SlideShare una empresa de Scribd logo
1 de 6
ONUNCU HÜCCET-İ İMANİYE

                                (YİRMİNCİ MEKTUB)


                   ‫وا م ش ْء ال يسبح بح د ب مه س ْح نه‬
                   ُ َ ‫َِنْ ِنْ َى ٍ ِ ّ ُ ّ ّ ُ ِ َمْ ِهِ ِاسْ ِ ِ ُب َا‬
                                ‫ِس ِ ا ِّ ال ّحْ ِنِ ال ّ ِيم‬
                                  ‫ب ْ م ل ر م رح‬
    ‫ل َِ َ ِ ّ ا ُ َحْ َ ُ ل َ ِي َ َ ُ َ ُ الْ ُلْ ُ وَ َ ُ الْ َمْ ُ ُحْ ِى َي ِيت‬
    ُ ‫اله ال ّ و ده شر ك له له م ك له ح د ي ي و ُم‬                    ‫ل‬
   ‫َ ُوَ ح ّ َ َ ُو ُ ب َ ِهِ الْ َيْ ُ َ ُ َ ََى ُ ّ َى ٍ َ ِي ٌ ََِيْهِ الْ َ ِير‬
   ُ ‫وه َى ل يم ت ِيد خ ر وهو عل كل ش ْء قد ر وال مص‬

       [Sabah ve akşam namazından sonra tekrarı, pek çok fazileti bulunan ve bir rivayet-i
       sahihada İsm-i A'zam mertebesini taşıyan şu cümle-i tevhidiyyenin onbir kelimesi var.
       Herbir kelimesinde hem birer müjde ve beşaret, hem birer Mertebe-i Tevhid-i
       Rubûbiyyet, hem bir İsm-i A'zam noktasında bir Kibriya-i Vahdet ve bir Kemal-i
       Vahdâniyyet vardır. Bu büyük ve ulvî hakikatların izahını sâir sözlere havale edip, bir
       va'de binaen, şimdilik mücmel bir hülâsa suretinde, quot;İki Makamquot;, bir quot;Mukaddemequot;
       ile ona bir fihriste yapacağız.]

                                       MUKADDEME


        Kat'iyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi quot;îmân-ı Billâhquot;
tır. Ve insâniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, îman-ı billâh içindeki
quot;Mârifetullahquot;dır. Cin ve ins'in en parlak saadeti ve en tatlı ni'meti, o mârifetullah içindeki
quot;Muhabbetullahquot;dır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o
Muhabbetullah içindeki quot;lezzet-i ruhâniyedir.quot;

       Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin ni'met ve sâfi lezzet, elbette
Mârifetullah ve Muhabbetullahdadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenbâb-ı Hakkı tanıyan ve seven;
nihayetsiz saadete, ni'mete, envara, esrara ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. O'nu hakikî
tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten mütbelâ
olur.

                    (Sh:Asâ.199)
        Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-i beşer içinde; semeresiz bir hayatta; sahipsiz,
hâmîsiz bir surette; âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder. İşte
bu âvâre nev'-i beşer içinde, bu perişen fâni dünyada; insan sâhibini tanımazsa, mâlikini
bulmazsa, ne kadar bîçâre sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini
tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya bir
tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.

                                     BİRİNCİ MAKAM
Şu kelâm-ı tevhidinin onbir kelimesinin herbirinde birer müjde var. Ve o müjdede
birer şifa ve o şifada birer lezzet-i mâneviye bulunur.

       BİRİNCİ KELİME :         ُّ ‫ل َِهَه ا ّ ا‬
                                 ‫ال ِل ل‬           da şöyle bir müjde var ki: Hadsiz hâcâta
mübtelâ, nihayetsiz a'dânın hücumuna hedef olan rûh-u insanî şu kelimede öyle bir nokta-i
istimdad bulur ki, bütün hâcâtını te'min edecek bir Hazine-i Rahmet kapısını ona açar; ve öyle
bir nokta-i istinad bulur ki, bütün a'dâsının şerrinden emin edecek bir kudret-i mutlakanın
sahibi olan kendi mâ'bûd'unu ve Hâlik'ını bildirir ve tanıttırır; sâhibini gösterir; Mâliki kim
olduğunu irâe eder. Ve o irâe ile, kalbi vahşet-i mutlakadan ve ruhu hüzn-ü elîmden kurtarıp,
ebedî bir ferahı, daimî bir sürûru te'min eder.

       İKİNCİ KELİME :       ُ َ ْ‫َح‬
                             ‫و ده‬ Şu kelimede şifâlı, saadetli bir müjde vardır. Şöyle ki:
       Kâinatın ekser envâiyle alâkadar ve o alâkadarlık yüzünden perişan ve keşmekeş
                                                          ُ َ ْ‫ َح‬kelimesinde bir melce',
                                                          ‫و ده‬
içinde boğulmak derecesine gelen ruh-u beşer ve kalb-i insan
bir halâskar bulur ki; onu bütün o keşmekeşten, o perîşâniyetten kurtarır. Yâni; ‫َ ْ َهه‬
                                                                                  ُ ‫وحد‬
mânen der:

        quot;Allahquot; birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip, minnet
çekme, onlara temelluk edip boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan
korkup titreme...Çünki: Sultan-ı Kâinat birdir, herşey'in anahtarı O'nun yanında, herşey'in
dizgini O'nun elindedir; herşey O'nun emriyle halledilir. O'nu bulsan, her matlubunu buldun;
hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.

