevesinde
aşkı, toplumsallaşma sürecinde ulusal
ekonomilerin desteklenmesi için gerekli
evlilik kuramının ön koşulu olarak görür.
Psikoloji biliminin aşk yolculuğunda,
Sternberg’in üçgen aşk kuramı, Hazan ve
Shaver’ın romantik bir bağlanma olarak
aşk kuramı, Rubin’in aşk ve hoşlanma
kuramı gibi önemli bilimsel teorilerin
bulunmasına rağmen, alana en büyük
etkiyi Lee’nin çok boyutlu aşk biçimleri
kuramının yaptığı söylenebilir. Lee’ye göre
tutkulu aşk, oyun gibi aşk ve arkadaşça aşk
başlıklı 3 temel aşk çeşidi vardır.
Tutkulu Aşk: İlk görüşte aşk olarak
bildiğimiz fiziksel, cinsel çekiciliğe
dayanan aşk biçimidir. Fiziksel uyarılmaya
paralel gelişir. Kalp atışları hızlanan,
heyecanlanan, harekete hazır hale gelen
kişi aşık olduğunu düşünür. Fizyolojik
uyarılmalar mı aşkı takip eder yoksa aşk
duygusu mu fizyolojik uyarılmalardan
sonra oluşur sorusu Dutton ve Aron’un
yıllar sonra yaptığı “uyarılmanın yanlış
yorumlanması” (misattribution of arousal)
deneyiyle cevaplanmaya çalışılmıştır.
Korkunç köprü deneyi olarak da bilinen
çalışma, biri korkunç diğeri güvenli iki
köprüden geçmekte olan erkeklere, çekici
bir kadının anket uygulaması ve uygulama
sonunda kartını vererek “çalışmayla ilgili
sorularınız için beni arayabilirsiniz”
demesiyle süregelir. Anket sonrası,
tahtadan yapılmış, sallanan yüksek
köprüden geçen erkeklerin %50’si kadını
ararken; güvenli, demir köprüden
geçenlerin sadece %12’si kadına dönüş
yapmıştır. Araştırmacılar bu bulguyu,
korkunç köprüden geçmekte olan erkek
deneklerin köprünün yarattığı korkuya
bağlı uyarılmayı yanlış yorumlayıp onlara
anket uygulayan kadınla
ilişkilendirdiklerini ve o yüzden büyük
oranda dönüş yaptıkları şeklinde
yorumlamışlardır. Etkilendikleri şey
aslında kadının çekiciliği değil, köprünün
yarattığı korkudur.
Köprünün yarattığı korkuya bağlı olarak
kalbin güm güm atması sırasında karşısına
çıkan anketör kadın, kişinin uyarılma
durumunu yanlış yorumlamasına ve
kadından etkilendiğini düşünmesine neden
olmuştur. Bu durum aşk duygusunun,
fiziksel uyarılmayı takip ettiğini
düşündürmektedir.
Oyun gibi aşk: Aşkın yarattığı olumlu
duygular ve mutluluğu arayan kısa süreli
ilişkilerden hoşlanan, çok eşliliğe yatkın,
bağlanmayı tercih etmeyen kişilerin
yaşadığı aşk biçimidir. Aşkın acısından
kaçan, sıkıntıyı sevmeyen, şıpsevdi tür
kişiler yaşar. Partneri uzun vadeli hayaller
ve beklentilerden bahsedince uzaklaşma
eğilimi gösterirler.
Arkadaşlık temelli aşk: Arkadaşlığın
zaman içerisinde aşka döndüğü biçimdir.
Siyasi görüşlerdeki benzerlikler, inançların
uygunluğu, geleneklere yatkınlık, ailelerin
kültürel yapılarından tutun, desteklenen
futbol takımı ve dinlenen müzik türüne
dair ortak tutumlar aşkın tetikleyicisi olur.
Destekleyici, özleyen, iyiliğini isteyen,
sevgi ve güven temelli aşk biçimidir.
Fiziksel özelliklerden ziyade,
“yanındayken kendini iyi hissetme
prensibi” temeline oturur.
Hangi türe girerse girsin kalıcı, güven
temeli üzerine kurulmuş, aşkın sevgiye
döndüğü ve güçlendiği sağlam bir ilişki
için partnerinizi iyi tanımamız gerekir.
Unutmamakta fayda vardır ki, mükemmel
partner ve mükemmel ilişki diye bir şey
yoktur. Beklentilerimize, arzularımıza ve
ihtiyacımıza cevap verecek “mükemmel”
kişiyi bulma arzusunun olanaksızlığını
kabullenip, kişileri daha kapsamlı ve
gerçekçi şekilde algılamak önemlidir. Bu
şekilde hayatımızda sağlıklı mutlu ve
memnuniyet düzeyi yüksek ilişkiler
yaşamayı mümkün kılarız.
(Bu yazı Yrd. Doç. Dr. Mehmet Şakiroğlu ile
Gastroedebiyat yazarı Gözde Çıbık tarafından
yazılmıştır.)

Más contenido relacionado

La actualidad más candente

EğItim Bilimleri 9
EğItim Bilimleri 9EğItim Bilimleri 9
EğItim Bilimleri 9derslopedi
 
Günümüzde İnsan ve İnanlar - Bölüm 3
Günümüzde İnsan ve İnanlar - Bölüm 3Günümüzde İnsan ve İnanlar - Bölüm 3
Günümüzde İnsan ve İnanlar - Bölüm 3Ömer Durmuş
 
ERGENLER İLE İLETİŞİM
ERGENLER İLE İLETİŞİMERGENLER İLE İLETİŞİM
ERGENLER İLE İLETİŞİMCihangir Acar
 
Enneagram : Bir Kişilik Modellemesi
Enneagram : Bir Kişilik ModellemesiEnneagram : Bir Kişilik Modellemesi
Enneagram : Bir Kişilik ModellemesiCenk Tekin, PMP
 
Günümüzde İnsan ve İnanlar - Bölüm 8
Günümüzde İnsan ve İnanlar - Bölüm 8Günümüzde İnsan ve İnanlar - Bölüm 8
Günümüzde İnsan ve İnanlar - Bölüm 8Ömer Durmuş
 
Psikanalitik Yaklasim
Psikanalitik YaklasimPsikanalitik Yaklasim
Psikanalitik Yaklasimkpssmaskotu
 
Ergenli̇k dönemi̇
Ergenli̇k dönemi̇Ergenli̇k dönemi̇
Ergenli̇k dönemi̇MEB
 
22015359 annebabatutumları (1)
22015359 annebabatutumları (1)22015359 annebabatutumları (1)
22015359 annebabatutumları (1)duygubulut
 
adler ve bireysel psikoloji
 adler ve bireysel psikoloji adler ve bireysel psikoloji
adler ve bireysel psikolojiAli Çekiç
 
Freud ve psikoseksüel gelişim dönemleri
Freud ve psikoseksüel gelişim dönemleriFreud ve psikoseksüel gelişim dönemleri
Freud ve psikoseksüel gelişim dönemlerimassive501
 
Psikoseksuel gelisim donemleri (fazlası için www.tipfakultesi.org)
Psikoseksuel gelisim donemleri (fazlası için www.tipfakultesi.org)Psikoseksuel gelisim donemleri (fazlası için www.tipfakultesi.org)
Psikoseksuel gelisim donemleri (fazlası için www.tipfakultesi.org)www.tipfakultesi. org
 

La actualidad más candente (15)

EğItim Bilimleri 9
EğItim Bilimleri 9EğItim Bilimleri 9
EğItim Bilimleri 9
 
Günümüzde İnsan ve İnanlar - Bölüm 3
Günümüzde İnsan ve İnanlar - Bölüm 3Günümüzde İnsan ve İnanlar - Bölüm 3
Günümüzde İnsan ve İnanlar - Bölüm 3
 
Psikanalitik
PsikanalitikPsikanalitik
Psikanalitik
 
ERGENLER İLE İLETİŞİM
ERGENLER İLE İLETİŞİMERGENLER İLE İLETİŞİM
ERGENLER İLE İLETİŞİM
 
Enneagram : Bir Kişilik Modellemesi
Enneagram : Bir Kişilik ModellemesiEnneagram : Bir Kişilik Modellemesi
Enneagram : Bir Kişilik Modellemesi
 
Günümüzde İnsan ve İnanlar - Bölüm 8
Günümüzde İnsan ve İnanlar - Bölüm 8Günümüzde İnsan ve İnanlar - Bölüm 8
Günümüzde İnsan ve İnanlar - Bölüm 8
 
Ruh sağlığı 1
Ruh sağlığı 1Ruh sağlığı 1
Ruh sağlığı 1
 
Psikanalitik Yaklasim
Psikanalitik YaklasimPsikanalitik Yaklasim
Psikanalitik Yaklasim
 
Ruh sağliği
Ruh sağliğiRuh sağliği
Ruh sağliği
 
Ruh Sağlığı
Ruh SağlığıRuh Sağlığı
Ruh Sağlığı
 
Ergenli̇k dönemi̇
Ergenli̇k dönemi̇Ergenli̇k dönemi̇
Ergenli̇k dönemi̇
 
22015359 annebabatutumları (1)
22015359 annebabatutumları (1)22015359 annebabatutumları (1)
22015359 annebabatutumları (1)
 
adler ve bireysel psikoloji
 adler ve bireysel psikoloji adler ve bireysel psikoloji
adler ve bireysel psikoloji
 
Freud ve psikoseksüel gelişim dönemleri
Freud ve psikoseksüel gelişim dönemleriFreud ve psikoseksüel gelişim dönemleri
Freud ve psikoseksüel gelişim dönemleri
 
Psikoseksuel gelisim donemleri (fazlası için www.tipfakultesi.org)
Psikoseksuel gelisim donemleri (fazlası için www.tipfakultesi.org)Psikoseksuel gelisim donemleri (fazlası için www.tipfakultesi.org)
Psikoseksuel gelisim donemleri (fazlası için www.tipfakultesi.org)
 

Similar a PSY-Q Eğitim E-Dergi 2. Yayın "AŞK"

Baglanma Tanımı ve Baglanma Çeşitleri
Baglanma Tanımı ve Baglanma ÇeşitleriBaglanma Tanımı ve Baglanma Çeşitleri
Baglanma Tanımı ve Baglanma Çeşitleriilan76
 
Ergenlerde Duygusal Öz Yeterlik ile Üç Boyutlu Bağlanma Arasındaki İlişkinin ...
Ergenlerde Duygusal Öz Yeterlik ile Üç Boyutlu Bağlanma Arasındaki İlişkinin ...Ergenlerde Duygusal Öz Yeterlik ile Üç Boyutlu Bağlanma Arasındaki İlişkinin ...
Ergenlerde Duygusal Öz Yeterlik ile Üç Boyutlu Bağlanma Arasındaki İlişkinin ...Harunsmailncekara
 
Edssssss
EdssssssEdssssss
Edssssssbdr,
 
Bilissel Duyussal Ogrenme Kuramlari
Bilissel Duyussal Ogrenme KuramlariBilissel Duyussal Ogrenme Kuramlari
Bilissel Duyussal Ogrenme Kuramlariosskpss
 
Bilissel Duyussal Ogrenme Kuramlari
Bilissel Duyussal Ogrenme KuramlariBilissel Duyussal Ogrenme Kuramlari
Bilissel Duyussal Ogrenme Kuramlarikadirhoca.com
 
İsmail Acarkan - Enneagram İle Kendini Keşfet.pdf
İsmail Acarkan - Enneagram İle Kendini Keşfet.pdfİsmail Acarkan - Enneagram İle Kendini Keşfet.pdf
İsmail Acarkan - Enneagram İle Kendini Keşfet.pdfssuserc8d8e0
 
Түркияда 2022 жыл өткен конференция жинағы
Түркияда 2022 жыл өткен конференция жинағыТүркияда 2022 жыл өткен конференция жинағы
Түркияда 2022 жыл өткен конференция жинағыMuhamedrahim Kursabaev
 
Psikanalitik Aile Terapisi - Halil Emre Kocalar
Psikanalitik Aile Terapisi - Halil Emre KocalarPsikanalitik Aile Terapisi - Halil Emre Kocalar
Psikanalitik Aile Terapisi - Halil Emre KocalarEmre Kocalar
 
Kisiler arasi_iletisim (fazlası için www.tipfakultesi.org)
Kisiler arasi_iletisim (fazlası için www.tipfakultesi.org)Kisiler arasi_iletisim (fazlası için www.tipfakultesi.org)
Kisiler arasi_iletisim (fazlası için www.tipfakultesi.org)www.tipfakultesi. org
 
Materyal tasarımı-sunum.blog
Materyal tasarımı-sunum.blogMateryal tasarımı-sunum.blog
Materyal tasarımı-sunum.blogsinemgul
 
9 political 10.standars and values
9 political 10.standars and values9 political 10.standars and values
9 political 10.standars and valuesKarel Van Isacker
 
EğItim Bilimleri 1
EğItim Bilimleri 1EğItim Bilimleri 1
EğItim Bilimleri 1derslopedi
 
Sosyal Psikolojide Benlik Kavramı ve Gelişimi.pptx
Sosyal Psikolojide Benlik Kavramı ve Gelişimi.pptxSosyal Psikolojide Benlik Kavramı ve Gelişimi.pptx
Sosyal Psikolojide Benlik Kavramı ve Gelişimi.pptxNurVural3
 
Çocuk ruh sağlığı ödevi
Çocuk ruh sağlığı ödeviÇocuk ruh sağlığı ödevi
Çocuk ruh sağlığı ödeviSenanur Aslan
 
Www.Kpss10.Com Bilis
Www.Kpss10.Com BilisWww.Kpss10.Com Bilis
Www.Kpss10.Com Bilismassive501
 

Similar a PSY-Q Eğitim E-Dergi 2. Yayın "AŞK" (20)

Baglanma Tanımı ve Baglanma Çeşitleri
Baglanma Tanımı ve Baglanma ÇeşitleriBaglanma Tanımı ve Baglanma Çeşitleri
Baglanma Tanımı ve Baglanma Çeşitleri
 
Ergenlerde Duygusal Öz Yeterlik ile Üç Boyutlu Bağlanma Arasındaki İlişkinin ...
Ergenlerde Duygusal Öz Yeterlik ile Üç Boyutlu Bağlanma Arasındaki İlişkinin ...Ergenlerde Duygusal Öz Yeterlik ile Üç Boyutlu Bağlanma Arasındaki İlişkinin ...
Ergenlerde Duygusal Öz Yeterlik ile Üç Boyutlu Bağlanma Arasındaki İlişkinin ...
 
