1. OTİZM SALGINI ÜZERİNE NOTLAR
Maalesef -hepsi olmasa da- birçok çocuk psikiatristi ve nöroloji uzmanı otistik
çocukların anne babalarına, otizmin bilinen bir nedeni olmadığını, genetik
olduğunu, hiçbir zaman düzelemeyeceğini söyleyip çocuklara çeşitli ilaçları
vermekte ve davranış modifikasyonunun sundukları dışında bilinen başka tedavi
olmadığı söylenmektedirler. Statükocu hekimlerin çevresel faktörleri ve biyomedikal
tedavileri gözardı etmeleri yüzünden son yirmi yıl içinde otizm %1500 oranında arttı.
Yani otizm önü alınamaz bir salgın gibi. Bildiğiniz gibi 4 Nisan Otizm farkındalık günü. Bu
gün nedeni bültenimizin mevcut sayısını otizme ayırdık. Bu sayıda otistik bir çocuğun
annesi olan Nevin Penny otizmin biyomedikal tedavisi ile ilgili olarak yeni okuduğu ve
oldukça beğendiği bir kitaptan çıkarttığı notları ve önemli alıntıları bir araya getirmiş.
Kitabın adı: Healing the New Childhood Epidemics: Autism, ADHD, Asthma and
Allergies. Yazarları otizm alanında tanınan uzmanlar; Dr. Kenneth Bock ve Kamerun
Stauth. Bu geniş notlar ve özetler oldukça değerli. Bunları okuduktan sonra İngilizcesi
olanlar bu değerli kitabın tamamını okuyabilirler.
OTİZM SALGINI ÜZERİNE NOTLAR
Endüstri devriminden sonra alt yapı hizmetlerinin düzelmesi, besinlere daha kolay
ulaşılması nedenleri ile malnütrisyon (kötü beslenme) ve enfeksiyon hastalıkları
salgınları iyice azaldı. Fakat aşırı endüstrileşme toksinler, ağır metaller, tarım ilaçları,
radyasyon ve elektromanyetik dalgalar gibi dış etkenlere bağlı olarak çocuklarda yeni
salgınların ortaya çıkmasına neden oldu. Yani salgınlar yer değiştirdi. Dr. Kenneth Bock
çocuklarda görülen yeni salgınlara 4 A bozukluları ismini vermiş. Bunlar Autism (otizm),
Asthma (astım), Allergy (alerji) ve Attention deficit hyperactivity syndrome (ADHD)
(Dikkat dağınıklığı- hiperaktivite sendromu).
Son yirmi yıl içinde otizm %1500, Dikkat dağınıklığı- hiperaktivite sendromu %400,
Astım %300, ve alerjiler de %400 oranlarında artmıştır. Bu hastalıklar çoğu kez birlikte
görülürler. Çünkü 4-A bozukluklarının ortak bir mekanizması vardır. 1. Genetik yatkınlık,
2. Çevresel toksinler. Bu çocukların genetik olarak toksinleri temizleme mekanizmaları
(sülfasyon ve metilasyon) tembeldir. Bu iki sistemin bozulması sonucu vücutta toksinler
birikmeye başlar. Gerçi toksinler olmazsa bu hastalıklar ortaya çıkmamaktadır. Yani
genetik yatkınlık bir kader değildir. Bu toksinler hem sinir sistemini hem de bağışıklı
sistemlerini bozarlar.
4-A bozukluklarında başta kurşun ve cıva olmak üzere ağır metaller ve diğer kimyasal
toksinler birikir. Bu toksinler düşük dozlarda bile çeşitli organ sistemlerini etkileyerek dil,
hafıza, dikkat, ince motor hareketlerde bozukluklara yol açabiliyor. Bu toksinler bağışıklık
sistemindeki Th1 (T yardımcı 1) ve Th2 arasındaki dengeyi Th2 lehine bozrak alerjilere
ve otoimmün bozukluklara yol açarlar.
2. Kronik enflamasyon 4-A bozukluklarının ortak paydalarından biridir. Toksinlerin yeteri
kadar temizlenmemesi oksidatif strese ve kronik enflamasyona (iltihap) yol açıyor.
4-A bozukluklarının hepsi son derece komplekstir. Ama basit bir tarzda ifade edilirse;
1. Otizm durumu geri dönüştürülebilir, özellikle çocuk belirli bir dönem normal
gelişim göstermişse ve sonra gerileme söz konusu oldu ise ve çocuksa küçükse.
Genel biyolojik tedavilerle otizmin tedavi edilemeyeceği inancı yanlıştır. Otistik
spektrumdaki diğer cocuklar, buna Asperger durumu da dâhil tedaviden büyük
fayda sağlarlar.
2. ADHD geri dönüştürülebilir. Bu durumdaki birçok çocuk hayat boyu yan
etkilerini çekebilecekleri Ritalin ve diğer ilaçları kullanmak zorunda kalmayabilirler.
3. Astım geri dönüştürülebilir. Hatta en tehlikeli, yani ölümcül ataklarla giden
formu bile. Astımın nedenleri genellikle otizm ve ADHD durumunu oluşturan aynı
nedenlerdir.
4. Alerjiler geri dönüştürülebilir. Çocukları huzursuz kılan, gelişmelerini durduran
hatta bazen öldüren de semptomlardan kurtarırlar. Alerjiler aynı zamanda otizmin
ve ADHD, astım durumunun ağırlaşmasını artırırlar.
İyileşme Programı
Dr. Bock’a göre otizm ve diğer 4-A bozuklukları eksiklikler ve fazlalıklar durumu. Bu
dengeyi sağlayarak yani eksiklikleri takviye ederek, fazlalıkları atarak hastalık tablolarını
düzeltebiliriz.
Artık yaşamımızdan toksin içeren her türlü maddeyi atmalıyız.
Var olan toksinleri sistemimizden temizlemeliyiz.
Toksinlerin yol açtığı zararları onarmalıyız.
Sinir sistemi, bağışıklık sistemi ve sindirim sistemini işler hale getirmeliyiz.
3. TEDAVİNİN BÖLÜMLERİ
Birinci bölüm: Besin tedavisi
Mümkün olduğunca organik gıda
Alerjik gıdaların tamamıyla kesilmesi
Mantarları (özellikle pamukçuk mantarı kandida) azdıracak gıdalardan uzak durulması
Glüten/kazein içermeyen diyet
Karbonhidratları mümkün olduğunca az tüketmek
İkinci Bölüm: Takviyeler
Detoks etkisi yapan takviyeler: Metil B12, folinik asit, dimetilglisin gibi takviyeler ile
metilasyonu işler hale getirmek gerek.
Metabolizmayı destekleyici takviyeler: Karma vitaminler, antioksidanılar, yağ asitleri
gibi.
Enerjiyi arttıran takviyeler: Karnitin, koenzim Q10 gibi
Bitkisel takviyeler: Özellikle mantar, parazit, bakteriler için
Probiotikler
Beyni destekleyen takviyeler: fosfatidilkolin, amino asitler gibi algılamayı, ruh
durumunu etkileyen destekler
3. Bölüm: Detoksifikasyon
Şelasyon, ağır metallerin temizlenmesi
Metilasyon döngüsünün işler hale getirilmesi
Organları desteklemek, karaciğer, böbrekler, bağırsaklar, deri
4. 4. Bölüm: İlaçlar
Anifungal ilaçlar
Antibiyotikler
Antiviraller
Antienflamatuarlar
Antidepresanlar
Antipsikotikler
Stimülanlar
Antihistaminikler
OTİZM-ENFLAMASYON (İLTİHAP) FAKTÖRÜ
Otizmin kronik, beyin hücrelerinin iltihaplanması yani nörolojik iltihabi durumla yakın ilgisi
var. Bağışıklık sisteminin bozulması beyin enflamasyonunu tetikler. Enflamasyon
nörotransmitterlerin fonksiyonlarını engeller. Beyindeki enflamasyon ağır metallerin
atılımını zorlaştırır hatta mevcut durumu daha da artırır. Enflamasyon beyin hücrelerini
etkiler, öldürebilir de. Otizm ve ADHD’nin dopaminle ilgili sorunları vardır.
Beynin sevgiyi isleyen bölümü nörolojik korteksin frontal loblar bölümü önde, korkuyu
içine alan ve daha az gelişmiş amygdala ise arka taraftadır. Birçok otistik kişinin bu
bölümler ilgili bozuklukları oluyor. Korku, endişe artıyor, çocuk sürekli panik durumunda,
OCD, içten gelen uyarım kontrolünü sağlamada zorluk, kızgın saldırgan durum,
paranoya ve aşırı korku durumu ile ilgili. Bu bölüm aşırı çalışırsa diğer bölümleri de
etkiliyor. Mesela ona yakın olan talamusu. Ki otizmli kişilerde bu bölümün fonksiyonları
da bozuk. Bu bölüm özellikle duyularla ilgili yaşanan durumu ilgilendiriyor. Genelde
otizmli kişilerde bu bölüm küçük ve zedelenmiş. Bu bakımdan duyusal bombardımana
maruz kalıyorlar ve iç dengeyi sağlamak için tekrarlayıcı hareketler, sabit bir yere
odaklanma davranışlarını geliştiriyorlar.
Üstelik talamus hafıza, duygular, dikkat gibi otizmde sorun olan üç fonksiyonu
gerçekleştiren bölüm. Motor hareketleri kontrol ediyor, birçok otistik çocuğun
hareketlerinde koordinasyonları zayıf. Talamusun önemli başka bir rolü daha var,
nörotransmitterleri kontrol etmek, sağlıklı işlemesini sağlamak. Özellikle sakinleştirici
(sinir ileticisi) nörotransmitter serotonin ve zevk nörotransmitteri olan dopamin seviyesi
arasındaki dengeyi sağlayan bölümü kontrol eder. Dr. Bock bu iki nörotransmitter
arasındaki uyumsuzluğun vücudu stres hormonu kortizonu artırarak amigdalayı sürekli
korku, endişe durumuna ittiğini söylüyor.
5. Dr. ilginç başka bir duruma değiniyor; ayna nöronlar. Bu beyin hücreleri bir başka
kişinin deneyimlerini fark etmemize, duygudaşlık, paylaşım, ilgi ile ilgili. Otizmlilerin bu üç
durumda da büyük eksiklikleri var, MRI taramaları bunları doğruluyor, bu nöronlar endişe
durumunu artırıyor. Otizmli kişiler için herkes aynı maskeyi takmış gibi, karşısındakini
yorumlayamıyor ve doğal olarak endişe, korku hali ortaya çıkıyor.
Bu nöronların ikinci temel etkisi ise sevginin önünde engel oluşları. Karşısındaki kişinin
duygularını, vücut dilini yorumlayamadıkları için sevgiye karşı umursamaz bir davranış
sergiliyor olabiliyorlar.
Dr. Bock’un yaklaşımı sadece bir bölgeye odaklanma değil, bunu reddediyor. Çünkü
vücut bir bütün ve her hücrenin birbiri ile ilişkisi var. Dr. müdahaleyi yapıyor ve vücudun
kendi kendini tedavisini bekliyor.
Metilasyonun mucize etkisinden bahsediyor uyguladığı çocuklarda. Sistemik toksik
durum metabolik ve nörolojik zarar vermiş zaten, metilasyonla bu zarar verme durumu
olumlu anlamda geri dönüşümü sağlıyor sağlıkta.
PROGRAMA BAŞLARKEN!
Testleri yaptırdıktan sonra ilk adım programın ilk ayağını inşaya gideriz. İlk ayak besin
değerlerini düzeltmek, desteklemektir. Diyette, beslenmede değişiklikler her şeyden
önce gelir. Bazen bu adım bile mucizeler yaratır. Bazense aile için diyete hemen
geçmek zordur, o zaman takviyelere başlarız.
Birinci adımdan takviyeler ile desteklemeye geçeriz. Bu adım genellikle birçok
gelişmenin tetikleyicisi olur.
Takviyeleri programa dâhil ettikten kısa bir süre sonra detoksifikasyon yani vücudu
temizleme işlemini başlatırız. Birçok çocuk için bu adım, gelişmeyi hızlandırandır. Bunu
söylemekle beraber detoks olayının yavaş, yan etkileri ve iyileşme krizlerini en
minimuma indirecek şekilde uygulanmasına dikkat ederiz. Çocuğun ihtiyacına göre
program boyunca ilaç kullanımı devreye girebilir. Programın başlangıcında ilaç kullanımı
bazen çok sorunlu durumları ortadan kaldırır, bazen de güçlü bir stimülasyon etkisi
yaparak iyileşme programının son dönemine ilave olur. Programın dört unsuru birlikte
çocuğun klinik tablosunda ve yaşamında büyük değişiklikler yapabilir. Birçok
hastalarımda bu duruma şahit oldum.
BESLENME TEDAVİSİ
YENİ BİR BESLENME DÜZENİNE BAŞLAMA
İyileşme programında olan bütün çocuklar beslenme rejimlerini önemli ölçüde
değiştirmelidirler. Diyette değişiklik sonrası 4-A bozukluklarının dışavurumlarında büyük
6. olumlu değişiklikler görülür. İyileşme programında herkese uyacak tek bir cins diyet
yoktur. İyileşme programının bir ayağı olan besin terapisinin 6 basit diyet planı vardır.
Fakat öncelikle çocuğu değerlendirip bu diyetlerin ona uygun olup olmadığına bakılması
gerekir. Bu 6 diyet şunlardır;
1. Glütensiz-kazeinsiz diyet (buğday, süt ürünleri vs)
2. Özel bazı yiyeceklere karşı tepkiyi hedefleyen diyet (The Specific Food Reaction Diet)
3. Mayalı gıdaları dışlayan anti-mantar diyeti.
4. Anti-Hipoglisemik Diyet
5. Özel karbonhidrat diyeti (SCD=The Specific Carbohydrate Diet)
6. Düşük oksalat diyeti
Genelde otizmli çocukların var olan sorunlardan dolayı kombine edilmiş diyetlere ihtiyacı
vardır, yani birden fazla diyet gereklidir. Son ikisi (özel karbonhidrat diyeti ve düşük
oksalat içeren gıda diyeti) çocuk ilk 4 diyete cevap vermemişse denenir.
Genel kurala göre diyetlere birer birer başlanır, mesela önce glütensiz-kazeinsiz diyet,
sonra gıda entoleransına karşı uygulanan diyet, bunu takiben mantar diyeti ve sonra
glisemik indekse göre ayarlanan gıda diyeti. Bu sıra takibi neyin etkili olduğunu
göstermesi açısından da önemlidir ama tüm çocuklara uygun tek bir diyet yoktur.
İKİ YİYECEĞİN REAKSİYONUNA KARŞI DİYETLER
Bu diyetlere çocuğunuza iyi gelmeyen gıda maddelerini diyetten çıkartmakla başlarsınız.
Bu yiyecekler şu tepkilere neden olurlar; alerjiler, hassasiyetler ve o gıdaya karşı
tahammülsüzlük (entolerans) durumu.
