Türkiye’nin gitmekte olduğu kutuplaşmanın Game Kudra gözünden analizi!
Geçirdiğimiz heyecanlı ve olaylı 24 günün ardından Game Kudra olarak, bu sürecin yansımalarını bir yazı diziyle analiz ettik. Bu dizinin ilk analizi: Onlar- Bunlar-Biz-Siz
Keyifli okumalar dileriz.
1. Onlar- Bunlar-Biz-Siz
Yaklaşık 1 ay önce başladı çıtırdamalar.. Sonra bir park konusu
İstanbul’u 1 Haziran’da yollara çekti. İnsanlar kilometrelerce yürüdü.
Bibergazı atılan dehşet içindeki vatandaşını savunmak için, haksızlığa
tepkisiz kalmayacağını göstermek için, haklarını savunmak için, sahipsiz
bırakmamak için. Ardından parka yerleşip hem parkı hem de içindeki
insanları savunma dönemi başladı.
Bu kitlesel-halk hareketini anlayabilmek için hem süreci hem de önce ve
sonrasını iyi anlamamız lazım. Süreç tabii ki hem bireyleri hem de
toplumu ve etkenlerini inceleyerek daha tanımlanabilir hale gelecektir.
Son 30 yıldan başlayalım.
1980 ihtilali dönemi öncelikli 1955-65 kuşağını yani olaylarda aktif olan
gençliği bastırırken, 65-75 kuşağın da milliyetçilik duygularını besledi.
Bu süreçteki gençler hep ailelerinden duyduğu “ülkenin iyiliği için”
merkezde toplandılar. Merkez sadece politika demek değil, yaşam
biçimi.. Farklılaşmaların zor kabul gördüğü, komşunun dediğinin daha
da önem kazandığı bir kültür. 80 ihtilaline neden olan kutuplaşmanın,
sağ-sol çatışmasının yaşanmaması için merkezde toplanıldı. Dünyaya
kapalı bir toplumdan, başka ülkelerle ilişkilerin dolayısıyla yeni
kültürlerin ve farklı dillerin öğrenilmeye başlandığı bir dönem geldi.
Döviz konuşuldu, yeni kot pantolonlar geldi, ithal sigaralardan içilmeye
başlandı. 75-85 kuşağı bu yeni dönemde gittikçe artan ürün seçeneği ve
gelişen iletişim teknolojisi içinde büyüdü. Politikada merkez hüküm
sürerken, 80 öncesine kıyasla daha demokratik hava esiyordu. Politika
ihtilalsizdi de ekonomi ardı ardına ihtilalliydi. Hem ülke olarak
seçeneklerin ve kredi kartlarının çoğalmasından cüzdanların kontrolü
sağlanamıyor, hem de dünyayla bir hareket edince başka ülkelerin
etkileri ardı arkası kesilmeyen ekonomik krizleri yaşatıyordu. Bu
süreçte SES tanımlaması da değişti. Öncesinde daha net olan dağılımlar
artık çok net tanımlanamaz hale geldi. Ekonomik gelir dağılımı da
merkezci bir yaklaşım gösterdi. Ancak orta gelirli aslında genel hayatını
çok orta seviyede yaşayamadı. Orta gelirin satın alım gücü düşerken, üst
ve alt gelirlilerin oranları sıkışmaya başladı. Zenginin çok zengin fakirin
de çok fakir olduğu, orta gelirin yaşamakta zorlandığı dönemde sosyal
statülerde de değişiklikler oldu. Statü tanımlaması eğitim ve yaşam
2. tarzından daha çok gelir ile daha tanımlanır hale geldi. Tam olarak bu
sürecin darboğazında ana gündem ekonomi ve geçmişte verilmeyen
sosyal hakları koruma üzerindeydi. Yaşamın içinde bir de tüketim için
uçsuz bucaksız seçeneğin olduğunu gözönünde tutarsak, ekonomik
istikrar ve “azınlık” haklarının geri verilmesi bu talebin en güzel
karşılığı olacak vaatti. “Azınlık” talepleri sadece sayıca az olanları
kapsamıyordu, o ana kadar gündelik hayatta çok yer almayan herkesi
kapsıyordu. Çok demokratik vaat üzerine yeni bir parti bu açığı kapattı
ve 2002 seçimlerinde tek parti olarak iktidara geldi. Bu yeni parti
yıllardır denenmiş merkeze yakın olmakla beraber sadece merkezde
yeni arayış içinde olan seçmenleri değil yıllardır sesini duyurmak
isteyen sağ kanadı da kazandı.
Ve şimdi bu son 10 yılda neler oldu?
Sağ-merkez yaşam başlangıcıyla kitlesel medyada da daha çok görünen
İslami Türkler gündelik hayatta yer almaya başladı. Yıllarca Türkiye’nin
belli lokasyonlarında kendi hallerinde yaşayan bu kitle, daha
muhafazakar yaşam tarzlarıyla Avrupai Türklere varlıklarını alıştırmak,
anlatmak ve kabul ettirmek üzere Türkiye’nin her yerinde gündelik
hayatta yer aldılar. Kendi içlerine, kendi cemiyetlerine ve bilgilerine
tamamen bağlı olan muhafazakar-içe kapanık bir kitle ile Cumhuriyet’in
kuruluşu itibarıyla sadece Batılı normlara eğilim göstermekle etmekle
kalmayıp bu normlara yeni tanımlamalar getiren 80 sonrasında tüm
dünyayla bilgi iletişimi içinde olan dışa dönük-modern yaşam tarzında
bir diğer kitle.. 10 yıl boyunca adım adım birbirlerine kendini kendi
şekilleriyle kabul ettirmeye çalışan bir süreç başladı.
