Dr. Ozgur Uckan'in Yapi Kredi Kultur Toplantilari dizisinde 26.042007 tarihinde yaptigi sunum: Bilgi toplumu, bilgi ekonomisi ve bilim-teknoloji politikalarinin Turkiye'nin surdurulebilir kalkınmasi acisindan tasidigi onem ve mevcut olumsuz duzenlemelerin yarattigi sorunlar...
2. İletişim / Topluluk / Ağ
“Topluluk (Community) ve İletişim (Communication) sözcükleri
aynı köke sahiptir. Bir iletişim ağı kurduğunuz her yerde bir topluluk
da kurarsınız ve ne zaman bu ağı yıkarsanız –yasadışı ilan
ederseniz, çökertirseniz ya da erişilemeyecek kadar pahalı
kılarsanız-, topluluğu da incitmiş olursunuz…”
Bruce Strerling, “The Hacker Crackdown”
3. Teknoloji nötr
“Net hakkında hala coşkuluyuz, tıpkı Walt Whitman’ın trenler ve
telgraf hakkında duyduğu coşku gibi. O trenlerin ve telgrafın bizi
birleştireceğini, bizden bir topluluk yaratacağını düşünüyordu.
Trenlerin bir gün toplama kamplarına da gideceğini öngöremezdi
elbette.”
Andrei Codresku
4. Teknolojik hayat
Teknoloji hayatı daha yaşanabilir kılabileceği gibi,
cehenneme de dönüştürebilir.
Teknolojik hız, insani algı, mobil enformasyon yönetimi
ve her biri kendi atalet gettosuna kapatılmış bireyler,
iktidar ve çatışma networkleri…
5. Teknoloji / Simülasyon
Savaş, sömürü, denetim, vahşet, yıkım, terör,
bireylerin ataleti sayesinde
gündelik yaşamı kaplayan bir sahne sisi gibi
gerçekliğin yerini alan bir simülasyon evreni
yaratabilir…
Teknoloji, anlamı kendinde saklı bir nihai hedef değildir.
Teknoloji, “araç”tır.
Peki ya bilgi ?
7. Demokratik Teknoloji
Teknoloji, nötr…
(Tıpkı trenler gibi… Trenler aşıkları da buluşturur, toplama kamplarına da
gider.)
Ama, herkesin erişimine açık,
bilginin adil paylaşımı ve özgür dolaşımına
dayanan
demokratik teknoloji kullanımı,
ekonomik ve insani kalkınma için verimli bir fırsatlar
tarlası olabilir…
11. Bilgi ve iletişimin denetlenmesi
İnternet, quot;küreselquot;, quot;gayri-merkeziquot;, quot;açıkquot;, quot;sınırsızquot;, quot;etkileşimliquot;,
quot;kullanıcı-denetimliquot; ve quot;altyapıdan-bağımsız”...
Bu bizim “kültürümüze” aykırı! Büyük harfli bir “Merkez” kurulmalı ve
bu başıbozuk ortama “düzen” getirmeli!
Her iktidar, uyruklarının bilgiye erişimini ve aralarındaki iletişimi
denetlemeyi ve böylece kendisine bir gül bahçesi kurmayı hayal
eder.
Ama bilgi iktidardan kaçar. Merkezi olmayan ağlar üzerinde dolaşan
bilgiyi zaptetmenin imkanı yoktur. Ancak iktidar merkezi otoritesi
hakkında da hayal görüyorsa, kendini gül bahçesinde sanmaya
devam edecektir. Ta ki, bilgi dikenleri her yanına batana kadar...
12. Peki ya Türkiye?
Her ne kadar başarısız olmaya mahkumsa da, iktidar bilgi ve iletişimi
denetlemeye çalışırken meşruiyetini ortak faydasını gözetmesinden
aldığı topluma ciddi zararlar verir.
İşte Türkiye’de bunu yaşıyoruz. Hükümet ve devlet mekanizması,
temel topluluk hakkımız olan bilgiye erişim ve iletişim hakkımıza göz
dikiyor; özgürlüğümüze ve refahımıza zarar veriyor. Bilginin küresel
dolaşımına entegre olmamızı ve özgürce iletişimde bulunmamızı
engellemeye teşebbüs ederek geleceğimizi karartıyor.