Yiyecek reaksiyonlarının belirtileri
IgE alerjileri, IgG hassasiyeti, tahammülsüzlükler (entoleranslar)
Bu üç tip yiyecek reaksiyonlarının belirtileri benzer olabilir. Çocuğunuzda şunları takip
edin; ödem, sindirim sistemi problemleri, göz yaşarması, nedensiz gece terlemeleri, baş
dönmesi, denge bozukluğu, baş ağrıları, migren, omuz, boyun ağrıları, egzama, ellerde,
yüzde ya da başka bölgelerde şişmeler, öksürük, göğüste sürekli hırıltı, astım belirtileri,
eklem ağrıları, bacaklarda kramplar, bacaklarda karıncalanma, algılama problemleri,
dikkat dağınıklığı, hafıza ve net düşünememe, duyusal problemler, depresyon, gözlerin
sulanması, göz çevresinde şişmeler, gözaltlarında kara halkalar ya da yatay kırışıklıklar,
gazlı durum, karın şişmesi, geğirmek, mide yanması, ülser, ishal, kabızlık, mide bulantısı
ya da kusma, burunda, sinüslerde boğazda sürekli akıntı. Bunlara enfeksiyonlar da eşlik
edebilir.
Bu reaksiyonlar bağışıklık sisteminin neden oldukları değil o gıda maddesine karşı
kimyasal reaksiyondan kaynaklanır. Sıkça görülür ve ciddi belirtileri olabilir. Klasik
7. alerjilerden daha sık görülürler ve daha az ciddi sorunlara yol açarlar. Ağır fakat sık
görülmeyen yiyecek reaksiyonlarıdır. Bazen iki diyet aynı anda başlayabilir; glütensiz-kazeinsiz
diyet ve kandida (pamukçuk mantarı) problemine karşı uygulanan diyet gibi.
Bu 4-A hastalıklı çocukların çoğu beslenmede çok seçicidirler. Bu seçicilik, uygulanan
diyetlerle birlikte azalır. Bağımlı olunan bu gıdalara karşı gösterilen aşırı yeme arzusu
glütensiz-kazeinsiz diyet devreye girdikten sonra azalır. Ailenin kararlı, sabırlı ve tutarlı
olması gerekir. Bir başka önemli konu ise organik olmayan gıdaların alımı ile vücuda
zararlı hormonlar, antibiyotikler ve çeşitli toksinlerin girmesidir. Kısaca mümkün olduğu
kadar organik, katkısız gıda alımını sağlamak hedeftir. Bu toksinler yorgunluk, isteksizlik,
uykusuzluk ya da dinlendirmeyen uyku hali, kronik yatak ıslatma, aşırı tükürük
salgılama, konuşurken tükürük saçma ve ağız akması gibi belirtilere yol açar.
GLÜTENSİZ-KAZEİNSİZ DİYET
Bütün 4-A belirtileri olan hastalarıma en azından bir ay boyunca glütensiz-kazeinsiz diyet
öneririm.
Tedavi ettiğim otizmli, ADHD ve astımlı hastaların %60’ı bu diyete olumlu cevap verdiler.
Bazen gelişmeler çok kısa süre içinde görülebilir. Otizm, ADHD ve astımda en çok
kullanılan diyet budur. Çünkü alerjik değildir. Özellikle buğday ve süt gibi gıda
maddelerine entoleransı olan klasik alerjik hastalar için en uygun diyettir. Bu diyetle
bağırsaklarda düzelme, dilde gelişme, hiperaktif davranışta, ruhsal durumdaki
dalgalanmalarda azalma, derideki problemlerde azalma, uykusuzluk, yorgunluk, ağlama
problemlerinde iyileşme ve tiroit bezi bozuklukları gibi çeşitli metabolik bozukluk
durumlarında düzelme olarak özetlenebilir.
Bazı 4-A durumu yaşayan hastalarda iyileşme bu diyet olmadan imkânsızdır. Glüten
buğday, arpa, çavdar, yulafta (daha az) bulunan bir proteindir; sakız gibi yapışkan bir
yapısı vardır. Pirinç, mısır, karabuğday ve akdarıda bulunmaz. Amerika’da büyük bir
çoğunlukta glüten içeren gıdalardaki proteini parçalayan DPP4 enzimi yetersizdir, bu
ayni zamanda süt proteinini de parçalar. Bu enzim görevini yapamayınca, glüten kısmen
parçalanır, bu kısmen parçalanan proteinler ya da peptitler bazen opiatlarin (morfin gibi)
kimyasal bulgularını taklit eder. Bu peptitler ayni zamanda insanlarda endorfin olarak
adlandırılan opiatlara çok benzerler. Yeterli DPP4 enzimi olmayınca hastalar zihinsel
dalıp gitmeler hatta bazen alkol almış (entoksikasyon durumu) gibi bir durum yasarlar,
bu durum çocuklara öyle bir zevk verir ki glüten ve kazein içeren gıdalardan kolay kolay
vazgeçemezler. Meslektaşım Dr. John Pangborn PhD bu kısmen parçalanan glüten ve
süt proteinlerinin metilasyona zarar verdiğini keşfetmiştir. Metilasyon işlemi ise
toksinlerin vücuttan atılımında çok önemli bir rol oynar.
8. Metilasyon aynı zamanda nörotransmitterlerin (sinir ileticisi) olması gereken seviyesini
sağlar, mesela sıkça ADHD ve keza obezite durumunda görülen dopamin seviyesini
yükseltme açısından bu çok önemlidir. Bazı laboratuar testleri vardır, bunlardan biri aşırı
glütene karşı hassasiyet gösteren çölyak hastalarında kullanılır. Keza IgE ya da IgG
besin alerji testleri de glütene karşı hassasiyeti gösterir. Maalesef bu DPP4 enzim
yetersizliğini giderecek bir şey yoktur. Alınan enzim ek verilenleri kısmen yardımcı olur
ama sorunu tamamen çözemez.
Çölyak hastalığı Tip 1 Diyabetle de ilişkilidir. Her 20 çölyak hastasının birinde bu durum
görülür. Çölyak hastalarındaki benzerlikler otizm ve ADHD ile örtüşür. Bu yüzden glüten
hassasiyetinin bu iki durumun da büyük bir rol oynadığına inanılır.
Sütün proteini olan kazein, vazgeçilmesi en zor olanıdır. Kazein sütün peynirimsi katı
kısmıdır. Peyniraltı suyuna ise whey denir. DPP4 enzimi kazeini kısmen parçalar,
peptitlere indirger. Fakat bu enzim otistk çocuklarda düşük eviyededir. Bu durumu
meslektaşım Sid Baker MD arkadaşı Dr. PANGBORN ile birlikte yazdığı ‘Autism;
Effective Biomedical Treatments’ adlı kitabında oldukça güzel anlatmaktadır.
Yeteri kadar sindirilmeyen kazein (peynirimsi süt proteini) kazemorfinleri oluşturur ki
bunlar da glüten peptitlerinin neden olduğu alkol alındığında oluşan çakırkeyiflik ve
morfine duyulan alışkanlık gibi bir durum yaratırlar. Bu ise o yiyeceğe karşı duyulan aşırı
istek olarak ifade edilebilir. Süt aynı zamanda IgE alerjilerine de neden olur. Süt
entoleransı genelde süt şekerini parçalayan lâktaz enzimi yetersizliğinden kaynaklanır.
Bu durum lâktaz enzimi içeren takviyeleri almakla yeterli bir çözüme kavuşur. Fakat
DPP4 enzim yetersizliği çeken çocuklara ya da IgE alerjisi olanlara faydası olmaz.
Bu yüzden katı bir glütensiz-kazeinsiz diyet öneriyoruz. Deneme amaçlı 3 hafta süt
içermeyen, 3 ay da glüten içermeyen gıda beslenmesini devreye sokabilirsiniz. Diyetle
beraber bazı istenmeyen yan etkiler görülebilir. Bu durum bir alkol ya da uyuşturucu
bağımlısının gösterdiği durumla aynıdır. Glüten içermeyen gıdaları ve süt ürünlerini
kestiğinizde görebileceğiniz geçici, istenmeyen belirtiler ortaya çıkabilir; uykusuzluk,
kızgınlık, aşırı endişe, yorgunluk, gece ve gündüz terlemeleri, aşırı hareketlilik, kabızlık,
ya da ishal, sızlanan, mide sorunları, algılamada bozukluk, otistik ve ADHD
davranışlarına geri dönüşler ortaya çıkabilir. Bu belirtiler genelde 48 saat içinde azalarak
kaybolur.
Glütensiz-kazeinsiz diyetten kaynaklanan bir sorun da hipoglisemi (şeker düşüklüğü)
durumudur. Eğer çocuk kesilen gıdaların yerine fazla miktarda karbonhidrat (unlu
gıdalar) ya da şeker alıyorsa hipoglisemik durum ortaya çıkabilir.
Bu yüzden glütensiz-kazeinsiz diyetinde olanların ayrıca hipoglisemik diyette de
olmalarında da fayda vardır. Aileler bu diyetlerle yeterli kalsiyum alınmadığından kuşku
9. duyarlar. En iyi destekleme yolu takviyelerdir, çünkü pratiktir ve doğru oranda verirsiniz.
Bazen çocuklar arada kaçamak yaparlarsa destekleyici bir enzim vermenin yararı vardır,
bunun için peptidaz (DPP4) içeren bir enzimi almanız yeterlidir.
Keçi sütü kazeine reaksiyon gösteren birçok kişi tarafından daha iyi tolere edilir, çünkü
başka bir cins kazein içerir. Öte yandan bazı insanlar ise kazeine karşı şiddetli reaksiyon
verirler, hem keçi hem de inek sütüne büyük tepki verirler.
2. BAZI YİYECEKLERİN REAKSİYONUNA KARŞI UYGULANAN DİYET (THE
SPECIFIC FOOD REACTION DIET)-anti-alerjik diyet
Ben glütensiz-kazeinsiz diyetine ilave tüm hastalarımı bu diyete tabi tutarım. Bunlara
ilave diğer yiyecek reaksiyonları şunlardır;
1) IgE alerjileri
2) IgG hassasiyeti
3) Tahammülsüzlükler (entoleranslar).
Bu alerjiler 4-A bozukluklarında yaygındırlar. Bu yiyecek reaksiyonlarına glüten kazein
içeren gıdalar da dâhildir. Yiyecek reaksiyonları özellikle, hassaslıklar eğer çocuklar bir
ya da daha fazla reaksiyon verdirecek gıdalardan yediklerinde ortaya çıkarlar. Keza
glüten ve süt de bu 6 grup yiyecek grubuna dahildir.
Aşırı reaksiyon verdiren 6 çeşit gıda maddesi;
1. Buğday
2. Süt ürünleri
3. Yumurta
4. Yerfıstığı
5. Mısır
6. Soya
İkinci grup en fazla reaksiyon verdiren gıdalar;
7. Çikolata
8. Mayalı gıdalar
9. Çeşitli kuruyemişler
Üçüncü grup: en fazla tepki verdiren gıdalar
10. Narenciyeler (portakal gibi)
10. 11. Domates
12. Aspartam ve MSG
13. Sirke
14. Kabuklu deniz yiyecekleri
Fakat bu tablo genelde kişiye özgü farklılıklar gösterir.
Dördüncü grup: ara sıra tepki verdiren gıdalar
15. Jambon, domuz eti
16. Tarçın
17. Hardal
18. Muz
19. Üzüm, kuru üzüm
20. Hindistan cevizi
21. Soğan
22. Çilek türevi meyveler
23. Bezelye
24. Kereviz
25. Baharatlar
26. Fasulye
27. Kavun
28. Ananas
29. Mantar
30. Biber
31. Erik
32. Arpa
33. Sığır eti
34. Tavuk
Bu yiyecekler besin değeri bakımından zengindirler, bazıları nadiren sorun yaratır.
Genellikle hiç sorun çıkarmayan yiyecekler
1. Pirinç
2. Armut
3. Koyun eti
4. Somon baliği
5. Sazan baliği
6. Hindi eti
7. Zeytin
8. Lahana
9. Havuç
11. 10. Karnabahar
11. Kayısı
12. Brokoli
ÖZEL YİYECEK REAKSIYONLARI İÇİN YAPILAN TESTLER
Üç cinstir; 1.Deri testleri 2. Kan testleri 3. Eliminasyon testi (elimine ederek alerjik gıdayı
tespit etme; hasta şüphelendiği yiyeceği beslenmesinden çeker, tek tek gıdaları tarar).
Ben genelde önce kan testini, ara sıra da deri testini isterim ve bunu bizzat hastanın
diyetinde deneme yolu ile yapılan testle uyum sağlayıp sağlamadığına bakarım. Bana
göre eliminasyon testi (Gıdaları tek tek elimine ederek tarama, ne dokunup ne
dokunmuyor anlamak için) yiyecek hassasiyetlerine en doğru sonucu veren testtir.
Sadece IgE alerjilerini gösterir. 4-A bozukluklarında IgE alerjileri şimdi daha yaygın
görünüyor. Bu test derinin daha alt dokusuna belirli bir alerjen maddeyi vererek yapılan
deri testi kadar güvenilir değildir, bu ikinci deri testini ise acı verdiği için çocuklar genelde
reddederler.
Deri ve kan testleri hem IGE hem de IgG alerjilerini verdiği için tercih edilir. İki cins kan
testi vardır; RAST(radioallergoabsorbent test) ve ELISA testi (enzyme-linked
immunosorbent assays.) Her iki testin de oldukça etkili olduğuna dair deliller vardır.
Testlerden sonra doktorunuz size IgE reaksiyonu mu yoksa IgG reaksiyonumu
veridiğinizi ve vücudun gıdaya karşı tepkisindeki dereceyi söyleyecektir. Eğer çok hafif
bir IgG reaksiyonu varsa çocuğunuz ara sıra, genelde 4 ile 7 gün arasında dönüşümlü
olarak o yiyeceği yiyebilir (rotasyon diyeti)
Total Eliminasyon Diyeti (şüpheli alerjen gıdayı tamamıyla çekerek)
Gıdalara katılan tüm yiyecek katkı maddelerinden kaçının. (bunları tek tek yazmıyorum)
Yiyecek reaksiyonlarını çoğaltan çevresel ve kimyasal faktörler
Başka bir alerjen olan gıdaya karşı bunun hassasiyetini giderecek tedavi
(desensitasyon) Low Dose Allergen Therapy (düşük dozda alerjen terapisi) olarak
adlandırılır. Her iki ayda bir alerjen madde aşı seklinde verilir. Karma alerjen maddeleri
kapsar; yiyecekler ve solunumla ilgili, kimyasallar gibi. Bu aşı karışımı bir enzimle
bağışıklık sisteminin tepki göstermesini sağlar; güvenlidir.
Bir üçüncü yol solunum alerjileri ile ilgilidir. Bulunduğunuz ortamı kontrolünüz altına alın,
yatakları koruyucu bir özel örtü ile kaplamak, odayı havalandırmak, hayvan beslememek
gibi.