Edssssss
EdssssssEdssssss
Edssssss
 
Bilissel Duyussal Ogrenme Kuramlari
Bilissel Duyussal Ogrenme KuramlariBilissel Duyussal Ogrenme Kuramlari
Bilissel Duyussal Ogrenme Kuramlari
 
Bilissel Duyussal Ogrenme Kuramlari
Bilissel Duyussal Ogrenme KuramlariBilissel Duyussal Ogrenme Kuramlari
Bilissel Duyussal Ogrenme Kuramlari
 
İsmail Acarkan - Enneagram İle Kendini Keşfet.pdf
İsmail Acarkan - Enneagram İle Kendini Keşfet.pdfİsmail Acarkan - Enneagram İle Kendini Keşfet.pdf
İsmail Acarkan - Enneagram İle Kendini Keşfet.pdf
 
Aile psikologu-randevu-telefonu
Aile psikologu-randevu-telefonuAile psikologu-randevu-telefonu
Aile psikologu-randevu-telefonu
 
Түркияда 2022 жыл өткен конференция жинағы
Түркияда 2022 жыл өткен конференция жинағыТүркияда 2022 жыл өткен конференция жинағы
Түркияда 2022 жыл өткен конференция жинағы
 
Psikanalitik Aile Terapisi - Halil Emre Kocalar
Psikanalitik Aile Terapisi - Halil Emre KocalarPsikanalitik Aile Terapisi - Halil Emre Kocalar
Psikanalitik Aile Terapisi - Halil Emre Kocalar
 
Gestalt kuramı
Gestalt kuramıGestalt kuramı
Gestalt kuramı
 
Kisiler arasi_iletisim (fazlası için www.tipfakultesi.org)
Kisiler arasi_iletisim (fazlası için www.tipfakultesi.org)Kisiler arasi_iletisim (fazlası için www.tipfakultesi.org)
Kisiler arasi_iletisim (fazlası için www.tipfakultesi.org)
 
Materyal tasarımı-sunum.blog
Materyal tasarımı-sunum.blogMateryal tasarımı-sunum.blog
Materyal tasarımı-sunum.blog
 
9 political 10.standars and values
9 political 10.standars and values9 political 10.standars and values
9 political 10.standars and values
 
Margaret mahler
Margaret mahlerMargaret mahler
Margaret mahler
 
EğItim Bilimleri 1
EğItim Bilimleri 1EğItim Bilimleri 1
EğItim Bilimleri 1
 
Sosyal Psikolojide Benlik Kavramı ve Gelişimi.pptx
Sosyal Psikolojide Benlik Kavramı ve Gelişimi.pptxSosyal Psikolojide Benlik Kavramı ve Gelişimi.pptx
Sosyal Psikolojide Benlik Kavramı ve Gelişimi.pptx
 
Tomasello pp
Tomasello ppTomasello pp
Tomasello pp
 
Okul öncesi egitimin önemi
Okul öncesi egitimin önemiOkul öncesi egitimin önemi
Okul öncesi egitimin önemi
 
Çocuk ruh sağlığı ödevi
Çocuk ruh sağlığı ödeviÇocuk ruh sağlığı ödevi
Çocuk ruh sağlığı ödevi
 
Www.Kpss10.Com Bilis
Www.Kpss10.Com BilisWww.Kpss10.Com Bilis
Www.Kpss10.Com Bilis
 

PSY-Q Eğitim E-Dergi 2. Yayın "AŞK"