Türkiye’de kanunlaştırma sürecinin hukuk devleti ilke ve kurallarına
aykırılığı göz önünde tutulursa, fena halde zaman kaybedeceğiz
demektir. Toplum olarak topluluk haklarımızı korumamız meşru.
Sadece bilişim STK’larının değil, toplumun her örgütlü kesiminin
görevi bu. Geleceğimiz iktidarın değil, bizim elimizde...
13. Ve Türkiye…
Devletin bilgi toplumu stratejisini mekanik e-devlet projelerinden
ibaret görme saplantısı mantıksal sonuçlarından birini daha verdi.
Ulaştırma Bakanlığı’nın “elektronik ortamda işlenen suçların
önlenmesi” ile ilgili tasarısı, internet içeriğinin izlenmesi,
denetlenmesi ve sansür edilmesi için yeni bir “e-devlet hizmeti”
öngörüyor! Telekomünikasyon Kurumu bünyesinde “Bilişim
Güvenliği Başkanlığı” kuruluyor.
Bilgiyi kendi malı kabul eden devlet, kulları arasındaki iletişimi
denetlemeyi de hak olarak görür tabii. Hükümetin iftihar ettiği e-
devlet atılımı, “e-polis devleti”ne doğru evriliyor!
14. Ve Türkiye…
“Hukuk devleti”, pratik olarak hukukun yurttaşlar lehine ve devlete
rağmen üstün kılınmasıdır. Çünkü devletler, her zaman ve her yerde
“düzenleme”den “denetleme”yi anlarlar ve “güvenlik” ile “hak ve
özgürlükler” arasındaki dengenin teminatı hukuk devleti ilke ve
kuralları çerçevesinde ancak yurttaş inisiyatifleri ve sivil toplum
girişimleri ile sağlanır. Bu inisiyatifin şu ya da bu nedenlerle
engellendiği, baskı altına alındığı ve yıldırıldığı durumlar, Çin’de
olduğu gibi, “devlet güvenliği” gerekçesiyle bir elektronik foruma
mesaj yollamanın ölüm cezasıyla tehdit edildiği “düzenleyici
mevzuat”larla sonuçlanabilir. Bu aşırı bir örnek sayılabilir, ancak
mantık her zaman sonucuna ulaşma eğilimindedir. Denetleme ABD
ya da AB’de olduğu gibi “çocuk pornografisi” ve “ırkçı söylemler”in
denetlenmesi maskesiyle başlar, giderek tüm iletişimin denetlenmesi
ve sansür edilmesi çabalarıyla sonuçlanır. Türkiye’de yaşanan da
tam olarak bu!
15. Çocuk pornosu, internet, hukuk ve ikiyüzlülük
Türkiye çocuk emeğini sömürme bakımından dünya dördüncüsü.
Çocuk tutukluların sayısında büyük artış var. Çocukların yüzde 72'si
anababa, yüzde 22'si öğretmen dayağı yiyor. Her üç çocuktan biri
istismara uğruyor. Kızlar çocuk yaşta evlendiriliyor. Pedofili
atasözlerimize sızmış.
Bunların hepsinin sorumlusu da internet, öyle mi? Bu ne ikiyüzlülük!
“Çocuk pornografisi” işin bahanesi. Hükümet bu konuda ciddi
olsaydı, 2001’den beri çocuk pornografisine yönelik ek protokolü
imzalamamakta ayak diremez veya on yıl önce imzalanan Çocuk
Hakları Sözleşmesi’nin gereklerini yerine getirirdi.
Hükümet bu “verimli” bahaneyi kullanarak iletişim ve ifade
özgürlüğünü kısıtlamayı, denetim ve sansürü meşrulaştırmayı
amaçlıyor. Bugün müstehcenlik, yarın kumar derken, her türlü
muhalif içeriğin sansür edilmesinin yolu açılıyor. Nitekim tasarının
“zararlı içerik” tanımı ve 301 dâhil olmak üzere referans olarak
verilen TCK maddeleri bunu açıkça gösteriyor.
16. “Ulusal” bilgi güvenliği
“Ulusal Bilgi Güvenliği Teşkilatı Kurulması Hakkında Kanun
Tasarısı” TBMM gündemine sunuluyor.