ÖZET: YİYECEK REAKSİYONLARI
12. Bu sorunu çözmeniz birinci derecede önemlidir. Yapmanız gereken glütensiz-kazeinsiz
diyeti uygulamaktır.
Yiyecek alerjisi testini yaptırmak. En iyi olanı kanda bakılandır.
3. Bazı yiyecekleri beslenmeden çekerek tepkiyi gözlemlemek
Bütün alerjen gıdaları süresiz olarak beslenmeden kaldırmak
Bulunduğunuz çevrede gerekli tedbirler almak, mümkün olduğunca alerjik
tetikleyicilerden kaçınmak
1. MAYA İÇERMEYEN DİYET(THE ANTI-YEAST DIET)
Mantarın vücuttaki çoğalmasını kontrol etmek çok önemlidir. Bu durum 4-A çocukları
arasında yaygındır. Dikkat etmeniz gereken belirtiler;
Karın bölgesinde genelde mayalı yiyecekler yedikten sonra görülen şişme
Genital organlarda, ya da mukozal dokularda kasıntı, kızarıklık
Parmak, ayaklarda tekrarlayan mantar enfeksiyonları
Nedensiz yorgunluk
Nedensiz depresyon, nedensiz
El, yüz, ayaklarda şişme
Hafıza, algılamada yaşanan sorunlar
Kronik burun tıkanıklığı
Uykusuzluk, dinleneme hali
Eklem ağrıları, baş ağrısı
Kilo alma, kilo verememe
Karbonhidratlar için, ekmek için aşırı yeme isteği
Geçmişte steroid kullanımı
Antibiyotik kullanımı
Kandida (Pamukcuk mantarı) ile nasıl başa çıkılır?
1. Diyet 2) takviyeler 3) İlaç kullanımı
genellikle üçü birden devreye girer, ilaç kullanımı etkilidir ama her zaman gerekli
değildir.
Mantara karşı uygulanan diyet
Bu diyet glütensiz-kazeinsiz diyet ve yiyecek reaksiyon diyetine ilaven aynı anda
yapılabilir. Bu diyet hipoglisemik diyetle birlikte yapılır, çünkü sınırlama ikisi için de
geçerlidir.
Bu diyette;
Mayalı gıdalar
13. Mantarın çoğalmasına yol açacak gıdalar (şeker) gibi ya da farklı formda küf ya da
mantar içeren gıdalar (peynir gibi, mantar gibi) diyetten çıkartılır.
Kaçınmanız gereken yiyecekler
Ekmek, kek, unlu gıdalar, alkol; özellikle bira.
Mantarı uyaran küf ve fungus tipinde yiyecekler.
Her türlü şeker, bal dâhil, kuru üzüm, meyve suları, peynir, sirke, turşu, zeytin,
mantar gibi.
Mantara karşı uygulanan diyetin en büyük faydası sindiremeyen gıdaların
bağırsaktan çıkarak sisteme girmesine yol açan bağırsak dokusundaki mikroskobik
delinmeleri durumunda iyileşme sağlamasıdır. Bu sindirilmeyen gıdaların vücuda
verdiği, özellikle sinir sistemine ve bağışıklık sistemine verdiği zarar büyüktür. Bu
durum ‘Leaky gut’ sendromu olarak bilinir ve genelde nedeni bağırsaktaki kandida
durumudur.
Kandida mantarları bağırsak hücrelerinin birbirlerine sıkıca yapışmasını önlerler ve
yiyecek moleküllerinin dışarı sızmasını sağlamış olurlar. Kandida sorununu çözmek
bu durumu iyileştirir.
Arada mayalı yiyecekleri verirseniz tepkileri gözlemleyin. Eğer çocuğunuz
rahatsızlandığına dair hiçbir belirti vermiyorsa demek ki tolerans gelişmiş, vücudu
dengeyi sağlamış demektir, arasıra mayalı yiyeceklere çok az miktarda göz
yumabilirsiniz. Fakat bunu belirli bir süre sonra, çocuğunuz kendisini uzun bir süre iyi
hissettiği dönemden sonra deneyin.
İnsan vücudu sürekli değişir, bazen değişiklikler hoş da olmayabilir, özellikle de
iyileşme krizlerinde. Çok miktarda kandidanın kısa bir sürede ölmesi bazı
istenemeyen durumların yoğunlaşmasına yol açabilir, bu durum bir kaç günden bir
haftaya bazen biraz daha uzun bir süreye yansır. Bu durum genelde kandida
diyetinin başlangıcında görülür. Eğer çok rahatsız olursa mantar ilacını geçici olarak
kesebilirsiniz. Aktive kömür (charcoal) almak da toksinlerin dışarı hızla atılmasına
yardımcı olur. İlaca tekrar başlayacaksanız küçük dozlarla başlamalısınız. Kandidaya
büyük önem verin.
ÖZET
Kandidaya karşı uygulanan diyette mayalı gıdaları kesin ve doğru takviyeleri ve
ilaçları alın.
Tedavi çok rahatsızlık verirse bu isi yavaş bir tempo ile uygulayın. 4-A bozukluğu
olan çocuklarda hipoglisemi ya da sekerin düşmesi sıkça görülür, özellikle otizm ve
ADHD’de.
14. Hipogliseminin belirtileri otizm ve ADHD de görülen belirtiler gibidir; algılamada
zayıflık, huzursuzluk, dalıp gitmekler, yorgunluk, fiziksel olarak güçsüzlük, kelimeleri
doğru telaffuz edememe gibi.
Kanımca hipoglisemik belirtiler otizm ve ADHD durumunu etkiliyor, bazen de yanlış
teşhislere yol açıyor.
Hipoglisemi belirtileri
Sinirlilik, endişe
Algılamada, hafızada zayıflık
Kafa karışıklığı
Konuşma güçlüğü
Kâbuslar
Yorgunluk
Dalıp gitmeler
Depresyon
Aşırı terleme, gece terlemeleri
Uykusuzluk
Yiyeceklere aşırı ilgi duyma, özellikle tatlı ve karbonhidratlı yiyeceklere karşı
Sıkça yemek, ya da atıştırma isteği, eğer yapamazsa sinirlilik belirtileri
Tabii bu belirtilerin çoğu yiyecek reaksiyonlarında ve kandida durumunda da
görülüyor. Gördüğünüz gibi bir durum diğer bir durumla iç içe geçiyor. Böyle olunca
güçlü belirtiler veriyor ve otizm, ADHD tablosunu yansıtıyor. Özellikle bu belirtiler
hipotiroidi, kronik enfeksiyon, toksik durum, besinsel eksiklerle birleşince beyin ve
sinir sistemi için ağır bir saldırı oluyor.
Hücrelerdeki düşük şeker insuline karşı direnç yaratıyor, bu durum da sıkça var olan
bir iltihabi durumdan tetikleniyor. Bu yüzden iltihaba karşı takviyeler yardımcı olabilir.
Hipoglisemik durumun en sık görülen nedeni beslenmenin yetersiz, fakir olması ve
yüksek miktarda karbonhidrat tüketimidir. Karbonhidrat ya şeker ya da nişasta içerir,
sindirim sisteminden hızla emilirler ve kan şekerinde önce hızlı yükseliş ve daha
sonra düşüşe neden olurlar (reaktif hipoglisemi).
15. Bu yüzden hipoglisemik diyetin temeli sindirim sisteminden yavaş emilen, yüksek
protein ya da lif içeren gıdaların alınmasıdır. Bu diyete uygun en iyi besin maddeleri;
yağsız et, balık, soya fasulyesi (!), yumurta ve düşük nişastalı sebzelerdir. Eğer süt
ürünleri çocuğunuz tarafından tolere ediliyorsa bunlarda bu diyet için uygundur. Eğer
çocuğunuzda hipoglisemik durum varsa her yemekte bu bahsettiğim yüksek protein
içeren gıdalardan alması büyük önem taşır.
Yapmanız gereken şey şeker, tatlı içeren ve zengin nişastalı gıdalardan kaçınmaktır.
Yüksek nişastalı gıdalara örnekler; patates, pirinç, mısır.
Tahıllar da genelde hipoglisemik durumu olumsuz etkiler, çünkü nişasta bakımından
zengindirler ve çabuk sindirilirler. Hipoglisemik çocuklar tahıl alımını sınırlamalıdır,
daima temel yemek olarak değil de ek olarak alınmalıdır. Bütün sebzeler, meyveler
ve tahılların glisemik indeksini öğrenmek için ilgili çizelgelere bakınız. Bu sizin
rehberiniz olmalı. Glisemik indeks bakımından en düşük olandan en yüksek olana
kadar bir kaç örnek yiyecek:
Fasulye
Düşük nişastalı sebzeler
Elma, armut gibi meyveler
Buğday ürünleri
Kuruyemiş ve yağ ilave edilmiş tatlılar
Esmer pirinç
Çok tatlı meyveler (kavun, kuru üzüm gibi)
Haşlanmış patates
Hazır sabah kahvaltılıkları
Bal
Pirinçten yapılan gıdalar
Çay sekeri
ÖZET
Yüksek protein, yüksek lif içeren gıdalar alınmalı
Yağsız et, tavuk, soya fasulyesi, yumurta, balık gibi
düşük kalorili, düşük nişastalı ve yüksek lif içeren sebzeler alınmalı,
16. Tatlı tüketiminden kaçınmak
Tahılı sınırlamak, yeniyorsa yüksek lif içeren (tam) tahıl alınmalı
Kafein içeren içecekler alınmamalı
Meyve sularını kesinlikle sınırlandırılmalı, eğer alınıyorsa bol su ile
sulandırmak
Proteinden zengin yemekler
3) Özel karbonhidrat diyeti
Bazı çocukların buna ihtiyacı vardır. Çocukların çoğuna bu kadar sınırlı bir diyetin
uygulanması gerekmez. Genelde DAN camiasındaki terapileri almayanlar, bu diyete
yönlendirilirler. Çocukta fark etmeniz gereken bulgular şunlardır; müzmin (kronik)
ishal, karın şişkinliği, gazlı durum, karın ağrısı ve kabızlığa eşlik eden kolit. Bu diyet
çocuğundaki ağır ülseratif koliti tedavi eden Elaine Gottschal tarafından
geliştirilmiştir.
Glütensiz-kazeinsiz diyet, mantar diyeti ve hipoglisemik diyetler denenmiş ve bunlarla
birlikte davranışsal, algılama da olumlu bir gelişim durumu yok ve bağırsakta
probiyotik dengesizliği durumu (bowel dysbiosis) hala devam ediyorsa özel
karbonhidrat diyeti uygulanmalıdır. Dr. Side Bakar bizzat kendisi bu diyetin etkilerini
anlamak için denemiş ve otizmli birçok çocuk için en iyi diyet olduğuna karar
vermiştir. Bu diyet daha fazla karbonhidrat alımını sınırlıyor. Çünkü bu karbonhidratlı
gıda maddelerinin bakteriyel enfeksiyonları azdırıp bağırsakta enflamasyon
durumunu olumsuz etkilediğine inanılıyor.
Bu durum nişastalı gıdalar ya da şekerin tam anlamıyla enzim eksikliği nedeni ile
sindirilememesinden kaynaklanıyor. Bu özel karbonhidratlar bazı insanların iki şeker
moleküllü disakkaritlerin sindirememesinden kaynaklanıyor. Bu parçalanamayan gıda
molekülleri enflamasyona neden olup aşırı mukus salgısı, bakteriyel durumu arttırıp
geçirgen bağırsak (leaky gut) sendromununa katkıda bulunuyor.
Özel Karbonhidrat diyetinde elimine etmeniz gereken yiyecekler
Bu diyette diğerleri gibi uzun süredir devam eden bağırsak sorunlarını iyileştirmek
amaçlanır, vücut toksinleri atarken ve kendini yeniden dengelerken zaman zaman
rahatsız edici dışavurumlar olabilir. Çocuğun sağlığında ve davranışlarında gerileme
diyete başladıktan sonra 2., 3. veya daha sonraki aylarda görülebilir. Bu huzursuz
durum bir kaç hafta devam edebilir. Eğer bu gerileme görülürse iyileşme yolunda
iyiye işaret demektir. Bu dönmede çocuğun huzursuzluğu hafifletmek için detoks
olayına hız verebilirsiniz. Bu diyet herkes için değildir, birçok çocuk buna ihtiyaç
17. kalmadan iyileşme gösterirler. Özel karbonhidrat diyeti süt ve tahıl içermeyen ve taş
devri diyetine benziyor. Özel karbonhidrat diyeti otizme besinsel anlamda
müdahalede yenidir. Henüz klinik olarak faydası yeterince ispatlanmamıştır. Böyle
bile olsa eğer çocuğunuz hiçbir şeye cevap vermiyor ise bu diyet pozitif bir yaklaşım
olabilir.
4-Düşük oksalatlı diyet
Bu diyet otizmde en yeni ve en az kullanılan olanıdır, fakat ümit verici işaretler var.
Çocuğun diğer diyetlere cevap vermemişse karbonhidrat alımına karşı
reaksiyonlarını gözlemleyin
(Diyetin etkilerini gözlemleyin, faydalı oluyor mu diye).
Eğer etki yoksa diyeti bırakın. İnek, keçi, soya, pirinç sütü, Hindistan cevizi sütü, çay
ve meyve suları, fırınlanmış sert kabuklu yemişler, tuzlu fıstık, konserve meyveler,
kurutulmuş meyveler, reçeller, pirinç, karabuğday, akdarı, bulgur, çavdar, konserve
sebzeler, patates, yer elması, soya fasulyesi ve nohut, işlenmiş et (sucuk, sosis gibi)
işlenmiş balık ve peynir
Anti hipoglisemik diyet
4-A bozukluğunda özellikle astımda, çocukların toza, küfe, polene, hayvan tüyüne,
akarlara karşı alerjen olmaları sıkça görülen bir şeydir. Eğer bunlar dikkate
alınmazsa iyileşme görülemez. Özellikle solunum alerjenleri çimene ya da polene
bazen mevsimsel daha çok yiyecek alerjileri ile birlikte görülen ürtiker durumuna
benzer belirtiler verir. Genelde solunumla ilgili alerjiler IgE polen alerjisini tespit
etmek kolaydır ama zor olanı IgE olmayan reaksiyonların tespitidir.
Bazı alerjistler kimyasal maddelere karşı hassasiyeti şüphe ile yaklaşırlar. Ben aynı
fikirde değilim. Evet çok sık görülmüyor ama hassasiyeti olan bazı ufak grup
çocuklarda bu durum vardır. Bu durumla mücadelenin en iyi şekli kaçınmaktır. Bunu
yaşama yansıtmak ise zordur. İnsanlar bu alerjen maddelerden kaçınamadıklarından
alerjistler desensitize etme yoluna giderler, kısaca deri altına bu alerjen gıdayı verme
işlemidir. Bu, mesela solunum reaksiyonlarına yol açan polen gibi. Bu tedavi 6 ay
veya daha fazla sürebilir, eğer belirtiler çok ağır bir tablo çiziyorsa denemekte fayda
vardır.