  • 1. Şubat 2017 Sayı: 2 PSY-Q E-DERGİ AŞK GENEL YAYIN YÖNETMENİ Tolga Nasuh ARAN YAZARLAR Prof. Dr. Mehmet Zihni SUNGUR Doç. Dr. Cebrail KISA Yrd. Doç. Dr. Mehmet ŞAKİROĞLU KÜLTÜR- SANAT Ece Çokay Sıla Salantur SAYFA DÜZENİ Pınar Özdemir Gözde Zeren İlker Buruk Rümeysa Akdağ
  • 2. PSY-Q’ dan Merhaba, İlk sayımızı günahları ve sevaplarıyla geride bıraktık. İlk sayımızda deneyimsizliğimizden dolayı pek çok eksik ve hata vardı. Bu nedenle tüm okurlarımızdan özür diliyoruz. Ulaşabildiğimiz her okurumuzun eleştirilerini ve önerilerini can kulağıyla dinliyoruz. Amacımız, en iyiyi ve en doğruyu sunabilmek. PSY-Q E-Dergi’nin ikinci sayısı ile yayındayız. Bu ayki temamız “Aşk”tır. Her yönüyle ele aldığımız aşkı irdelemeye çalıştık. Bu ayki sayımıza Sayın Hocam Psikiyatri Uzmanı Prof Dr Mehmet Sungur “Aşk, Evlilik ve Aldatma” yazısıyla katkı sundu. Psikiyatri Uzmanı Doç Dr Cebrail Kısa, Psikolog Yrd. Doç Dr Mehmet Şakiroğlu, TRT Kent Radyo’dan Yetiş Fidan Mutlu aşkı kendi açılarından değerlendirdiler. Sevgili arkadaşım ve meslektaşım Ferhan Bıçakçılar İyileştirici Olmak yazısıyla katkı sundu. Bunun dışında dergimizde Kültür Sanat Köşesi ve Bunları Biliyor muydunuz? bölümleri yine var. Bu ay Bağlanma Kuramı üzerine düşüncelerimi yazdım. Geçtiğimiz ay Gazeteci Büyüğüm Lütfü Dağtaş ile röportaj gerçekleştirdik. Bu röportajdan bazı alıntıları sizlerle paylaştım.
  • 3. Tolga Nasuh Aran Bağlanma Kuramı Üzerine İnsan, topluluk halinde yaşayan bir organizmadır ve başka insanlarla bir arada bulunma isteği içerisindedir. İnsan yavrusu, biyolojik açıdan gözlenen özel durumu nedeniyle, yaşamını sürdürebilmek için, diğer türlerin yavrularına oranla, çok daha uzun süre anne-babasının doğrudan yardımına muhtaçtır. Bu kaçınılmaz durum, insan türünden organizmaların bir arada yaşama, eğilim ve gereksinimlerini, özellikle de bağlanma ihtiyacını açıklamaktadır. Bağlanma (attachment), yaşamın ilk günlerinde başlayan, duygusal yönü ağır basan ve olması beklenen bir durumdur. Bağlanma kuramı John Bowlby ve Mary Ainsworth’un ortak çalışmaları sonucu oluşmuştur. Çocuğun anneyle bağı ve bu bağın bozulması, anneden ayrılması, anneden yoksun olması ve anneyi kaybetmesi üzerine bugüne kadar olan düşüncelerimizi kökten değiştirdi. Anne-baba ve çocuk ilişkilerinin, çocuk gelişimi üzerindeki etkisini ele alan bir-çok model ve kuram ortaya konulmasına karşın, “Bağlanma Kuramı” çocuğun gelişimde anne-babanın (ebeveyn) etkisine, diğer modellerden ya da kuramlardan, daha etkili bir vurgu yaptığı görülmektedir. Bowlby’e (1969) göre çocuk ile temel bakım veren kişi (genellikle anne) arasında bağlanmanın oluşmasındaki süreç;  insanları ve hareket eden nesneleri tercih etmeye yönelim,  daha sık gördüklerini diğerlerinden ayırt etmeyi öğrenme,  tanıdıklarına yaklaşma ve tanımadıklarından uzak durma,  istendik sonuçları getiren davranışları diğerlerinden ayırt etme ve artırma aşamalarıyla gerçekleşmektedir. Bebeklikteki bağlanma kavramı; belirli bir kişiye olumlu tepkilerin verilmesi, zamanın büyük bir kısmının o kişiyle birlikte geçirilmek istenmesi, herhangi bir korku yaratan durum veya obje karşısında hemen o kişinin aranması, bağlanılan kişinin varlığının duyumsanmasına eş zamanlı olarak rahatlama duygusunun eşlik etmesi gibi duygu ve davranış örüntülerinin tümünü kapsamaktadır. Bebeklik döneminde bağlanma aşamalar halinde gözlenmektedir. Doğumdan hemen sonra insan yavrusunun doğası gereğince başlayan bağlanma; meme arama, başı döndürme, emme, yutma, parmak emme, yakalama, anneye yönelme, beslenme saatlerini sezinleme ve hazırlanma şeklinde kendisini göstermektedir. Çocuklarda belirledikleri bağlanma davranışlarını üç kategori içerisinde sınıflamışlardır. Bunlardan birincisi güvenli bağlanma biçimidir ve güvenli bağlanma içerisinde çocuklar temel gereksinimlerine zamanında karşılık verebilen annenin aracılığıyla oyun ya da keşfe çıkmada kendilerini güvende hissederler.
  • 4. Anneleri tarafından yalnız bırakıldığında anneleri ile yakınlık ve temas arayışlarını sürdürürler ve tepkisel olarak huzursuzluk yaşarlar ancak anneleri ile tekrar bir araya geldiklerinde kolayca sakinleşerek çevreyle ilgilenmeye ve çevreyi keşfetmeye devam ederler. Anneyle kurulan bu tür güvenli bir bağlanma örüntüsü bebeğin uyumuna ve gelişimine katkı sağlamaktadır. İkinci olarak kaygılı/kararsız bağlanma biçimi içinde çocuklar, annelerinden ayrıldıklarında yoğun bir kaygı, gerilim ve kızgınlık hissetmekte, yabancılarla iletişim kurmayı reddetmekte, anneyle tekrar bir araya geldiklerinde ise kolayca sakinleşmek ve çevreyle olan ilgilerini sürdürmek yerine, anneye daha fazla yakınlaşıp ondan ayrılmak istememektedirler. Güvensiz bağlanma duygusu geliştiren bireyler başkalarına güven duymakta zorluk çekerler ve başkaları ile olan ilişkilerini sürekli kontrol altında tutmaya çalışırlar. İlişkileri kontrol altında tutma davranışı genellikle başkaları tarafından terk edilmek ya da reddedilme korkusundan dolayı yakın ilişkiler kuramama, sevilmeyeceği ya da değersiz bulanacağından korkma, yoğun yalnızlık ve soyutlanmışlık duygularından kaçınma şeklinde ortaya çıkar. Bağlanma ile ilgili literatür incelendiğinde, doğumdan itibaren bebek ile temel bakıcı (anne) arasında gelişen bağlanma örüntüsünün sadece yaşamın ilk yıllarında gerçekleşen bir süreç olmadığı, hem çocuklukta hem de yetişkinliğe geçişte bireyin ruh sağlığı üzerindeki etkisinin devam ettiği ve bağlanmanın yaşam boyu devam eden bir yazgı (life script) ya da süreç olduğu belirtilmektedir (Bartholomew, 1993; Rice, 1990). Son yıllarda ergen ve yetişkin ilişkilerinde bağlanmanın rolünü inceleyen araştırma bulguları, yaşamın ilk yıllarında anne- babanın çocuğa verdiği tepkilere bağlı olarak çocuğun kendisine ve başkalarına ilişkin oluşturduğu modellerin daha sonraki yıllarda da yakın kişiler arası ilişkiler için bir model niteliği taşıdığını ortaya koymaktadır (Allen ve ark. 2002). Bağlanma stilleri ile çalışmaların sonuçlarına genel olarak bakıldığında; güvenli bağlanma biçimine sahip ergenlerin duygularını daha kolay ifade edebildikleri, anne-baba ve akran ilişkilerinde daha az çatışma yaşadıkları (Ducharme, Doyle ve Markiewicz, 2002), güvensiz bağlanma biçimine sahip ergenlerin ise kendilerini başkalarına açma ve yakınlık kurmada isteksiz olmanın (Allen ve ark. 2002) yanı sıra öz güvenlerinin düşük olduğunu ortaya koymaktadır (Laible, Carlo ve Roeschc, 2004). Araştırmacılar son yirmi yıl içinde bağlanma yönelimlerindeki bireysel farklılıkları ortaya çıkarmışlardır. Örneğin Hazan ve Shaver (1987), bağlanma stillerine ilişkin olarak ergenler ve yetişkinleri güvenli, kaçınan ve kaygılı olarak sınıflandırmışlardır. Bartholomew ve Horowitz (1991) ise bağlanma stillerini, olumlu ve olumsuz kutuplarda değerlendirilen zihinsel modellerin kesiştiği noktada tanımlamışlardır. Böylece, iki boyutun -olumlu ve olumsuz kutuplarda değerlendirilen zihinsel modeller- çaprazlanmasından dört temel bağlanma stilinin ortaya çıkacağını ileri sürmüşlerdir;
  • 5. a) güvenli, b) korkulu, c) saplantılı, d) kayıtsız. Korkulu - + Güvenli + + Kayıtsız - - Saplantılı - + Güvenli bağlanma stili, olumlu benlik ve başkaları modellerinin bileşimini; korkulu bağlanma stili, olumsuz benlik ve başkaları modellerinin bileşimini; saplantılı bağlanma stili, olumsuz benlik modeli ile olumlu başkalarının bileşimini; kayıtsız bağlanma stili ise kendine değer verme ile başkalarına karşı olumsuz tutuma sahip olmanın bileşimini içermektedir. Bartholomew (1990)’e göre güvenli kişiler, olumlu benlik algısını ve kendini sevilmeye değer görme duygusunu başkalarının güvenilir, destek veren, ulaşılabilir ve iyi niyetli olduğuna dair olumlu beklentilerle birleştirmektedirler. Korkulu kişiler, bireysel değersizlik duyguları ile başkalarının güvenilmez ve reddedici olduğuna ilişkin beklentileri yansıtmaktadırlar. Saplantılı kişiler, kendini değersiz hissetme ve sevilmeye değer görmeme duyguları ile başkalarına ilişkin olumlu değerlendirmeler yapmaktadırlar. Kayıtsız kişiler ise özerkliğe aşırı derecede önem vermekte, başkalarına olan gereksinimi ve yakın ilişkilerin gerekliliğini savunmacı bir biçimde reddetmektedirler. Bartholomew ve Horowitz (1991), Hazan ve Shaver (1987) tarafından belirlenen kaçınma kalıbını, kaçınmanın iki farklı kuramsal şeklini bir araya getirerek korkulu-kaçınma ve kayıtsız-kaçınma olarak bir kalıpta iki boyut olacak şekilde belirlemişlerdir. Lopez ve Gormley (2002)’e göre bağlanma stilleri, -içsel işleyiş modelleri- yakın ergen ve yetişkin ilişkilerinin gelişimini etkilemektedir. Dört içsel işleyiş modeli karşılaştırıldığında güvenli bireyler yakın ilişkilerde en optimal davranışı gösteren bireylerdir. Bu sayede kendileri ve diğerleri için bağlanma figürleri ile negatif duyguları düzenleme yetenekleri vardır. Güvenli bireyler, negatif davranış tipini en az göstererek yakın ilişkilerindeki gerilimi rutin olarak giderebilme kapasitesine sahiptirler. Böylece, kayıtsız ya da saplantılı bireyler çatışma durumları boyunca güvenli bireylerden daha negatif davranışlar gösterme eğilimindedirler. Saplantılı ve kayıtsız bireyler karşılaştırıldıklarında ise, saplantılı bireyler zorluklara en fazla sığınan bireyler durumundadır. Saplantılı bireyler, benliğin geçerliğini korumak için ilişkiyi sürdürmeye en fazla yatırım yapan bireyler olarak düşünüldüğünde, bu bireylerin bağlanma figürlerinin mevcudiyetine ilişkin sık sık aşırı ihtiyatlı oldukları görülmektedir. Bu ruh durumu bir ilişki içinde gerilimle karşılaşıldığında yordanamayan ilişkilerin geçmişine dayalı çatışmacı düşünceler ve duyguların harekete geçmesine ve yoğun bir düşmanlığa yol açabilir. Korkulu bireyler ise, kendileri ve diğerlerinin negatif içsel işleyiş modellerini birleştiren bireyler olarak varsayılmaktadırlar. Bunun
  • 6. sonucu olarak onlar reddedilme ve duygusal yakınlık korkulu yönleri ile sosyal ilişkilerden en fazla kaçınan bireylerdir. Hazan ve Shaver’in üçlü bağlanma yaklaşımı ile, Bartholomew ve Horowitz’in dörtlü bağlanma yaklaşımını karşılaştıran çalışmalar, genellikle iki farklı kaçınan (korkulu ve kayıtsız) bağlanma stilinin geçerliliğine ilişkin kanıtlar sunmuştur. Bartholomew ve Horowitz’in önerdiği dörtlü bağlanma yaklaşımı çerçevesinde yürütülen çalışmalar da tutarlı olarak korkulu ve kayıtsız bağlanma stillerinin zihinsel modeller temelinde farklılaştıklarını göstermiştir. Örneğin, Bylsma, Cozarelli ve Sümer (1997), kayıtsızların korkululara oranla daha yüksek düzeyde benlik saygısına sahip olduklarını ve bu kişilerin gerçek ve ideal benlik kavramları arasında daha az farklılıklar bulunduğunu göstermişlerdir (Akt., Sümer ve Güngör, 1999, s.75). Erişkinlikte Bağlanma Erişkin hayatındaki bağlanma davranışı, çocuklukta, ergenlikte ve gençlikte gösterilen bağlanma davranışının bir devamı olarak düşünülmektedir.[17] Weiss erişkinlikteki bağlanmayı çocukluktaki bağlanmadan ayıran üç özellik tanımlamıştır: i. Erişkinlerde, bağlanma ilişkileri tipik olarak eşler arasındadır, diğerinde bakım alan (bebek) ve bakım veren (ebeveyn) arasındadır.; ii. Erişkinlerdeki bağlanma çocukluktaki bağlanma gibi diğer davranışsal sistemlerin etkilenmesinden sorumlu değildir.; iii. Erişkinlikteki bağlanma sıklıkla cinsel ilişki içerir.[38] Erişkinde Bağlanma Biçimleri Erişkin bağlanmasıyla ilgili araştırmalar, bağlanma biçimiyle birleşmiş zihinsel modellerin içeriklerini anlamaya ve ilişkilerin farklı modellerinin ilişkisel yaşantılarına odaklanmıştır.[39] Bartholomew ve Horowitz, Bowlby' nin bağlanma kuramını temel alarak ve kişinin kendisinin ve başkalarının içsel çalışma modeli olan iki tipten yola çıkarak ortaya koyduğu 4 ayrı bağlanma biçimi oluşturulmuştur.[21,40,41] Dört prototip bağlanma modeli bireyin benlik imajı (pozitif ya da negatif) ve başkalarının imajlarının (pozitif ya da Negatif) birleşimleri kullanılarak tanımlanmıştır. Tanımlanan erişkin bağlanma biçimleri arasında ilki güvenli bağlanma biçimidir. Güvenli bağlanma biçimi, kendini değerli hissetme ve sevilebilir olduğu duygusunu genellikle diğer insanların kabul edici ve cevap vericiliğine dair beklentileriyle birleştirir.[12] Saplantılı bağlanma biçimi ise kendini değersiz hissetme (sevilmeye layık görmeme) duygusuyla başkalarına yönelik olumlu değerlendirmeleri yansıtır. Saplantılı biçime sahip olanlar kendilerine güveni az, başkalarını destekleyici olarak algılayan, bu destekten olumlu şekilde faydalanamayan, kendini açma düzeyleri az olan bireylerdir.[42] Kayıtsız bağlanma biçiminde kendini değerli hissetme ve sevilebilir olduğu duygusunu diğer insanlara karşı olumsuz beklentilerle birleştirir. Böyle kişiler, yakın ilişkilerden kaçınarak, hayal kırıklıklarına karşı kendilerini korurlar ve bağımsızlıklarını ve incinemezliklerini sürdürürler. Korkulu bağlanma biçiminde