        ÜÇÜNCÜ KELİME :           ‫ل َ ِيكَه َهُه‬
                                     ‫شر ل‬         yâni: Nasılki ulûhiyyetinde ve Saltanatında
şeriki yoktur. quot;Allahquot; bir olur, müteaddit olamaz. Öyle de; Ru-

              (Sh:Asâ.200)

bûbiyyetinde ve icraatında ve îcâdâtında dahi şerîki yoktur. Bâzan olur ki, sultan bir olur,
saltanatında şerîki olmaz; fakat icraatında o'nun me'murları o'nun şerîki sayılırlar; ve o'nun
huzuruna herkesin girmesine mâni olurlar. quot;Bize de müracaat etquot; derler. Fakat Ezel ve Ebed
Sultanı olan Cenâb-ı Hak, saltanatında şerîki olmadığı gibi, icraat-ı Rubûbiyyetinde dahi,
muînlere, şeriklere muhtaç değildir. Emir ve iradesi, havl ve kuvveti olmazsa; hiçbir şey,
hiçbir şey'e müdâhale edemez. Doğrudan doğruya herkes O'na müracaat edebilir. Şerîki ve
muîni olmadığından, o müracaatçı adama quot;Yasaktır, O'nun huzuruna giremezsin.quot; denilmez.
İşte şu kelime ruh-u beşer için şöyle bir müjde verir ki:

       Îmânı elde eden ruh-u beşer; mânisiz, müdahelesiz, hâilsiz, mümânaatsız, her halinde,
her arzusunda, her anda, her yerde, o ezel ve ebed ve hazâin-i rahmet mâliki ve defâîn-i saâdet
sâhibi olan Cemîl-i Zülcelâl, Kadîr-i Zülkemâl'in huzuruna girip, hâcâtını arzedebilir. Ve
rahmetini bulup kudretine istinad ederek, kemal-i ferah ve süruru kazanabilir.

       DÖRDÜNCÜ KELİME :           ُ‫َ ُ الْ َِك‬
                                     ‫له مل‬
       Yâni: Mülk umumen O'nundur. Sen, hem O'nun mülküsün, hem memlûküsün, hem
mülkünde çalışıyorsun. Şu kelime, şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor: Ey insan! Sen
kendini kendine mâlik sayma. Çünki, sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır, kendi
başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp, levâzımatını yerine getiremezsin...Öyle ise,
beyhude ızdıraba düşüp azab çekme, mülk başkasınındır. O Mâlik, hem Kadîr'dir, hem
Rahîmdir. Kudretine istinad et, Rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at,
safâyı bul...

        Hem der ki: Mânen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir
olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîm'in mülküdür. Mülkü sahibine teslim
et, O'na bırak; cefasını değil, safâsını çek. O hem Hakîm'dir, hem Rahîm'dir. Mülkünde
istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi: quot;Mevlâ görelim
neyler, neylerse güzel eylerquot; de, pencerelerden seyret, içlerine girme.

        BEŞİNCİ KELİME :     ُ ْ‫َ ُ الْ َم‬
                             ‫له ح د‬
        Yâni: Hamd ve senâ, medih ve minnet O'na mahsustur; O'na lâyıktır. Demek ni'metler
O'nundur ve O'nun hazinesinden çıkar. Hazine ise, dâimîdir. İşte şu kelime, şöyle müjde verip
diyor ki: Ey insan! Ni'metin zevâlinden elem çekme. Çünki rahmet hazînesi tükenmez. Ve
lezzetin zevâlini düşünüp, o elemden feryad etme. Çünki, o ni'met meyvesi bir rahmet-i
bînihayenin semeresidir. Ağacı bâkî ise, meyve gitse de yerine gelen var. Ni'metin lezzeti
içinde, o lezzetden yüz derece daha ziyade lezzetli bir iltifat-ı rahmeti hamd ile düşünüp;
lezzeti, birden yüz derece yapabilirsin. Nasılki bir padişah-ı zîşanın sana hediye et-

                   (Sh:Asâ.201)

       tiği bir elma lezzeti içinde yüz, belki bin elmanın lezzetinin fevkinde, bir iltifat-ı
şâhâne lezzetini sana ihsas ve ihsan eder. Öyle de:     ُ ْ‫َهُه الْ َم‬
                                                        ‫ل حد‬      kelimesiyle, yâni hamd ve
şükür ile; yâni ni'metten, in'amı hissetmekle; yâni Mün'ime tanımakla ve in'âmı düşünmekle;
yâni O'nun rahmetinin, iltifatının ve şefkatinin teveccühünü; ve in'âmının devamını
düşünmekle, ni'metten bin derece daha leziz, mânevî bir lezzet kapısını sana açar.

       ALTINCI KELİME :       ‫ُحْ ِى‬
                               ‫ي ي‬
Yâni: Hayatı veren O'dur. Ve hayatı rızk ile idâme eden de O'dur. Ve levâzımat-ı hayatı da
ihzar eden, yine O'dur. Ve hayatın âlî gayeleri O'na aittir ve mühim neticeleri O'na bakar;
yüzde doksan dokuz meyvesi O'nundur. İşte şu kelime, Şöyle fâni ve âciz beşere nida eder,
müjde verir ve der:

        Ey insan! Hayatın ağır tekâlifini omuzuna alıp zahmet çekme. Hayatın fenâsını
düşünüp hüzne düşme. Yalnız dünyevî, ehemmiyetsiz meyvelerini görüp, dünyaya gelişinden
pişmanlık gösterme. Belki, o sefine-i vücudundaki hayat makinesi, Hayy-ı Kayyûm'a aittir.
Masarif ve levâzımatını, O tedarik eder. Ve o hayatın pek kesretli gayeleri ve neticeleri var ve
O'na aittir. Sen, o gemide bir dümenci neferisin. Vazifeni güzel gör, ücretini al, keyfine bak.
O hayat sefinesi, ne kadar kıymetdar olduğunu ve ne kadar güzel faideler verdiğini; ve o
sefine sahibi zâtın, ne kadar Kerîm ve Rahîm olduğunu düşün, mesrur ol ve şükret ve anla ki:
Vazifeni istikametle yaptığın vakit, o sefinenin verdiği bütün netâic, bir cihetle senin defter-i
a'mâline geçer; sana bir hayat-ı bâkiyeyi te'min eder; seni ebedî ihyâ eder.