Düşük oksalatlı diyet
Bu diyet henüz deneme safhasındadır. Daha fazla test yapılmalıdır: Herkese olmasa
da belki bir grup çocuk için faydalı olabilir. Oldukça sınırlayıcı bir diyet ama bir grup
çocuk için faydalı olacağına dair işaretler var. Bu diyetin özelliği yüksek oksalat
içeren gıdaların alınmamasıdır. Oksalat birçok gıda maddesinde bulunur, bazı
18. insanlar bunları doğru metabolize edemezler. Oksalat kalsiyumla bağlanır, aşırı
oksalatlı gıda alındığında bu böbreklerde böbrek taşı oluşumuna yol açabilir.
Genelde böbrek taşı olanlar bu diyeti takip ederler. Özel karbohidrat diyetinde
çocuklar yüksek oksalat içeren badem türü gıda maddelerini alırlar, belki de bundan
dolayı yarar sağlamamışlardır. Oksalatın kalsiyum metabolizmasına karışması
haricinde aşırı bir şekilde alınan oksalatlı gıdalar toksiktir ve oksalat bağırsakların
düzgün fonksiyonunu etkiler.
Çocuklarda bu konuda gözlemlemeniz gereken ipuçları;
Yemek yedikten 2 saat sonra karında ağrı.
Sık sık tuvalete çıkmak
Yağ emiliminde güçlük
TMG ve DMG karşı reaksiyon verme
Kronik kabızlık ya da ishal
Oksalat içeren gıdalara karşı aşırı yeme ilgisi
Bağırsakta enflamasyon yapan çikolatalı süt, kakao, yüksek oksalat içeren
meyvelerden yapılan içecekler
Yüksek oksalat içeren gıdalar
Badem, domates soslu konserve fasulye, yeşil fasulye, yer fıstığı ezmesi, susam,
ayçiçeği, tofu, ceviz, çilek gibi bütün çilek cinsleri, incir, kuru üzüm, kivi, limon
kabuğu, portakal kabuğu, mandalina ve bunlardan yapılan içecekler, kuru fasulye,
kereviz, pırasa, maydanoz, biber, ıspanak, domates çorbası, sebze çorbası, tarçın,
kuru biber, zencefil, soya sosu, maydanoz.
Eğer çocuğunuz diğer diyetlere olumlu cevap vermedi ise oksalat diyetini deneyin ve
etkilerini gözlemleyin.
Oksalat içeren gıdaları sınırlayın, sürekli durumu takip edin, eğer yardımcı
olmuyorsa diyeti bırakın.
İyileşme Programında Besin Terapisinin Kısa Özeti
Alerjik reaksiyon veren gıdaların alımını keserek bunu glütensiz-kazeinsiz diyet ile
birlikte bir kaç ay uygulayın. Mayalı gıdalara dikkat edin, aşırı karbonhidratlı, unlu
gıdalar vermeyin, organik almaya özen gösterin.
19. Bunları yaptınız ve durum hala iyileşmiyorsa, özel karbonhidrat diyetini ve daha
sonra da gerekirse oksalat diyetini deneyin.
Normal gelişimdeki çocuklar da bu diyetlerden fayda sağlarlar. Reaksiyon
verdirmeyen yiyecekler herkes için zaten iyidir. Bu metot iyi uygulanırsa oldukça iyi
sonuç vericidir. Şüphelendiğiniz gıdaları 7 ya da 10 gün için çocuğunuzun
beslenmesinden çekin, vermeyin sonra verin ve tepkisini ölçün. İşlenmiş bir gıda
birçok reaksiyon verdirecek maddelerle dolu olduğu için beslenmede yer almıyor.
Bu uygulamanın zor yani, iki hafta gıdayı çekseniz ve sonra verseniz vücut o gıdaya
karşı hassaslık taşıdığı halde şiddetli tepki vermeyebilir, bu ise insanı şaşırtır. Bu
testi ikinci seçenek olarak kullanmak, özellikle çocuklar için bence daha uygundur.
Probiotikler
Bağırsaktaki bozukluk (Bowel dysbiosis) A-4 A çocuklarında sıkça görülen bir durum
olduğu için probiotiklerin kullanımı çok önemlidir. Probiotikler iyi bakterileri arttırlar ve
mantar gibi kötüleri de kontrol altına alırlar. Yoğurtta probiyotik vardır ama
takviyelerdeki daha zengindir. Antibiyotik kullanan çocuklarda probiyotik vermek
önemlidir. Çünkü antibiyotikler kötü bakterilerin yanında iyileri de öldürürler.
Bir cins probiyotik (Saccharomyces Boulardii) mantara doğrudan saldırır. Probiotikler
ayrıca TH1 bağışıklığını geliştirir ve aşırı uyarılmış TH2 bağışıklık sisteminin
sakinleştirir. Probiotiklerin alımında mantarı arttıracak yiyeceklerin ve alerjik gıdaların
tüketilmemesi önem taşır.
Probiotikler candidaya karşı oldukları için arasıra istenmeyen mantarların ölmesinden
dolayı rahatsızlık veren duruma neden olurlar. Bu durum geçicidir; bir kaç gün
sürebilir. Eğer çocuğunuzda laktoz ya da kazeine (peynirsi süt proteini) karşı
reaksiyon varsa (ki %60 otizmli çocuklarda olan durum budur), probiotikleri sütten
çoğaltılan türevde almayın. Genelde 1-2 yüksek, kaliteli bir probiyotik markası
öneririm.
İkinci Grup takviyeler
Bu gruptaki takviyeler genelde büyük bir oranda A-4 bozukluklarındaki çocukların
tedavisinde kullanılırlar. Bu gruptaki takviyeler herkes için değildir ya da tedaviye
daha sonraki bir evrede protokollerine dâhil edilebilir. Mesela selenyum herkes için
iyidir ama ben önceliği C vitaminine veririm.
Bu gruptakiler bazı çocuklar için elzemdir, hatta çok kritik bir önem taşırlar. Benim
önerdiklerim özellikle
enzimlerdir.
20. Sindirim sistemi problemi ile sorunları olanlar;
% 69 oranınında reflü
%42 oranınında kronik gastrit
%67 oranınında kronik duodenit
%58 karbonhidrat enzim eksikliğinden çekiyorlar. Dr. Andrew Wakefield, Dr. Arthur
Krigsman ve Dr. Karoly Horvarth mide-bağırsak sorunları ile bulgularına referans
veriliyor bu bölümde. Bunlara ilave kronik yangı, enflamasyon pankreasın yeterli
sindirim enzimi üretememesinin ana kaynağıdır.
Otizmli çocuklarda sıkça görülen durumlar;
DPP4 enzim yetersizliği ki bu enzim glüten/kazein proteinlerini parçalıyor,
Lipaz enzim eksikliği ki bu da yağları parçalıyor.
Şekeri sindiren enzimlerin eksikliği ki bu da kompleks şeker alımında çok
önemli
Bu enzimlerin eksikliğinden kısmen parçalanmış glüten/kazein, yağ asitleri,
şeker molekülleri ile beraber nörotoksik kısmen parçalanmış proteinler ya da
peptitler oluşuyor. Bu peptidler ise nörolojik durumu tetikliyor ve davranış
bozukluklarına neden oluyor.
Bu bakımdan otizmli çocukların şu enzimleri alması büyük önem taşır;
Peptidazlar. Bu enzim peptidlerin parçalanmasını sağlıyor
Lipaz yağların sindirimini sağlıyor
Amilaz. Nişastalı besinlerin sindirimini sağlıyor
Disakkaridazlar (lâktaz, maltaz, sükraz ve izomaltaz) çift şekerleri parçalıyor.
(Bunu söylemekle beraber bazı insanların bu grup şeker içeren gıdalardan
tamamıyla uzak durması lazım, özel karbonhidrat diyetinde önerildiği gibi ).
Enzimler nadiren de olsa ishal yapabilir, bu etki doz azaltılınca kaybolur. Bazı
çocukların enzimlere tahammül edemedikleri görülmüştür. Enzimlerin çocuklarda
kullanımı yine çocuğa özeldir; bazılarının kombine bir şekilde almasına bazılarının
ise eksik olanı tamamlama, tek tek almasına yönelik kullanım söz konusu.
Ben her yemekte genelde bir-buçuk ya da 2 kapsül enzim kullanımı öneririm. Ama
doz, çocuğun yaşına, vücudunun gücüne ve aldığı diğer tedavilere bağlı olarak
ayarlanır.
B6 Vitamini yıllar önce psikolojik hastalıklara karşı etkisi ispatlanarak kullanılmaya
21. başlanmıştır. Dr. Bernard Rimland otizmde B6 kullanımına dair 22 bilimsel
araştırmayı değerlendirmiş ve bunlardan 21’i pozitif etki göstermiştir.
B6 vitamininin en önemli faydası metionin metabolizmasında gelişme sağlamasıdır.
Bu metabolizma metilasyonun çok önemli bir unsurudur. Özellikle aşırı glütamat ya
da GABA eksikliğinden kaynaklanan epileptik kriz durumlarına önemli pozitif etkisi
vardır.
B6 vitamini dekarboksilaz enziminin eksikliğini hafifletir. Eksiklik halinde çocuklukta
huzursuzluk, uyku sorunları, gelişmede gecikme, zayıf kaslar ve gözlerdeki sürekli
hareketlilik olur. B6 vitamininin Carpal-tunnel sendromuna da olumlu etkisi vardır.
Bu problemlerin çoğu özellikle metiyonin metabolizmasının bozulmasına bağlıdır ve
otizmli çocuklar arasında yaygındır. Otistik çocuklar B6 vitaminini iyi metabolize
edemezler. Bu yüzden sıklıkla P5P (aktif B6 vitamini), B6 ile birlikte verilir. Bazen B6
çocuklarda aşırı hareketlilik, kendi kendini stimüle edici sabit hareketlerde artış
yaratabilir, dikkatle gözlemleyin.
Yemekle birlikte verin
Yeterli çinko verin; B6 vitamininin metabolize olması için.
B6 etkisini artıracak yeterli amino asit verin, bunun bir yolu sindirim sistemi
enzimlerini vermektir.
Magnezyumu B6 ile beraber verin, sinerjik (aynı yönde) etki yaratır.
Benim önerim günde 100-500mg
Taurin
Otizmde en eski kullanılan amino asittir. Dr. Sid Baker 1984’ten beri kullanmaktadır
ve otizm protokolünün en önemli unsurlarından biridir.
Taurin bir kaç önemli fonksiyonu vardır;
Magnezyumun etkisini arttırır. Esansiyel (elzem, omega) yağ asitlerinin
metabolik işleminin bir parçasıdır.
Güçlü bir antioksidandır.
Metilasyon işleminin dolaylı bir parçasıdır. TMG ve metil B12 ile sinerjik
çalışabilir.
Bazı hastalarda epileptik krizleri azaltır ve GABA aktivitesini arttırır.
22. Sülfür içerir, sülfat geçiş yolu gelişmemiş çocuklara böylelikle yardımcı olur.
Taurin eksikliği otizm durumunda özellikle sistein seviyesi düşük olduğunda ortaya
çıkar. Eğer yenen et iyi sindirilememişse, bakteri ve enfeksiyon varsa taurin seviyesi
düşer. Ben genelde bağırsaktaki mantar durumu düzelinceye kadar taurin vermem.
Önerim 500-2,000mg’dir. Dozaj kişinin kilosu, yaşı ve uygulanan diğer tedavi
protokolüne göre değerlendirilir.
Folinik asit
Folinik asit metilasyonda metilB-12 ya da metilkobalamin üretimine yardımcı olur,
metil gruplarına kobalamin eklenmesini sağlar.
Folinik asit etkisiz, hareket edemez bir hale gelebilir ki bunun da metilasyona etkisi
olumsuzdur. Yeterli dozda alındığında durum düzelir.
Bazen kan testlerinde folik asit normal görünür ama aslında metilasyona hizmet eden
özel birimlerde düşüklük olabilir. Bu yüzden mesela kan değerinde folik asit normal
bile olmasa B12 vitaminini bırakmayın.
Önerim: 800-1,600mcg günlük olarak N-asetil-sistein
Önerim: 50-100mg merhem seklinde, ya da 250-500mg günlük ağızdan seklindedir.
Amino aitler ve dallı-zincirli amino asitler:
Bunlar detoks sürecinin önemli birer parçasıdırlar. Vücudumuzda proteinleri yapan
21 farklı amino asit vardır, bunlardan bazıları kaybolmuşsa ya da düşükse tüm amino
asitleri zayıflatırlar.
Amino asitler nörolojik, immunolojik ve sindirim sistemi fonksiyonları için çok
önemlidirler. Enzimleri, antikorlar, immünglobulinler, nörotransmitterler ve hormonları
inşa ederler.
Otistiklerin üçte birinde dallı-zincirli amino asitler (lösin, izolösin ve valin) düşüktür.
Bunların bu isim altında adlandırılmalarının nedeni biyokimyasal esnekliği artıran
zincirli karbon moleküllerinden dolayıdır. Bu üçlü amino asidi genelde NAC (n-asetil
sistein) ile birlikte veririm. Böylelikle ağır metallerin atılımında istenmeyen etkiler
azalır. Bu durum özellikle kabızlık çeken çocuklarda önemlidir, çünkü metaller tekrar
yığılmaya başlar. Bunlara ilaveten iki özel amino asit testlerde sıklıkla düşük bulunur;
lizin ve metionin.
Lizin kronik herpes virüsüne vücudun direnç göstermesine yardımcı olur, metionin ise
metilasyon döngüsünde kritik bir rol oynar. Yine birçok takviyede görüldüğü gibi bazı
çocuklar metionin durumunda eksiklik olmamasına rağmen metionin takviyesi
23. alırlarsa buna tahammül edemiyorlar.
TMG ve DMG
Her ikisi de folinik asit ve metil-B12 ile sinerjik bir şekilde etkileşime girerler. Her ikisi
de otizmli çocuklara olumlu etki yapmıştır, özellikle konuşma ve göz kontağında.
Bunların yüksek dozda verilmesi istenir ama, düşük dozda başlamak akıllıcadır.%7
oranında bir çocuk grubu DMG’ye, hiperaktif ve huzursuzluk belirtileri ile negatif
reaksiyon göstermiştir. TMG’ye negatif oran ise %14 gibidir, buna ara sıra görülen
saldırganlık tepkileri de dâhildir.
Eğer; düşük sistein, yüksek histidin ve yüksek serum folat varsa DMG verilmesine
ihtiyaç olabilir.
Eğer yüksek homosistein, düşük metionin ve yüksek serum folatı varsa TMG
verilmesine gereksinim doğmuş olabilir.
Önerim: DMG-125 -1000mg günlük
TMG: 175-2000mg günlük
D Vitamini
Kışın güneş ışını daha azdır. Güneşten kazanılan D vitamini seviyesi düşüklüğünün
grip, nezle hatta belki mültipl skleroz gibi otoimmün bozukluğuna neden olduğu
gösterilmiştir.