  • 7. kendini değersiz hissetme ve sevilmeye layık görmeme duygusu ve diğerlerinin olumsuz, güvenilmez ve reddedici olarak algılanmasına yönelik beklentilerle birleşir. Bu bağlanma biçimine sahip kişiler başkalarıyla yakın bağlar kurmaktan kaçınarak, başkalarından beklenen reddedilmeye karşı kendilerini korurlar.[12] Güvenli bağlanması olanlar hem kendileri hem de başkaları konusunda pozitif bakış açısına sahiptirler. Güvenli bağlanması olanlar sıkıntılarını kabul ederek, başkalarından yardım ve destek talep ederek yapıcı bir biçimde kendi zor duygularını ifade etmede rahattırlar. Kayıtsız bağlanması olanlar temelde kaçınmacıdırlar çünkü kendileri ile ilgili olumlu ama başkaları ile ilgili olumsuz görüşlere sahiptirler. Negatif duyguları baskı altında tutma eğilimindedirler ve kaçınma stratejilerini temel başa çıkma stratejileri olarak kullanırlar. Saplantılı bağlanması olanların ise kendileri ile ilgili bakış açıları negatif, başkaları ile ilgili bakış açıları pozitiftir ve temelde kaygılıdırlar. Negatif duygularını abartılı ve sürekli bir biçimde eşlerinin onayını arayarak gösterirler. Korkulu bağlanması olanlar kendileri ve başkaları ile ilgili negatif modellere sahiptirler ve kaygılı/kaçıngan olarak sınıflandırılabilirler. Kaygılı/kaçınganlar başkaları ile yakın ilişki kurmak arzusunda olmalarına karşın, ilişkilerinde aşırı yakınlıktan kaçınırlar çünkü incinebilecekleri konusunda kaygılıdırlar.[43,44] Güvenli bireyler daha az güvenli bireylerle karşılaştırıldığında stres kaynağı olayları daha az tehdit edici olarak değerlendirirler. Bu kişilerin kendilerinde stres oluşturan durumun nedenleri ile başa çıkabilecekleri konusunda yeteneklerine güvenleri vardır. Duygularını açık bir biçimde ifade ederler. Destek aramayı stres yaratıcı durumlar ile başa çıkmak için bir duygu düzenleme stratejisi olarak kullanırlar. Durumları açıkça tartışırlar ve çatışmalardan kaçınmak yerine onlara çözüm bulurlar. Ayrıca güvenli bireyler kızgınlığın psikolojik işaretlerinin farkındadırlar. Uyuma yönelik problem çözümlerine ortak olurlar. Kızgınlıklarını kontrollü ve düşmanca olmayan bir biçimde ifade ederler. Sonuç olarak, güvenli bağlanma biçimine sahip bireylerde pozitif duygu yaşantısı yaratıcı problem çözmeyi geliştirir.[45] Bağlanma ve Psikopatoloji Son yıllarda, anne-çocuk ilişkisi konusunda yapılan araştırmaların önemli bir bölümünü bağlanma konusunun oluşturduğu görülmektedir. Bu durumun en önemli nedeni ise, anne-baba ve çocuk ilişkisini araştırmanın her iki nesil için de giderek önem kazanmasıdır. Çünkü bağlanma, çift yönlü bir süreçtir. Pek çok araştırmacı anne-çocuk ilişkisinin sürekliliğinin sonraki yaşantıların temelini oluşturduğunu ileri sürmektedir.[46] Kişinin yaşamındaki en önemli kişilerin annesi ve babası olduğunu; anne ve baba ile iyi bir ilişkinin genç ve erişkin ruh sağlığında belirleyici rol oynadığını belirtilmiştir.[47] Bowlby'nin çalışmalarından başlamak üzere güvensiz bağlanma biçimi daha sonraki yaşam dönemlerinde psikopatolojinin belirleyicisi olarak düşünülmüşken güvenli bağlanma sağlıklı süreçlerle ilişkilendirilmiştir.[3] Doğanın özgün modeli güvenli bağlanmadır. Güvensiz bağlanma biçimleri olan
  • 8. kaygılı/ikircikli bağlanma anksiyete bozuklukları ve depresif bozukluklarla ilişkilendirilirken, kaçıngan bağlanma davranış bozukluğu ve diğer dışa vuruk patolojilerle ilişkilendirilmiştir. Dağınık bağlanmanın (dezorganize/dezoryante) ise dissosiyatif bozukluklarla birlikteliğinden söz edilmiştir. Koruyucu ruh sağlığı açısından bakıldığında güvensiz bağlanmanın pek çok psikopatolojinin gelişimi ile ilişkili olduğu düşünülürse, olguların ve aslında tüm bireylerin çocuk sahibi olmayı planladıkları dönemde, gebelik döneminde ve çocuklarını yetiştirirken desteklenmeleri sağlıklı nesiller yetiştirmek açısından çok önemli gibi görünmektedir. Referanslar 1. Thompson RA. Attachment theory and research. In Child and Adolescent Psychiatry, 3rd Ed. (Ed M Lewis):164-172. Philadelphia, Lippincott Williams Wilkins, 2002. 2. Collins NL, Laurson W. Adolescents’ relationships with parents. J Lang Soc Psychol 2003; 22: 58-65. 3. Nakash-Eisikovits O, Dutra L, Westen D. Relationship between attachment patterns and personality pathology in adolescents. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry 2000; 41:1111-1123. 4. Hamilton CE. Continuity and discontinuity of attachment from infancy through adolescence. Child Dev 2000; 71:690-694. 5. George C, Kaplan N, Main M. The adult attachment interview. Berkeley, University of California, 1985. 6. Hazan C, Shaver PR. Romantic love conceptualized as an attachment process. J PersSoc Psychol 1987; 52:511-524. 7. Ainsworth MDS, Blehar MC, Waters E, Walls S. Patterns of Attachment: A Psychological Study of the Strange Situation. Hillsdale, Lawrence Erlbaum, 1978. 8. Shaver PR, Hazan C, Bradshaw D. Love as attachment: The integration of three behavioral systems. In The Psychology of Love (Eds JR Sternberg, ML Barns):68-99. New Haven, Yale University Press, 1988. 9. Collins NL, Read SJ. Adult attachment, working models and relationship quality in dating couples. J Pers Soc Psychol 1990; 58:644-663. 10. Mikulincer M, Florian F, Weller A. Attachment styles, coping strategies, and posttraumatic psychological distress: The impact of the Gulf War in Israel. J Pers Soc Psychol 1993; 64:817-826. 11. Simpson JA. Influence of attachment styles on romantic relationships. J Pers SocPsychol 1990; 59:971-980. 12. Bartholomew K, Horowitz LM. Attachment styles among young adults: A test of a four-category model. J Pers Soc Psychol 1991; 61:226-244. 13. Brennan KA, Clark CL, Shaver PR. Self report of measurement of adult attachment: an integrative overview. In Attachment Theory and Close Relationships (Eds JA Simpson, WS Rholes):46-76. New York, Guilford Press, 1998. 14. Sümer N, Güngör D. Yetişkin bağlanma stilleri ölçeklerinin Türk örneklemi üzerinde psikometrik değerlendirmesi ve kültürler arası bir karşılaştırma. Türk Psikoloji Dergisi 1999; 14:71- 76. 15. Sümer N. Yetişkin bağlanma ölçeklerinin kategoriler ve boyutlar düzeyinde karşılaştırılması. Türk Psikoloji Dergisi 2006; 21:1-22. 16. Parker G, Tupling H, Brown LB. A parental bonding instrument. Br J Med Psychol 1979; 52:1-10. 17. Bowlby J. Attachment and Loss, 1st Ed. London, Hogarth Press, 1969. 18. Bowlby J. Attachment and Loss: Separation, Anxiety and Anger. New York, Basic Books, 1973. 19. Kapçı E, Küçüker S. Anne babaya bağlanma ölçeği: Türk üniversite öğrencilerinde psikometrik özelliklerinin değerlendirilmesi. Turk Psikiyatri Derg 2006; 17:286-295. 20. Nelson JK. Clinical assessment of crying and crying inhibition based on attachment theory. Bull Menninger Clin 2000; 64:509-529. 21. Çalışır M. Yetișkin bağlanma kuramı ve duygulanım düzenleme stratejilerinin depresyonla ilișkisi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar 2009; 1:240-255. 22. Stevenson-Hinde J. Attachment theory and John Bowlby: Some reflections. AttachHum Dev 2007; 9:337-342. 23. Bowlby J. The Making and Breaking of Affectional Bonds. London, Tavistock Publications, 1979. 24. Bowlby J. The nature of the child’s tie to his mother. Int J Psychoanal 1958; 39:350-373. 25. Lamb ME, Teti DM, Bornstein M. Developmental phases: infancy. In Child and Adolescent Psychiatry, 3ed Ed. (Ed M Lewis):293-323. Philadelphia, Lippincott Williams Wilkins, 2002. 26. Barnett D, Vondra JI. Atypical attachment in infancy and early childhood among children at developmental risk. I. Atypical patterns of early attachment: theory, research and current directions. Monogr Soc Res Child Dev 1999; 64:1-24. 27. Bloom KC. The development of attachment behaviors in pregnant adolecents. Nurs Res 1995; 44:284-289.
  • 9. 28. Zeanah CH, Boris NW, Larriey JA. Infant development and developmantal risk: a review of the past 10 years. J Am Acad Child Adolescent Psychiatry 1997; 36:165-178. 29. Soysal AŞ, Ergenekon E, Eroğlu D. Bebekleri tanı açısından yüksek-standart risk altında olan annelerin duygu durumlarının kısa süreli yardım grupları ile değerlendirilmesi. Psikiyatri Psikoloji Psikofarmakoloji (3P) Dergisi 2000; 8:106-111. 30. Van de Rijt-Plooij HC, Plooij PX. Distinct periods of mother infant conflict in normal development: sources of progress and germs of pathology. J Child Psychol Psychiatry 1993; 34:229- 245. 31. Goodfriend MS. Treatment of attachment disorder of infancy in a neonatal intensive care unit. Pediatrics 1993; 1:139-142. 32. Boccio M, Laudenslager MN, Reite ML. Intrinsic and extrinsic factors affect infant responses to maternal separation. Psychiatry 1994; 57:43-50. 33. Biller HB. Fathers and Families Paternal Factors in Child Development. London, Auburn House, 1993. 34. Bretherton I, Munholland KA. Internal working models in attachment relationships. A construct revisited. In Handbook of Attachment. Theory, Research and Clinical Applications, 1st Ed. (Eds J Cassidy, PR Shaver):89-114. New York, Guilford Press, 1999. 35. Lee EJ. The attachment system throughout the life course: Review and criticisms of attachment theory. http://www.personalityresearch.org/papers/lee.html (Accessed at 1.2.2011). 36. Willemsen E, Marcel K. Attachment 101 for attorneys: Implications for infant placement decisions. http:// www.scu.edu/ ethics/publications/ other/ lawreview/ attachm ent101.html (Accessed at 1.2.2011). 37. Horowitz LM, Rosenberg SE, Bartholomew K. Interpersonal problems, attachment styles, and outcome in brief dynamic psychotherapy. J Consult Clin Psychol 1993; 61:549-560. 38. West ML, Sheldon-Keller AE. Patterns of Relating: An Adult Attachment Perspective. New York, Guilford Press, 1994. 39. Weger Jr. H, Polcar LE. Attachment style and the cognitive representation of communication situations. Communication Studies 2000; 2:149-161. 40. Bowlby J. Attachment and Loss: Sadness and Depression, New York, Basic Books, 1980. 41. Bowlby J. Attachment, 2nd Ed. New York, Basic Books, 1982. 42. Erözkan A. Lise öğrencilerinin bağlanma stilleri ve yalnızlık düzeylerinin bazı değişkenlere göre incelenmesi. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2004; 4:155-175. 43. Jones SM. Attachment style differences and similarities in evaluations of affective communication skills and person- centered comforting messages. Western Journal of Communication 2005; 69:233-249. 44. Weger Jr. H, Polcar LE. Attachment style and person- centered comforting. Western Journal of Communication 2002; 66:84-103. 45. Belsky J. Developmental origins of attachment styles. Attach Hum Dev 2002; 4:166-170. 46. Pearson JL, Cowan PA, Cowan CP. Adult attachment and adult child-order parent relationships. Am J Orthopsychiatry 1993; 4:606-613. 47. LeCroy CW. Parent adolescent intimacy: Impact on adolescent functioning.Adolescence 1988; 89:137-147. 48. Atasoy Z, Ertürk D, Şener Ş. Altı ve on iki aylık bebeklerde bağlanma. Turk Psikiyatri Derg 1997; 8:266-279. 49. Sabuncuoğlu O, Berkem M. Bağlanma biçemi ve doğum sonrası depresyon belirtileri arasındaki ilişki: Türkiye'den bulgular. Turk Psikiyatri Derg 2006; 17:252-258. 50. Bifulco A, Figueiredo B, Guedeney N. Maternal attachment style and depression associated with childbirth: Preliminary results from a European and US crosscultural study. Br J Psychiatry Suppl 2004; 46:31-37. 51. McMahon C, Barnett B, Kowalenko N, Tennant C. Psychological factors associated with persistent postnatal depression: past and current relationships, defence styles and the mediating role of insecure attachment style. J Affect Disord 2005; 84:15-24. 52. Danacı AE, Dinç G, Deveci A. Manisa il merkezinde doğum sonrası depresyon yaygınlığı ve etkileyen etmenler. Turk Psikiyatri Derg 2000; 11:204-211. 53. Kökçü F, Kesebir S. İki uçlu olgular ve çocuklarında bağlanma biçiminin mizaç, kişilik ve klinik özellikler ile ilişkisi: kontrollü bir çalışma. Turk Psikiyatri Derg 2010; 21:309-318. 54. Soysal AŞ, Özçelik A, Arhan E, İşeri E, Gücüyener K. Bir olgu sunumu eşliğinde tepkisel bağlanma bozukluğunun gözden geçirilmesi. Türkiye Klinikleri Pediatri Dergisi 2009; 18:248- 252. 55. Mangelsdorf SC, Frosch CA. Temperament and attachment: one construct or two? Adv Child Dev Behav 1999; 27:181-220. 56. Matsuoka N, Uji M, Hiramura H, Chen Z, Shikai N, Kishida Y et al. Adolescents attachment style and early experiences: A gender difference. Arch Womens Ment Health 2006; 9:23-29. 57. Miller L, Kramer R, Wamer V, Wickramaratne P, Weissmann M. Intergenerational transmission of parental bonding among women. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry 1997; 36:1134-1139. 58. Scinto A, Marinangeli MG, Ka1yvoka A, Daneluzzo E, Rossi A. The use of the Italian version of the Parental Bonding Instrument (PBI) in a elinical sample and in a student group: an exploratory and confirmatory factor analysis study. Epidemiol Psichiatr Soc 1999; 8:276-283. 59. Martin G, Waite S. Parental bonding and vulnerability to adolescent suicide Acta Psychiatr Scand 1994; 89 :246-254.