        YEDİNCİ KELİME :      ‫ويم ت‬
                              ُ ‫َ ُ ِي‬
        Yâni: Mevti veren O'dur. Yâni: Hayat vazifesinden terhis eder; fâni dünyadan yerini
tebdil eder; külfet-i hizmetten âzad eder. Yâni: Hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bâkiyeye alır.
İşte şu kelime fâni cin ve inse bağırır!. Der ki:
quot;Sizlere müjde!. Mevt; idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı
ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in'idam değil, belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm
tarafından bir terhistir; bir tebdil-i mekândır. Saadet-i Ebediye tarafına vatan-ı aslîlerine bir
sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.quot;

       SEKİZİNCİ KELİME :       ‫وه َى ل َم ت‬
                                ُ ‫َ ُوَ ح ّ َ ي ُو‬
     Yâni: Bütün kâinatın mecudatında görünen ve vesîle-i muhabbet olan kemal ve hüsün ve
ihsanın hadsiz bir derece fevkinde bir cemal ve kemal ve ihsanın sahibi ve bütün

                   (Sh:Asâ.202)

mahbublara bedel bir tek cilve-i cemâli kâfi gelen bir Ma'bud-u Lemyezel, bir Mahbub-u
Lâyezâl'in ezelî ve ebedî bir hayat-ı dâimesi var ki; şâibe-i zevâl ve fenâdan münezzeh; ve
avârız-ı naks ve kusurdan müberradır. İşte şu kelime, cin ve inse ve bütün zîşuura ve ehl-i
muhabbet ve aşka ilân eder ki:

       Sizlere müjde; mahbublarınızdan nihayetsiz firakların yaralarını tedavi edip merhem
süren bir Mahbub-u Bâkîniz var. Mâdem O var ve bâkidir, başkaları ne olursa olsun merak
çekmeyiniz. Belki o mahbublarda, sebeb-i muhabbetiniz olan hüsn ve ihsan, fazl ve kemal, o
Mahbub-u Bâki'nin cilve-i cemal-î bâkîsinden -çok perdelerden geçip-gayet zaîf bir gölgenin
gölgesidir. Onların zevalleri sizleri incitmesin. Çünkü; onlar bir nevi' âyinelerdir. Âyinelerin
değişmesi şa'şaa-i cemâlin cilvesini tazeleştirir, güzelleştirir. Mâdem O var, herşey var.

       DOKUZUNCU KELİME:           ُ ْ‫ب َ ِهِ الْ َي‬
                                   ‫ِيد خ ر‬
        Yâni: Her hayır, O'nun elindedir. Her yaptığınız hayrat, O'nun defterine geçer. Her
işlediğiniz a'mâl-i sâliha, yanında kaydedilir. İşte şu kelime, cin ve ins'e nida edip müjde
veriyor. Diyor ki:

       Ey bîçâreler! Mezaristana göçtüğünüz zaman, quot;Eyvah! Malımız harap olup, sa'yimiz
heba oldu; şu güzel ve geniş dünyadan gidip; dar bir toprağa girdik.quot; demeyiniz.. feryad edip
me'yus olmayınız... Çünki: Sizin herşey'iniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her
hizmetiniz kaydedilmiştir. Hizmetinizin mükâfatını verecek; ve her hayır elinde; ve her hayrı
yapabilecek bir Zât-ı Zülcelâl sizi celb edip, yer altında muvakkaten durdurur. Sonra
huzuruna aldırır. Ne mutlu sizlere ki, hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti,
rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti, ücret almağa gidiyorsunuz. Evet,
geçen baharın defter-i a'mâlinin sahifeleri ve hidemâtının sandukçaları olan tohumları,
çekirdekleri muhafaza eden ve ikinci bir baharda, gayet şa'şaalı, belki yüz derece aslından
daha bereketli bir tarzda muhafaza eden, neşreden Kadîr-i Zülcelâl elbette sizin de netâic-i
hayatınızı öyle muhafaza ediyor; ve hizmetinize pek kesretli bir surette mükâfat verecektir.

       ONUNCU KELİME :        ‫وه عل كل ش ْء قد ر‬
                              ٌ ‫َ ُوَ ََى ُ ّ َى ٍ َ ِي‬
      Yâni: O Vâhid'dir, Ehad'dir, herşey'e kadirdir. Hiçbir şey O'na ağır gelmez. Bir baharı
halketmek bir çiçek kadar O'na kolaydır. Cennet'i halketmek, bir bahar kadar O'na rahattır.
Her günde, her senede, her asırda yeniden yeniye icad ettiği hadsiz masnûatı, nihayetsiz
kudretine nihayetsiz lisanlarla şehadet ederler. İşte şu kelime dahi şöyle müjde eder. Der ki:

                   (Sh:Asâ.203)
Ey insan! Yaptığın hizmet, ettiğin ubûdiyet boşuboşuna gitmez. Bir dâr-ı mükafat, bir
mahall-i saadet, senin için ihzar edilmiştir. Senin şu fâni dünyana bedel, bâki bir cennet seni
bekler. İbâdet ettiğin ve tanıdığın Hâlik-ı Zülcelâl'in va'dine îman ve îtimad et. O'na va'dinde
hulfetmek muhaldir. Kudretinde hiçbir cihetle noksaniyet yoktur. İşlerine acz müdahale
edemez. Senin küçük bahçeni halk ettiği gibi, Cennet'i dahi senin için halk edebilir ve halk
etmiş ve sana va'd etmiş. Ve va'dettiği için, elbette seni onun içine alacak.