D vitamini balık karaciğeri yağında bulunur (balık yağında ise bulunmaz). Balık
karaciğeri yağında aynı zamanda 10 kere fazla A vitamini de vardır. Bu bakımdan
bazı çocukların özellikle kış dönemlerinde balık yağı ile birlikte D vitamini almasında
yarar vardır. Yağda çözülen A vitamini gibi D vitamini de fazlası toksik etki yaratır,
bunun için kontrol edilmesi gerekir.
Önerim günlük 400-800 i.ü.
Coenzyme Q-10
Streste vücudun CoQ-10 durumunu azaltır. Viral enfeksiyon döneminde beyaz kan
hücrelerinde CoQ-10 düşüktür. CoQ-10 eğer bağışıklık problemleri, hipotoni,
yorgunluk ve mitokondriyal problemler varsa önerilebilecek bir takviyedir. Ben günde
30mg-200mg arası öneririm.
24. Transfer Faktörü
Kolostrumda (ağız sütü, ilk süt) bulunur. Transfer faktörü ayrıca TH-1’yi geliştirir, 4-A
çocuklarda olumsuz yönde aşırı uyarılan TH-2 ile dengeyi sağlar.
Transfer faktörü genelde yumurtadan ya da inek sütünden elde edilir. Laktoz
piyasada çok bulunur, fakat çoğunda transfer faktörü düzeyleri düşüktür ve kazein
içerir. Transfer faktörünü bir kaynaktan almak önemlidir. Transfer faktörü hastalıklara
karşı vücudu güçlendirir. Eğer çocuk sıkça hastalanıyorsa, otoimmün bozukluk varsa,
alerjiler hâkimse transfer faktörü kullanılabilir. Ayrıca kronik, düşük seviyede
bağırsakta ya da başka bir organda viral enfeksiyonu olan çocuklara da ben sıkça
öneririm. Genelde 200-1.800mg günlük olarak öneririm.
Selenyum
Bu çok güçlü bir antioksidandır. 4-A çocukları için çok önemlidir çünkü glutatyon
metabolizmasında önemli bir rol oynar.
Otistikler arasında glutatyon metabolizması kısmen anormal bir tablo çiziyor ki bu da
cıvanın varlığından kaynaklanıyor. Selenyum kısmen de olsa glutatyonun etkisini
artırıyor. Selenyum keza bağışıklık sisteminin önemli bir güçlendiricisidir, az dozda
bile etkisi görülür. Vücutta yüksek seviyede selenyum olması kanser riski taşıyor.
Selenyum hücre zarını oksitlenmeden korumaktadır. Fakat aşırı alım negatif
reaksiyonlar veriyor ve monitorize edilmelidir. Ben günlük 100-400mcg arasında
öneririm.
Demir
Bu takviye herkes için gerekli değildir. Demir eksikliği olanlarda yorgunluk, bitkinlik,
neşesizlik, kayıtsızlık gibibelirtiler vardır. Bu belirtiler genellikle anemik durumdan
önce ortaya çıkar. Bazen çocuklar (özellikle ADHD) kayıtsız tavırlar gösterdiklerinde
aslında demir düşüktür vücutlarında, başka bir şeyle mesela Ritalinle bu
maskelenirse de ana sorun aynı kalır.
Demir bağışıklık sistemi için önemlidir ve kronik enfeksiyon geçirenlerde testlerde
düşük demir seviyesi kontrol edilmelidir. Demirde eksiklik lenfosit tüketilmesine,
antikorların azalmasına ve sitokin üretimine yol acar ve T-hücre aktivitelerini olumsuz
etkiler. Eğer demir düşükse bu durumu düzeltilmelidir.
Demir birçok enzim için gereklidir. Eğer aşırı miktarda alınırsa zararlıdır. Serbest
radikalleri uyarır. Ayrıca aşırı demir bakteri ve mantarların yeniden çoğalmasına
neden olur.
Gerekli durumda günlük olarak 10-80mg elementer demir öneririm, tabii çocuğun
yaşı, kilosu ve tedavi protokolüne göre doz değişebilir.
25. Karma Vitamin ve Mineraller
4A çocuklarına karma vitamin ve mineralleri vermek oldukça mantıklıdır. Çünkü
çocukların çoğunda eksiklikleri vardır, fakat bazıları klinik olarak görülmez bile. Bu
karma vitaminler genelde çok sayıda takviyeyi almayı reddeden çocuklar için de
iyidir. Handikapı içindeki bir maddeye karşı reaksiyon varsa, bunu tespit etmenin zor
olduğudur. Genelde ben eğer çocuk takviyeleri rahatlıkla tolere edebiliyorsa o zaman
öneririm. Bakır içerenden kaçının, çünkü bakır toksiktir. Zaten 4-A çocuklarında
genelde bakır yüksek çıkmaktadır.
A ya da B6 vitamini alımını da çocuğun ihtiyacına göre sınırlamanız gerekebilir.
CoQ10
CoQ10 özellikle süt salgılama (laktasyon) işlemi sırasında oluşur. Şimdi takviye olarak
da almak mümkündür. CoQ10 bağışıklık sistem hücrelerinin birbiri ile iletişimine
yardım eder. Bir hücrenin diğerine zararlı patojeni nasıl tanıması gerektiğini öğretir.
CoQ10, vücudun ürettiği doğal bir moleküldür; yiyeceklerde de bulunur. Vücutta her
hücrede bulunur.
Hücrelerin enerji üreten bölgeleri için mitokondriye büyük ihtiyaç vardır. Eğer CoQ10
düşük seviyede mitokondriler iyi çalışamaz. Bunun dışa vurumu aşırı yorgunluktur.
Ben genelde tedavi ettiğim çocuklarda yorgunluk, bir şeye kendini verememe durumu
varsa bu takviyeyi öneririm. Vücudun CoQ10 üretmesi zordur yiyeceklerden bunu
almanız içinde çok büyük miktarlarda yemeniz gerekir. En iyi kaynak sardunya
balığıdır ama 30mg gibi küçük bir miktar için bile çok miktarda yemeniz gerekir.
Takviye vermek işi kolaylaşır. Son yıllarda CoQ10’nun önemi daha iyi anlaşılmıştır.
CoQ10’nun bağışıklık sistemine katkısından dolayı temel takviyelerden biri kabul
ediliyor; özellikle kanser vakalarında.
D vitamini
D vitamini bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olur. Otoimmün ve alerjik
hastalıkların önlenmesine yardımcı olur. Bu bakımdan ayni zamanda otoimmün
durumu ve alerjilerle birlikte giden genel bağışıklık zayıflığı 4-A hastalıklı çocuklar için
çok yararlıdır.
TMG, DMG
Bu ikisi ağır metallerin atılımında metilasyon döngüsüne katılımlarından dolayı çok
özel bir etkileri vardır. Birbirlerine benzerler, TMG, DMG’den bir fazla metil grubu
taşır.
Amino asitler
26. Amino asitler proteinlerin yapı taşlarıdır ve genelde otizmli çocuklarda düşüktürler.
Özellikle bazı amino asitlerin düşüklüğü daha sık görülür; taurin, lizin, metionin ve
bunlara ilave lösin, izolösin ve valin gibi dallı-zincirli amino asitler.
Sistein
Bu amino asit NAC (n-asetil sistein) olarak da bilinir ve vücudun detoks yeteneğini
arttırır. Ayrıca vücutta metilasyonu artıran glutatyon seviyesini de yükseltir. Ağır
metalleri, kimyasal maddelerin atılımını kolaylaştırır. 30 yıla yakın bir kullanım
geçmişi vardır. Keza iyi bir antioksidandır. Sülfür içeren enzimleri korur. Kendisi
sülfür içerir ve sülfasyon işlemini geliştirir. Fakat sülfür mantar üremesini de arttırır.
Kandida sorunu olanlar ağızdan alınan NAC’den olumsuz etkilenirler. Eğer mantar
sorunu varsa NAC’yi deriye sürülen merhem tarzında verin.
Folinik asit
Bu besinde metilasyon için çok önemlidir. 4A-deki çocukların çoğu metilasyonu bunu
ilave etmezler ise tam yapamazlar. Metilasyonun sadece önemli tek bir unsuru
olmasına rağmen metilasyonu destekleyen B12 vitamini ve DMG gibi diğer ek
verilenlerle de birlikte alınması gerekir. Folinik asit B kompleksi vitaminlerden folik
asidin ya da B9 vitaminini bir formudur. Folinik asit folik asitten farklı metabolize olur,
otizmli çocuklar için doğru formu önemlidir. Bazı çocuklarda folik aside tahammül
edemezler.
Krom
Bu eser element insuline yardımcı olur ve kan şekerinin hücrelere gitmesini
destekler, bazı hastalar için önemlidir. İnsuline direnç sık görülür ve hiperglisemik
duruma neden olur, bu da diyabetik bozukluğun bir öncüsüdür ve belki de birçok
iltihabi bozukluğun.
Krom takviyesinin hipoglisemik durumu azalttığına ve bu şekilde diyabetiklere
yardımcı olduğuna söyleniyor ama krom alan birçok kişinin seker ve
karbonhidratlarının emilimini daha etkin bir şekilde yapabildikleri görülmüyor. Ben
kromu genelde reaktif hipoglisemik ya da daha hafif glisemik dengesizlik (ki bu da
tatlıya karşı aşırı bir istek vardır) durumlarında öneririm. 50-400mcg günlük doz
önerimdir.
Metil B12
Bu özel formdaki B12 aynı zamanda metilkobalamin diye de bilinir. Metilasyon
sürecinde ve özellikle ağır metallerin atılımında çok önemli bir rolü vardır. Maalesef
cıvanın vücutta bulunması vücudun kendi metil B12 işlevini bloke ediyor. Metil B12
takviyesi yapılınca metilasyon işlevi düzeliyor ve glutatyonla beraber ağır metaller
27. tekrar elimine edilebilir hale gelebiliyor. Klinik deneyimime göre %70 çocuk metil
B12’den fayda sağlamış görünüyor. %10-15 hastada ise yan etki olmuştur
(hiperaktivite, uykusuzluk, huzursuz durum ve saldırganlık). Bu belirtiler metil-B12
bıraktığınızda kayboluyor, bu süreç bir kaç günden bir kaç haftaya kadar sürebilir.
Metil-B12 ya burundan ya da enjeksiyon seklinde verilir. Eğer çocukta bağırsak
sorunları varsa ağız yoluyla verilen sekil etkili değildir, enjeksiyon tercih edilir Dr.
James Neubrander bu tarz tedaviyi insülin iğneleri ile deri altından veriyor. Burada
önemli nokta biz bir eksikliği tedavi etmiyoruz, bağımlılığı ediyoruz. Yani yüksek
Metil-B12 vermekteki amacımız B12 vitamini eksikliğini gidermek değildir. B12 vitamini
düzeyi normal bile olsa ama metabolik tıkanıklıkları aşmak için uyguluyoruz.
Hastalarıma genelde ikinci bazen ilk görüşmemizde öneririm.
Eğer metil-B12 uygulayacaksanız, tam formu kullanacaksınız, tabletleri değil, iğneleri
tercih edin. Önerim vücut ağırlığına göre her üç günde bir 65mcg/kg enjeksiyon
seklindedir. Burundan her gün 1,250 veya 2,500mcg da verilebilir. Yine çocuğun
kilosu, yaşı ve uygulanan tedavileri dikkate alınmalıdır.
Melatonin
Melatonin en iyi uyku ilacıdır; antioksidandır. Üstelik enflamasyonu arttıran sitokin
aktivitesini de bloke eder. Melatonin ayrıca beyinde piridoksal kinaz enziminin
aktivitesini de arttırır. Ben melatoninin spektruma geniş etkisini bilmekle beraber,
çocuklara sadece uyku düzensizliği varsa, bu durumda ve bu amaçla veririm. Doz
önerim çocuğun kilosuna ve diğer faktörlere göre günde 0.5-3mg arasında değişir.
ÜÇÜNCÜ GRUP DESTEKLER (TAKVİYELER)
Bu gruptaki takviyeleri belki bazı hastalar belirli dönemlerinde kullanmışlardır. Bazıları
ise belki de hiç kullanmamışlardır. Bu grupta bitkisel kaynaklı takviyeler de kullanırım,
özellikle solunum yollarındaki tıkanıklıklar, enflamasyon ve enfeksiyon durumlarında.
Bazı hastalar için bu son takviyeler çok önemlidir.
DMAE (dimetilamin etanol)
DMAE vücudun düşünce ve hafıza ile temel ilintili bir nörotransmitteri olan asetilkolinin
üretmesini sağlıyor. Birçok otizmli ve ADHD’lı çocukta görüldüğü gibi asetilkolinin
seviyesi genelde düşüktür; bu da düşünce ve algılamada güçlük olarak yansıyor
hastaya. Seviyenin yükselmesi ise göreceli olarak algılamada iyileşme durumunu ortaya
çıkarıyor.
28. DMAE fosfatidilkolinle (lesitinden elde ediliyor) birleştiğinde asetilkolin üretiyor;
beraberinde B vitamini ya da pantotenik asit verin. Bu bakımdan olumlu bir etki görmek
isterseniz DMAE’yi diğerleri ile birlikte verin.
Bazı çocuklarda DMAE kullanımı duygusal durumda olumlu gelişme gösterebiliyor.
Asetilkolin seviyesini genelde arttırmak sakinleştirici bir etki yaratıyor, fakat bazı
çocuklarda ise bu uyarılma farklı etki yaratabiliyor; uykusuzluk gibi. Fakat bu takviyenin
kullanılması epileptik hastalar ve bipolar bozukluğu olanlar için iyi değildir; durumlarını
daha da kötüleştirir.
Önerim: çocuğun yaşı, kilosu ve tedavisi dikkate alınarak günde 100-500mg verilmelidir.
Kreatin
Kreatin kas yapıcı olarak bilinir. Sizin de bildiğiniz gibi sporcular, vücut geliştiricileri
kreatini sıkça kullanırlar. Otizmli çocukların büyük bir kısmının kas gelişimleri zayıftır, bu
bazen kreatin eksikliğine bağlıdır. Kreatin ayrıca beyin ve kaslar arasındaki enerji
transferi ile de ilişkilidir. Detoks ise hücresel gelişimin devam eden bir işlemidir ve
enerjiye ihtiyaç vardır. Düşük kreatin seviyesini yükseltmek kasların gücünü ve
oluşumunu arttırır.
Kreatin ayrıca bir hücrenin başka bir hücre ile iletişiminde ( ki buna beyin hücreleri
dâhildir) önemli rol oynar. Düşük seviyedeki kreatinin otizmli çocuklarda sözel dilde
eksikliğe neden olabildiğine de inanılıyor.
Kreatin eksikliğinin klinik ipuçları
Zayıf kas gelişimi, hem güç hem de şekil olarak
Kanda kreatinin seviyesinde düşüklük
İdrarda kreatinin seviyesinde düşüklük
Amino asitlerden ornitin ve beta-alanin seviyesinde yükselme
Önerim: günde çocuğun durumuna bağlı olarak 750mg’dır.