  • 10. 60. Warren SL, Huston L, Egeland B, Sroufe LA. Child and adolescent anxiety disorders and early attachment. J Am Acad Child Adolesc Psychitary 1997; 36:637-644. 61. Collins NL, Cooper LM, Albino A, Allard L. Psychosocial vulnerability from adoleseence to adulthood: a prospective study of attachment style differences in relationship functioning and partner choice. J Pers 2002: 70:965-1008. 62. Von IJ, Zendoom MH. Adult attachment representations, parental responsiveness and infant attachment: a meta analysis on the predictive validity of the Adult Attachment Interview. Psychol Bull 1995; 117:387-403. 63. Çetin FÇ. Gelişimsel psikopatolojinin temel kavramları. In Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Temel Kitabı (Eds FÇ Çetin, A Coşkun, E İşeri, R Uslu):141-142. Ankara, Hekimler Yayın Birliği, 2008. 64. Eng W, Heimberg RG, Hart TA, Schneier FR, Liebowitz MR. Attachment in individuals with social anxiety disorder: the relationship among adult attachment styles, social anxiety, and depression. Emotion 2001; 1:365-380. 65. Bifulco A, Kwon J, Jacobs C, Moran PM, Bunn A, Beer N. Adult attachment style as mediator between childhood neglect/abuse and adult depression and anxiety. Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol 2006; 41:796-805. 66. Smith M, Calam R, Bolton C. Psychological factors linked to self-reported depression symptoms in late adolescence. Behav Cogn Psychother 2009; 37:73-85. 67. Marazzati D, Dell'osso B, Catena Del'Osso M, Consoli G, Del Debbio A, Munqai Fet al. Romantic attachment in patients with mood and anxiety disorders. CNS Spectr2007; 12:751-756. 68. Simpson JA, Rholes WS, Campbell L. Adult attachment, the transition to parenthood, and depressive symptoms. J Pers Soc Psychol 2003; 84:1172-1187. 69. Twaite JA, Rodriquez-Srednicki O. Childhood sexual and physical abuse and adult vulnerability to PTSD: the mediating effects of attachment and dissociation. J Child Sex Abus 2004; 13:17-38. 70. Ciechanowski PS, Sullivan M, Jensen M. The relationship of attachment style to depression, catastrophizing and health care utilization in patients with chronic pain. Pain 2003; 104:627- 637. 71. Myhr G, Sookman D, Pinard G. Attachment security and parental bonding in adults with obsessive-compulsive disorder: a comparison with depressed out-patients and healthy controls. Acta Psychiatr Scand 2004; 109:447-456. 72. Fonagy P, Leigh T, Steele M, Steele H, Kennedy R, Mattoon G. The relation of attachment status, psychiatric classification, and response to psychotherapy. J Consult Clin Psychol 1996; 64:22-31. 73. Fonagy P, Target M, Gergely G. Attachment and borderline personality disorder: A theory and some evidence. Psychiatr Clin North Am 2000; 23:103-122. 74. Ciechanowski PS, Walker EA, Katon WJ, Russo JE. Attachment theory: A model for health care utilization and somatization. Psychosom Med 2002; 64:660-667. 75. Ponizovsly AM, Nechamkin Y, Rosca P. Attachment patterns are associated with symptomatology and course of schizophrenia in male inpatients. Am J Orthopsychiatry 2007; 77:324.-331. 76. Joyce PR. Parental bonding in bipolar affective disorder. J Affect Disord 1984; 7:319-324. 77. Miklowitz DJ, Wisniewski SR, Miyahara S, Otto MW, Sachs GS. Perceived criticism from family members as a predictor of one-year course of bipolar disorders. Psychiatry Res 2005; 136:101-111. 78. Gilbert P, McEwan K, Hay J. Social rank and attachment in people with a bipolar disorder. Clin Psychol Psychother 2007; 14:48-53. 79. Morriss RK, van der Guht E, Lancaster G, Bentan RP. Adult attachment in bipolar 1 disorder. Psychol Psychother 2009; 82:267-277. 80. Vahip I, Kocadere M. Psikososyal-psikoterapötik yaklaşım ve girişimler. In İki Uçlu Duygudurum Bozuklukları Sağaltım Kılavuzu (Eds S Vahip, O Yazıcı):107-130. Türkiye Psikiyatri Derneği, Ankara, 2003. 81. Çakır S, Bensusan R, Akça YZ, Yazıcı O. Does a psychoeducatioanal approach reach targeted patients with bipolar disorder? J Affect Disord 2009; 12:75-83.
  • 11. Bunları Biliyor musunuz?  Sevgililer Günü, her yılın 14 Şubat günü birçok ülkede kutlanan özel gündür. Kökeni, Roma Katolik Kilisesi'nin inanışına dayanan bu gün, Valentine ismindeki bir din adamının adına ilan edilen bir bayram günü olarak ortaya çıkmıştır. Bu sebeple bazı toplumlarda "Aziz Valentin Günü" (St. Valentine's Day) olarak bilinir.  Birbirini seven iki kişi, birbirilerinin gözlerinin içine baktığında, kalp atışları senkronize oluyor.  Aşk ve cinsellik hakkında düşünmek, önce yaratıcılığı, sonra ise somut düşünceyi pozitif etkiliyor.
  • 12.  Sevdiğimiz biriyle kucaklaşmak vücudumuzda doğal ağrı kesiciler salgılamamıza neden oluyor.  Temel aldığı hristiyan ögelerden dolayı Sevgililer Günü birçok müslüman ülkede hoş karşılanmamaktadır. Örneğin Suudi Arabistan'da 14 Şubatla ilgili ürünlerin satışı yasaktır.  Kişilikleri birbirine çok benzeyen çiftler çok uzun süre birlikte olamıyorlar.
  • 13.  Romantik aşk sonunda bitiyor… Ama kendini adamış aşk ile devam ediyor.  Sevdiğiniz insanlara karşı duyduğunuz minnettarlık, hemen mutluluğunuzu artırıyor.  Sevdiğimiz kişinin sadece fotoğrafına bakmak bile, ağrılarımızı yatıştırabiliyor.
  • 14. Prof Dr Mehmet Zihni Sungur Aşk, Evlilik ve Sadakatsizlik Yaşamımız boyunca gözümüzü yakalayan birçok şey vardır. Ancak bunların çok azı yüreğimizi ve ruhumuzu da yakalar. Aşk, evlilik ve sadakatsizlik acısı gibi!.. Aşk “ben”leri yok etmek pahasına “biz” olabilmektir. Sınırları iyi çizilmiş bir evlilik “ben”leri koruyarak “biz” olabilme sanatıdır. Sadakatsizlik ise “biz”i yok etme riskini göze almaktır. Kendisine yatırım yapmış olan insanların önemli bir kısmını hayal kırıklığına uğratmış olması evlilik kurumunun halen dünyanın en büyük gönüllü organizasyonu olmasına engel olmuyor. Ömrünün kısa olması, geçici bir görme kusuru olduğunun bilinmesi hatta karşılık bulamadığında tarifsiz acılara neden olabilmesi tekrar tekrar aşık olmayı engellemiyor. Yıllarca emek verilmiş bir ilişkinin varlığı ve bu ilişkiye verilen önem ise sadakatsizliklerin yaşanmasını engelleyemiyor. Her şeye rağmen hepimizin yaşantısının içinde olabildikleri için her üç deneyimde daha iyi anlaşılması gereken yaşantılar oluyor. Aşk insan yaşamının neredeyse kaçınılmaz bir yanılsamasıdır. Aşkı kaçınılmaz yapan nedenleri anlamaya çalışırken tüm aşkların ortak özelliklerini gözden geçirmek yararlı olur. Biri diğerine aşık olduğunda aşık olunan kişinin algılanması değişir. Artık onda hangi özellikler görülmek istenirse onlar görülecektir. Neyi bulmak istersek onu göreceğimize göre aşk bir görme kusuru olarak da tanımlanabilir. Mükemmel aşıklar – mükemmel birliktelik oluşturduklarına inanmak isterler. Daha somut söylemek gerekirse; Ahmet Ayşe’yi sevdiğinde, Ayşe artık: harikadır, olağan dışıdır, zekidir, yıldız gibi parlak gözleri vardır, kısacası Ahmet’in aradığı her şeye sahiptir. Bu bağlamda partnerler birbirleriyle mükemmel bir uyum içindedirler! Ne şimdi ne de ileride herhangi bir sorunları olabileceğini hayal bile etmekte güçlük çekerler. Bu bağlamda aşk, insan yaşamında pozitif anlamda bir yanlı bakışın en çok egemen olduğu nadir alanlardan birisi olmaktadır. Öyle ya, yaşadığımız dünyada deneyimlediğimiz birçok olumsuz yaşantı bizleri karamsar bir bakış açısı içinde olumsuz bir yanlılığa sürüklerken, aşk yaşantılanırken ilginç bir biçimde her şey olduğundan da olumlu görünmez mi? Aslında aşk gerçek bir ilişki değil, hayali bir birliktelik hatta olağan dışı bir kaynaşmadır. Romeo Juliet’e ‘sen benim güneşimsin’ der. Adem ise Havva’ya ‘senle ben etle tırnak gibiyiz, birimizin yokluğu ötekinin de sonu olur’ der. Böyle bir süreçte “ben”ler “biz” olabilmek pahasına yok olmaktadır. Aşk bu bağlamda bir kaynaşma olarak düşünülebilir. Aşk ilişkisinde partnerler birbirlerinin temel mutluluk kaynağı olduklarından ve neredeyse birbirleri için doğduklarını düşündüklerinden aşık olma dönemi aynı zamanda hayali bir birlikteliği de temsil eder. Ancak aşkın hayali özellikler taşıyor olması her zaman gerçekçi olduğunu iddia eden insanların bile aşık olma arzusunu köreltememektedir. Çünkü insanların yaşamlarında en özgür oldukları yer hayalleridir. Hayaller hep gerçeklerin önünde gider. Birçok insan aşkın abartılı yaşandığını bilmekte hatta aşkı bir “çıkmaz” olarak tanımladıklarında bile “ama içinden çıkmak istemediğim bir çıkmaz” demektedirler. Duyguların mantığa meydan okuduğu ve kazandığı bu süreci böylesine çekici hale getiren nedir? Aşkın, çoğu insanın derinde kendisine sakladığı iyi ve sevecen yönlerini ortaya çıkaran yanı mı? Sayısız sahteliklerin yaşandığı dünyada emsalsiz bir içtenliği
  • 15. geçici bir süre içinde olsa simgeliyor olması mı? Tüketici dünyasında baş döndürücü olduğu söylenen bir duyguyu tatma ve tüketme isteği mi? Bir ihtiyaç olarak algılandığı için yokluğunun derinden hissedilmesi mi? Varlığında tüm mutsuzlukların ortadan kalkacağına yönelik bir beklenti mi? Yoksa elmanın diğer yarısını bularak ancak böylelikle bir bütün olunacağını düşünmek mi? Çoğu zaman çevremizdekilere aşık olmakla birlikte giderek globalleşen bir dünyada insanlar tamamen farklı kültürlerden gelen, farklı inanış ve değerlere sahip kişilere de çekilip, aşık olabiliyorlar. Belki aşkın farklılıklar dahil her güçlüğün üstesinden gelebileceğine inandıkları için. Belki de aşkın anlamsız bir yaşamı bile anlamlı hale getirecek bir gücü olduğuna inandıkları için. İşte bu nedenle aşkı bir görme kusuru olarak tanımlamak mümkün. Bu bağlamda aşk “farkındalık olmaksızın yani hesapsız bir sevebilme gücü” olarak tanımlanabilir. Yine bu nedenle daha saf ve naif bir yaşantı belki de. Diğer yandan giderek globalleşen bir dünyada aşkta kolaylıkla tüketilebilen bir duygu olabiliyor. Belki de insanlar giderek daha az korkuyorlar aşkı tüketmekten. Nasıl olsa her şey tükenmiyor mu? Nasıl olsa aşkı aşık olduğumuzdan daha çok sevmiyor muyuz? Eski aşklardan yeni aşklara geçiş yapmıyor muyuz? Herkes yaşamının bir döneminde aşık oluyor. Önce aşık oldukları kişileri “deli gibi” sevdiklerini ve asla başka birini sevemeyeceklerini söylüyorlar. Sonra aşklarını yitiriyorlar, acı çekiyorlar ve bir daha asla aşık olamayacaklarını söylüyorlar. Peki daha sonra ne oluyor? Tekrar aşık oluyorlar! Yani aşık olmanın kendisini aşık olduklarından daha çok seviyorlar. Eğer aşk geçici bir görme kusuru ise eninde sonunda görme alanı netleşecektir. Birlikte yaşama süresinin uzaması, ya da evlilik bazen bu görme kusurunun beklenenden önce düzelmesine neden olur. Beklenenden önce diyorum çünkü günümüzde herkes “aşk ne kadar sürer?” gibi bir sorunun cevabının peşine düşmüş durumda. Mümkünse aşkı olabildiğince uzatmak istiyorlar. “Büyüsel bir süreç, olağanüstü güzel bir rüya” olarak tanımlanan bir yaşantının çabuk bitmemesini istemek tabiî ki anlaşılmaz bir durum değil. Ancak buradaki talihsizlik aşk bitince her şeyin biteceğini ve ilişkinin anlamsızlaşacağını düşünmek. Aşkın ne kadar süreceği şeklinde bir soru bu noktada anlam kazanıyor veya kaybediyor. Eğer insanlar aşk yok olduğunda onun yerine gelebilecek duygunun en az aşk kadar doyurucu olabileceğine inansalar, aşk ne zaman biter sorusu eminim bu kadar önemli olmazdı. Ancak her aşkta sevgiye dönüşmüyor elbette. Bu noktada önemli olan aşkın sevgiye dönüşüp, dönüşmediği önümüzdeki sayılarda aşkın sevgiye dönüşebilmesi için partnerlerin özen göstermesi gereken noktalar üzerinde daha çok yazmaya çalışacağım. Sınırlı bir ömrü olduğundan, doğal olarak aşk iyi bir evlilik için asla yeterli olamayacaktır. Peki evlilik içinde mutluluğu ya da mutsuzluğu belirleyen nedir? Yaşanan sorunların sayısı ya da niteliği mi? Evlenilen kişiden kaynaklanan sorunlar mı? Yine önümüzdeki sayılarda daha uyumlu ve mutlu evliliklerdeki ortak özellikleri gözden geçirecek ve mutlu bir evliliğin vazgeçilmez öncülleri olan iletişim ve sorun çözme becerileri üzerinde duracağım. Sorunlu evliliklerde en sık görülen özelliklerden biri eşlerin birbirlerini suçlamaları. Bu suçlamalar sonucunda eşler zaman zaman umutsuzluğa kapılıyor ve “Yürümüyor işte…”, “Hep aynı şeyler oluyor”, “Bu ilişki onun umurunda bile değil”, “Hatalarını asla kabul etmiyor”, “İlişki iki kişiyle yürür ama o her şeyi benden bekliyor”, “Hiçbir şey değişmeyecek” gibi düşünebiliyorlar. O zamanda ilişki için daha fazla çaba sarf etmenin anlamsız olduğunu düşünülüyor. Geçmişin ve şimdiki yaşantının kötü