“Bilgi güvenliği”, tanımı gereği bilginin gizliliği, bütünlüğü ve
ulaşılabilirliği ihlal edilmeden serbestçe dolaşımının
sağlanabilmesidir. Bu bağlamda, “bilgi güvenliği”, “bilgi özgürlüğü”
ve “mahremiyet” kavramları iç içe geçmiştir.
Bir hukuk devletinde, bilgi güvenliği, özellikle de hassas olarak
nitelendirilen kamu bilgilerinin güvenliğinin sağlanması, kamu
bilgilerine erişim özgürlüğü ile ilgili hukuki düzenlemelerle
dengelenmezse, ifade ve iletişim özgürlüğü başta olmak üzere temel
hak ve özgürlükler ciddi bir tehdit altında kalacaktır. Aynı şekilde,
bilgi güvenliği ile ilişkili düzenlemeler “kişisel verilerin korunması”
yasası ile dengelenmezse anayasal mahremiyet hakkımız
çiğnenecektir. “Bilgi edinme hakkı” yasasının işlerlik durumu ortada.
Kişisel verilerle ilgili henüz düzenleme yapılmadı. Tasarıda
elektronik imza yasası ile çelişen hususlar var.
Bu alanlarla etkileşime girmeden kanun yapar, neyin “ulusal bilgi”,
neyin “devlet sırrı”, neyin kişisel ya da ticari veri olduğuna karar
verecek kadir-i mutlak bir “Ulusal Bilgi Güvenliği Kurumu” tesis
etmeye kalkarsanız bu karmaşanın bedeli gerçekten çok ağır olur.
17. İçine kapanan ülke
Türkiye bir süredir giderek içine kapanan bir ülke portresi çiziyor.
Toplumsal gündem geleceğimizin yaratılmasına değil, bölünme
paranoyasına, kimlik bunalımlarına, yabancı düşmanlığına, otorite
arayışına, ideolojik çatışmalara, etnik kamplaşmaya, milliyetçi
hezeyanlara teslim olmuş durumda. Ekim 2005’te AB müzakere
sürecinin kesintiye uğramasıyla başlayan bu içe kapanma, Kuzey
Irak’ta gelişen konjonktür, Şemdinli olayları, 301. madde ve hukukun
erozyonu, Hrant Dink cinayeti, Malatya vahşeti, Nokta dergisinin
kapanması ve her iki taraf için de demokrasi ayıbı olan son
Cumhurbaşkanlığı seçimleri gibi birbiriyle bağlantılı adımlarla
derinleşiyor.
Bu karanlık, ülkenin hemen hemen tüm hayati sorunlarıyla ilgili
mevcut politikasızlık zafiyetiyle birleşince, ortalık sansürcü yasa
tasarılarından, otoriter kurumsallaşma planlarından, merkeziyetçi
yönetim hayallerinden geçilmiyor. Türkiye artık Suudi Arabistan, Çin,
Kuzey Kore gibi ülkelerle aynı kampta anılıyor. “Hukuk devleti” bir
yanılsamadan ibaret. Demokratik bir ülke olmadığımız ve iktidar
kimde olursa olsun devlet mekanizmasının demokratikleşmeye
tahammülünün olmadığı açık.