       Mâdem bilmüşahede görüyoruz. Her senede, yer yüzünde, hayvanat ve nebatatın
üçyüzbinden ziyade enva'larını ve milletlerini, kemâl-i intizam ve mîzan ile, kemâl-i sür'at ve
suhûletle haşr edip, neşreder. Elbette böyle bir Kadîr-i Zülcelâl, va'dini yerine getirmeğe
muktedirdir. Hem mâdem; her senede, öyle bir Kadîr-i Mutlak; Haşrin ve Cennet'in
nümunelerini binler tarzda îcad ediyor. Hem mâdem;bütün semâvî fermanları ile saadet-i
ebediyeyi va'd edip, Cennet'i müjde veriyor.

       Hem mâdem; bütün icraatı ve şuunatı hak ve hakikattır ve sıdk ve ciddiyetledir; hem
mâdem âsârının şehadetiyle bütün kemâlât, O'nun nihayetsiz kemâline delâlet ve şehadet eder.
Ve hiçbir cihette naks ve kusur O'nda yoktur. Hem mâdem, hulfulva'd ve hilâf ve kizb ve
aldatmak, en çirkin bir haslet ve naks ve kusurdur. Elbette ve elbette; O Kadîr-i Zülcelâl, O
Hakîm-i Zülkemâl, O Rahîm-i Zülcemâl, va'dini yerine getirecek, saadet-i ebediye kapısını
açacak, Âdem babanızın vatan-ı aslîsi olan Cennet'e sizleri ey ehl-i îman idhal edecektir.

       ONBİRİNCİ KELİME :        ُ ‫ََِيْهِ الْ َ ِي‬
                                 ‫وال مص ر‬
        Yâni: ticaret ve me'muriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya
gönderilen insanlar; ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten
sonra; yine onları gönderen Hâlik-i Zülcelâl'ine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîm'lerine
kavuşacaklar. Yâni: Bu dâr-ı fâniden gidip dâr-ı bâkide huzur-u kibriyaya müşerref olacaklar.
Yâni, esbab dağdağasından ve vesaitin karanlık perdelerinden kurtulup, Rabb-i Rahîm'lerine,
makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşacaklar. Doğrudan doğruya herkes, kendi Hâlık,
ve Ma'budu ve Rabbi ve Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar. İşte şu kelime
bütün müjdelerin fevkinde, şöyle müjde eder. Ve der ki:

       Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun? Ve nereye sevk olunuyorsun? Otuzikinci
Söz'ün âhirinde denildiği gibi: Dünyanın bin sene mes'ûdane hayatı, bir saat hayatına mukabil
gelmiyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rü'yet-i cemâline
mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâl'in daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun.
Müb-

                  (Sh:Asâ.204)

        telâ ve meftun ve müştak olduğunuz mecâzi mahbublarda ve bütün mevcudat-ı
dünyeviyedeki hüsün ve cemâl, O'nun cilve-i cemâlinin ve hüsn-ü esmasının bir nevi'
gölgesi.. ve bütün Cennet, bütün letâifiyle, bir cilve-i rahmeti.. ve bütün iştiyaklar ve
muhabbetler ve incizaplar ve câzibeler, bir lem'a-i muhabbeti olan bir Ma'bud-u Lemyezel'in,
bir Mahbub-u Lâyezâl'in dâire-i huzuruna gidiyorsunuz. Ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennet'e
çağrılıyorsunuz. Öyle ise, kabir kapısına ağlıyarak değil, gülerek giriniz. Hem şu kelime şöyle
müjde veriyor, diyor ki:

        Ey insan! Fenâya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette
boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz! Siz fenâya değil, bekaya gidiyorsunuz.
Ademe değil, vücud-u dâimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nûra
giriyorsunuz. Sahib ve Mâlik-i Hakikî'nin tarafına gidiyorsunuz... Ve Sultan-ı Ezelî'nin
payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz.
Firaka değil, visale müteveccihsiniz!..

                                           ***

Más contenido relacionado

La actualidad más candente (20)

Katre
KatreKatre
Katre
 
Zeyl Ul Hubab
Zeyl Ul HubabZeyl Ul Hubab
Zeyl Ul Hubab
 
Habbe
HabbeHabbe
Habbe
 
Delail I Hasir
Delail I HasirDelail I Hasir
Delail I Hasir
 
22.Mektup
22.Mektup22.Mektup
22.Mektup
 
Hubab
HubabHubab
Hubab
 
31.Soz
31.Soz31.Soz
31.Soz
 
Nokta
NoktaNokta
Nokta
 
Sadaka Ve Zekat
Sadaka Ve ZekatSadaka Ve Zekat
Sadaka Ve Zekat
 
7.Soz
7.Soz7.Soz
7.Soz
 
17.Mektup
17.Mektup17.Mektup
17.Mektup
 
Mahiyet I KüFüR
Mahiyet I KüFüRMahiyet I KüFüR
Mahiyet I KüFüR
 
6.Mektup
6.Mektup6.Mektup
6.Mektup
 
11.Lema
11.Lema11.Lema
11.Lema
 
1. Huccet I Imaniye
1. Huccet I  Imaniye1. Huccet I  Imaniye
1. Huccet I Imaniye
 
19.Lema
19.Lema19.Lema
19.Lema
 
1.Soz
1.Soz1.Soz
1.Soz
 
1.Lema
1.Lema1.Lema
1.Lema
 
19.Soz
19.Soz19.Soz
19.Soz
 
15.Sua
15.Sua15.Sua
15.Sua
 

Destacado (8)

Jackson Brown
Jackson BrownJackson Brown
Jackson Brown
 
2006 05 03 eett παρουσιαση_v1.1_final
2006 05 03 eett παρουσιαση_v1.1_final2006 05 03 eett παρουσιαση_v1.1_final
2006 05 03 eett παρουσιαση_v1.1_final
 
Resimler üZerine Ayetler
Resimler üZerine AyetlerResimler üZerine Ayetler
Resimler üZerine Ayetler
 