  • 16. olması yanı sıra geleceğinde umutsuz görünmesi eşlerin daha da karamsarlaşmasına hatta evliliğin sonlanmasına neden olabiliyor. Bu suçlamalar çoğu kez bazı güzel! açıklamaları da beraberinde getiriyor. “Çok çocuklu bir aileden geliyor”, “Tıpkı annesi/babası gibi”, “Ailenin tek çocuğu olduğundan her istediği yerine getirilerek büyütülmüş”, “Çevresi onu hep şımartmış”, “Ana-babası ayrılmış olduğundan birlikteliğin ne demek olduğunu bilmiyor”, “Yakın ilişkilerde sorunu olmalı”, “Kendine saygısı ve güveni yok” hatta son zamanların popüler söylemi olan “Issız bir adam” gibi. Oysa rahatsız olunan davranışlar ile ilgili hipotezler kurup açıklamalar yapmak evlilikte nadiren sorun çözer ya da mutluluk getirir. İlişkiler sorunlu hale geldiğinde kimin, hangi oranda “suçlu” olduğu ve suçun altındaki nedenlerin araştırılması bazen yalnızca soruna katkıda bulunur, çözüme değil… Önemli olan güzel açıklamalar yapmak değil, sorunun çözümünde etkili olabilecek yöntemler geliştirebilmektir. Çünkü aslında hiç kimse (psikiyatrlar dahil) neyi, niçin yaptığımızı kesin olarak bildiğini söyleyemez ve ilişkilerde mantıklı açıklamalar yapmak sorunu çözmekte asla yeterli değildir. Nefret ettiğinizi bildiği halde aynı davranışları yapmakta ısrar eden ve daha önce 50 kez bunu yapmamasını söylediğiniz halde söylemlerinizi umursamayan partneriniz için öfke ile dişinizi gıcırdattığınız hiç olmadı mı? Ya da onun ilk tanıştığınız zamanki gibi olmadığını düşündüğünüz anlar? Hatta onu eskisi kadar sevmediğinizi düşündüğünüz zamanlar? Birazcık gerçekleri görebilse, biraz dediklerimi duyabilse diye üzülüp, ağladığınız ya da öfkelendiğiniz zamanlar? Yakın ilişkiler ve bu ilişkilerin kurumsallaştığı yer olan evlilik dünyasına hoş geldiniz! Uzun süreli ilişkilerde duygularının ara sıra iniş ve çıkışlar göstermesi son derece doğaldır. İniş yaparken yalnızca inişte olunduğunu gösteren işaretlere bakmamak gerekir. Çünkü yalnızca olumsuzlara odaklanmak onların daha çok görülmesini, daha çok görülmesi ise daha çok aranmasına neden olur. Böylelikle olumlular giderek görülmemeye ve yalnızca olumsuzlar fark edilmeye başlanır. Özetle, yaşamda ne aranırsa bulunacak olan o olacaktır. Evlilikte sorunların net ve somut olarak tanımlanması, eşlerin birbirleri ile ilgili değişmesini istedikleri davranışların belirlenmesi ve tüm bunları yaparken ne tür stratejilerin kullanılması gerektiği de önümüzdeki sayılarda ele alınacak önemli konulardan bazıları olacaktır. Evlilik içi yaşantılar arasında eşleri ve birlikteliği en çok yıpratan yaşantının sadakatsizlik olduğunu söylemek abartılı olmasa gerek. Sadakatsizlik mevcut birliktelik dışında üçüncü kişi/kişilerle yaşanan duygusal ve/veya fiziksel bir ilişki sonucu birlikteliğin beklenti ve standartlarının çiğnenmesi anlamına gelir. Birlikte yaşayan partnerle sadakatsizlikle karşılaştıkları takdirde bunun tereddütsüz ilişkilerinin sonu olacağını söylemelerine karşın gerçek yaşamda çiftlerin yarısından fazlası sadakatsizliğe rağmen ilişkilerine devam etme kararı almaktadırlar. Partnerler birlikte kalmaya karar verdiklerinde somut bir ilişki kaybı söz konusu olmasa da ilişkiye atfedilen olumlu nitelikler kaybolmaktadır. Sadakatsizlik her iki partneri de değiştirmekte ve böylelikle ilişkinin kendisi de değişikliğe uğramaktadır. Güven üzerine kurulu eski ilişki ölmüştür ve yası tutulacaktır. Dolayısıyla sadakatsizliğin ardından yaşanan süreç tıpkı sevilen birinin ölümünü izleyen süreç gibi şaşkınlık, şok, inkar, öfke, umutsuzluk, çaresizlik, üzüntü gibi evreler içerebilir. Bütün bunlara rağmen kulağa inandırıcı gelmese de sadakatsizlik sonrası birlikte yaşamaya devam eden çiftlerden bir kısmının ilişkilerinin sadakatsizlik öncesi dönemden daha da sağlıklı bir duruma gelmesi mümkündür. Bu sadakatsizlik sonrası
  • 17. ortaya çıkan kriz dönemi ve sonrasındaki gelişmelerin partnerler tarafından nasıl yönetildiğine bağlıdır. Sadakatsizliğin yıkıcı etkilerinin daha çok sadakatsizliğe uğrayan kişide görüldüğü bilinmekle birlikte bu sadakatsizliği yapan partnerin acı çekmediği anlamına gelmez. Sadakatsizliğe uğrayan kontrol duygusunu, amaçlarını, kimliğini, adalet duygusunu hatta yaşama isteğini kaybedebilirken, sadakatsizlik yapan da suçluluk, utanç, belirsizlik, umutsuzluk gibi olumsuz duygular yaşayabilir. Bütün bu olumsuzluklar içinde kaybedilen güven tekrar nasıl kazanılacaktır? Sadakatsizliğe rağmen birlikte kalmayı tercih eden çiftler arasında mutluluğu ve güven duygusunu bir daha asla yakalamayan mutsuz çiftler olduğu gibi, acıyı sağlıklı bir biçimde geride bırakarak mutlu olmayı başaran çiftler de vardır. Travmatik süreci başarıyla geride bırakan çiftler incelendiğinde hemen hepsinin şu üç aşamadan geçtikleri gözlenir.  Sadakatsizlik sonrasında ortaya çıkan krizin aşılması dönemi. Bu dönemde ilişkiye daha fazla zarar vermemek için yapılması ve yapılmaması gerekenlerin çok iyi saptanması beklenir.  Sadakatsizlikten anlam çıkarma ve sadakatsizliği anlama aşaması. Bu aşamada sadakatsizliğe uğrayan eş ihanete anlam verebilmek için sürekli olarak konuyu gündeme getirmek isterken, sadakatsizlik yapan eş ise konunun tekrar tekrar konuşulmasından belirgin bir rahatsızlık duymaktadır. Bu koşullarda sadakatsizlik nasıl konuşulmalıdır? Önümüzdeki sayılar hem krizin aşılması hem de sadakatsizlikten anlam çıkarma aşamalarında eşlerin yapmaları gerekenleri detaylarıyla aktarılacaktır.  Sadakatsizliği geride bırakabilmek için ileriye doğru adım atma. Sadakatsizliği geride bırakma, acıyı kabul etmeyi, kararlı, sabırlı olmayı gerektirir. Çünkü ancak umut varsa çaba vardır. Bu aşamada yapılması gerekenler de detaylarıyla aktarılacaktır. Özetle, sadakatsizlik sonrasında birlikte kalma kararı alan eşlerin birlikte geçmek durumunda oldukları zorlu süreçte kullanabilecekleri stratejiler tanımlanacaktır. Amaç sadakatsizlik acısını geride bırakmaya çalışan partnerlerin yapmaları ve yapmamaları gerekenleri detaylarıyla tanımlayan bir kendi kendine yardım yöntemi aktarmak olacaktır. Umarım yeni dergimizin yolculuğu siz değerli okuyucularımız için keyifli olur. Herhangi bir son durak amaçlanmamakla birlikte yolculuğu keyifli yapan sonuçlar değil içinden geçilen süreçtir. Yazarlarımıza ve tüm okuyucularımıza yaşamın zaman zaman kaçınılmaz olabilen acılarında da anlam bulabilecekleri bir yolculuk yapabilmeleri dileklerimle. (Bu yazı daha önce Paprika Dergisinde yayınlanmış, dergimizde yayınlanması için Prof Dr Mehmet Zihni Sungur’un izni alınmıştır)
  • 18. PSY-Q SİNEMA JEUX D’ENFANT Hazırlayan: Sıla Salantur E- dergi bu ay filmde de “aşk”ı ele aldı. Ynetmen koltuğunda Yann Samuell, başrollerini Guillaume Canet ve Marion Cotillard’ın paylaştığı 2003 yapımı Fransız filmi Jeux D'enfant ile karşınızdayız. Romantik komedi tadındaki bu film Türkçe’ye Cesaretin Var mı Aşka adıyla çevrildi. Filmin konusu oldukça ilgi çekecek cinsten. Julien ve Sophie iki çocukluk arkadaşıdır. Julien’in annesinin hastalığı ve babasının otoriter yapısı, Sophie’nin ise Polonyalı oluşu ve diğer arkadaşları tarafından ırkçı saldırılara uğraması iki çocuğu en iyi arkadaş yapar. Julien ve Sophie’nin fazlasıyla cesaret ve biraz da delilik gerektiren oyunları filmin ana konusunu oluşturuyor diyebiliriz. Bu oyunu “Doğruluk mu Cesaret mi?” oyununun sadece cesaret üzerine kurulmuşuna benzetebiliriz. Oyunun kuralı çok basittir; sırasıyla her biri, ötekine cesaret gerektiren zorlu görevler verecektir. Bu görevler arasında sınava sütyenle gitmek de vardır, okulun en sert çocuğunu tokatlamak da... Zamanla hayatın kendi zorlukları, bu oyunun bir parçasına dönüşmeye başlar. Ve bu oyun, gitgide inanılmaz bir aşk yaratır aralarında. Ama acaba bu aşk birbirlerine kavuşmalarındaki en büyük engel midir? Yıllar boyu oyunu sürdürecek olan büyüyünce diktatör olmak isteyen Julien ve kayısılı turta olmak isteyen Sophie’nin arasında gibi duygusal bir yakınlaşma olacaktır. Film boyunca kendinizi karakterlerin yaşadıkları aşk, tutku ve hayatlarına odaklanırken bulacaksınız şüphesiz. Film bu denli aşktan izler barındırıyorken aşkı anlamak ve biraz tanımak gerekmez mi sizce de ? Aşkın tanımı ya da ne olduğuna ilişkin yıllardan beri birçok açıklama yapılmıştır. Aşk, insanın öznel dünyasında yaşanan, bizzat kendisinin tanımlanmasından ziyade etkileriyle anlatılabilen bir yaşantı türüdür. Finck‟e (1981) aşk, sevginin tutkulu ve derin biçimidir. Aşkın en önemli özellikleri; sadakat, bağlılık ve şefkattir. Aşık olan kişide önceliği duygular almış ve akıl yürütme ikinci plana düşmüştür. Aşk, öyle bir çelişkiler silsilesidir ve öyle sonsuz rengiyle biçimi vardır ki, hakkında
  • 19. ne söylerseniz söyleyin, muhtemelen doğrudur (akt. Pines, 2010). Mevlana ise aşkı şu sözlerle tanımlamıştır: “Birisi, aşıklık nedir?‟ diye sordu. Dedim ki benim gibi olursan bilirsin. Aşk sayıya sığmaz, ölçüye gelmez sevgidir”. Psikolojinin esaslı kavramları arasında yer alan aşk, pek çok farklı kuramcı tarafından türlere ayrılmıştır. Aile danışmanları, psikologlar ve aile danışmanlığı hizmeti veren kurum çalışanları sonuçlardan yararlanarak hangi aşk türlerinin yaşamda daha fazla anlam bulmayı sağladığı konusunda danışanlara keşfedici bir yön sunar. Sonu birçok izleyiciye göre açık bırakılmış fakat ilk sahnesi ve sonu düşünüldüğünde ruhun sonsuzluğunu işleyen Jeux D’enfant 14 Şubat Sevgililer Günü için haftalar öncesinden rezervasyon yaptırılmış bir etkinliğiniz yoksa eğer partnerinizle bu filmi izlemek iyi bir alternatif olabilir. Sonunda siz de partnerinize o soruyu sormayı unutmayın. “Benimle oynar mısın?”… Bir dahaki sayımızda görüşmek dileğiyle. Yaratıcı Yazarlık Söyleşisi 21 Ocak 2017 günü PSY-Q Eğitim Merkezimizde gerçekleşti.