18. İçine kapanan ülke
Böyle bir ortamda bilgi toplumundan, bilgi ekonomisinden, inovasyondan,
ulusal rekabet avantajı yaratmaktan ve geleceği yönetmekten söz etmek zor
elbette. Daha doğrusu, bu konuları ülkenin demokrasi krizinden
soyutlayarak ele almak artık imkansız. Türkiye’de baskın yönetim eğilimi,
her zaman kalkınma ve demokrasiyi birbirinden soyutlamaya, ekonomiyi
siyasetten koparmaya, politika ve stratejiyi taktik akıla indirgemeye ve
konjonktürün dönme dolabında günü kurtarmaya çalıştı. Bu yöntem
işlemiyor ve mevcut küresel bağlamda işlemesine de imkan yok. Şimdi bu
yönetsel hayal kırıklığının en tehlikeli evresini yaşıyoruz: ülkeyi içine
kapatıp, her türlü aykırı sesi baskı ve şiddetle susturup, kitlesel paranoyaları
tetikleyerek yönetme hayali kurmak… Küresel konjonktür bu “yönetimi”
gerçekten de hayali kılacağı için de, ortaya çıkan yönetsel boşluğu kimlerin
dolduracağı öngörülebilir. Bağımsızlığın ve egemenliğin kaybı asıl böyle
başlar: hayali iktidarını kendi halkıyla paylaşmaktan başka korkusu olmayan
iktidarsızların ülkenin yönetimini küresel askeri-endüstriyel güç odaklarına
bırakmasıyla…
“Rejim” değil ama ülke gerçekten de “ağır bir tehdit” altında. Ama tehdit
algımız yanlış. Geleceğimizi ipotek altına alan asıl tehdit, kitlesel ataletimiz
ve ezeli ergenliğimizle besleyip büyüttüğümüz otoriter baba figürünün ta
kendisi…
19. 2023’te nasıl bir cumhuriyet?
2023 bizim için “sihirli” bir sayı. Gelecek vizyonu deyince bu tarihten
öteye pek geçemiyoruz. Yüzyıllık cumhuriyet neye benzeyecek
acaba? 2023’te nasıl bir “Cumhuriyet” bekliyoruz? Peki, bizi nasıl bir
cumhuriyet bekliyor?
Genç nüfusunun hakkını veren ve ona güvenen, yani gençlerin
yaratıcı, yetenekli ve bilgili bireyler olarak yetişmesini sağlayan;
yenilikçi bir bilgi dinamiğiyle oluşturulan ve adilce paylaşılan bir
refahı sürekli rekabet avantajı yaratmak için kullanan; istikrarla
büyüyen; hayati konularda en geniş uzlaşıyla politika ve strateji
üretebilen; katılımcı, paylaşımcı, eşitlikçi, demokratik bir kalkınma
ivmesini sürdürülebilir kılmış; bilgi ekonomisini kurmuş ve bilgi
toplumuna dönüşmüş; tam bağımsız bir “küresel oyuncu” mu?
Yoksa mevcut atalet, politikasızlık ve ufuksuzluğun mantıksal
sonucu olan bir “distopya” mı? Distopya, mevcudun alternatifi
ütopyanın tersine, hakim olan durumun mantıksal sonuçlarında
yaratacağı içine kapanmış, bükülmüş dünyayı ifade eder. Bizi
bekleyen cumhuriyet bu bükülmüş dünya mı? Pazar olmakla hayatta
kalan, kaderini belirlemekten aciz bir “küresel oyuncak” mı?
20. 2023’te nasıl bir cumhuriyet?
Cumhuriyetin geleceği bir “ulusal irade” konusudur. Ama bu irade
bizi yönetmeye çalışanların sandığı gibi soyut, bir tür “milli magma”
olan bir ulusun “ulvi” iradesi değil, ulusu oluşturan tüm kesimlerin
katılımı ve paylaşımıyla, yani ortak aklıyla uzlaşarak üretilen ve
sıçramaları gerçekleştirmek için onsuz edilemez somut iradedir.
Türkiye hayati bir karar anı yaşıyor. Ekonomi, sosyal yapı ve kültür
eksenlerinde akan enerjinin entegre, senkronize ve koordine
atılımıyla, tıpkı 1923’teki gibi ulusal bir sıçrama hareketine
ihtiyacımız var.
2023 çok geç olabilir…
21. Zarar verme!
Bilgi Teknolojisi ve İnovasyon Vakfı ABD politika yapıcılarını “dijital
refah” konusunda uyaran bir rapor yayınladı (
http://www.itif.org/index.php?id=34). Rapor BT bakımından devletin
politika önceliklerini şöyle konumluyor:
• “dijital ekonomiye hak ettiğini ver” (BT’yi ekonomi politikalarının
odağına yerleştir);
• “dijital inovasyonu ve ekonomik sektörlerin dönüşümünü etkin bir
şekilde teşvik et” (anahtar sektörlerde BT alanında inovasyon ve ar-
ge’yi destekle);
• “vergi yasalarını BT yatırımlarını tetiklemek için kullan” (BT’nin
verimlilik üzerinde yaptığı etkiyi göze alarak vergi seçimini doğru
yap);
• “dijital okuryazarlık ve ve dijital teknoloji uyumunu
cesaretlendir” (yurttaşların dijital ekonomiye katılımını artır ve bunu
sivil toplumla birlikte yap);