Yönetici
YöneticiYönetici
Yönetici
 
03 Emirdag Lahikasi Ii Ifadet Ul Meram 462
03 Emirdag Lahikasi Ii   Ifadet Ul Meram  46203 Emirdag Lahikasi Ii   Ifadet Ul Meram  462
03 Emirdag Lahikasi Ii Ifadet Ul Meram 462
 
Tolstoy
TolstoyTolstoy
Tolstoy
 
Iman I Bilgayb
Iman I BilgaybIman I Bilgayb
Iman I Bilgayb
 
Presentation cisco iasbu private cloud introduction
Presentation   cisco iasbu private cloud introductionPresentation   cisco iasbu private cloud introduction
Presentation cisco iasbu private cloud introduction
 

Similar a 10. Huccet I Imaniye (14)

Zeyl Ul Habbe
Zeyl Ul HabbeZeyl Ul Habbe
Zeyl Ul Habbe
 
3.Lema
3.Lema3.Lema
3.Lema
 
Ibadetin Hakikati
Ibadetin HakikatiIbadetin Hakikati
Ibadetin Hakikati
 
28.Lema
28.Lema28.Lema
28.Lema
 
24.Mektup
24.Mektup24.Mektup
24.Mektup
 
8.Mektup
8.Mektup8.Mektup
8.Mektup
 
2.Lema
2.Lema2.Lema
2.Lema
 
8. Huccet I Imaniye
8. Huccet I  Imaniye8. Huccet I  Imaniye
8. Huccet I Imaniye
 
Fihrist
FihristFihrist
Fihrist
 
33.Soz
33.Soz33.Soz
33.Soz
 
Lemalar
LemalarLemalar
Lemalar
 
Iman I Bilahiret
Iman I BilahiretIman I Bilahiret
Iman I Bilahiret
 
29.Mektup
29.Mektup29.Mektup
29.Mektup
 
28.Soz
28.Soz28.Soz
28.Soz
 

Más de Ahmet Türkan

Más de Ahmet Türkan (20)

Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
 
UNUTULMAZ SÖZLER.pptx
UNUTULMAZ SÖZLER.pptxUNUTULMAZ SÖZLER.pptx
UNUTULMAZ SÖZLER.pptx
 
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdfHAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
 
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdfMEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
 
TARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdfTARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdf
 
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdfDİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
 
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdfGÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
 
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdfOSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
 
ANNEM BABAM.pdf
ANNEM BABAM.pdfANNEM BABAM.pdf
ANNEM BABAM.pdf
 
KENDİ GİBİ OLMAK.pdf
KENDİ GİBİ OLMAK.pdfKENDİ GİBİ OLMAK.pdf
KENDİ GİBİ OLMAK.pdf
 
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdfHAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
 
AİLE OLMAK.pdf
AİLE OLMAK.pdfAİLE OLMAK.pdf
AİLE OLMAK.pdf
 
AŞKA GİDEN YOL.pptx
AŞKA GİDEN YOL.pptxAŞKA GİDEN YOL.pptx
AŞKA GİDEN YOL.pptx
 
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdfHAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
 
İŞ AHLAKI.pdf
İŞ AHLAKI.pdfİŞ AHLAKI.pdf
İŞ AHLAKI.pdf
 
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdfGECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
 
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdfHABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
 