  • 20. MUTLULUK ve CİNSELLİK Doç Dr Cebrail Kısa cebrailkisa@hotmail.com Mutluluk, Türk Dil Kurumu sözlüğünde “bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan doğan kıvanç durumu” olarak tanımlanmakta olup, değişik tanımları yapılmış bir kavramdır. Bu bağlamda her insan için duygu, biliş ve davranış olarak aynı şeydir. Ancak psişik süreçler açısından her insan için farklılık gösterir. Herkes aynı şeylerle ve aynı oranda mutlu olamaz. İnsanoğlunun yaşamı frontal lobla ilişkili yönetici fonksiyonların kontrolündedir. Bu yönetselliğin olumlu geri bildirimlerle aktive olması sonucunda, iyi ve mutlu hissetmenin aracılığını yaratan mezokortikal dopaminerjik sistem- ödüllendirici sistem devreye girer. Bunun yarattığı duygulara ise limbik sistem aracılık eder. Dopamin, adrenealin, melatonin, serotonin ve endorfin hormonlarının salgılanmasının mutluluk üzerinde etkili olduğu düşünülmektedir. Melatonin ışık ve güneşte daha fazla salgılandığından kış aylarında mutluluk oranı sıcak aylara göre daha düşüktür. İklim değişiklikleri bu hormonal etkileşim nedeniyle mutluluğu etkileyen faktörlerdendir. Bu veriye baktığımızda anne rahmine düştüğümüz andan itibaren ve kişilik gelişiminin sonraki dönemlerinde ancak sağlıklı bir biyolojik, psikolojik ve sosyal gelişim içinde desteklenen bireylerde mutluluğun hormonal yolakları gelişir. Mutlu olabilmenin temel yolu bireyin biyolojik, psikolojik ve sosyal açılardan sağlıklı olarak yetiştirilmesidir. Bunun hayata yansıyan yönü ise; çocukların sevgi, şefkat ve dokunularak büyütülmesidir. Onlara sorunlarının üstesinden gelme becerilerini, yaşamlarını yönetebilme, kararlarını kendileri alma ve sorumluluk alma becerilerini öğretmektir. Mutluluk; doğumundan itibaren insanoğlunun içinde var olduğu kabul edilen açlık, sevilme ve cinsel dürtünün doyurulması, varoluşsal kaygının ve hiçlik duygusunun ortadan kalkmasıdır. Gerçek anlamıyla ihtiyaçların karşılanması, doyurulması, güven içinde hissetmek, hayata bütün bağlarıyla tutunmak ve var olmaktır. Cinsellik ise cinsel dürtünün etrafında yapılanan; cinsiyet, cinsel kimlik, cinsel rol, cinsel yönelim, erotizm, haz, yakınlık ve üreme gibi kavramları içeren, insanın kişiliğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Yaşamda cinsel ifade ve davranış olarak kendisine yer bulur. İnsanların birçoğu tarafından “yaşanabilecek en güzel zihinsel ve bedensel eylemler” olarak kabul edilir. Beden ve ruh sağlığımızın en temel bileşenidir. İnsanın var olmasının ya da varlığını ötekine hissettirebilmesinin başka tür bir anlatımıdır. Biyolojik yapıdan, kişilik özelliklerinden, kişinin başkasıyla ilişkisinden ve içinde yaşadığı kültürden büyük ölçüde etkilenir. Cinsellik tarih boyunca insanoğlu için karmaşık, vahşi, gizemli ve ehlileştirilemeyen bir dürtü, varoluşsal bir korku kaynağı olmuştur. Cinsellik kötüdür, insanlar sevdiklerine cinselliği yakıştıramaz. Türkiye'de gerek toplumsal, gerekse de dini açılardan tabu olarak kabul edilir. Sadece üreme yönü destek görürken, “zevk ve haz” yönü ise çoğu kültürde neredeyse yok sayılır. Cinsel yaşantının ve cinsel sorunların ele alınışı, cinselliğe bakış açısındaki değişime paralel olarak
  • 21. her geçen gün değişmekte ve gelişmektedir. Bu değişim ve gelişmenin ana itici gücü ise kadınlar için daha fazla olmakla beraber, hem erkek hem de kadının toplumsal ve cinsel alandaki rolünün giderek farklılaşması ve değer kazanmasıdır. Batılı toplumlarda geçmiş yıllarda cinsel istekleri nedeniyle suçluluk duyan mutsuz kadınlar, şimdilerde ise iyi sevişebilme ve orgazm olabilme konularında kendilerini sorgular hale geldiler. Buna karşın ülkemizde ve daha doğudaki toplumlarda, göreli olarak erkek cinselliği biraz daha özgürlük alanı bulsa da kadının özgür olmadığı bir ilişkide, erkek cinselliğinin özgürlüğünden bahsetmek ne kadar doğru olabilir ki. Hem kadın hem de erkek cinselliği üzerindeki baskıcı tutum halen devam etmektedir. Bu kültürlerde yetişen birçok insan cinsel isteklerini ya da sorunlarını dile getirmekte zorluk yaşarlar ve mutsuzdurlar. Bu kadar yok sayılmasına rağmen Dünya Sağlık Örgütünün tanımında cinsel sağlık, bir bireyin sahip olduğu bazı temel haklar arasında yer alır. Bu temel haklar arasında cinsel ve üreme davranışlarını sosyal ve kişisel etiğe uygun olarak yaşamak, cinsel tepkileri baskılayan ve bozan korku, utanç, suç, yanlış inançlar ve diğer faktörlerden cinsellik ve üreme fonksiyonlarını olumsuz etkileyen organik bozukluklar ve hastalıklardan kurtulma hakkı da dâhildir. Cinsellik ve mutluluk bir anlamda biyolojik, psikolojik ve sosyal olarak insan yaşamının ve ilişkilerinin temel yürütücüsüdür. Onu içindir Freudiyen bir tanımlama olan “libido” ya da “libidinal güç” kavramları ilk zamanlarda yalnızca cinsel güç anlamında kullanılırken, günümüzde hem cinsel güç hem de kişiyi hayata bağlayan yaşam gücü/enerjisi anlamında kullanılmaktadır. Yani cinsellik aslında yaşam enerjimizin ta kendisidir. Cinsel duygular, fanteziler ve arzular beden ve ruh sağlığımızın devamı, genel iyilik ve mutluluğun vazgeçilmez bir parçasıdır. Cinselliğin yaşanmasına izin veren kültürlerde, izin vermeyen kültürlere göre insanların özgüven içinde oldukları ve yaşamlarında daha mutlu oldukları bilinmektedir. Hatta son yıllarda yapılan bazı çalışmalarda aktif ve düzenli cinsel yaşantısı olan insanların daha mutlu ve daha uzun süre yaşadıkları, aktif cinsel yaşantısı olmayan insanların ise mutsuz ve daha erken öldükleri ile ilgili bilimsel sonuçlar vardır. Cinsellik ve mutluluk arasındaki ilişkiyi ortaya koyan birçok biyolojik kanıt vardır. Cinsel aktivite sırasında, libidinal enerjinin yaratılmasında, orgazma ulaşma ve iyi hissetme yolunda “mezolimbik dopaminerjik-ödüllendirme yolak” aktifleşir. Bu yolak ödüllendirici sistem dediğimiz ve bağımlılık geliştiren ilaçların yarattığı haz kaynaklı çalışan öfori ve bağımlılığın gelişmesinin temel yolağıdır. Cinsel yaşantılar özellikle de dokunma, okşama ve sevişmeyle endorfinler, dopamin, nitrik oksit ve oksitosin salgılanmasına neden olarak bütün bedenin gevşemesini, iyi hissetmeyi, sevgi ve şefkat gelişmesini sağlar. Sempatik ve parasempatik sistemin koordineli bir biçimde çalışması da bu ahengin yaratılmasının ana etkenidir. Mutlu olmayı sadece cinselliğe bağlamak nasıl taraflı bir yaklaşım ise mutluluğu maneviyata havale etmek de taraflı bir yaklaşım olur. Kişilerin doğumundan itibaren beraberinde getirdiği cinsellik de dahil sevgi, şefkat istemi ve açlık gibi diğer dürtülerin de doyurulması buna katkıda bulunur. Özellikle erken çocukluk yıllarında aile bütünlüğünün olması, çocukların sevgi şefkat ortamında büyümeleri ve ihtiyaçlarının karşılanması, psikososyal stres faktörlerine maruz kalmaması ve kişilerarası ilişkide karşılıklı güven, dürüstlük, açıklık, sevgi ve saygı çerçevesinde birbirinin mahremiyetine saygı göstererek ilişkilerin yaşanması mutlu olabilme yolunu açar. Mutluluk
  • 22. hiçbir zaman kendiliğinden gelmez, istemek gerekir. Kişilerin hayatlarındaki amaçlarını gerçekleştirme çabasıdır.
  • 23. İYİLEŞTİRİCİ OLMAK Ferhan Bıçakçılar Kötümserler her fırsattaki zorluğu, iyimserler ise her zorluktaki fırsatı görürler. Winston Churchill İlişkileri içinde çevresindeki insanların değerli hissetmesi için bir davranış, bir söz, sevgi dolu bir dokunuş ortaya koyan kişi iyileştiricidir. İyileştirici olmak; eylemde bulunmak, ilişkiler de yapıcı olmak ve yaratıcı bir şeyler yapmak demektir. Az ya da çok ne yaparsanız yapın, olumlu düşüncelerle, çözüm hedefli ve yaratıcı olmaya çalışıyorsanız sizde iyileştirici bir kişisiniz demektir. Birlikte oturup dizi seyretmek, bir kafede oturup sadece etrafa bakmak, yan yana olmanıza rağmen bilgisayar ya da telefonla ilgilenmek ya da AVM’nin içinde boş boş gezip sadece vitrinlere bakmak gibi pasif faaliyetlerde bulunmak, iyileştirici olmak değildir. İyileştirici olamayan çiftler zamanı beraber kullanamaz; zamanı beraber tüketirler. Daha önce bahsettiğim gibi yeni yüzyılda değişen değerler ve hızla akan yaşam, insanları sorunlar karşısında neler yapabilecekleri hakkında şaşkına çeviriyor. Bu nedenle bazı çiftler sürüklenmekten başka yapabilecekleri bir şey olmadığını düşünüp, rüzgâra kapılmış bir yaprak misali savrulurlar. İyileştirmek için yapılan bir davranış sonunda, eşler bir parça bile olsa daha iyi hissediyorlarsa ya da durumun daha olumlu hale geldiğini düşünüyorlarsa, bu iyileştiricidir. İyileştirici olmak, ilişkiye neler olabileceği konusunda değil, ilişki için yapabilecekleri konusunda eyleme geçmek ve olumlu beklentileri oluşturmak demektir. Bu yeni bir bakış açısıdır, ultra düzeyde bir mucize ya da çok özel bir yetenek değildir. İstendiğinde herkes, az da olsa iyileştirici olabilir. “ İyileştirici olma” ve “Eyleme geçme”… Bu ikisini bir araya getirdiğinizde daha iyi bir ilişkiyi başlatmış olursunuz. İyileştiricilik, sorumsuzluğun karşıtıdır. İyileştiricilik, vurdumduymazlığın karşıtıdır. İyileştiricilik, pasifliğin ve tembelliğin karşıtıdır. İyileştiricilik, olumsuzun karşıtıdır. İyileştiricilik, yıkıcılığın karşıtıdır. İlişkinizi formda tutmak için bu kitabı okuyorsanız, bu, yapıcı bir faaliyettir. Konuyla ilgili size son bir uyarı, zevk ve eğlencenin ilişkinizin tek amacı olması, iyileştirici olmanız anlamına gelmez; ilişkisel başarınız, ilişkinizdeki istikrarın ve dengeli bir duygusal hayatın oluşturulabilmesi ile mümkündür. Geçinmeye niyetli olabilmenin, iyileştirici olmanın temel mantığını içerdiğini, kitabı buraya kadar okuyan herkesin öğrendiğini düşünüyorum. Bu bilgilerle, ilişkiniz hakkında olumlu düşüncelere ve duygulara sahip olabilirsiniz; ama bu olumlamayı davranışa dönüştürmek, birlikteliğinizi iyileştirmek, temel felsefeniz olmalıdır.
  • 24. Okullarda Anne Baba Eğitimleri yeniden başlamalı (Haber Ekspres gazetesinde yayınlandı) RÖPORTAJ Lütfü Dağtaş-Evlilik ve Aile Danışmanları Derneği olarak okulların dışında belediyelerle de konuyla ilgili olarak eğitim işbirliğine hazır olduklarını açıklayan Tolga Nasuh Aran, ülkemizde, kaba boşanma hızının 2015 yılında en yüksek olduğu ilin İzmir olduğunu belirtti, oranın binde 2.77 olarak gerçekleştiğini aktardı, "İzmir'i binde 2.75 ile Antalya, binde 2.55 ile Muğla izledi. Kaba boşanma hızının en düşük olduğu il ise binde 17 ile Hakkari oldu. Hakkari'yi binde 22 ile Şırnak, binde 23 ile Bitlis izledi" dedi. Yine 2015 yılında boşanmaların yüzde 39,3'ünün evliliğin ilk beş yılında olduğunu belirten Tolga Nasuh Aran, yüzde 21,5 oranındaki boşanmanın ise evliliğin 6 ila 10 yılı arasında görüldüğünü kaydetti. 'Evlenmeye de, boşanmaya da hemen karar veriyoruz' Toplumumuzda evlenmeye de boşanmaya da hemen karar verildiğine dikkati çeken Aile Danışmanı Tolga Nasuh Aran, konuyla ilgili olarak şöyle konuştu: Bence bu bir eğitim sorunu. Çocuklarımızı bir gün yetişkin olacak diye yetiştirmiyoruz. Her şey gibi birbirimizi tüketiyoruz. Hazzı ertelemeyi öğretemediğimiz sürece hiç kimse mutlu olmayacak. Sabırsız bir toplum olduk. Dinlemeyi bilmiyoruz. Empati kavramına çok uzağız. Çiftler maalesef ayrı telden çalıyor. Birbirine yabancılaşıyor. Eğitim, demiştim. Belediyelere çağrı yapıyorum buradan. Evlendirme dairesine başvuranlara en azından evlilik okulu benzeri eğitimlere yönlendirsinler. Evlendikten sonra anne ve baba olacaklara anne baba okullarına yönlendirsinler. Ben kendi kurumum adına ve yöneticisi bulunduğum Evlilik ve Aile Danışmanları Derneği adına bu projelere hazırım. Evliliklerin aile içi eğitimden kurumsal eğitime pek çok eksiklikten olumsuz olarak etkilendiğini dile getiren Aile Danışmanı Tolga Nasuh Aran, bu konuda şunları söyledi: Bir kere demokrasi kavramını bir türlü içselleştiremedik. Eskiden otoriter ama tutarlı bir anne baba modeli vardı. Bu otoriter modelde sevgisini ifade edemeyen bir nesil dünyaya geldi. Bu nesil ise çocuklarını kendi ebeveynlerimden farklı yetiştireceğim diyerek koruyucu ama umarsız bir model geliştirdi. Yani çocuğunu bir taraftan aşırı koruyup olgunlaşmasını engelledi, benim gibi olmasın ezilmesin, dedi ya da biz çocuğumla arkadaş gibiyiz, dedi ve kuralsız bir nesil yetiştirildi. Teknoloji hayatımıza girdikten sonra ise uzaktan kumandalı bir nesil oluştu. Yani çocuklar artık evde karar verici olmaya başladı. Ne yenileceğine, nereye gidileceğine artık çocuklar ebeveynler yerine karar vermeye başladı. En ideal olan demokratik modeli ailede gerçekleştiremediğimizden şu anda toplum olarak birbirimize tahammülsüz, saygısız, hoşgörüsüz ve empatiden yoksun, vicdan sahibi olmayan bireyler haline geldik. Dolayısıyla bu toplumsal yapıda evliliklerin, dolayısıyla ailelerin de biçimlenmesi maalesef böyle oluyor. Okullarımızda başlayan ancak çöpe atılan Anne Baba Eğitimleri Projesi, Demokrasi Okulu projeleri vb. geliştirilerek yaygınlaştırılmalıdır. Aslında özetle ne gerekiyor biliyor musunuz? Çocuklarımıza
  • 25. felsefi düşünmeyi öğretmeli ve bu yönde eğitimler vermeliyiz. Çocukların etkilenmeleri Aile içi geçimsizliklerin ve boşanmaların ağır bastığı ortamda çocukların da etkilenmelerinin söz konusu olduğuna vurgu yapan Aile Danışmanı Tolga Nasuh Aran, bu konuda yanlış bir algılama olduğunu söyledi, "geçimsiz bir çift eğer saygıyı, sevgiyi yitirmiş ve sadece çocukları için kağıt üstünde evliliklerini sürdürüyorsa esas çocuklarımız bu ilişki biçiminden olumsuz etkileniyorlar" dedi, şunları aktardı: Şüphesiz çocuklarımız etkileniyor. Ancak yanlış bir algılama var. Boşanmış bir aile çocuğu olumsuz etkilenir, diye. Düzeltme yapmak istiyorum. Geçimsiz bir çift eğer saygıyı, sevgiyi yitirmiş ve sadece çocukları için kağıt üstünde evliliklerini sürdürüyorsa esas çocuklarımız bu ilişki biçiminden olumsuz etkileniyorlar. Boşanma kararı olan çiftleri anne ve babalıktan ayrılmayacakları hususunda hep bilgilendiriyoruz. Ancak ne oluyor biliyor musunuz? Genellikle hemcinslerim olay mahallini terk ediyor, ebeveyn sorumluluklarını yerine getirmiyorlar ya da ekonomik gücü olan kadınlar bunu kullanarak ayrılan kocasını çocuğuyla cezalandırıyorlar, çocuklarını babalarına karşı dolduruyorlar. Aile Danışmanı Tolga Nasuh Aran, 15 yılı aşkın süredir davranış kalıplarımız üzerine eğitim verdiğini belirtti, söz konusu eğitimlerde ailelerin işlevsel olmayan davranış kalıplarına değindiğini açıkladı, Bireysel, Kurumsal, Çift ve Evlilik, Çocuk ve Ergen dallarıyla profesyonel koçluk alanında danışmanlık hizmeti verdiğini aktardı.