Gamma Globülin
Bu takviye güçlü bir bağışıklık sistemini uyarıcısıdır, iğne yolu ile damardan verilir.
Şimdilerde ağızdan verilme şekli de çıkmıştır. Gamma globülin seçilmiş serumdan
geliştirilen yoğunlaştırılmış IgG antikorların bir formudur. Bu serumdan elde edilen IgG
molekülleri çok büyüktür ve bağırsaktan emilemezler. Sindirim sistemi içinde aktiviteleri
sınırlıdır.
Oral (ağızdan) gamma globülin, bağışıklığı zayıf olan çocuklar için uygun bir tedavidir.
Özellikle disbiyozis durumu görülen sindirim sistemi bozukluğu olan bağırsak hastaları
için uygun bir tedavidir. Bazen gamma globülin başka takviyelerle elde edilemeyen
bağışıklık durumunu iyileştirici etkiyi sağlayabilir.
29. Bu iyileşme krizlerinde aniden baş ağrısı, mide bulantısı ya da gribal belirtiler olabilir.
Ağızdan verilen (oral) gamma globülin bağırsak disbiyozu (ki bu da enfeksiyonlarla
ilintilidir) için yardımcı olabilir. Ben ara sıra bu takviyeyi kullanırım. Önerim ağızdan toz
şeklinde günde 1-2 ölçektir.
N-asetil-karnitin
Bu takviyenin algılama fonksiyonunda gelişme gösterdiği görülmüştür ve bazı
araştırmacılar beynin iki küresi arasında iletişimi artırdığına inanıyor. Beyin için iyi bir
antioksidanıdır ve yaşlılıkla ilintili hafıza kayıplarının görüldüğü vakalarda, ya da
Alzheimer hastalarında kullanılıyor. Bu takviyeye ihtiyaç olduğuna dair görülen belirtiler:
Kanda trigliserit seviyesinin yüksekliği
Kanda karnitin seviyesinin düşüklüğü
İdrarda ya da kanda adipik, suberik ve oktonedionik yağ asitlerinde yükselme
Kaslarla ilgili hastalıklar, kas zayıflığı, kronik yorgunluk
Bu takviyeyi en iyisi besin tedavisinden ve sindirim sistemi sorunlarını iyileştirmeye
başladıktan sonra vermek gerekir. Önerim: günlük 500-2000mg’dır.
Activated Charcoal (aktif tıbbi kömür): Bu takviye toksin temizliği için kullanılır.
Önerim: bir ya da iki kapsül, günde iki ya da üç kere.
Sillimarin
Bu takviye karaciğer hücrelerini korumak için yaygın bir şekilde kullanılıyor. Karaciğer
zehirlenmesi, hepatotoksik hasarlar, siroz ve hepatit tedavilerinde etkin olduğu
görülmüştür. Aynı zamanda bazı ilaçların toksik etkisine karşı, bazı zehirli mantarlara
karşı da karaciğeri koruyor.
Sillimarin vücudu aktif kömürle temizlenmede yakalanamayan toksinlere karşı koruyor.
Bu toksinler daha çok karaciğer hücrelerine zarar veriyor.
Sillimarin DNA ve RNA sentezini uyararak ve karaciğer hücrelerinin toksinlere izin veren
reseptörlerini bloke ederek onları koruyor. İyi bir karaciğer antioksidandır, glutatyonu
arttırır ve oksidatif stresi azaltır.
Milk thistle bitkisinden elde edilmiştir, bu takviye ilaç olarak gerektiğinde kullanılmalıdır.
Öneri: Günlük 80-525mg
30. Fosfatidilkolin
Asetilkolinin, fosfatidilkolin üretimi için DMAE ve B5 vitamini ile birlikte alınmaları
algılamada güçlü bir etki yapar.
Fosfatidilkolin sadece nörotransmitter asetilkolin üretmekle kalmaz, zedelenen
nöronların iyileştirilmesinde de rol oynar. Buna ilave beyin haricinde yağ
metabolizmasında kullanılır. Kolesterolü kontrolde tutmada kullanılır. Ayrıca beyinde
sinirleri saran miyelin kılıfının yapımını da destekler. Fosfatidilkolin hücreler arası zarının
önemli bir unsurudur. Karaciğeri korur ve temizler.
Genelde bu takviye sakinleştirici etki yapar ama bazı çocukları aşırı uyarabilir.
Önerim: günlük 1,500 -9,000 mg
5HTP
5 -HTP serotonin aktivitesini arttırıcı ilaçlara karşı bir alternatif takviye olabilir. Bu ilaçlar
SSRI (serotonin geri alım inhibitörleri) yaygın adı ile antidepresanlar olarak tanınırlar.
Bazı kişilerde verilen SSRI ilaçların güvenilir ve güçlü etkisine rağmen 5-HTP kullanılırsa
benzer etki görülebilir. Bazı araştırmalar 5 HTP depresyon, uykusuzluk, panik atak ve
kilo kontrolünde etkin bir takviye olarak kullanılabileceğini göstermiştir.
5-HTP genelde iyi tolere edilir ama bazılarında sinirlilik halleri yaratabilir. Bunun nedeni
belki zaten bu kişilerde yüksek serotonin seviyesinin varlığıdır. Aşırı serotonin
yükselmesi de düşüklüğü de bozukluklara yol açar, en iyisi dengede tutmaktır. 5 HTP
ayni zamanda karbonhidratlara karşı aşırı bağımlılığı azaltır. Önerim: günde 50-200mg,
genelde gece alınır, bazen dozlar bölünebilir.
Karnosin
Bu kısmi bir proteindir, özellikle epilepsi durumunda faydalıdır. Anlaşıldığı kadarı ile
sadece epileptik krizleri azaltmakla kalmıyor, algılamada, bozulmuş konuşma
fonksiyonunda da iyileşme sağlayabiliyor. Teoriye göre karnosin beyinde ve merkezi
sinir sisteminde var olan yatıştırıcı nörotransmitter GABA’yı zenginleştiriyor, epileptik kriz
aksiyonunu düşürüyor.
Karnosin kas zafiyetinde olumlu iyileşme sağlıyor ve daha çok müsküler distrofi
hastalıklarında kullanılıyor.
Otizmli çocukların %20’sinde karnosin seviyeleri yüksek bulunuyor. Nedeni çinko
eksikliğidir. Çinko karnosin parçalıyor ve çinko seviyesi otizmlilerde düşüktür. Karnosin
zaten aşırı yüksek bir seviyede var olan otizmli çocuklara verildiğinde ise onları hiperaktif
yapıyor, bu ek verilen bırakılınca bir kaç gün sonra etkisi kayboluyor. Yine bireysel
tedavi protokolü yapmanın önemi bir kere daha görülmüş oluyor böylelikle. Önerim:
Günlük 200-800mg
31. SAMe
Ben nadiren kullanırım. SAMe’nin olumsuz reaksiyonlarını göz önüne alarak metilasyonu
B12, folinik asit, DMG ve TMG verilenleri ile desteklemeyi tercih ederim. Önerim: günlük
200-800mg.
Pycnogenol
Serbest radikaller ve enflamasyon ile ilişkili birçok hastalık durumu olduğu için bu
takviyenin geniş bir kullanım alanı vardır.
Önerim: günlük 25-200mg
Diğer Bitkisel kökenli takviyeler
Asırlar boyu insanoğlu bitkisel kökenli, yoğunlaştırılmış doğal takviyeleri ilaç olarak
kullanmışlardır. Ayrıca birçok farmakolojik ilaç da çeşitli bitkilerden geliştirilerek elde
ediliyor. Ben daha çok enfeksiyonlara karşı kullanılan bitkisel takviyeleri tercih ederim.
Çünkü bakteri, virüs, parazitler ve mantar gibi zararlı patojenlere karşı tedavide
etkilidirler. Farmakolojik ilaçlar sadece tek bir grubu etkilerler, mesela antibiyotikler
sadece bakteriyi öldürür, bazen bir cins bakteriye karşı etkindirler. Antiviral ilaçlar ise
sadece virüslere karşı etkindirler, ayni şey mantar için de söylenebilir. Bitkisel kökenli
ilaçların başka bir özelliği de daha hafif yan etkilerinin olduğudur. Sıkça kullandıklarım;
Kuersitin
Bu egzama ve alerjilerde histamin salgısını bloke ettiği ve enflamasyonu azalttığı için
kullanılır. Doğal bir histamin ve iltihap karşıtıdır. Günlük: hastanın durumuna göre 600-
1800mg öneririm.
Zerdeçal
Güçlü bir antioksidandır, en önemli etkisi doğal bir iltihaba azaltıcısı olmasıdır. Ayrıca
sinirleri koruyucu özellikleri de vardır ve bağırsak tedavisinde de kullanılabilir. Günlük
doz; 500-1500mg arasında değişir.
Oregano oil (kekik )
Kaprilik asit: (Zeytin yaprağı ekstresi)
Bu doğal takviye virüs ve bakterilerin neden olduğu bir dizi enfeksiyon durumunda
etkilidir. Viral çoğalmayı durdurması gibi az görülen bir etkisi de vardır. Alerjiler için de
yararlıdır. Günlük doz: 500-1500mg
Sarımsak Özü: Laurisidin
BAZI DURUMLARA KARŞI ÖNERİLEN TAKVİYELER
32. Bu gruplarda görülen takviyeler bir hastanın tüm destek protokolünü oluşturmaz. Mesela
birinci grupta verilenler buradaki ilgili gruplarda görülenlerle birlikte verilebilir, belki diğer
iki grup takviyeler de alınabilir, yani hastanın durumuna göre seçilir.
Demir (algılamayı açmak için)
Bağışıklığı arttırmak için
Mantara karşı çinko
Balık yağı
A vitamini
Esansiyel yağ asitleri
Probiotikler
C vitamini
E vitamini
D vitamini
Transfer faktörü
Oral gamma globülin
Özel bitki özlü takviyeler
L-arjinin
L-glutamin
Enflamasyonu azaltmak için verilenler
Enflamasyona karşı besinler ve flavonoidler, kuersitin, psinogenol ve diğerleri (transfer
faktörü dahil)
Hipoglisemiye karşı verilenler
Krom
Çinko
Magnezyum
Niasin
L-glutamin
Viral enfeksiyona karşı verilenler
Sarımsak
Laurisidin
Transfer faktörü
A Vitamini
C Vitamini
Selenyum
33. Zeytin yaprağı ekstresi
Çinko
Arabinogalaktan
Bağırsak sızdırmasına (Leaky Gut syndrom) karşı verilenler
Probiotikler
Acidophilus
Bifudus
Saccharomyces boulardii
Çinko
L-glutamin
Pantothenik asit
Gamma orizanol
Çuha çiçeği yağı (Evening primrose oil)
Paramicrocidin (üzüm çekirdeği özütü)
Kapilik
Sarımsak
Laurisidin
Oregano Oil
Probiotikler
Çinko
C Vitamini
Transfer faktörü
Biyotin
ADHD (dikkat dağınıklığı)
DMAE
Fosfatidilkolin
Magnezyum
Çinko
Demir
L-Tirozin
Metil-B12
C Vitamini
34. Pantotenik asit
Taurin
Omega 3 yağ asitleri
Hiperkaktivite (ADHD) durumu için
Magnezyum
L-Teanin
Taurin
GABA
Inozitol
Metil-B12
Omega-3 EFA yağ asitleri
Astım için
Magnezyum
C vitamini
Gamma linolenik asit (GLA)
B6 vitamini
Pantotenik asit
Kuersitin
Pycnogenol
Balık yağı (EPA/DHA)
L-Arjinin
Metilasyon için
Metil-B12
Folinik asit
DMG
TMG
Çinko
N-asetil-sistein (NAC)
Glutatyon
ÖZET
Bu bilgi sizi korkutmasın, 50 farklı besin takviyesi verdim size, ama belki çocuğunuz
sadece 10 tanesini kullanacaktır. Çocuğunuzun durumu iyileştikçe zaten siz buna
sarılacaksınız.
35. HTPr
Metil B-12
DMAE
Fosfatidilkolin
N-asetil-karnitin
B-kompleks vitaminleri, pantotenik asit dahil
Çinko
Bu ilaç gibi olan yağ Hindistan cevizinden elde ediliyor, bakteri, virüs, mantar ve
parazitleri temizlediğine inanılıyor. Günlük doz 10-40 hap seklinde, aktif olan içindeki
madde alisindir ve virüs parazit, mantar, bakterilere, enfeksiyonlara karşı etkilidir. Sülfür
grubundan olduğu için ağır metallerin atılımında doğal bir detoks aracıdır. Günlük doz
500-3000mg’dır. Bu yağ asidinin virüs ve bakterilere karşı etkin olduğu görülmüştür.
Bazı uzmanlar mantara karşı da etkin olduğunu düşünüyorlar. Günlük doz 800-
1200mg’dır. Temel unsuru karkavaldır; bakteri, mantar ve parazitlere karşı etçildir.
Günlük doz bir iki damla zeytinyağı ile karıştırılmış bir şekilde de alınabilir. Kan-beyin
engelini geçebilen belki de bir kaç antioksidandan, koruyucudan biridir, doğrudan
nöronları etkiler. Güçlü bir oksidatif stres önleyicisidir. Çalışmalar C ve E vitamininden
daha fazla etkisi olduğunu gösteriyor. Yüksek dozda güçlü bir enflamasyona karşı
kullanılan takviyelerden biridir. Bazı kişilere faydalı olabilir. Metilasyon işleminde de
faydalı olabilir; 5 çocuktan birinde olumlu etkisi gözlemlenmiştir.
Bu takviye triptofan adlı amino asidin bir formudur. Bu ise sakinleştirici bir
nörotransmitter olan serotoninin temel besin öncüsüdür. Serotonin seviyesi sıkça
görüldüğü gibi otizmli ve ADHD çocuklarda düşüktür. Karkaval bazen bu seviyeyi
yükseltebilir. Aktif unsuru bilinen bir besin maddesi olan lesitinden elde ediliyor. Lesitin
ise düşün ve hafıza ile ilintili, bir nörotransmitter olan asetilkolinin besin öncüsüdür. Bu
önemli besinde bir eksiklik algılama üzerine önemli etki yapar. Günlük bir diyet 1000mg
bu besinden almamızı sağlar, iyi bir netice görmek için buna katlamamız gerekir.
Takviyeler genelde kapsül formundadır ve özel bir amaç için kullanılır. Sindirim
sisteminde toksinlerle bağlanır ve sistemden atılmalarına yardımcı olur. İlaçlar ve ek
verilenlerin tetiklediği, toksinlerin neden olduğu, mantar, bakteri gibi zararlı patojenlerin
temizlenmesinde görülen ani reaksiyonun (die off) tedavisi bu ek verileni kullanmanın bir
değeri vardır. Aktive kömür diğer ilaç ve ek verilenlerden, yiyeceklerin emilimi etkilediği
için farklı zamanda alınmalıdır. Geçici olarak gaita da kararma yapar, zararsızdır
geçicidir. Kötü yan etkisi çok nadirdir. Bu besin takviyesi vücudun enerji üreten her
hücresine, mitokondrilere yağ asitlerini taşır. Mitokondrial bozukluk olanlarda etkilidir.