EVLİLİK HAYALİ.pdf
EVLİLİK HAYALİ.pdfEVLİLİK HAYALİ.pdf
EVLİLİK HAYALİ.pdf
 

10. Huccet I Imaniye

  • 1. ONUNCU HÜCCET-İ İMANİYE (YİRMİNCİ MEKTUB) ‫وا م ش ْء ال يسبح بح د ب مه س ْح نه‬ ُ َ ‫َِنْ ِنْ َى ٍ ِ ّ ُ ّ ّ ُ ِ َمْ ِهِ ِاسْ ِ ِ ُب َا‬ ‫ِس ِ ا ِّ ال ّحْ ِنِ ال ّ ِيم‬ ‫ب ْ م ل ر م رح‬ ‫ل َِ َ ِ ّ ا ُ َحْ َ ُ ل َ ِي َ َ ُ َ ُ الْ ُلْ ُ وَ َ ُ الْ َمْ ُ ُحْ ِى َي ِيت‬ ُ ‫اله ال ّ و ده شر ك له له م ك له ح د ي ي و ُم‬ ‫ل‬ ‫َ ُوَ ح ّ َ َ ُو ُ ب َ ِهِ الْ َيْ ُ َ ُ َ ََى ُ ّ َى ٍ َ ِي ٌ ََِيْهِ الْ َ ِير‬ ُ ‫وه َى ل يم ت ِيد خ ر وهو عل كل ش ْء قد ر وال مص‬ [Sabah ve akşam namazından sonra tekrarı, pek çok fazileti bulunan ve bir rivayet-i sahihada İsm-i A'zam mertebesini taşıyan şu cümle-i tevhidiyyenin onbir kelimesi var. Herbir kelimesinde hem birer müjde ve beşaret, hem birer Mertebe-i Tevhid-i Rubûbiyyet, hem bir İsm-i A'zam noktasında bir Kibriya-i Vahdet ve bir Kemal-i Vahdâniyyet vardır. Bu büyük ve ulvî hakikatların izahını sâir sözlere havale edip, bir va'de binaen, şimdilik mücmel bir hülâsa suretinde, quot;İki Makamquot;, bir quot;Mukaddemequot; ile ona bir fihriste yapacağız.] MUKADDEME Kat'iyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi quot;îmân-ı Billâhquot; tır. Ve insâniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, îman-ı billâh içindeki quot;Mârifetullahquot;dır. Cin ve ins'in en parlak saadeti ve en tatlı ni'meti, o mârifetullah içindeki quot;Muhabbetullahquot;dır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o Muhabbetullah içindeki quot;lezzet-i ruhâniyedir.quot; Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin ni'met ve sâfi lezzet, elbette Mârifetullah ve Muhabbetullahdadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenbâb-ı Hakkı tanıyan ve seven; nihayetsiz saadete, ni'mete, envara, esrara ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. O'nu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten mütbelâ olur. (Sh:Asâ.199) Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-i beşer içinde; semeresiz bir hayatta; sahipsiz, hâmîsiz bir surette; âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder. İşte bu âvâre nev'-i beşer içinde, bu perişen fâni dünyada; insan sâhibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar bîçâre sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur. BİRİNCİ MAKAM
  • 2. Şu kelâm-ı tevhidinin onbir kelimesinin herbirinde birer müjde var. Ve o müjdede birer şifa ve o şifada birer lezzet-i mâneviye bulunur. BİRİNCİ KELİME : ُّ ‫ل َِهَه ا ّ ا‬ ‫ال ِل ل‬ da şöyle bir müjde var ki: Hadsiz hâcâta mübtelâ, nihayetsiz a'dânın hücumuna hedef olan rûh-u insanî şu kelimede öyle bir nokta-i istimdad bulur ki, bütün hâcâtını te'min edecek bir Hazine-i Rahmet kapısını ona açar; ve öyle bir nokta-i istinad bulur ki, bütün a'dâsının şerrinden emin edecek bir kudret-i mutlakanın sahibi olan kendi mâ'bûd'unu ve Hâlik'ını bildirir ve tanıttırır; sâhibini gösterir; Mâliki kim olduğunu irâe eder. Ve o irâe ile, kalbi vahşet-i mutlakadan ve ruhu hüzn-ü elîmden kurtarıp, ebedî bir ferahı, daimî bir sürûru te'min eder. İKİNCİ KELİME : ُ َ ْ‫َح‬ ‫و ده‬ Şu kelimede şifâlı, saadetli bir müjde vardır. Şöyle ki: Kâinatın ekser envâiyle alâkadar ve o alâkadarlık yüzünden perişan ve keşmekeş ُ َ ْ‫ َح‬kelimesinde bir melce', ‫و ده‬ içinde boğulmak derecesine gelen ruh-u beşer ve kalb-i insan bir halâskar bulur ki; onu bütün o keşmekeşten, o perîşâniyetten kurtarır. Yâni; ‫َ ْ َهه‬ ُ ‫وحد‬ mânen der: quot;Allahquot; birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip, minnet çekme, onlara temelluk edip boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme...Çünki: Sultan-ı Kâinat birdir, herşey'in anahtarı O'nun yanında, herşey'in dizgini O'nun elindedir; herşey O'nun emriyle halledilir. O'nu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun. ÜÇÜNCÜ KELİME : ‫ل َ ِيكَه َهُه‬ ‫شر ل‬ yâni: Nasılki ulûhiyyetinde ve Saltanatında şeriki yoktur. quot;Allahquot; bir olur, müteaddit olamaz. Öyle de; Ru- (Sh:Asâ.200) bûbiyyetinde ve icraatında ve îcâdâtında dahi şerîki yoktur. Bâzan olur ki, sultan bir olur, saltanatında şerîki olmaz; fakat icraatında o'nun me'murları o'nun şerîki sayılırlar; ve o'nun huzuruna herkesin girmesine mâni olurlar. quot;Bize de müracaat etquot; derler. Fakat Ezel ve Ebed Sultanı olan Cenâb-ı Hak, saltanatında şerîki olmadığı gibi, icraat-ı Rubûbiyyetinde dahi, muînlere, şeriklere muhtaç değildir. Emir ve iradesi, havl ve kuvveti olmazsa; hiçbir şey, hiçbir şey'e müdâhale edemez. Doğrudan doğruya herkes O'na müracaat edebilir. Şerîki ve muîni olmadığından, o müracaatçı adama quot;Yasaktır, O'nun huzuruna giremezsin.quot; denilmez. İşte şu kelime ruh-u beşer için şöyle bir müjde verir ki: Îmânı elde eden ruh-u beşer; mânisiz, müdahelesiz, hâilsiz, mümânaatsız, her halinde, her arzusunda, her anda, her yerde, o ezel ve ebed ve hazâin-i rahmet mâliki ve defâîn-i saâdet sâhibi olan Cemîl-i Zülcelâl, Kadîr-i Zülkemâl'in huzuruna girip, hâcâtını arzedebilir. Ve rahmetini bulup kudretine istinad ederek, kemal-i ferah ve süruru kazanabilir. DÖRDÜNCÜ KELİME : ُ‫َ ُ الْ َِك‬ ‫له مل‬ Yâni: Mülk umumen O'nundur. Sen, hem O'nun mülküsün, hem memlûküsün, hem mülkünde çalışıyorsun. Şu kelime, şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor: Ey insan! Sen kendini kendine mâlik sayma. Çünki, sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır, kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp, levâzımatını yerine getiremezsin...Öyle ise,