2 kitlenin de birbirine kabul ettirme ile yeni bir tahammül gösterme
dönemi başladı. Demokrasinin ana kuralı olan farklı fikirlere, inanışlara
karşılıklı tahammül gösterme ilkesi.
Bu farklı yaşam tarzlarını detaylı incelemekte ve bu “tahammül
süreci”ni anlamakta fayda var.
Muhafazakar-içe kapanık kitledeki muhafazakar kanat yıllardır orduyu,
merkezcileri, solcuları kaynak göstererek daha İslami yaşam
biçimlerinin kısıtlandığına inanıyorlardı. Merkeze yakın seçmenler ise
merkezi “ülkenin iyiliği” için ekonomide gün be gün sağlanan istikrar
3. ile seçimlerinin doğruluğunu pekiştiriyorlardı. Hükümetin verdiği
mesajların içeriği ile çok ilgilenmemekle beraber muhafazakar-içe
kapanık kitle için doğru yolda olunduğu, artık bastırılmışların olmadığı
kanaatiyle yaşam tarzı- gündelik hayatın ve değerlerin doğru olduğunun
altı çizildi.
Dışa dönük-modern kesim için ise alışkanlıkların altüst olduğu bir
dönem başladı. Bir taraftan son 20 yıldır yaşamaya alıştıkları modern
yaşam tarzlarını devam ettirirken, internet-teknolojideki hızlı
ilerlemeyle tüm dünyayla ve gelişmeleri izliyorlardı. Diğer tarafta ise
ülkelerindeki gündelik hayatın görüntüsünün değişimini de izlediler.
Din değerlerinden uzak olmamakla beraber, simgesel dinin çok da
taraftarı olmayan dışa dönükler türbanı ve çarşafı hergün görmeye
alıştılar. Hükümetin adım adım gündelik hayatlarına getirdikleri yeni
koşulları duydular. Dışa dönük kimlik bu dönemde internet ile daha “
bireyselleşme”ye hatta genç kuşak için “bencil” algılamasına
dönüştü. Ekran önünde kimliği fiziksel olarak sorgulanabilecek 2.
Şahıslarla konuşan, batıyı doğuyu araştıran- soran- sorgulayan-
inceleyen-bolca marka tüketen yeni bir genç kuşak doğdu. Bu kuşak dışa
dönük-modern kesimdeki orta yaş ve üzerindeki kitle için bile diğerine
“tahammül etme” süreci getirdi. Apolitik, ekran başında oturup,
hareketsiz, hatta durağan gözüken, sadece alışverişe çıkan aktif olmayan
çocuklarına ebeveynler bile “tahammül etme”ye çalıştılar.
Haziran 2013’te neyi gözlemledik neyi görüyoruz?
Bir tarafta cemiyet içi yaşayan içe dönükler, diğer tarafta cemiyet
bağımsız dünyayla yaşayan bencil dışa dönükler birbirlerine tahammül
etme sürecine alışırken, siyasal söylemler dışadönüklerin
bencilliklerinden her gün güç olarak “yasak” söylemlerini ilerletti. Bu
süreç yaşanmaya devam ederken anti milliyetçi söylemlerle gündelik
hayata müdahil olunacak konulara da girildi. Söylemlerin açıklamaktan
ve genel “iyilik” üzerine söylemlerden uzak yaptırımcı tonu “
tahammül sürecini”“inatlaşma sürecine” itti.
Dışa dönükler sadece kişisel hakları üzerinden çıkarken, bencillik-
bireysellikleri onları politika üstü bir teklikte birleştirdi. Medya ama
sosyal medya değil, cumhuriyet ama demokrasi değil anlatımlara
4. karşıkoşullu ve “tahammülsüz” demokrasiye karşı durarak
birliklerini tanımladılar. O güne kadar kendisini anlamayan ebeveynler
de hem çocukları hem de genel algılayışla bütünleşti. Dışa dönükler
esprili, sarkastik, korkusuz ve vazgeçmeyen duruşlarıyla taraf oldular.
İçe dönükler ise iç bilgilerden tek taraflı bilgilendirilmeleriyle 10 yıllık
süreçte yavaş yavaş elde ettikleri haklarını kaybetme dürtüsüyle diğer
tarafta olanları izleyen ve kabullenen, ancak “gerektiğinde” ortaya
çıkacaklarını farklı söylem ve olaylarda belirten diğer taraf oldu. Merkez
yakınlığından daha çok İslami-muhafazakar kimlikte bütünleştiler.
Politik söylemlerdeki halkı ayrıştıran “bunlar” söylemi, eğitim
düzeyleri ve yaşam biçimleriyle birbirlerinden farklılaşan bu 2 grubu
net olarak taraflaştırdı. Herkes kendisinin başkalaştırıldığını düşünür
noktada. Kimin halk, kimin “bu” kimin “biz”den olduğunu herkes
kendi kendine soruyor. Süreç sadece içe dönük-dışa dönük kimlikleri
taraflaştırmakla kalmadı,Parti-politika halk- polis taraflaşmasına geldi.
Artık taraflaşmadan daha çok kutuplaşma noktasındayız.
Süreç devam ederken yazıya devam ettiğim için şu anki durum
gözlemiyle noktalamak istiyorum: “Tahammül” bakıp kafaların
çevrilebileceği bir süreç olmaktan ziyade, kaynaştıran ve hoşgörülü bir
anlayışla özümsenecek, inattan uzak, anlamak üzerine bir olgu olmalı.
Umarım süreci tamamlarken Türkiye hoşgörüsünü pekiştirir.
24 Haziran 2013
Didem Tokatlıoğlu