N-asetil-karnitinin en tercih edilen formu L-karnitindir, çünkü daha fazla nöroaktifligi
vardır. Bu amino asit genelde otizmli çocuklarda düşük seviyede, çünkü metabolizmaları
cıva tarafından bloke edilmiş durumda. Doğal farmakolojiye yeni katılan takviyelerden
36. biri ama etkisi bazı hastalarda çok olumlu oldu. Özellikle algılamada güçlük, hafıza
zayıflığı, dikkatini verememe durumlarındaki genelde bu durum ADHD çocuklar da
görülüyor.
Şelasyon öncesi sorunlar-1
Bu konu önemlidir, çünkü var olan toksinleri temizlemeye çalışırken yeni ilaveler
yapmamak gerekir. Bunun için;Cıva içeren amalgamları kullanmayın, var olanı
temizletin. Çünkü yemek yerken, içerken, diş gıcırdatırken ufak miktarlarda da olsa cıva
ağza yayılıyor. Bu konu oldukça tartışmalı. Çoğunluk diş doktorları amalgamın sorun
yaratmadığına dair hem fikirler, fakat birçok diş doktoru da bu perspektife karşı. Ben de
cıva içeren amalgamın zararlı olduğuna inanıyorum. Bireyin metabolik durumu ve kaç
adet dolgu taşıdığı bu risk faktörünü belirleyen en önemli öğelerdir.
Belki birçok insan neden bu amalgam dolgulardan sorun yaşamıyor diye düşünülebilir.
Muhtemelen bu kişiler diğer toksinlerden de önemli ölçüde etkilenmezler. Mesela bir kişi
yüksek ya da orta seviyede derecede kurşun, arsenik, alüminyum ya da başka toksik
maddeler almışsa çok az miktarda cıvaya tahammül edemeyebiliyor. Esas sorun bu
toksinlerin artarak (birikici etki) bir etki yapabileceğini sağlık alanında çalışanların henüz
görememiş olmaları. Bu durumu meslektaşım John Green MD, bir kokteyle benzetiyor,
yani çok az miktarda farklı alkol maddesi alsanız bile sonuç tüm alkol almış gibi sizi fena
etkilemesi, çünkü birleşip kombine bir etki yaratıyor.
ŞELASYON ÖNCESİ SORUNLAR-2
Besin değerlerinin gözden geçirilmesi, eksiklerin tamamlanması
Otizmli çocuklarda besin unsurlarında eksiklikler vardır. Bunlar halledilmeden başlanırsa
şelasyon detoks işlemini etkiler hatta çocuklar da metabolik sorunlar yaratır.
Şelasyon metaller atılırken mineral değerlerini düşürüyor. Mineral seviyesini şelasyon
öncesi zenginleştirin. Özellikle çinkoya önem verin. Kalsiyum, magnezyum, selenyum
takviyesi yapmak bu minerallerin değerleri düşürmese bile iyidir. Bakır içeren ek
destekten kaçının. Mineral seviyesini düzenli olarak kontrol etmek gerekir. Üstelik
vücudun metilasyon işlemini harekete geçirecek detoksu aktif hale getiren bazı özel ek
besin maddelerini vermek önemlidir. Metilasyonu düzeltmek önemlidir, çünkü şelasyon
durdurulduktan sonra doğal olarak vücut bu işlemi sürdürür eğer fonksiyon
yapabiliyorsa. Otizmli çocukların birinci temel problemi metilasyonun sorunlu olmasıdır.
Metilasyonu zenginleştirmek için glutatyon aktivitesini artırın. Bunun içinde onu oluşturan
üç ana amino asidi önemseyin; sistein, glisin ve glutamik asit. Glutatyon güçlü bir
antioksidandır ve doğal bir detoks ilacıdır.
ŞELASYON ÖNCESİ SORUNLAR-3
37. Birçok otistik çocuğun gastrointestinal sistem ile ilgili büyük sorunları vardır. Bunlar
çözümlenmeden şelasyon yapmak doğru değildir, çünkü hasta daha kötü olabilir.
Özellikle kabızlık durumu önemlidir. Ağır metaller dışkı ile birlikte dışarı atılıyorlar, bu
işlemin hızlı olması gerek ki yeniden geri dönmesin ve bağırsaktan kana tekrar emilim
olmasın.
Başka mide-bağırsak sorunları ise ishal ve disbiyozisdir. Özellikle mantar ve bakteri
üremesinde aşırı artma. Şelasyonda sırasında eğer ağızdan n-asetil-sistein ya da alfa-lipoik
asit alınırsa bu sorunlar kötüleşir. Bu nedenle herşeyi doğru bir sıralama ile
yapmak önemlidir.
ŞELASYON ÖNCESİ SORUNLAR -4
Karaciğeri ve böbrekleri kontrol altında tutmak
Şelasyonu sizinle takip edecek doktor bunu ancak çocuğun böbreklerle ilgili
fonksiyonunu kontrol ettikten sonra (BUN ve kreatinin testi ile) ve karaciğerin
fonksiyonunu testlerle değerlendirdikten sonra (AST, ALT, GGT ve bilirubin testleri)
karar vermelidir. Ayrıca, beyaz kan hücrelerinin (lökosit) sayımı da önemlidir. Çünkü
şelasyon ilaçları belirli bir stres yaratıyor. Kemik iliği, böbrekler ve karaciğerin bunu
kaldırıp kaldıramayacağının iyi bilinmesi gerekir.
Ayrıca doktor çocuğun tam kan sayımını detoks işleminden önce yapmalıdır. Bu testler
çocuğun şelasyona hazır olup olmadığı belirlerler. Bu testler şelasyon devam ederken
periyodik olarak tekrar edilmelidir.
ŞELASYON TEDAVİSİ
En sık kullanılan ilaç DMSA’dır. Diğerleri DMPS ve kalsiyum EDTA’dır. Ayrıca alfa-lipoik
asit de vardır (ki bu hafif bir şelasyon ilacıdır). Başka bir sülfür içeren ilaç olan, ağır
metalleri özellikle arseniği temizleyen TTFD hakkında fazlalık olmaması açısından daha
az bilgi vereceğim.
Bazen doktorunuz bunlardan birini, bazen bir kaçını kombine bir şekilde kullanır. Bazen
farklı hastalar bir şelasyonun ilacına daha iyi cevap verirler. Hangi şelasyon ilacının
kullanılması gerektiğine ait karar doktorunuza aittir.
DMSA
DMSA diğer şelasyon ilaçları gibi ağır metallere bağlanır. Bunlar olmaksızın ağır
metaller vücuttan atılamazlar. Dokuları, hücreleri bloke ederler, normal fonksiyonlarını
bozarlar. Özellikle beyindeki hassas nöronları ve bağışıklık sistemindeki hücreleri
bozarlar.
38. DMSA genellikle ağızdan verilir, ayrıca fitil olarak, ya da deriye merhem olarak sürülerek
de verilebilir. DMSA kurşun temizlenmesinde kabul edilmiş bir ilaçtır ama doktorlar
tarafından diğer toksik durumlarda da yaygın olarak kullanılmaktadır.
Genellikle DMSA doğru kullanıldığında güvenlidir ama güçlü bir ilaçtır, yan etkileri de
ağır olabilir; özellikle hassas bünyeleri ve ağır metallerle yüklü olan 4-A çocuklarında. Bu
yüzden doktor tarafından verilmesi ve takip edilmesi gerekir.
DMSA’nın farklı metallere bağlandığı tespit edilmiştir. Bunlar arasında kurşun, cıva,
arsenik, teneke, nikel ve antimuan da vardır. Cıva kadar diğer metaller de zararlıdır,
özellikle kurşun zekâ seviyesini düşürür.
Çocuğunuza şelasyon yapılıyorsa kontrol için bazı testlerin yapılması gerekir. Bunlar
tam idrar tahlili, BUN ve kreatinin testi (böbrekler için) ve tam kan sayımı (kemik ilgi
baskılanmasını görmek için) ve karaciğer testleridir (özellikle transaminazlar (ALT, AST)
ve GGT).
Mineral testlerinden özellikle çinko önemlidir, çünkü DMSA çinko atılımını ikiye katlıyor.
Bakır durumu da kontrol edilmelidir.
DMSA ile tedavi üç gün sürer, bunu takip eden 11 gün şelasyon ilacı alınmaz. Bu iki
haftalık bir dönüşüm yaratır ve aşırı miktarda ilaç alımını önler. Verilen ilaç miktarının
artışı ağır metallerin hacmini de artırabilir ki bu da organlara büyük stres yaratır (onun
için 3 gün ilaç kullandıktan sonra, 11 gün dinlenme dönemi vardır).
Bu iki haftalık dönüşümlü tedavi birçok çocukta bu tedaviyi aylarca sorunsuz yürütme
imkânını vermiştir. Tabii bunu söylerken çocuğun durumu, kilosu, yası ve diğer faktörlere
de bakmak gerekir. Bu tedavi çok az miktarda metal atılımına neden oluyorsa bırakın.
DMSA’nın yan etkisi ancak 19 gün devamlı alındığında görülmüştür ve doktorların
referans kitabında vardır.
Bu olumsuz etkiler;
Mide-bağırsak bozuklukları
Vücut ağrısı
Serum transaminazlarında (ALT, AST) artış
Boğaz ağrısı, öksürük
Döküntü
Baş dönmesi
Gözlerde rahatsızlık
Karaciğer enzimlerinde artış
Kemik iliğine baskılanma (bu sonuç bir kişide görülmüş, 19 gün DMSA alındıktan sonra)
İlacın diğer yan etkileri son derece nadirdir.
39. Bir vakada müköz zarda enflamasyon (ki bunun adı erythema multiforme ya da Steven-
Johnson sendromu) görüldü. Başka bir ciddi deri bozukluk durumu ise toksik epidermal
nekroliz ya da TEN adlı durumdur; bu da DMSA’nın olumsuz etkisi olarak bir vakada
görüldü. İlacı bırakınca durum düzeldi. Özetle yan etkiler nadirdir, ama bilmek gerekir.
DMSA doğru bir şekilde alınırsa yan etkiler nadir ve hafiftir bunlar; hiperaktivite,
huzursuzluk, uyarıcı davranışların artısı gibi yansıyabilir. Bağırsaklardaki bozulma,
mineral eksikliği de bu belirtilere katkı yaparlar.
Diğer Şelasyon İlaçları
DMSA haricinde sıkça kullanılan bir ilaç da kalsiyum EDTA’dır. Kalsiyum EDTA özellikle
kurşun, kadmiyum, alüminyum, antimuan, nikel ve tenekeyi temizlemede etkilidir; ama
cıva temizliğinde etkisi azdır. Kurşunu temizlemede özellikle damardan verilince çok
etkilidir. Bazı çocuklar kan testlerinde görülmese bile dokularında yüksek kurşun
deposuna sahip olabilirler. Bu durum onların algılamasını bozmakta ve IQ’lerini
düşürmektedir. Kurşun aynı zamanda kırmızı kan hücrelerine ve böbreklere de zarar
verir.
Kurşun sadece eski tahtalarda değil havada, tozda, suda, endüstride, toprakta her yerde
vardır. Eve bazı meslekte çalışanlar tarafından da getirilebilir; boyama, radyatör
tamircileri, inşaat, pil dükkânları. Kurşun artık boya malzemelerinde kullanılmıyor, ama
eski evlerde hala mevcuttur. Kurşunun ayrıca sinerjik etkisi de var, yani diğer toksinleri
daha toksik hale getiriyor.
Tamamlayıcı tıp doktorları EDTA’yı kurşun ve diğer metaller için kullandıklarında daima
kalsiyum formunu kullanırlar; disodyum EDTA’yı değil. Verilmesi gereken daha önce de
vurguladığım gibi kalsiyum EDTA’dır.
DMPS
DMPS oldukça popüler bir şelasyon ilacı. Fakat FDA tarafından onaylanmış değil.
Amerika’da DMSA’dan daha az kullanılıyor. Avrupa’da ise daha yaygın kullanılıyor,
Almanya da reçetesiz alınıyor. DMPS cıvaya karşı etkili, ama diğerlerini de temizliyor.
Ağızdan ya da fitil halinde (rektal) kullanılabiliyor. Damardan ve merhem seklinde
sürülerek de veriliyor. Yan etkileri DMSA benziyor ama DMSA kadar ya etkileri
açısından yeterli araştırma yapılmış değil.
Bir başka daha az kullanılan şelasyon ilacı TTFD’dir; bir çeşit yağda çözülür;
karaciğerden sonra idrardan ağır metallerin atılımını sağlıyor. Diğer sülfür içeren taurin
ve metionin gibi amino asitler ise sülfat seviyesini arttırıyor. Eğer hastada sülfat seviyesi
düşükse ya da hasta ağır metallerle özellikle arsenikle yüklü olduğuna dair belirti varsa
bu kullanılabilir.
40. Bir başka şelasyon ilacı alfa-lipoik asit ya da ALA. Bu doğal şelasyon ilacı diğerlerine
göre daha az etkili, ilk tercih edilenlerden değil.
ALA, DMSA bir süre tek başına verildikten sonra şelasyon protokolüne dâhil edilirse ve
birlikte verilirse daha etkili oluyor. Bir negatif etki ise bağırsakta mantar üremesini
arttırması. Bu durum görülürse ilacı kesin ve mantarları tekrar kontrol altına alın.
Şelasyon hiç bir tedavinin yapamadığını yapıyor. Eğer çocuğunuz ağır metallerle yüklü
ise size en ısrarlı bir şekilde doktorunuzla konuşmanızı ve şelasyonu düşünmenizi
öneririm.
Detoks-Toksinlerden Arınma
Toksinler, çevresel kimyasallar epidemik otizm durumunu yaratan en önemli nedenlerdir.
Bunlar ADHD, astım ve alerjilerde de önemli bir rol oynuyorlar. Daha da özel söylenirse
ağır metallerden cıva sorunun merkezindedir.
4-A epidemik bozukluklarına etki eden başka faktörler de var kuşkusuz; kötü beslenme,
bağışıklıkla ilgili sorunlar, sindirim sisteminde yaşanan sorunlar, genetik zayıflık ve virüs,
mantar, bakterilerin varlığı gibi. Fakat eğer toksinler, özellikle ağır metaller durumu bu
kadar ağırlaştırmasaydı, bunlar başarılı bir şekilde çözümlenebilirdi.
Bozulmuş Detoksifikasyon
Eğer herkes vücudundan toksinleri atabiliyor olsaydı toksinler bu kadar tahrip edici
olmayacaklardı. Maalesef 4-A çocuklarının özellikle detoks sistemleri zedelenmiştir.
Zedelenmiş detoks sistemi ise su sorunları yaratıyor;
Oksidatif stres
Vücudun tüm hücrelerine, beyinden sinir sistemine kadar hepsine zarar veriyor, yok
ediyor.
Kronik Enflamasyon Durumu
Buna nörolojik enflamasyon ve bağırsakta, bağışıklık sistemi dâhildir.