  • 3. beyhude ızdıraba düşüp azab çekme, mülk başkasınındır. O Mâlik, hem Kadîr'dir, hem Rahîmdir. Kudretine istinad et, Rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safâyı bul... Hem der ki: Mânen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîm'in mülküdür. Mülkü sahibine teslim et, O'na bırak; cefasını değil, safâsını çek. O hem Hakîm'dir, hem Rahîm'dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi: quot;Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eylerquot; de, pencerelerden seyret, içlerine girme. BEŞİNCİ KELİME : ُ ْ‫َ ُ الْ َم‬ ‫له ح د‬ Yâni: Hamd ve senâ, medih ve minnet O'na mahsustur; O'na lâyıktır. Demek ni'metler O'nundur ve O'nun hazinesinden çıkar. Hazine ise, dâimîdir. İşte şu kelime, şöyle müjde verip diyor ki: Ey insan! Ni'metin zevâlinden elem çekme. Çünki rahmet hazînesi tükenmez. Ve lezzetin zevâlini düşünüp, o elemden feryad etme. Çünki, o ni'met meyvesi bir rahmet-i bînihayenin semeresidir. Ağacı bâkî ise, meyve gitse de yerine gelen var. Ni'metin lezzeti içinde, o lezzetden yüz derece daha ziyade lezzetli bir iltifat-ı rahmeti hamd ile düşünüp; lezzeti, birden yüz derece yapabilirsin. Nasılki bir padişah-ı zîşanın sana hediye et- (Sh:Asâ.201) tiği bir elma lezzeti içinde yüz, belki bin elmanın lezzetinin fevkinde, bir iltifat-ı şâhâne lezzetini sana ihsas ve ihsan eder. Öyle de: ُ ْ‫َهُه الْ َم‬ ‫ل حد‬ kelimesiyle, yâni hamd ve şükür ile; yâni ni'metten, in'amı hissetmekle; yâni Mün'ime tanımakla ve in'âmı düşünmekle; yâni O'nun rahmetinin, iltifatının ve şefkatinin teveccühünü; ve in'âmının devamını düşünmekle, ni'metten bin derece daha leziz, mânevî bir lezzet kapısını sana açar. ALTINCI KELİME : ‫ُحْ ِى‬ ‫ي ي‬ Yâni: Hayatı veren O'dur. Ve hayatı rızk ile idâme eden de O'dur. Ve levâzımat-ı hayatı da ihzar eden, yine O'dur. Ve hayatın âlî gayeleri O'na aittir ve mühim neticeleri O'na bakar; yüzde doksan dokuz meyvesi O'nundur. İşte şu kelime, Şöyle fâni ve âciz beşere nida eder, müjde verir ve der: Ey insan! Hayatın ağır tekâlifini omuzuna alıp zahmet çekme. Hayatın fenâsını düşünüp hüzne düşme. Yalnız dünyevî, ehemmiyetsiz meyvelerini görüp, dünyaya gelişinden pişmanlık gösterme. Belki, o sefine-i vücudundaki hayat makinesi, Hayy-ı Kayyûm'a aittir. Masarif ve levâzımatını, O tedarik eder. Ve o hayatın pek kesretli gayeleri ve neticeleri var ve O'na aittir. Sen, o gemide bir dümenci neferisin. Vazifeni güzel gör, ücretini al, keyfine bak. O hayat sefinesi, ne kadar kıymetdar olduğunu ve ne kadar güzel faideler verdiğini; ve o sefine sahibi zâtın, ne kadar Kerîm ve Rahîm olduğunu düşün, mesrur ol ve şükret ve anla ki: Vazifeni istikametle yaptığın vakit, o sefinenin verdiği bütün netâic, bir cihetle senin defter-i a'mâline geçer; sana bir hayat-ı bâkiyeyi te'min eder; seni ebedî ihyâ eder. YEDİNCİ KELİME : ‫ويم ت‬ ُ ‫َ ُ ِي‬ Yâni: Mevti veren O'dur. Yâni: Hayat vazifesinden terhis eder; fâni dünyadan yerini tebdil eder; külfet-i hizmetten âzad eder. Yâni: Hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bâkiyeye alır. İşte şu kelime fâni cin ve inse bağırır!. Der ki:
  • 4. quot;Sizlere müjde!. Mevt; idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in'idam değil, belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir; bir tebdil-i mekândır. Saadet-i Ebediye tarafına vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.quot; SEKİZİNCİ KELİME : ‫وه َى ل َم ت‬ ُ ‫َ ُوَ ح ّ َ ي ُو‬ Yâni: Bütün kâinatın mecudatında görünen ve vesîle-i muhabbet olan kemal ve hüsün ve ihsanın hadsiz bir derece fevkinde bir cemal ve kemal ve ihsanın sahibi ve bütün (Sh:Asâ.202) mahbublara bedel bir tek cilve-i cemâli kâfi gelen bir Ma'bud-u Lemyezel, bir Mahbub-u Lâyezâl'in ezelî ve ebedî bir hayat-ı dâimesi var ki; şâibe-i zevâl ve fenâdan münezzeh; ve avârız-ı naks ve kusurdan müberradır. İşte şu kelime, cin ve inse ve bütün zîşuura ve ehl-i muhabbet ve aşka ilân eder ki: Sizlere müjde; mahbublarınızdan nihayetsiz firakların yaralarını tedavi edip merhem süren bir Mahbub-u Bâkîniz var. Mâdem O var ve bâkidir, başkaları ne olursa olsun merak çekmeyiniz. Belki o mahbublarda, sebeb-i muhabbetiniz olan hüsn ve ihsan, fazl ve kemal, o Mahbub-u Bâki'nin cilve-i cemal-î bâkîsinden -çok perdelerden geçip-gayet zaîf bir gölgenin gölgesidir. Onların zevalleri sizleri incitmesin. Çünkü; onlar bir nevi' âyinelerdir. Âyinelerin değişmesi şa'şaa-i cemâlin cilvesini tazeleştirir, güzelleştirir. Mâdem O var, herşey var. DOKUZUNCU KELİME: ُ ْ‫ب َ ِهِ الْ َي‬ ‫ِيد خ ر‬ Yâni: Her hayır, O'nun elindedir. Her yaptığınız hayrat, O'nun defterine geçer. Her işlediğiniz a'mâl-i sâliha, yanında kaydedilir. İşte şu kelime, cin ve ins'e nida edip müjde veriyor. Diyor ki: Ey bîçâreler! Mezaristana