  • 26. Aşkla Kala Kalın Yetiş Fidan Mutlu Ne çok film ,şarkı,hikaye ,söz ve şiir var aşk üzerine yazılmış..Onlarcası geçti aklımdan saatlerce okudum kimler ne demiş , neler söylemiş diye .Kıyısına köşesine çok yakışsalarda hatta yazımı şıklaştırsalarda çoğundan vazgeçtim..Sizlerle paylaşmadan önce inanın bende ,yüzyıllardır sırrına erilememiş bu gizemli deneyimin dünyamdaki izdüşümünü ve bu kadar sağanak altında kalan yansımasını merak ettim.Sırlar , bilinmezlikler peşinde koşan biz insanoğlunun merakı ve açlığı keşiflerinde ,bilim ve sanatta yaratım süreçlerinin ilk adımı olmuş.Aşkta bir sır gibi hayatlarımızın ortasına kondurulmuş .Aşk çözülemedikçe mi güçlenmiş yoksa sırrının içindeki sırlar mı onun bu vazgeçilmez konumunu sarsmamıştır hala çok da bilen yok.Bu sorunun yanıtı bile bir gizemler silsilesinde saklı bence..Bazı disiplinler farklı yaklaşımlarla tanımlamalar yapıyorlar.Bir çok düşünür onlarca söz söylüyor,kitaplar üzerine şiirler yazılıp şarkılar besteleniyor..Hangisi bizimkine uyuyor?..Ucundan kıyısından benzer noktaları ya da yaralarımızı iyileştirici merhemleri oralardan bulmaya çalışsak, sonuç ne çare!!!En iyi psikolog ya da terapistin son sözü şu oluyor:Bunu siz atlatacaksınız..Atlatmak zorunda olduğum bu duyguyu yaşamak için ettiğim dualar ,hangi gezegende kabul olmuştu ya peki dilek havuzlarına attığım paralar şimdi kimin dileğinde parıldıyordu..Niye atlatıyorum doktor bey !!!Peki atlatınca, nereye atlıyorum ben; sonsuz bir yalnızlıksa, buyurun siz önden ben burda kalıyorum..Beceremedim mi diye de düşünmeden edemiyor insan ama o hınzır sesim imdadıma yetişiyor : -Herkes senden ..Sevinelim mi gülelim mi halimize ..İşler sanki daha da karışıyor..Bir şöyle ilham inse ,Tanrım bana bir kıyak geçse, bu kızın yüreği çok acı çekti bunu atlatıvereyim dese ..Ve beklenen o müthiş iç ses : -Senden daha çok acı çekenler oldu sonuç aynı..Sen de atlatacaksın..Bunlar ünlü bir tragedyaların korosu mu oldu ne?.Tanrım üç kuruşluk aklım vardı, aşık oldum üçte ikisi gitti, son elde avuçtakini de bu koroya kaptıracağız kesin.Üzülmeyin ve gülmeyin sevgili dostlar her an başınıza gelebilir.. Aragon’un önünde saygıyla eğildikten sonra , aşkın kimyası insanı nasıl ters yüz ederse ben de aşkın ilk ok anlarıyla bitireyim yazımı..Hiç beklemediğin işte o an ,ansızın ne olduğunu bile kavrayamadan insanı içine çeken, eviren çeviren bu duygunun insanoğluna verilen büyük hediyelerden biri olduğuna inandığımı itiraf etmek zorundayım.Ok kalbinizde ilerlerken zamanla , küçük bir çocuğun gölgesiyle karşılaştığı anlardaki hallere dönüşürsün.Kaçsan kaçılmaz hem benzerin hem benzemeyenin ,her gördüğünde kalp taşıkardiden yorgun,yanından ayrıldığın an buram buram özlem kokar; tüm şiirler ,şarkıların nakaratları hep Of'tan başlar... Adet yerini bulsun sevdiğim aşk tanımını paylaşmadan olmaz.”O kişi yoksa ,bütün dünya insansız kalmış gibidir” diyor Lamartin.Elbette zıtlıklar dünyasında, aynaların sırrı için ardına varabilmek, tersiyle yüzünü buluşturmak lazım.Öte yüzü ,o kişi varken zamansızlığa çağırır gibi yanıbaşındaysa zaman durur ve artık başka kimse yoktur.Aynada kendini
  • 27. görmeye başladığın anlar ,kapına dizilmiştir..Hayallerin ve umutların, kendini görmen için önünde durduğun aynanın tozunu çoktan almışlar bile.Ve ilk kez şaşırır kalırsın hallerine tanıyamazsın kendini ,bir daha bir daha bakarsın güzelleşen yüzüne ışıl gözlerine..Of of öyle güzel girdik duyguya, birden hatırladım hayatımın en uygusuz dar zamanlı anlarını yaşıyorum ve off bu ilişki çok imkansız görünüyor..Çok mu tanıdık geldi hiç sormayın bana da ..Yakın bir şair arkadaşımın bir sözüyle veda edeyim.”Aşk Kalandır”der.Kalın sağlıcakla ve aşkla..
  • 28. AŞKIN PSİKOLOJİSİ Yrd. Doç. Dr. Mehmet ŞAKİROĞLU Hiç şüphesiz, aşk yeryüzünün en büyülü gerçekliklerinden. İnsanı insan yapan, kendisini muhteşem hissetmesine yol açan, varlığıyla mutluluk ve mutsuzluğu aynı anda yüreğe koyan ve tüm bu özellikleriyle duyguları muhteşem kılan en güzel deneyimlerimizden biri. Eğer aşıksan, ince bir çizginin üzerindesindir her zaman. Aşk, bir yanına aydınlığı, mutluluğu ve enerjiyi doldururken, diğer yanına karanlığı, mutsuzluğu ve umutsuzluğu koyar. Ve insan, bu ince çizgide düşe kalka yürümeyi seçer. Çünkü aşktır, bilinmezdir. Bugün var, yarın yoktur. O yüzdendir ki insan, aşkı anlamak için yaşamayı, tatmayı, düşüp kalkmayı göze alır. Aşkı için tek başınadır insan, ne olursa olsun diğerleri ile ne kadar yakınlaşırsa yakınlaşsın tektir hayatta. Yapayalnızdır. Aşk kutsalı olmuştur. Dünyasına şekil veren, kalbini alıp götüren ve getirdikleri ile insanı yeni bir insana dönüştüren müthiş bir deneyimi yaşıyordur artık. Gariptir ki, herkesin başına gelmeyen, ihtişamlı bir deneyimdir bu. Aşktan yana şansı olanlar ya da şansı yaver gitmeyenler için, ne olursa olsun, hayatın hangi kapısının başında olursa olsun bilmek gerekir ki, aşk kapıyı çaldığında buyur etmek gerekir. Korkmadan, çekinmeden, uzak durmadan. Hayatın, bize tanıdığı şansı değerlendirerek, yaşanabileceklere kucak açmak ve ne ise yaşamamız gereken onlarla yüz yüze gelmek gerekir. Çünkü aşk şanstır ve gelmişse hayat bize gülümsüyor demektir. Şimdi sıra milyonlarca içinden, tek bir tanesi diyebilme cesareti göstermektir. Aşkına sahip çıkmak, aşkı yaşamak, yani aslında yeryüzündeki bütün ihtimalleri sıfırlayıp tek bir kişiyi özel kılmaktır. Kimin kiminle, nerede, ne şekilde ve ne amaçla karşı karşıya geleceğini kimse bilemez. Hayatın oynadığı binlerce oyun içerisinden, bir gün bir yağmur tanesinin gökyüzünde onca yol kat ettikten sonra çıkıp gelip bizi bulduğu gibi, aşkın da karşımıza dikilivermesi ve her şeyin bizim için yeniden şekil alışına tanık olmaktır. Bir diğer yandan, aslında istediğiniz kadar aşık olabilir, hatta her gün farklı insanlara aşık olup durabilirsiniz. Ama gerçek aşkı bir kere yaşarsınız. Tüm bağımlılıklarda işleyen bu mekanizma burada da aktiftir. Bir kere muhteşem deneyim yaşamışsanız, sonraki denemeler ilkine duyduğunuz
  • 29. özleme dönüşmüştür. Gerçek olan aşk, ergenlik döneminde tam da üremeye hormonal olarak hazır olduğumuz, ayrıca frontal lobumuz tarafından çok da engellemediğimiz ve nispeten kendimizi daha özgür algıladığımız bir dönemde gerçekleşir. Yani insanın her gün yeniden aşık olması mümkün olmakla birlikte, aslında “gerçek” aşk büyük ihtimalle bir kez vurur insana, sonrasında gelenler o ilk tecrübenin değişik versiyonları olacak ve zaman içerisinde naifliğini koruyamayacağından “gerçekten” aşık bile olamayacaklar belki de. Burada, hepimizin hayali de özel olanı, gerçek olanı bulmak. Özel olanın, kalbimize girip bizi tamamlayacağına dair beklentiler hepimiz için çok yoğundur. Aşkın büyülü hallerinin içimizde yarattığı beklenti, karşımıza çıkanın bizim için en özel olacağı beklentisine dayanır. Aşk bize verdiği güç ile eninde sonunda “doğru insanı“ bulacağımıza yardım edeceğine inandırır. Peki, bu beklenti ne kadar doğru? Tüm bu cevapları bulmak için, aşkın ne olduğuna ve aşk denilen gerçeklikle aramızda kurulan ilişkiyi düşünelim. Öncelikle, hayat böylesine karmaşıkken neden aşkın bile çeşitleri var, bu soruya bir göz atalım. Popüler dünyayı en çok meşgul eden konulardan biridir aşk. Aşktan arınmış bir magazin programı, taraftarı olmadığınız iki takımın golsüz maçını izlemeye benzer. Aşk duygusunun; öfke, korku, kıskançlık, yetersizlik hissi, sevinç, coşku, reddedilmişlik, anlaşılmamak, haksızlığa uğramak, hayal kırıklığı gibi birçok yoğun duyguyla omuz omuza hali onu daha da ilginç kılar. Aşk üzerindeki ilginin sürekliliğinin bir diğer nedeni tanımındaki belirsizliktir. Murstein makalesinde, aşkın, kimi yazara göre kişilik yetersizliği, kimi yazara göre kişilik yeterliliği olarak ifade edildiğine değinmektedir. Ona göre, bazı yazarlar aşkı, yalnız başına ayakta durabilecek içsel kaynakları olmayan kişilerin başkalarına bağımlı hale gelmesi olarak değerlendirirken, bazıları ise aşkı, kendisini ifade edebilen, beraber yaşama kurallarına uyabilen sağlıklı kişiliklerin bir yaşam becerisi olarak değerlendirmektedir. Bunlara paralel bazı yazarlar aşkı üreme odaklı içgüdüsel bir aktivite olarak görürken, bazıları ise toplumsal kurallar kuramı çerçevesinde aşkı, toplumsallaşma sürecinde ulusal ekonomilerin desteklenmesi için gerekli evlilik kuramının ön koşulu olarak görür. Psikoloji biliminin aşk yolculuğunda, Sternberg’in üçgen aşk kuramı, Hazan ve Shaver’ın romantik bir bağlanma olarak aşk kuramı, Rubin’in aşk ve hoşlanma kuramı gibi önemli bilimsel teorilerin bulunmasına rağmen, alana en büyük etkiyi Lee’nin çok boyutlu aşk biçimleri
  • 30. kuramının yaptığı söylenebilir. Lee’ye göre tutkulu aşk, oyun gibi aşk ve arkadaşça aşk başlıklı 3 temel aşk çeşidi vardır. Tutkulu Aşk: İlk görüşte aşk olarak bildiğimiz fiziksel, cinsel çekiciliğe dayanan aşk biçimidir. Fiziksel uyarılmaya paralel gelişir. Kalp atışları hızlanan, heyecanlanan, harekete hazır hale gelen kişi aşık olduğunu düşünür. Fizyolojik uyarılmalar mı aşkı takip eder yoksa aşk duygusu mu fizyolojik uyarılmalardan sonra oluşur sorusu Dutton ve Aron’un yıllar sonra yaptığı “uyarılmanın yanlış yorumlanması” (misattribution of arousal) deneyiyle cevaplanmaya çalışılmıştır. Korkunç köprü deneyi olarak da bilinen çalışma, biri korkunç diğeri güvenli iki köprüden geçmekte olan erkeklere, çekici bir kadının anket uygulaması ve uygulama sonunda kartını vererek “çalışmayla ilgili sorularınız için beni arayabilirsiniz” demesiyle süregelir. Anket sonrası, tahtadan yapılmış, sallanan yüksek köprüden geçen erkeklerin %50’si kadını ararken; güvenli, demir köprüden geçenlerin sadece %12’si kadına dönüş yapmıştır. Araştırmacılar bu bulguyu, korkunç köprüden geçmekte olan erkek deneklerin köprünün yarattığı korkuya bağlı uyarılmayı yanlış yorumlayıp onlara anket uygulayan kadınla ilişkilendirdiklerini ve o yüzden büyük oranda dönüş yaptıkları şeklinde yorumlamışlardır. Etkilendikleri şey aslında kadının çekiciliği değil, köprünün yarattığı korkudur. Köprünün yarattığı korkuya bağlı olarak kalbin güm güm atması sırasında karşısına çıkan anketör kadın, kişinin uyarılma durumunu yanlış yorumlamasına ve kadından etkilendiğini düşünmesine neden olmuştur. Bu durum aşk duygusunun, fiziksel uyarılmayı takip ettiğini düşündürmektedir. Oyun gibi aşk: Aşkın yarattığı olumlu duygular ve mutluluğu arayan kısa süreli ilişkilerden hoşlanan, çok eşliliğe yatkın, bağlanmayı tercih etmeyen kişilerin yaşadığı aşk biçimidir. Aşkın acısından kaçan, sıkıntıyı sevmeyen, şıpsevdi tür kişiler yaşar. Partneri uzun vadeli hayaller ve beklentilerden bahsedince uzaklaşma eğilimi gösterirler. Arkadaşlık temelli aşk: Arkadaşlığın zaman içerisinde aşka döndüğü biçimdir. Siyasi görüşlerdeki benzerlikler, inançların uygunluğu, geleneklere yatkınlık, ailelerin kültürel yapılarından tutun, desteklenen futbol takımı ve dinlenen müzik türüne dair ortak tutumlar aşkın tetikleyicisi olur. Destekleyici, özleyen, iyiliğini isteyen, sevgi ve güven temelli aşk biçimidir. Fiziksel özelliklerden ziyade, “yanındayken kendini iyi hissetme prensibi” temeline oturur. Hangi türe girerse girsin kalıcı, güven temeli üzerine kurulmuş, aşkın sevgiye
  • 31. döndüğü ve güçlendiği sağlam bir ilişki için partnerinizi iyi tanımamız gerekir. Unutmamakta fayda vardır ki, mükemmel partner ve mükemmel ilişki diye bir şey yoktur. Beklentilerimize, arzularımıza ve ihtiyacımıza cevap verecek “mükemmel” kişiyi bulma arzusunun olanaksızlığını kabullenip, kişileri daha kapsamlı ve gerçekçi şekilde algılamak önemlidir. Bu şekilde hayatımızda sağlıklı mutlu ve memnuniyet düzeyi yüksek ilişkiler yaşamayı mümkün kılarız. (Bu yazı Yrd. Doç. Dr. Mehmet Şakiroğlu ile Gastroedebiyat yazarı Gözde Çıbık tarafından yazılmıştır.)