Toksik birikim
Toksinler hücrelerde ve kanda, birikiyor ve tüm vücuda zarar veriyor.
Toksinler iki şekilde etkiliyor;
Ekzojen toksinler
Vücudun dışında var olan toksinler: ağır metaller, haşere ilaçları, tarımdaki kullanan
kimyasallar, havayı kirleten toksik maddeler.
Endojen toksinler
41. Bu cins ise vücudun kendi bünyesinden kaynaklanan, metabolik artıklar, bakterilerin
ürettikleri, bağırsaktaki bozulmuş durum. Bu iki grup toksinler beş grupta toplanabilirler.
Çocuğunuzun her gün bu iki gruptan toksinlerle temas etmesi mümkündür.
Toksinlerin 5 ana kaynağı
1. Metabolizmanın yarattığı artıklar
Bu toksinler vücutta başka şekiller alıyor. Mesela idrarda amonyak, metabolik işleme
gereksinim olan hormonlar ve mantarların oluşturduğu yarattığı asetaldehit. Bütün
çocukların vücudunda bunlar var ama bazıları temizleyemiyor bunları.
2. Mikroorganizmalar
Bakteri, virüs, mantar ve parazit gibi mikroorganizmalar vücuda yayılabilirler. Varlıklarını
önleyemeyiz ama etkilerini detoks uygulayarak sınırlayabiliriz.
3. Kirleticiler (Contaminants)
Bunlar çevremizi kirleten toksinlerdir. Ağır metaller, tarım ilaçları, haşere ilaçları ve PCB
gibi çeşitli kirleticiler. Bu toksinler eğer atılmazlarsa hücrelerde ve beyin dokusunda
birikirler. Bunların içinde özellikle cıva en kötüsüdür.
4. Uyuşturucular ve alkol
Bu gruptakiler genelde farmakolojik ilaçlar, eczaneden reçetesiz aldıklarınızı kapsar.
Eğer doğru dozda alınırsa toksik değildirler ama uzun süre kullanımlarında metabolize
olamazlar ve detoks gerçekleşmezse toksik etki yaparlar.
5. Gıda katkı maddeleri
Gıda renklendiricileri, tatlandırıcıları, koruyucuları ve MSG, aspartam gibi uyarıcı
toksinler. Ayrıca bu gruba gıdalara katılan hormonlar ve antibiyotikleri de ilave etmek
lazım.
DETOKSUN DÖRT EVRESİ
Birinci evre
Bu aşamada amaç toksinlerin vücuttan güvenli bir şekilde dışarı atılıp temizlenmesidir.
Ama eğer bağırsaklar mantarın aşırı çoğalmasından kevgir gibi geçirgen bir halde ise
detoks başarılı olamaz, bağırsaktan kan geri emilim olur.
İkinci sorun toksinleri etkisiz kılan IgA antikor sisteminin çalışamamasıdır.
Başka bir olumsuz durum ise bağırsaklarda sindirilmiş besinlerin dışarı atılımının
yavaşlığıdır (kabızlık). Bu durum elimine edilen toksinlerin dışarı atılmadan tekrar
sisteme geri dönme tehlikesini taşıyor. Eğer bağırsaklar böyle yavaş çalışıyorsa,
gıdadan alınan posalı yiyecekler yani lifler ya da besin değerleri çok düşükse (Vitamin
/mineral eksiklikleri) yiyecekler boşaltım sisteminde çok yavaş hareket ederler ve
toksinlerin buradan kana geçmeleri mümkündür.
42. İkinci evre
Bu safhada önemli olan karaciğerdir. Toksinler bağırsaktan karaciğere hareket ederler.
Yağda eriyen toksinler karaciğerde suda eriyen toksinlere dönüşürler, çünkü bu şekilde
daha kolay atılırlar. Bu aşamada toksinler geçici olarak gerçek durumlarından daha
toksik hale gelirler, daha yapışkan olurlar. Karaciğeri toksinlerden korumanın önemi
büyüktür. En iyi takviyeler, B vitaminleri, mineraller ve karaciğeri koruyan sillimarindir.
Üçüncü evre
Bu aşamada bazı besin maddelerin toksinleri bağlama, birleştirme ve tutunmasını
sağlarlar. Bu özel besinler toksinlerin dışarı atılımını hızlandırırlar. Bunlar glutatyon,
glisin, sistein, taurin ve sülfattır.
Bu besin maddeleri toksinlere yapışırlar, onları daha az toksik duruma getirirler ve
sistemden atılmalarını sağlarlar. Toksinlerin bu temizlenme aşamasında bağırsaklar ve
idrar sistemi iyi çalışmalıdır. Bol posalı yiyecekler yemek ve susuz kalma durumundan
ya da kabızlıktan kaçınmak gerekir. Ayrıca bazı özel seçilmiş gıdaları tüketmek de
yararlıdır. Bunlar sarımsak, lahana, karnabahar ya da brokoli gibi sülfat içeren
fitokimyasallardır. Eğer yiyecek olarak alamıyorsa hap, kapsül ek destek verilen
şeklinde almasında yarar vardır.
Dördüncü evre
Alkali-asit dengesini (pH) korumak vücudun doğal detoks sistemini destekler. Kural
olarak detoks yaparken alkali vücut asidik vücuttan daha iyidir. Gördüğüm çocukların
çoğu asidik durumdadırlar. Vücudun alkali durumunu artırmak için bol yeşil sebze, az
yağlı et, az şeker ve bazen potasyum sitrat almak yararlı olabilir. Alkali durum detoksu
hızlandırır, yeşil içecekler (bitkisel içecekler), yaygın kullanılan bitkisel formüller bu
amaçlıdır.
DETOKSTA GLUTATYON
Glutatyon detoksta önemli bir rol oynuyor. Bir sıralama yaparsak;
Sadece ağır metalleri değil, kimyasal toksik maddeleri de temizliyor.
Güçlü bir antioksidan, serbest radikalleri temizliyor.
Proteinleri oksidasyondan koruyor.
Mitokondrilerin toksik maddelerden korunmasını sağlıyor
Mitokondriyal tarafından üretilen enerjiyi arttırıyor.
Bağırsağı saran dokuyu (epitel dokuyu) koruyor ve toksinlerin sisteme girmesini
önlüyor.
Normal T-hücre fonksiyonunu sağlıyor ve hücre ölümlerinde T-hücrelerini koruyor.
C, E vitamini gibi antioksidanların okside olmasını önlüyor, böylelikle antioksidan
aktiviteyi korumuş oluyor.
Metilasyon işleminde SAMe’nin formasyonunda önemli bir enzimi aktif hale
getiriyor.
43. Glutatyon 4-A çocuklarında genellikle düşük seviyededir ve bunun düşük olmasının
neticeleri ciddidir.
Glutatyon seviyesinin düşük olmasının etkileri
Detoks işleminin zayıf olması hücre zarının fonksiyonunu değiştiriyor. Hücre zarları
hücrelerden artıkların çıkarılmasını ve yerine besinlerin girmesini sağlıyor. Düşük
glutatyon seviyesi ise bu işlemi bozuyor.
Zayıf sinir bağlantısı
Yeterli glutatyon olmadan sinir hücreleri, buna beyin hücreleri dâhil, mesajları bir
hücreden diğerine etkili bir şekilde iletemiyorlar. Glutatyon seviyesinin düşüklüğü beyin
hücrelerinde ağır metallere, toksinlere karşı hassasiyeti artıyor.
Nörotoksik proteinlerin emilimi
Glutatyon seviyesi düşükse, zararlı peptitler beyine giriyor.
Glutatyon seviyesinin düşüklüğü bağışıklık sisteminde Th2 hücrelerini aşırı uyarıyor, bu
durumda vücudun kendi sistemini sabote edici otoimmün reaksiyonlar ve alerjiler ortaya
çıkıyor.
Vücudun doğal detoks mekanizması olan metilasyon da düşük glutatyon seviyesinden
olumsuz etkileniyor.
Glutatyonun destek olarak verilmesi bazı çocuklarda, artan kendini uyarıcı davranışlar,
hiperaktivite, huzursuzluk ve nadir olarak da obsesif davranışlar (takıntılar) gibi yan
etkiler gösterebiliyor.
Ben genelde glutatyonu laboratuar testinden sonra öneririm. Laboratuara göre düşük
glutatyon, düşük sistein, düşük sülfat ve yüksek lipit peroksitler glutatyon verimini
destekler. Eğer sistein seviyesi yüksekse bu glutatyon verimine karşı bir reaksiyon
görülebileceğine işaret olabilir. Düşük dozda başlarım ve gözlem yaparım. Glutatyonu
damardan çok yavaş, bazen yavaş bir serum gibi (damla damla) veririm. Tek basına bir
tedavi olarak vermem, öncesinde ve sonrasında C vitamini, fosfatidilkolin ya da
şelasyonda kullanılan kalsiyum EDTA ile birlikte kullanırım.
Oral glutatyon genelde iyi emilemiyor, fakat yeni oral, lipozomal form belki daha iyi
emiliyor. Glutatyonu vermek belki takviyelerin etkisini de arttırıyor. Birlikte verilebilecek
takviyeler;
Bir çalışmada günlük 500mg C vitamininin glutatyon seviyesini %50 artırdığı görüldü.
Ben buna ilave olarak 100-400 İÜ arası E vitamini de ilave ederim.
N-asetil-sistein
44. Bu besin glutatyonun bir öncüsüdür ve otistik hastalarımın %60-70’inde kanda düşüktür.
N-asetil-sistein vermek olumlu etkiler gösterebileceği gibi yan etkiler de yapabilir, aynen
glutatyon verilmesinin sorun olabileceği durumlarda olduğu gibi. Keza ağızdan
alındığında bağırsak disbiyozisine neden olur, özellikle mantar sorunları olanlarda. Bu
durumlarda merhem, enjeksiyon ya da nebülizasyon şeklinde verilebilir.
Metil-B12
Bu vitamin de glutatyon seviyesini yükseltir ve metilasyonu hızlandırır. Bu ürünü folinik
asit, TMG veya DMG, çinko ile birlikte vermek de etkilidir. Bazen B6 vitamini de
glutatyon seviyesini artırır.
DETOKSUN BASKA METODLARI
Başka bir doğal detoks metodu da saunalardır. Saunalar şelasyonlarla beraber
yapılabilir. Ağır metallerin atılmasını kolaylaştırır. Bazı durumlarda, özellikle toksik
yüklenme ağır değilse şelasyona girmeden bu doğal detoks yolunu kullanma iyidir.
Metilasyonu artıran takviyeler
Metil B12
TMG
DMG
Folinik asit
SAMe (Bazen)
C ve E vitaminleri
Glutatyon
N-asetil sistein
Çocuğunuzun ağır metallerini temizlerken, diğer toksik atıkları, kimyasal maddeleri de
temizlemelisiniz.
Buna yardımcı olacak besin takviyeleri
C vitamini
B6 vitamini
Taurin
A vitamini
Fosfatidilkolin
Sillimarin
NAC (N-asetil sistein)
Alfa-lipoik asit
Glutatyon
Ayrıca bol miktarda su alarak, egzersiz yaparak, derin derin soluyarak, kabızlıktan
kaçınarak ve terleyerek doğal detoks yapılabilir.
Terlemenin önemli bir yeri var, deri bazen "üçüncü böbrek" olarak adlandırılır. Bir grup
4A-çocuklar düzenli olarak aldıkları far-infrared saunalardan büyük fayda sağladılar. Ben
45. tramplende zıplamayı da öneririm, susuz kalmadan kaçınmalıdırlar. Saunadan önce az
miktar niasin almak iyidir, çünkü niasin kılcal damarları genişletir.
Saunaların başka bir rolü de toksinlerin toplandığı yağ hücrelerini parçalamaktır. Bu
karaciğerden atılmalarına yardımcı olur. Bunu söylemekle beraber eğer doktorunuz
saunayı önermişse, tepkileri gözleyecek demektir.
Başka bir metot ise damardan fosfatidilkolin vermektir. Bu ek verilen hücre dokusu
fonksiyonu ve karaciğer detoksu için önemlidir. Ayrıca temel nörotransmitter, asetilkolini
oluşturur, sakinleştirici etkisi vardır.
Detoksa yardımcı olan diğer besin takviyeleri C vitamini ve magnezyumdur. Bunları
damardan vermek bağırsak sorunları olanlar için tercih edilebilir.
Oldukça yakın bir geçmişte otizm hastaların hiperbarik oksijen terapisi (HBOT) devreye
girmeye başladı. HBOT’un otizmdeki etkilerinden bahsetmek için henüz erken, ama
yapılan bazı çalışmalar olumlu olabileceğini gösteriyor. HBOT otistik çocuklarda
enflamasyonu azaltır, beyin kan akımını artırır. Jeff Bradstreet MD gibi bazı doktorlar
bunu bu tedaviyi sıkça kullanıyorlar ve olumlu etkileri gözlüyorlar; özellikle dil, algılama
ve sosyal becerilerde artış gibi. Fakat daha fazla araştırma gerekiyor.
Şelasyon tedavisi
Şelasyonun ağır metallerin atılımında, en etkili bir biyomedikal metot olduğuna inanılıyor.
DAN doktorları şelasyonu binlerce çocuğa başarı ile uygulanmıştır. Doktorlar otizmli
çocukları ağır metal durumu için idrarda ilaçla uyarılmış test uygularlar. Bu test
şelasyona gerek olup olmadığına karar vermede etken olur. Şelasyondan başarılı sonuç
almak farklı nedenlere göre değişir. Çocuğun vücudunda şelasyon öncesi ağır metaller
yüksekse şelasyonla görülen gelişme çarpıcıdır. Bazen çocuğun yaşı da etken olur. Yaş
ilerledikçe belki fiziksel ve nörolojik zarar daha derine islemiş olabilir. Bazen çocuk
idrarda ağır metalleri büyük miktarda atmasa dahi gelişme görülebilir. Bazen küçük bir
atılım bile büyük fark yapar. Gelişme bazen hızlı olur ki bunu metal atılımına
bağlayamayız. Bu durum belki de sülfat durumunun iyileşmesinden ya da oksidatif
stresin azalmasından da kaynaklanabilir.
Şelasyonun güvenli olmasını sağlamak birinci derecede önemli
Şelasyon diğer tıbbi işlemler gibi çok dikkatli bir şekilde yapılmalıdır, yoksa zarar verir.
İki olum olayı yaşandı, iki çocuk ani kalsiyum kaybının neden olduğu kalp krizinden
öldüler. Bu durum hastalara yanlış şelasyon ilacının disodyum EDTA verilmesinden
kaynaklanmıştır. Onlara kalsiyum EDTA verilmeliydi.
Yanlış verilen disodyum EDTA bazı durumlarda kullanılabilir ama kural olarak çocuklara
verilmemelidir.
Bu üzücü ölümlerde bir başka neden yavaş yavaş, damardan serum gibi (drip-damlayarak)
verilmemesi, aksine hızla şırıngadan verilmesidir.