göçtüğünüz zaman, quot;Eyvah! Malımız harap olup, sa'yimiz heba oldu; şu güzel ve geniş dünyadan gidip; dar bir toprağa girdik.quot; demeyiniz.. feryad edip me'yus olmayınız... Çünki: Sizin herşey'iniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir. Hizmetinizin mükâfatını verecek; ve her hayır elinde; ve her hayrı yapabilecek bir Zât-ı Zülcelâl sizi celb edip, yer altında muvakkaten durdurur. Sonra huzuruna aldırır. Ne mutlu sizlere ki, hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti, rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti, ücret almağa gidiyorsunuz. Evet, geçen baharın defter-i a'mâlinin sahifeleri ve hidemâtının sandukçaları olan tohumları, çekirdekleri muhafaza eden ve ikinci bir baharda, gayet şa'şaalı, belki yüz derece aslından daha bereketli bir tarzda muhafaza eden, neşreden Kadîr-i Zülcelâl elbette sizin de netâic-i hayatınızı öyle muhafaza ediyor; ve hizmetinize pek kesretli bir surette mükâfat verecektir. ONUNCU KELİME : ‫وه عل كل ش ْء قد ر‬ ٌ ‫َ ُوَ ََى ُ ّ َى ٍ َ ِي‬ Yâni: O Vâhid'dir, Ehad'dir, herşey'e kadirdir. Hiçbir şey O'na ağır gelmez. Bir baharı halketmek bir çiçek kadar O'na kolaydır. Cennet'i halketmek, bir bahar kadar O'na rahattır. Her günde, her senede, her asırda yeniden yeniye icad ettiği hadsiz masnûatı, nihayetsiz kudretine nihayetsiz lisanlarla şehadet ederler. İşte şu kelime dahi şöyle müjde eder. Der ki: (Sh:Asâ.203)
  • 5. Ey insan! Yaptığın hizmet, ettiğin ubûdiyet boşuboşuna gitmez. Bir dâr-ı mükafat, bir mahall-i saadet, senin için ihzar edilmiştir. Senin şu fâni dünyana bedel, bâki bir cennet seni bekler. İbâdet ettiğin ve tanıdığın Hâlik-ı Zülcelâl'in va'dine îman ve îtimad et. O'na va'dinde hulfetmek muhaldir. Kudretinde hiçbir cihetle noksaniyet yoktur. İşlerine acz müdahale edemez. Senin küçük bahçeni halk ettiği gibi, Cennet'i dahi senin için halk edebilir ve halk etmiş ve sana va'd etmiş. Ve va'dettiği için, elbette seni onun içine alacak. Mâdem bilmüşahede görüyoruz. Her senede, yer yüzünde, hayvanat ve nebatatın üçyüzbinden ziyade enva'larını ve milletlerini, kemâl-i intizam ve mîzan ile, kemâl-i sür'at ve suhûletle haşr edip, neşreder. Elbette böyle bir Kadîr-i Zülcelâl, va'dini yerine getirmeğe muktedirdir. Hem mâdem; her senede, öyle bir Kadîr-i Mutlak; Haşrin ve Cennet'in nümunelerini binler tarzda îcad ediyor. Hem mâdem;bütün semâvî fermanları ile saadet-i ebediyeyi va'd edip, Cennet'i müjde veriyor. Hem mâdem; bütün icraatı ve şuunatı hak ve hakikattır ve sıdk ve ciddiyetledir; hem mâdem âsârının şehadetiyle bütün kemâlât, O'nun nihayetsiz kemâline delâlet ve şehadet eder. Ve hiçbir cihette naks ve kusur O'nda yoktur. Hem mâdem, hulfulva'd ve hilâf ve kizb ve aldatmak, en çirkin bir haslet ve naks ve kusurdur. Elbette ve elbette; O Kadîr-i Zülcelâl, O Hakîm-i Zülkemâl, O Rahîm-i Zülcemâl, va'dini yerine getirecek, saadet-i ebediye kapısını açacak, Âdem babanızın vatan-ı aslîsi olan Cennet'e sizleri ey ehl-i îman idhal edecektir. ONBİRİNCİ KELİME : ُ ‫ََِيْهِ الْ َ ِي‬ ‫وال مص ر‬ Yâni: ticaret ve me'muriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar; ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra; yine onları gönderen Hâlik-i Zülcelâl'ine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîm'lerine kavuşacaklar. Yâni: Bu dâr-ı fâniden gidip dâr-ı bâkide huzur-u kibriyaya müşerref olacaklar. Yâni, esbab dağdağasından ve vesaitin karanlık perdelerinden kurtulup, Rabb-i Rahîm'lerine, makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşacaklar. Doğrudan doğruya herkes, kendi Hâlık, ve Ma'budu ve Rabbi ve Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar. İşte şu kelime bütün müjdelerin fevkinde, şöyle müjde eder. Ve der ki: Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun? Ve nereye sevk olunuyorsun? Otuzikinci Söz'ün âhirinde denildiği gibi: Dünyanın bin sene mes'ûdane hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmiyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rü'yet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâl'in daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Müb- (Sh:Asâ.204) telâ ve meftun ve müştak olduğunuz mecâzi mahbublarda ve bütün mevcudat-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemâl, O'nun cilve-i cemâlinin ve hüsn-ü esmasının bir nevi' gölgesi.. ve bütün Cennet, bütün letâifiyle, bir cilve-i rahmeti.. ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizaplar ve câzibeler, bir lem'a-i muhabbeti olan bir Ma'bud-u Lemyezel'in, bir Mahbub-u Lâyezâl'in dâire-i huzuruna gidiyorsunuz. Ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennet'e çağrılıyorsunuz. Öyle ise, kabir kapısına ağlıyarak değil, gülerek giriniz. Hem şu kelime şöyle müjde veriyor, diyor ki: Ey insan! Fenâya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz! Siz fenâya değil, bekaya gidiyorsunuz. Ademe değil, vücud-u dâimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nûra giriyorsunuz. Sahib ve Mâlik-i Hakikî'nin tarafına gidiyorsunuz... Ve Sultan-ı Ezelî'nin
  • 6. payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz!.. ***