• “zarar verme” (dijital büyüme makinesini yavaşlatacak olumsuz
düzenlemelerden kaçın)…
22. Zarar verme!
Rapor, ABD ekonomisindeki gelişmenin dinamiğini BT’nin
sağladığını, ancak mevcut ABD yönetiminin bunun farkında değilmiş
gibi davrandığını ve önceliği başka konulara verdiğine dikkat
çekiyor.
Bizim politika yapıcılarımız en azında bu konuda ABD’yi
yakaladıklarını düşünebilirler. Ne yazık ki ekonomimiz ABD
düzeyinde değil! Orada ekonominin büyüklüğü ve küresel payı
nedeniyle güçlenen dinamizmi “politikaya rağmen” BT etkisini hayata
geçirebiliyor. Bizim politika yapıcılarımız toraman bir yumurcakla
değil de kuvözdeki bir bebekle uğraştıklarının farkındalar mı acaba?
ABD’deki hemcinsleri kadar küresel hırslara sahip olamasalar da,
coğrafyaları içine kapatma hayali kurdukları bir Türkiye ile sınırlı olsa
da, öncelikleri bir o kadar ulvî… Kim takar BT’yi! Biz kendi yağımızla
kavrulur, yağ yakan motorumuzla boğuluruz.
Anladık, destek olmayacaksınız. Bari köstek de olmayın… BT
sektörü de devletin kuyruğunu bıraksın artık. Dünyayla yüzleşsin,
bağışıklık kazansın.
23. Peki, ne yapmalı?
Tüm tarafların, yani hükümet, bürokrasi ve kamu sektörünün, özel
sektör ve kuruluşlarının, emek örgütlerinin, akademinin, STKların ve
inisiyatif gösteremeyen vatandaşın ne yapmaları gerekiyor?
Öncelikle bu kesimlerin kendi kurumsal yapılarında merkezi güç
yanılsamasından kurtulup, faaliyet alanlarına özgü bir yönetişim
modelini uygulama niyetini göstermeleri gerekiyor ki, diğer taraflarla
meşru bir paydaşlık ilişkisine girebilsinler. Sonra tümü etkin ve geniş
bir uzlaşma çerçevesinde olmak üzere; şimdiye kadar şu ya da bu
kesim tarafından üretilmiş ancak üzerinde uzlaşılamadığı için raf
ömrünü doldurmuş politika, strateji, eylem planlarından kurtulup,
öncelikli hedefleri konumlayan gerçek bir ulusal politika
oluşturmaları; sonra bu politikayı küresel koşullara uyumlu bir yol
haritasına dönüştürecek stratejiyi belirlemeleri; sonra farklı kesimler
ve hedefler bağlamında ayrımlaştırılmış stratejik sürecin
koordinasyon ve uygulama düzeneğini yönetişim temelinde ve
meşru bir zeminde kurmaları; sonra strateji bağlamında
önceliklendirilmiş projelerin hayata geçirilmesine yönelik eylem
planını, fizibilite ve risk analizi çalışmalarıyla birlikte oluşturmaları;
daha sonra, küresel, bölgesel ve ulusal koşulların değerlendirilmesi
ve politika doğrultusunda projeksiyonlar yapılmasıyla bu sürecin
denetlenmesi ve iyileştirilmesi için katılımcı bir üst yapıyı kurmaları;
bununla da yetinmeyip, STK ve akademi katılımlı bağımsız izleme
mekanizmaları kurgulamaları gerekiyor…
24. Nasıl?
Bu sürecin atılıma dönüşmesinin koşulu, etkin
katılım, şeffaf yönetim, adil paylaşım ve en geniş
uzlaşma zemini…
Yani bilgiyi ve iktidarı paylaşmadan, gerçek bir
yönetişim düzenine geçmeden ülkenin
geleceğini kuramazsınız.
Yani, yeni bir “Ulusal Seferberlik”, bunun için
de meşru ve bağlayıcı bir “Ulusal Sözleşme”
gerekiyor!